"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 72-93
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık ... hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 11.06.2019 tarih ve 72-93 sayı ile; sanığın TCK'nın 314/2, 3713 sayılı Kanun'un 5/1, TCK'nın 53, 62, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca teşdiden 8 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına ve mahsuba karar verilmiştir.
Hükmün sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının "Onama" istemli 26.08.2019 tarihli ve 84497 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:
Ceza Genel Kurulunca sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmününe ilişkin temyiz incelemesi yapılacaktır.
Temyiz incelemesine geçilmeden önce bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince;
1- Süresi içerisinde verdikleri temyiz dilekçelerinde gerekçeli kararın tebliğini talep eden sanık ve müdafisine, 5271 sayılı CMK'nın 295. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren (7) gün içerisinde verilmesi gerektiğinin bildirilmesinin zorunlu olup olmadığı,
2- Sanık ve müdafisinin temyiz dilekçelerinin bir temyiz nedeni içerip içermedikleri, bu bağlamda; sanığın 11.06.2019 havale tarihli temyiz dilekçesinde "mahkûmiyet kararını hukuka aykırı olduğundan temyiz ediyorum", sanık müdafisinin 13.06.2019 tarihli temyiz dilekçesinde ise "hakka, yasaya ve usule açıkça aykırı olan karar için yasal süresi içinde temyiz yoluna başvuruyoruz" şeklinde yer alan ibarelerin CMK'nın 288 ve 294. maddeleri bakımından geçerli bir temyiz nedeni sayılıp sayılamayacağı, sayılması hâlinde de temyiz denetiminin ne şekilde yapılacağı,
3- Özel Dairece yapılan yargılama sırasında bazı oturumlarda heyetteki en kıdemli üye yerine kıdemsiz üyenin heyet başkanlığı yapmasının usul ve yasaya uygun olup olmadığı,
Hususlarının değerlendirilmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine bu hususlar öncelikle değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonucunda kısa kararın, oturumda hazır bulunan sanık ve müdafisine, karara karşı başvurulacak kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri de belirtilmek suretiyle açıkça okunup usulen anlatıldığı,
Bu karara karşı sanık ve müdafisinin kanuni süresi içerisinde sundukları 11.06.2019 ve 13.06.2019 tarihli dilekçelerle temyiz isteğinde bulundukları,
Sanığın temyiz dilekçesinde "...mahkûmiyet kararını hukuka aykırı olduğundan temyiz ediyorum", sanık müdafisinin temyiz dilekçesinde ise "...hakka, yasaya ve usule açıkça aykırı olan karar için yasal süresi içinde temyiz yoluna başvuruyoruz" ibarelerine yer verilmek suretiyle kararın temyizen incelenmesini talep ettikleri, söz konusu dilekçelerde sanık ve müdafisinin gerekçeli kararın kendilerine tebliğini ayrı ayrı istedikleri,
28.06.2019 tarihinde elektronik tebligat yoluyla kendisine gönderilen ve 03.07.2019 tarihinde mevzuat hükümleri gereğince süre sonunda otomatik olarak okundu sayılmak suretiyle tebliğ edildiği anlaşılan gerekçeli karara karşı sanık müdafisinin temyiz nedenlerini bildiren ek dilekçesini 19.07.2019 tarihinde sunduğu,
Gerekçeli kararın tutuklu olan sanığa ceza infaz kurumu görevlilerince 08.07.2019 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından sanığın 15.08.2019 tarihli dilekçesiyle temyiz nedenlerini bildiren ek dilekçe sunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Ön sorunların sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- Süresi içerisinde verdikleri temyiz dilekçelerinde gerekçeli kararın tebliğini talep eden sanık ve müdafisine, 5271 sayılı CMK'nın 295. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren (7) gün içerisinde verilmesi gerektiğinin bildirilmesinin zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi:
Anayasamızın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40. maddesinin ikinci fıkrası; "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır." hükmünü içermekte olup CMK'nın 231. maddesinin ikinci fıkrası hazır bulunan sanığa başvurabileceği kanun yolları, mercisi ve süresinin bildirileceğini, aynı Kanun'un 34. maddesinin ikinci fıkrası ise kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercisi ve şekillerinin belirtileceğini düzenlemiştir.
CMK'nın "Temyiz istemi ve süresi" başlığını taşıyan 291. maddesi;
"(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.
(2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar.",
"Temyiz başvurusunun içeriği" başlığını taşıyan 294. maddesi;
"(1) Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
(2) Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.",
"Temyiz gerekçesi" başlığını taşıyan 295. maddesi ise;
"(1) Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir.
(2) Temyiz, sanık tarafından yapılmış ise, ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir.
(3) Müdafii yoksa sanık, tutanağa bağlanmak üzere zabıt kâtibine yapacağı bir beyanla gerekçesini açıklayabilir; tutanak hâkime onaylatılır. Sanığın yasal temsilcisi ve eşi hakkında 262 nci madde, tutuklu sanık hakkında ise 263 üncü madde hükümleri saklıdır.",
Hükümlerini içermektedir.
Bir kanun yolu başvurusunun esas yönünden mercisince incelenmesi, Anayasamızın 36. maddesinde yer bulan adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında kalmaktadır.
Anayasamızın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" başlıklı 13. maddesi; "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." şeklindedir.
Görüldüğü üzere; temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına bağlıdır. Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı da bu anlamda mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak ölçülülük ilkesi uyarınca sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması da gerekir.
Kanun yoluna başvurma hakkının belli bir süre koşuluna bağlanması, hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması gibi önemli ve meşru bir amaca hizmet etmektedir. Bu bakımdan, usullerinin belirli ve öngörülebilir olması koşuluyla yargısal başvuruların birtakım kurallara tabi tutulmasının tek başına mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirilemeyeceği, mahkemelerin iç işleyişlerine ilişkin süreçlerdeki aksama ve hatalardan kaynaklanan sorumluluğun ilgililere yüklenemeyeceği ve dava açma sürelerini düzenleyen karışık ve dağınık olan mevzuatın aşırı şekilci yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceği kabul edilmelidir. Dolayısıyla, kanunda açık ve anlaşılır bir şekilde düzenlenmiş, istisnai nitelikte olan, ilgilisine bildirilmesi yönünde emredici bir hüküm de bulunmayan süreyi, yargı mercilerinin ilgilisine bildirme zorunluluğu bulunduğundan bahsedilemeyecektir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11.06.2019 tarihli kararda; hükme karşı başvurulabilecek kanun yolunun temyiz, mercisinin Yargıtay Ceza Genel Kurulu, şeklinin mahkemeye verilecek bir dilekçe veya zabıt katibine bulunulacak beyanın tutanağa geçirilmesi ya da tutuklu sanığın, bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığıyla göndereceği dilekçe veya beyanının burada tutanağa geçirilmesi suretiyle, sürenin de tefhimden itibaren (15) gün olduğu hususları ayrı ayrı ve açıkça belirtilerek hazır bulunan sanık ve müdafisine bildirildiği, sanık ve müdafisinin süresi içerisinde temyiz dilekçelerini sundukları anlaşılmaktadır.
CMK'nın 295. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe için öngörülen (7) günlük sürenin; aynı Kanun'un 34. maddesinin ikinci fıkrası, 231. maddesinin ikinci fıkrası ile Anayasamızın 40. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında bir "Kanun yolu süresi" olmayıp temyiz başvurusunda temyiz nedenlerinin gösterilmemiş olması durumuna ilişkin istisnai bir mahiyet taşıması, mahkemelerin iç işleyişine yönelik olmaması, düzenlemenin yer aldığı kanun maddesinin içeriği itibarıyla ilgilisi bakımından karışık ve dağınık olmayıp açık, belirli ve öngörülebilir bir nitelikte olması, ilgilisinin (15) günlük temyiz süresi içerisinde temyiz nedenlerini bildirir dilekçe verebilmesine engel bir düzenlemenin olmaması, mevzuatımızda yer alan yargısal başvuru sürelerinin tümünün ilgilisine mahkemece bildirilmesi gerektiğine dair bir hükmün bulunmaması, örneğin; 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un bireysel başvuru usulünü düzenleyen 47. maddesinin beşinci fıkrasındaki "Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder." düzenleme uyarınca, anılan fıkra kapsamında geçen yargısal başvuru sürelerinin ilgilisine bildirilmesi gerektiğine ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı da gözetildiğinde, istisnai ve sınırlayıcı hüküm içeren düzenlemelerin kıyas yoluyla genişletilmesinin mümkün olmaması nedeniyle ek dilekçe için öngörülen (7) günlük sürenin, mahkeme kararlarının sonuç bölümünde gösterilmesi zorunlu olan, hükme karşı başvurulabilecek kanun yolu süresi olmadığı, dolayısıyla temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe için öngörülen bu sürenin ilgilisine bildirilmeyişinin mahkemeye erişim hakkına orantısız bir müdahale olarak görülemeyeceği ve ilgilisine bildirilmesi hususunda zorunluluk bulunmadığı kabul edilmelidir.
Sanık ve müdafisinin süresi içerisinde verdikleri temyiz başvurularına ilişkin dilekçelerinde, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince verilen mahkûmiyet hükmüne ilişkin gerekçeli kararının kendilerine tebliğ edilmesini istemeleri üzerine; gerekçeli kararının tutuklu bulunan sanığa 08.07.2019, sanık müdafisine ise 03.07.2019 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen, sanığın temyiz nedenlerini bildirdiği 15.08.2019 tarihli ve sanık müdafisinin temyiz nedenlerini bildirdiği 19.07.2019 tarihli ek dilekçelerinin CMK'nın 295. maddesinde öngörülen yedi günlük süreden sonra verildiği anlaşılmaktadır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; süresi içerisinde verdikleri temyiz dilekçelerinde gerekçeli kararın tebliğini talep eden sanık ve müdafisine, 5271 sayılı CMK'nın 295. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren (7) gün içerisinde verilmesi gerektiğinin bildirilmesinin zorunlu olduğu görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanık ve müdafisinin temyiz dilekçelerinin bir temyiz nedeni içerip içermedikleri, bu bağlamda; sanığın 11.06.2019 havale tarihli temyiz dilekçesinde "mahkûmiyet kararını hukuka aykırı olduğundan temyiz ediyorum", sanık müdafisinin 13.06.2019 tarihli temyiz dilekçesinde ise "hakka, yasaya ve usule açıkça aykırı olan karar için yasal süresi içinde temyiz yoluna başvuruyoruz" şeklinde yer alan ibarelerin CMK'nın 288 ve 294. maddeleri bakımından geçerli bir temyiz nedeni sayılıp sayılamayacağı, sayılması hâlinde de temyiz denetiminin ne şekilde yapılacağının değerlendirilmesi;
25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin (İHAS) Ek 7 No'lu Protokolü'nün "Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı" başlıklı 2. maddesi;
"1. Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir.
2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir." şeklinde düzenlenmiştir.
07.10.2004 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete'de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmekle birlikte 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK'un, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK'nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.
Bu hükümlere göre, suç tarihinde Danıştay Üyesi olan sanık hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılan yargılama sonucunda verilen 11.06.2019 tarihli ve 72-93 sayılı kararın temyiz edilmesi üzerine Ceza Genel Kurulunca incelenmesinde 5271 sayılı CMK'nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Ön sorun konusunda isabetli bir çözüme ulaşılabilmesi bakımından temyiz başvuru usulü ve başvuru üzerine yapılacak işlemlerin ayrıntılı bir şekilde irdelenmesi, bu kapsamda 5271 sayılı CMK ile 1412 sayılı CMUK hükümlerinin kıyasen değerlendirilmesi ile temyiz denetiminin ne şekilde yapılacağına da değinilmesi gerekmektedir.
1412 sayılı CMUK'nın "Temyiz sebebi" başlığını taşıyan 307. maddesi;
"Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur. Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesi kanuna muhalefettir.",
5271 sayılı CMK'nın 288. maddesinde ise temyiz nedenleri;
"1- Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır.
2- Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır." şeklinde belirtilmiştir.
Mülga CMUK'da temyiz sebebi "kanuna aykırılık" olarak belirlenirken, 5271 sayılı CMK'da "hukuka aykırılık" olarak belirlenmiştir. Ancak her iki Kanun'a bakıldığında bu iki farklı kavramın aynı şekilde anlaşılmasının istendiği sonucuna varılmaktadır. Zira her iki Kanun'un ilgili hükümlerinde bu kavramlar, "bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması" şeklinde tanımlanmış olup öğretide de geçmişten bu yana kanuna aykırılık kavramı geniş yorumlanmış ve bu ifadenin yazılı hukukla sınırlı anlaşılmaması gerektiği, bu nedenle yazılı hukuka ek olarak; içtihada aykırılık, tecrübe ve mantık kurallarına aykırılık, öğretiye aykırılık, maruf ve meşhur olan şahsi bilgilerdeki hataların da kanuna aykırılık kapsamında denetlenebileceği, ayrıca uluslararası hukuka ve evrensel hukuki değerlere aykırılığın da temyiz nedeni olarak ileri sürülebileceği ifade edilmiştir.
1412 sayılı CMUK'nın "Temyiz istidası ve ihtiva edeceği noktalar" başlığını taşıyan 313. maddesi;
"Temyiz eden taraf hükmün hangi cihetine itiraz ve neden dolayı bozulmasını talep etmekte olduğunu temyiz istidasında veya beyanında veyahut layihasında gösterir.
Temyiz için istinad edilen sebeplerde muhakeme usulüne müteallik hukuki bir kaideye mi yoksa kanuni diğer hükümlere mi, muhalefet etmiş olmasından dolayı itiraz olunduğu gösterilir. Birinci hâlde kanuna muhalif olan vak'alar izah olunur.",
5271 sayılı CMK'nın "Temyiz başvurusunun içeriği" başlığını taşıyan 294. maddesi;
"1- Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
2- Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.",
"Temyiz gerekçesi" başlıklı 295. maddesinin 1. fıkrası ise;
"Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir."
Şeklinde düzenlenmiştir.
1412 sayılı CMUK'nın 307 ve 5271 sayılı CMK'nın 288. maddeleri itibarıyla temyiz nedenleri bakımından iki Kanun arasındaki bir farklılık görülmemektedir. Zira her ikisinde de temyiz nedeni "hukuka aykırılık"tır. 1412 sayılı CMUK'nın 313. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 294. maddesinin ilk fıkraları temyiz sebeplerinin gösterilmesi hususuna ilişkindir ve aralarında ciddi bir fark yoktur. Asıl farklılık 5271 sayılı CMK'da temyiz başvurusunda temyiz nedeninin gösterilmesinin zorunlu hâle getirilmesidir. Temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediğinin saptanması durumunda CMK'nın 298. maddesi uyarınca temyiz istemi reddedilecektir.
İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK'dan farklı şekilde resen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir.
Temyiz nedeni olan hukuka aykırılık, hâkimin olaya en uygun normu bulamaması veya bulsa da yanlış
değerlendirip uygulama yapmasıdır. Hukuka aykırılığa yol açan norm muhakeme hukuku normu olabileceği gibi (Örneğin, tanıklıktan çekinme hakkı bulunan tanığa bu hakkının hatırlatılmaması, karar oturumunda hazır olan sanığa son söz hakkı verildikten sonra katılana da diyeceklerinin sorulması gibi.) maddi hukuk normu da olabilir (Örneğin, suç sanık tarafından işlenmediği hâlde mahkûmiyet hükmü kurulması, eksik araştırmaya dayalı olarak karar verilmesi gibi). Maddi hukuk normunun ihlali hâlinde temyiz edenin sıfatı da dikkate alınarak kararın bozulması gerekmekte ise de muhakeme hukukuna ilişkin ihlallerde, ihlalin hükmü etkileyip etkilemediği gözetilmelidir.
1412 sayılı CMUK'nın "Temyiz Mahkemesince tetkik edilecek noktalar" başlıklı 320. maddesi;
"Temyiz Mahkemesi, temyiz istida ve layihasında irat olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz istidasında bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder.
313 üncü maddenin ikinci fıkrasında gösterilen müstenidattan başka temyiz müddeasını teyit için yeniden müstenidat göstermeğe lüzum yoktur. Bununla beraber böyle müstenidat arz olunmuşsa kabul olunur.",
5271 sayılı CMK'nın "Temyizde incelenecek hususlar" başlıklı 301. maddesi ise;
"1- Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında inceleme yapar.",
Şeklinde düzenlenmiştir.
Yargıtayın yapacağı temyiz denetiminin kapsamını gösteren 1412 sayılı CMUK'nın 320. maddesinin birinci fıkrası ile 5271 sayılı CMK'nın 301. maddesi benzer nitelikte düzenlemeler olmakla birlikte iki madde arasında önemli bir fark vardır. CMUK'nın 320. maddesinin birinci fıkrasına göre usule aykırı noksanlıklardan dolayı hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmesi hâlinin tespiti durumunda Yargıtay, bu hususta bir talep olmasa bile inceleme yapabilecekken, CMK'nın 301. maddesine göre yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında inceleme yapabilmektedir. Bu durum, muhakeme hukukuna aykırılık hususunda temyiz incelemesinin kapsamı bakımından her iki yasa arasında önemli bir fark olduğunu göstermektedir.
Doktrinde, temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından; "Yargıtay hukuksal incelemesine önündeki hüküm bakımından ispat konularının sübuta erdiği varsayımından başlar. Temyiz mahkemesi yalnızca hâkimin delilleri değerlendirmesinde hukuksal hata yapıp yapmadığını değerlendirebilir. Delillerin değerlendirilmesi ve ispat açısından vicdani kanıyı olay hâkiminin oluşturması gerekir. Ancak bunun için de Yerel Mahkeme kararının gerekçesi ve dayanaklarının, sanığın tüm sorgu tutanaklarının, temyiz mahkemesine sunulması gerekir" (Yener Ünver, Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 13. Baskı, Ankara 2017, s; 778 vd.). "Yargıtay, ilk derece mahkemesinin yerine geçerek eylemin varlığı veya yokluğu, kanıtların inandırıcılığı ya da kesinliği gibi yargılarda bulunamaz, ancak maddi olayların gerekçede yeterince yansıtılıp yansıtılmadığı, yansıtılan maddi olaylara ilişkin kanıtların tartışılıp tartışılmadığı, bu tartışma yapılırken doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uyulup uyulmadığı yönlerinden hükmü inceleyerek olay yargılamasını sınırlı bir şekilde denetleyebilir" (Sami Selçuk, Temyiz Denetiminin Sınırları, Prof. Dr. Nur Centel'e Armağan, s; 336.). "Temyiz kanun yolunda maddi mesele incelenemez. Ancak kanun koyucu sanığa gerçekçi bir hukuki koruma sağlamayı amaçladığı için aradan geçmiş olan zamanın olumsuz etkilemediği oranda maddi mesele incelenebilmelidir. Burada esas mahkemesindeki hâkimin doğrudan doğruyalık ilkesinden kaynaklanan maddi meseleyi takdir etme yetkisi ortadan kaldırılmadan, dosyaya girdiği oranda maddi meseleyi inceleyen, bu istisna dışında sadece hukuki mesele ile ilgilenen bir temyiz incelemesi yapılmalıdır. Yargıtay maddi meseleyi sadece hükmün gerekçelerine dayanarak incelemelidir" (Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014, s; 1234.). "Tamamen maddi soruna ilişkin olan aykırılıkların temyiz kanun yolunda denetlenmesi mümkün değildir. Ancak, mahkemenin, elindeki maddi olguları hukuk kurallarına uygun olarak değerlendirip değerlendirmediği ve hükme esas alırken hukuk kurallarına bağlı kalıp kalmadığı Yargıtay tarafından incelenmek zorundadır. Aynı şekilde hukuka aykırılığın, yargılama kurallarının doğru uygulanmaması nedeniyle ileri sürülmesi hâlinde de Yargıtay hem yargılama kuralarına uyulup uyulmadığına hem de bu kuralların uygulanmasına esas teşkil eden ve daha önce mahkemece tespit edilmiş olan maddi vakıaların doğru değerlendirilip değerlendirilmediğini inceleyebilecektir" (Taner, s; 57; ... Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Baskı, İzmir, 2017, s; 856.). "Temyiz kanun yolunda temyiz mahkemesi, sözlülük, yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerini uygulayarak geçmişte olan bir olayın nasıl meydana geldiğini ortaya çıkaran olay hâkiminin tespitleriyle bağlıdır. Bununla birlikte olay mahkemesinin tespitleri belirsiz, eksik, çelişkili, mantık veya deneyim kurallarıyla çatışıyorsa olay mahkemesinin tespitleriyle bağlılık ortadan kalkar. Yargıtayın, bölge adliye mahkemesi incelemesinden geçmiş bir kararla ilgili yapacağı denetimin, verilen kararın hukuksal yönüyle sınırlı olması hâli, Yargıtayca hiçbir zaman maddi olay denetimi yapılamayacağı anlamına gelmez. İlk derece veya bölge adliye mahkemelerinin kararlarında bilimin yerleşmiş ilkelerine, genel yaşam deneyimlerine, mantık kurallarına aykırılıklar varsa, ulaşılan sonuç ve gerekçe arasında birbiriyle açıkça çelişen tespitler bulunuyorsa, maddi olay açık, kesin ve tam olarak belirlenememiş ise ve bu nedenlerle kararın hukuksal yönden denetimine olanak yoksa Yargıtay maddi olay denetimi yapabilir" (Erdem, Kavlak, s; 1424; 1460.). "Bir olayı tespit ederken ilk derece mahkemesi hâkimi delilleri serbestçe takdir eder. Ancak bu tespitin eksiksiz olması ve hâkimin kanaatinin objektif dayanaklarının hükümden anlaşılması gerekir. Bu nedenle maddi olaya ilişkin denetim, maddi vakıanın sübutuna ilişkin kanaatin yeterli delile dayanarak ve mantık kurallarına uygun bir şekilde oluşturulup oluşturulmadığı açısından yapılmaktadır" (Centel, Zafer, s; 840.).
Şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Görüldüğü gibi doktrinde çoğunlukta olan bu anlayışa göre, Türk Ceza Muhakemesine istinaf kanun yolunun getirilmiş olması, temyiz mahkemesinin önceden olduğu gibi somut temyiz denetiminin elverdiği ölçüde maddi soruna girmesine engel oluşturmayacak, temyiz kanun yolunda somut dava üzerinden içtihatlarla birliği sağlayacak olan Yargıtay, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir etme yetkilerini de dikkate alarak bu delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görebileceği ve inceleyebileceği maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıklar üzerinden bozma kararı verebilecektir.
Temyiz kanun yoluna başvuranın, hükmün hangi noktalardan incelenmesini istediğini bildirmesi, diğer bir anlatımla hükmün hangi noktalardan hukuka aykırı olduğunu göstermesi zorunluluğu ile Yargıtayın temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile sınırlı olarak inceleme yapmasına ilişkin hükümler "temyiz incelemesinin sınırlandırılması/temyiz incelemesinin kapsamının belirlenmesi" amacına yöneliktir.
5271 sayılı CMK'nın 294 ve 301. maddelerinde yer alan hükümler uyarınca, ileri sürülen nedenlerle sınırlı olarak yapılacak inceleme sırasında temyizin kapsamının tespiti bakımından önem arz eden husus, kanun koyucunun "muhakeme hukukuna aykırılık" iddiası ve bunu belirten olayların temyiz nedeni olarak açıkça ileri sürülmesini aramasına karşın, "maddi hukuka aykırılık" iddiası yönünden böyle bir düzenlemeye yer vermemiş olmasıdır. Kanun koyucu, temyiz başvurusunda muhakeme hukukuna aykırılıkların ileri sürüldüğü durumlarda temyiz sebebinin somutlaştırılmasının zorunlu olduğunu düzenlemesine rağmen, bunun dışında kalan maddi hukuka aykırılıkların ileri sürüldüğü durumlar için temyiz nedeninin somutlaştırılmasına ilişkin herhangi bir yasal zorunluluk getirmemiştir. Bu nedenle hukuka aykırı olduğu savıyla hükmün bozulmasını isteme muhakeme hukukuna aykırılık yönünde bir temyiz nedeni olarak anlaşılamaz. Fakat maddi hukuka aykırılıkla ilgili olarak temyiz sebebinin somutlaştırılması zorunluluğu bulunmadığından, hukuka veya yasaya aykırı olduğu savıyla hükmün bozulmasını istemek, maddi hukuka aykırılık yönünden temyiz nedeni olarak yeterli kabul edilmelidir.
Temyiz incelemesinin kapsamının belirlenebilir olmasının yeterli görülmesi ve bu konunun önemi karşısında, temyiz başvurusunda hükmün neden dolayı bozulmasının istenildiğinin gösterilip gösterilmediğinin tespiti, temyiz başvurusunun sebep gösterilmemesi nedeniyle ret edilip edilmeyeceği ve yapılacak olan temyiz incelemesinin kapsamı bakımından önem arz etmektedir. Örneğin; "Hükmü temyiz ediyorum.", "Resen dikkate alınacak nedenlerle temyiz ediyorum.", "Hükmün bozulmasını istiyorum." şeklindeki ibarelere yer vermesine rağmen incelemenin kapsamını (maddi hukuka veya muhakeme hukukuna aykırılık) göstermeyen dilekçelerdeki temyiz isteminin, herhangi bir temyiz sebebi içermemesi nedeniyle tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkının bulunmaması hâllerinde olduğu gibi usulüne uygun açılmış bir temyiz davası bulunmadığından 5271 sayılı CMK'nın 298. maddesi uyarınca reddine karar verilecektir.
Temyiz iradesinin varlığını gösteren ancak yapılacak temyiz incelemesinin kapsamına ilişkin herhangi bir neden belirtmeyen dilekçelerin hukuki sonuçları ise davanın üst mahkemeye aktarılması, hükmün kesinleşmesinin engellenmesi ve aleyhe başvuru bulunmadığı hâllerde cezanın ağırlaştırılması yasağından yararlanmanın ötesine geçemeyecek, bu durum temyiz isteminin reddi sonucunu değiştirmeyecektir.
Buna karşın temyiz dilekçesinde, temyiz incelemesinin kapsamını gösteren "Hüküm kanuna ve usule aykırıdır.", "Karar yasaya aykırıdır." gibi ibarelere yer verilmiş olması durumunda sadece maddi hukuka aykırılığa ilişkin bir temyiz nedeninin gösterildiği kabul edilecek ve belirtilen kapsam doğrultusunda temyiz incelemesi yapılacaktır.
Temyiz başvurusunda yer verilen ibarelerin bir temyiz nedeni kabul edilip edilmeyeceği bir yorum meselesidir. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve hürriyetlerin kanunla sınırlanmaları mümkün ise de kanunlarla getirilen düzenlemelerin bir temel hak ve özgürlük olan mahkemeye erişim hakkını daraltıcı şekilde yorumlanamayacağı, kanuni düzenlemeler yorumlanırken Anayasa ve uluslararası sözleşmeler gibi üst normların da gözetilmesi gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Aksinin kabulü, Anayasamızın temel hak ve hürriyetler arasında yer verdiği "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı ile AİHS'in 6. maddesinde yer bulan adil yargılanma hakkının ihlaline yol açabilecektir. Ayrıca, kamu düzenine ilişkin olması ve ceza muhakemesine hakim olan resen araştırma ilkesi uyarınca istisnaları dar yorumlayıp temel hak ve özgürlükleri yorum yoluyla daraltmamak sistematik ve amaçsal yorum tarzına da uygundur.
Bu kapsamda muhakeme hukukuna aykırılık iddiasına dayanan temyiz taleplerinde hiç uygulanmayan, eksik veya yanlış uygulanan usul kuralları ile buna dayanan maddi olgular ileri sürülecek, Yargıtay da hem muhakeme normunun doğru uygulanıp uygulanmadığını hem de ilk derece veya bölge adliye mahkemelerince muhakeme normunun uygulandığı olayın doğru tespit edilip edilmediğini denetleyecektir. Temyiz dilekçesinde bir temyiz nedenin var olmasına rağmen muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz sebebi olarak gösterilmemesi ya da gösterilmekle birlikte hükme etki edecek nitelikte olmadığının anlaşılması durumunda usul hükümlerine uygunluk bakımından sadece 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesi kapsamında hukuka kesin aykırılık hâlleriyle sınırlı bir temyiz incelemesi yapılacak, inceleme sırasında tespit edilen ancak hükmü etkilemeyen muhakeme hukukuna aykırılıklar Yargıtay tarafından bozma nedeni yapılmayarak kararda bu aykırılıklara işaret edilmekle yetinilecektir.
Temyiz nedeninin, maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması hâlinde ise maddi hukuka aykırılık nedeniyle hükmün temyiz edilmesi yeterli olup cezaî yaptırımların kişiler üzerindeki telafisi mümkün olmayan ağır sonuçları da gözetilerek somut olayda adaleti gerçekleştirme ve doğru bir hüküm oluşturma ile yükümlü olan Yargıtayca dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar tespit edilip temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılması gerekecektir.
Öğretide de temyiz sebeplerinin muhakeme hukukuna ve maddi hukuka ilişkin olarak ileri sürülmesi bakımından; "Maddi hukuk normlarına ilişkin temyiz başvurularında sebep gösterilmesi zorunluluğunun Yargıtay incelemesinde önemli bir sınırlama içermediği, muhakeme hukukuna aykırılık nedeniyle hüküm temyiz ediliyorsa hükmü temyiz edenin, bu aykırılığa temel oluşturan maddi olguları göstermek zorunda iken maddi hukuka aykırılıkta, maddi hukuka aykırılıktan dolayı hükmün temyiz edildiğinin belirtilmesinin yeterli olduğu, Yargıtayın maddi hukuk normlarının tümünü göz önünde tutup inceleme yapması gerektiği" (Serap Keskin Kiziroğlu, Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda Temyiz Yasa Yoluna İlişkin Değişikliklere Bakış, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Kasım-Aralık, 2017, s; 182 vd.), "5271 sayılı CMK'nın 288. maddesi uyarınca temyiz sebebi olarak belirtilenler dışında kalan muhakeme hukukuna ilişkin diğer hukuka aykırılıklar bakımından Yargıtayın karar vermesine olanak bulunmadığı, buna karşılık, kararın hukuka aykırı olduğu ve bozulması gerektiği yönünde bir irade ortaya konulduğu sürece incelemenin maddi hukuka ilişkin tüm hukuka aykırılıklar yönünden yapılabileceği, bu bağlamda, Yargıtayın olayda meşru savunma koşullarının gerçekleştiği gerekçesiyle yapılan bir temyiz istemi karşısında bu istemi yerinde bulmasa bile haksız tahrikin koşullarının gerçekleştiği ve bu nedenle de cezanın indirilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozabileceği" (Mustafa Ruhan Erdem, Cihan Kavlak, Ceza Muhakemesinde Temyiz İncelemesinin Kapsamı ve Sınırları, Yargıtay Dergisi, Ekim, 2018, Sayı; 4, s; 1434; 1472.), "Muhakeme hukukuna ilişkin aykırılıklardan farklı olarak, maddi hukuka ilişkin denetimin, hükmün tüm yönleriyle incelenmesini gerektirdiği, maddi hukukun yanlış uygulandığına ilişkin genel bir ifade içeren temyiz dilekçesinde açıkça ileri sürülmemiş olsa dahi, dosyaya yansıyan delillere göre suçun unsurlarının oluşmaması, sanığın suçu işlediğinin sabit olmaması, suçun vasfının yanlış belirlenmesi, suçun nitelikli hâllerinde yapılan hata sonucu cezanın yanlış belirlenmesi veya teşebbüs, iştirak, içtima, haksız tahrik ve şahsi cezasızlık sebepleri gibi maddi hukuka ilişkin hükümlerin yanlış uygulanması sonucu sanığın ceza alması veya almaması ya da hak ettiğinden az veya çok ceza alması durumlarında Yargıtayın bu hukuka aykırılığı bozma nedeni yapabileceği" (Ekrem Çetintürk, Ceza Muhakemesinde Temyiz Kanun Yolunda Maddi (Fiili) Sorunun İncelenmesi, Terazi Hukuk Dergisi, Mart 2019, s; 466-489) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Öte yandan, 5271 sayılı CMK'nın 302. maddesi uyarınca hüküm, temyiz dilekçesinde gösterilen sebeplerle bozulduğunda dilekçede açıklanmış olmasa bile saptanan ve hükme etki edecek nitelikte bulunan diğer maddi hukuka aykırılıklar da bozma nedeni olarak ayrı ayrı gösterilecek; hükme etki edecek nitelikte bulunmayan hukuka aykırılıkların ise hükmün bozulmasında neden dikkate alınmadıkları açıklanmak suretiyle belirtilmesiyle yetinilecektir. Bu kapsamda, temyiz dilekçesinde maddi hukuka aykırılık iddiasının ileri sürüldüğü hâllerde, Yargıtayın ilgili Ceza Dairesi tarafından hüküm, dilekçede gösterilen maddi hukuka aykırılık nedeniyle bozulduğunda dilekçede açıklanmış olmasa bile temyiz incelemesi sırasında saptanacak olan tüm maddi hukuka aykırılıklar temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni olarak ayrı ayrı gösterilecektir. Temyiz dilekçesinde muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının ileri sürüldüğü hâllerde ise temyiz nedeni olarak gösterilen muhakeme hukukuna aykırılığın hükme etki edecek nitelikte bulunması durumunda, hüküm bu nedenle ve varsa mutlak hukuka aykırılıklar nedeniyle bozulacak; temyiz nedeni olarak gösterilen muhakeme hukukuna aykırılığın hükme etki edecek nitelikte bulunmaması ya da temyiz nedeni olarak ileri sürülmemekle birlikte inceleme sırasında saptanan ve mutlak hukuka aykırılıklar dışında kalan muhakeme kurallarına aykırılık bulunması durumunda ise bu hususun bozma nedeni yapılmayarak ilamda gösterilmesiyle yetinilecek, varsa inceleme sırasında tespit edilen veya dilekçede gösterilen 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinde yazılı hukuka kesin aykırılıklar nedeniyle kararın bozulması yoluna gidilecektir. Diğer taraftan, bozmaya neden olan maddi veya usul hukukuna aykırılık hükmün dayandırıldığı işlemlerden kaynaklanmışsa aynı zamanda bu işlemler de bozulacaktır.
Mutlak temyiz nedenleri, sanığa hak tanıyan kurallar olmalarının yanı sıra aynı zamanda adil bir yargılamanın yapılabilmesi için öngörülmüş, kamusal menfaatleri gözeten kurallardır. Bu hâllerin varlığı durumunda hükmün bundan mutlak olarak etkilendiği kabul edilmiştir. Kanun bu noktada hukuka aykırılığa ilişkin nedensellik bağını kendisi kurduğundan hâkime takdir yetkisi bırakmamıştır (Nur Centel, Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Baskı, İstanbul, 2016, s; 834 vd.).
1412 sayılı CMUK'un "Kanuna muhalefet hâlleri" başlığını taşıyan 308. maddesi;
"Aşağıdaki hâllerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.
1 - Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,
2 - Hâkimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hâkimin hükme iştirak etmesi,
3 - Makul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vakı olupta bu talep kabul olunduğu hâlde hâkimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hâkimin hükme iştirak ettirilmesi,
4 - Mahkemenin kanuna muhalif olarak davaya bakmaya kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,
5 - Cumhuriyet Müddeiumumisi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,
6 - Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlâl edilmesi,
7 - Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,
8 - Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tahdit edilmiş olması",
5271 sayılı CMK'nın "Hukuka kesin aykırılık hâlleri" başlıklı 289. maddesi ise;
"1- Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır:
a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması,
b) Hâkimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış hâkimin hükme katılması,
c) Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu hâlde hâkimin hükme katılması veya bu istemin kanuna aykırı olarak reddedilip hâkimin hükme katılması,
d) Mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili görmesi,
e) Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması,
f) Duruşmalı olarak verilen hükümde açıklık kuralının ihlâl edilmesi,
g) Hükmün 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi,
h) Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması,
i) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması"
Şeklindedir.
Görüldüğü üzere, mutlak hukuka aykırılık hâlleri, 1412 sayılı CMUK'nın 308. maddesinde, 5271 sayılı CMK'da ise 289. maddede sayılmış olup her iki hüküm karşılaştırıldığında ilk dikkat çeken husus hükümlerin başlıklarının farklı olmasıdır. Belirtmek gerekir ki, iki hükmün başlığının farklı olması içerikte bir değişikliğe yol açmamaktadır. 1412 sayılı CMUK'da seçilen terim "kanuna muhalefet hâlleri" iken, 5271 sayılı CMK'da "hukuka kesin aykırılık hâlleri" ibaresidir. 5271 sayılı CMK'nın hukuka kesin aykırılık hâlleri olarak adlandırdığı nedenleri ifade etmek için öğretide geçmişten bu yana "mutlak temyiz nedenleri" terimi de kullanılmaktadır. Temyiz nedenleri bağlamında iki Kanun arasındaki en önemli fark ise 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinin (i) bendine eklenen hükümle "hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanmasının" bir mutlak hukuka aykırılık hâli olarak kabul edilmesidir.
Doktrinde bir kısım yazarlarca, kanun koyucu tarafından hükme etkili oldukları açıkça kanuni düzenlenmeye bağlanmamış hukuka aykırılıkların nispî temyiz sebebi olarak ileri sürülebileceği, temyiz dilekçesinin gerekçeli olması kuralının hem nispî hem de mutlak temyiz sebepleri bakımından geçerli olduğu yani hiçbir temyiz nedeni içermeyen bir temyiz başvurusunda mutlak temyiz nedenlerinin kendiliğinden gözetilemeyeceği savunulmaktadır. Bu anlayışa göre 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinde yer alan kabul edilebilirlik denetimine ilişkin kural, bünyesinde en az bir temyiz sebebi bulunan dilekçeler yönünden geçerlidir.
Nitekim CMK'nın 289. maddesinde yazılı olan "Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır." kuralı, hiçbir temyiz nedeni içermeyen bir temyiz başvurusunda mutlak temyiz nedenlerinin kendiliğinden gözetileceği şeklinde anlaşılamaz. Gerekçesiz bir dilekçe Yargıtayın ön incelemesinden geçemeyeceği için hükümde var olan ancak gösterilmeyen nedenin mutlak mı yoksa nispî bir temyiz nedenine mi ilişkin olduğunu denetlemek mümkün olmayacaktır. Bu noktada dilekçe yalnızca bir veya birden fazla nispî temyiz nedeni içeriyorsa, Yargıtayın bu nedenleri kabul etmemesine karşın 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinde yer alan mutlak hukuka aykırılık hâllerinden birine dayanarak hükmü bozması mümkündür (Hakan Karakehya, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Baskı, Ankara, 2016, s; 635 vd.; Fahri Gökçen Taner, 5271 sayılı CMK'nın Temyiz Kanun Yoluna İlişkin Hükümlerinin Yürürlüğe Girmesiyle Ortaya Çıkan Farklılıklar, Ankara Barosu Dergisi, Nisan, 2017, s; 66.).
Diğer taraftan, 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinin (g) bendinde hükmün, aynı Kanun'un 230. madde gereğince gerekçe içermemesi hukuka kesin aykırılık hâlleri içinde düzenlenerek, bu eksiklik Yargıtay tarafından dikkate alınacak bir hukuka aykırılık nedeni olarak kabul edilmiştir.
Bilindiği üzere, Anayasa'nın 141, 5271 sayılı CMK'nın 34 ve 230. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının gerekçeli olarak yazılması zorunludur. Hükmün gerekçesinde ise 5271 sayılı CMK'nın 230. maddesi uyarınca suç oluşturduğu kabul edilen eylemin gösterilmesi, ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirmesinin yapılması, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan veya reddedilen delillerin belirlenmesi ile mantıksal ve hukuksal bütünlük sağlanarak herkesi tatmin edecek ve anlaşılır kararın, bu hâli ile Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde gerekçeli olması gerekmektedir. Beraat hükmünün gerekçesinde de ayrıca 5271 sayılı CMK'nın 223. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığı gösterilmelidir. 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinin (g) bendinde hükmün, aynı Kanun'un 230. maddesi gereğince gerekçe içermemesi muhakeme hukukuna ilişkin bir hukuka aykırılık hâli olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu denetimin gerçek manada yapılabilmesi için Yargıtayın, gerekçede yazılı olan hususlar ile maddi soruna ilişkin tespitlerin uyumlu olup olmadıkları yönünden inceleme yapması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır. Doktrinde de ifade edildiği üzere, Yargıtayın gerekçeyi denetlemesi, ilk derece mahkemesinin yerine geçerek olay hakkında hüküm kurması, kanıya ulaşması, vakalarla ilgili saptamalarda bulunması anlamına gelmez (Centel, Zafer, s; 841).
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 14.05.2020 tarihli ve 395-199 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Temyiz başvurusunda yer verilen ibarelerin bir temyiz nedeni kabul edilip edilmeyeceğinin bir yorum meselesi olup Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve hürriyetlerin kanunla sınırlanmaları mümkün ise de bir temel hak ve özgürlük olan mahkemeye erişim hakkının yorum yoluyla daraltılamayacağı, istisnaların dar yorumlanıp temel hak ve özgürlüklerin yorum yoluyla daraltılmasının mümkün olamayacağı, ceza muhakemesi hukukunda temel ilkenin resen araştırma yaparak gerçeğe ve adalete ulaşma ilkesi olup amaca ve yasanın sistemine uygun şekilde yorum yapmanın gerekli olduğu gözetilmelidir.
5271 sayılı CMK'nın 294 ve 301. maddelerinde yer alan hükümler uyarınca, ileri sürülen nedenlerle sınırlı olarak yapılacak inceleme sırasında temyizin kapsamının tespiti bakımından, kanun koyucunun "muhakeme hukukuna aykırılık" iddiası ve bunu belirten olayların temyiz nedeni olarak somutlaştırılması zorunluluğunu getirmesine rağmen, "maddi hukuka aykırılık" iddiası yönünden böyle bir düzenlemeye yer vermemiş olması nedeniyle hukuka veya yasaya aykırı olduğu savıyla hükmün bozulması talebinin, Yargıtay tarafından yapılacak olan temyiz incelemesinin kapsamının belirlenmesi ve temyiz başvurusunda maddi hukuka aykırılık yönünden bir temyiz nedeni bulunduğunun kabulü bakımından yeterli olup sanığın 11.06.2019 havale tarihli temyiz dilekçesinde "mahkûmiyet kararını hukuka aykırı olduğundan temyiz ediyorum", sanık müdafisinin 13.06.2019 tarihli temyiz dilekçesinde ise "hakka, yasaya ve usule açıkça aykırı olan karar için yasal süresi içinde temyiz yoluna başvuruyoruz" şeklinde yer alan ibarelerin, hükmün sadece maddi hukuka aykırılık iddiasını taşıdığı ve bu yönüyle sanık ve müdafisinin temyiz başvurularında bir temyiz nedeni bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde maddi hukuka aykırılık iddiasının ileri sürüldüğü hâllerde temyiz mercisince, temyiz nedeni olarak gösterilen maddi hukuka aykırılıklar yanında dilekçede açıklanmış olmasa dahi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıkların temyiz denetiminde incelenmesi, ileri sürülen maddi hukuka aykırılık nedeniyle hüküm bozulduğunda dilekçede gösterilmeyen ancak temyiz incelemesi sırasında saptanacak olan tüm maddi hukuka aykırılıklar nedeniyle de temyiz edenin sıfatı dikkate alınmak suretiyle bozma kararı verilmesi gerektiği; temyiz dilekçesinde muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının ileri sürüldüğü hâllerde ise temyiz nedeni olarak gösterilen muhakeme hukukuna aykırılığın hükme etki edecek nitelikte bulunması durumunda, hükmün bu nedenle ve varsa mutlak hukuka aykırılıklar nedeniyle bozulacağı; temyiz nedeni olarak gösterilen muhakeme hukukuna aykırılığın hükme etki edecek nitelikte bulunmaması ya da temyiz nedeni olarak ileri sürülmemekle birlikte inceleme sırasında saptanan ve mutlak hukuka aykırılıklar dışında kalan muhakeme kurallarına aykırılık bulunması durumunda ise bu hususun bozma nedeni yapılmayarak ilamda gösterilmesiyle yetinilmesi, varsa inceleme sırasında tespit edilen veya dilekçede gösterilen 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinde yazılı hukuka kesin aykırılıklar nedeniyle kararın bozulması yoluna gidileceği hususları dikkate alınarak, temyiz mercisince, dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar ile muhakeme hukukuna aykırılık bulunup bulunmadığı yönlerinden hükmün temyizen incelenmesi, inceleme sırasında tespit edilecek maddi hukuka aykırılıklar ile hukuka kesin aykırılıkların bozma nedeni yapılması, diğer muhakeme hukukuna aykırılıklara ise kararda işaret edilmesinin gerektiği benimsenmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanık ve müdafisinin dilekçelerindeki ibarelerin temyiz nedeni olarak kabul edilemeyeceği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
3- Özel Dairece yapılan yargılama sırasında bazı oturumlarda heyetteki en kıdemli üye yerine kıdemsiz üyenin heyet başkanlığı yapmasının usul ve yasaya uygun olup olmadığının değerlendirilmesi:
İncelenen dosya kapsamından;
İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 04.12.2017 tarihli ve 72 sayılı kararı ile; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16.11.2017 tarihli ve 55-55 sayılı iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan açılan kamu davasına ilişkin iddianamenin Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 175. maddesine göre kabulüne ve dosyanın ilk derece yargılaması esas defterine kayıt edilerek sanık ... hakkında kovuşturmaya başlanmasına karar verildiği,
İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 22.01.2018, 07.05.2018, 18.09.2018, 04.12.2018, 21.02.2019 ve 04.04.2019 tarihlerinde gerçekleştirilen duruşmalardan sonra 11.06.2019 tarihinde yapılan duruşmada sanık hakkında karar verildiği,
21.02.2019 tarihli beşinci, 04.04.2019 tarihli altıncı ve 11.06.2019 tarihli yedinci duruşmanın ... sicil numaralı ... başkanlığındaki heyet tarafından yapıldığı ve bu heyetlerde üye olarak görev yapan ... sicil numaralı ... ... ile ... sicil numaralı ...'ın heyet başkanından sicil numarası itibarıyla daha kıdemli oldukları,
Anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın "Yargıtay" başlıklı 154. maddesinin birinci fıkrası "Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar." şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasa'da yer alan bu düzenleme doğrultusunda hazırlanıp 08.02.1983 tarihli ve 17953 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 1. maddesi "Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir." şeklinde düzenlenmiştir.
Gerek Anayasa'nın 154 gerekse 2797 sayılı Kanun'un 1. maddelerine göre bağımsız bir yüksek mahkeme olan Yargıtayın kuruluş amacı ve genel görevi, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı mercisine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercisi olup bu bakımdan Yargıtay Dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapması tali bir görevdir.
2797 sayılı Kanun'un "Yargıtayın görevleri" başlıklı 13. maddesinin birinci bendinde yer alan "Adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümleri ilk ve son merci olarak inceleyip karara bağlamak," şeklindeki hüküm ile Yargıtayın temel görevi tanımlanırken aynı maddenin ikinci bendinde yer alan "Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak," şeklindeki hüküm ile de tali görevi tanımlanmıştır.
Aynı Kanun'un "Dairelerin çalışması" başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; "Daireler heyet hâlinde çalışır, heyet bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Heyetler işi müzakere eder ve salt çoğunlukla karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder." şeklindeki hüküm gereğince birden fazla heyet hâlinde çalışabilecek ve heyette yer alan en kıdemli üye heyete başkanlık edecektir.
Anılan Kanun'un "Daire Başkanlarının görevleri" başlıklı 24. maddesi;
"Daire başkanlarının görevleri şunlardır:
1. Dairelerinde ahenkli, verimli ve düzenli bir çalışmanın gerçekleşmesini ve işlerin mümkün olan süratle incelenip karara bağlanmasını sağlamak, dairenin kendi kararları arasında çelişkiyi önlemek amacıyla gerekli göreceği bütün tedbirleri almak, dosyaları takrir edecek kişileri, bu esaslar uyarınca tespit etmek ve kendi yazmayacağı kararların hangi üye tarafından yazılacağını belli etmek,
2. Kararların zamanında yazılıp dosyaların mahallerine iadesini sağlamak,
3. Büro görevlilerini denetlemek,
4. Büro personeli hakkında ilgili kanunda belirtilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme disiplin cezalarını vermek,
5. Kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.
Daire başkanına, gerektiğinde kıdemli üye vekillik eder.",
"Yargıtay Üyelerinin görevleri" başlıklı 25. maddesi,
"Yargıtay üyelerinin görevleri şunlardır:
1. Kendilerine verilecek dosyaları gerekli şekilde ve zamanında inceleyip kurula takrir etmek ve kararları yazmak,
2. Üyesi bulundukları kurullarda görüşmelere katılmak ve oylarını vermek,
3. Dairenin ahenkli, verimli ve düzenli çalışmalarının sağlanmasında ve işlerin çabuklukla incelenip karara bağlanmasında başkana yardım etmek.",
Yargıtay İç Yönetmeliği'nin "Daire Başkanlarına vekillik ve bu sıfatla Genel Kurullara katılma" başlıklı 10. maddesi ise;
"Daire başkanlarına vekillik görevini yapmak koşullarından birinin gerçekleşmesi halinde kıdemli üye, genel kurullarda ve dairede başkana vekillik eder.
Ayrık hükümler saklıdır."
Şeklinde düzenlenmiştir.
Bu aşamada, 2797 sayılı Kanun'da ya da CMK'da tanımı yapılmayan, ancak dairelerin çalışma usullerinde bahsi geçen "kıdem" kavramı üzerinde durulmalıdır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde "bir görevde geçirilen süre" olarak tanımlanan kıdem kavramına, 2797 sayılı Kanun'un farklı maddelerinde önem atfedilmektedir. Bu cümleden olarak, aynı Kanun'un "Başkanların seçimi" başlıklı 31. maddesinin on birinci fıkrasında Birinci başkanvekilleri ile daire başkanlarının kıdeminin tespitinde, Yargıtay üyeliğindeki kıdemin esas alınacağı öngörülmüştür.
Kıdemle ilgili diğer bir düzenleme de 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda yer almaktadır. Bu Kanun'un "Sınıflar ve Kıdem" başlıklı 15. maddesinde;
"...
Hâkim ve savcıların kıdemleri, bulundukları sınıf ve dereceye göre belirlenir ve o sınıf ve dereceye atandıkları tarihten itibaren hesaplanır. Bir üst sınıf veya derecede bulunanlar alt sınıf veya derecede bulunanlardan kıdemli sayılırlar.
Ancak, bu hesaplama yapılırken, 9 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre adaylığa diğer kamu görevlerinde iktisap ettikleri derece ve kademe üzerinden atananların, bu derece ve kademeleri ile o görevlerde geçen süreleri dikkate alınmaz.
Bulunulan sınıf ve derecenin aynı olması hâlinde sırasıyla, bu sınıf veya dereceye yükselme tarihi, adaylığa başlama tarihi, mesleğe başlama tarihi, meslek öncesi eğitim sonu yazılı sınav puanı dikkate alınarak kıdem durumu belirlenir.
Bunların da aynı olması hâlinde, doğum tarihi önce olan kıdemli sayılır." düzenlemesi yer almaktadır.
Bu genel açıklamaların ardından, ilk derece mahkemelerince ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay ilgili ceza dairelerince yargılama yapan heyetin hangi kurallar doğrultusunda oluşturulacağı hususunda ceza muhakemesine ilişkin kuralların ve bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerinin düzenlendiği 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun ile adli yargı ilk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkilerini düzenlemek amacıyla yürürlüğe konulan 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun hükümlerinin irdelenmesi gerekmektedir.
5235 sayılı Kanun'un "Ceza mahkemelerinin kuruluşu" başlıklı 9. maddesinin üçüncü fıkrası "Ağır ceza mahkemesinde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Bu mahkeme bir başkan ve iki üye ile toplanır." ve 5271 sayılı Kanun'un "Müzakerenin yönetimi" başlıklı 228. maddesi "Müzakereyi mahkeme başkanı yönetir." şeklinde olup bu düzenlemelerde, adli yargı ilk derece yargılamalarında mahkeme başkanının hazır bulunmadığı durumlarda heyete hangi üyenin, hangi kritere göre başkanlık edeceğine dair açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, 5235 sayılı Kanun'un bölge adliye mahkemelerince yapılan müzakerelere dair "Toplantı ve karar" başlıklı 46. maddesinin son fıkrasında yer alan "Daire başkanının hukukî veya fiilî nedenlerle bulunamaması halinde dairenin en kıdemli üyesi daireye başkanlık yapar." şeklindeki hükme de 2797 sayılı Kanun'da Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapacağı yargılamalar bakımından yer verilmemiştir.
Öte yandan, adli yargı ilk derece adalet komisyonlarının görevlerine ilişkin 2802 sayılı Kanun'un "Zorunlu hâllerde görevlendirme" başlıklı 115. maddesinde de; herhangi bir nedenle görevine gelemeyen hâkimin yerine, bu hâkim görevine başlayıncaya veya Hâkimler ve Savcılar Kurulunca yetkilendirme yapılıncaya kadar, o yerdeki hâkimler arasından, adalet komisyonu başkanınca görevlendirme yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Yine, mahkeme başkanı veya hâkimin duruşma sırasındaki görevlerine dair ilgili CMK hükümleri incelendiğinde;
5271 sayılı CMK'nın "Başkan veya hâkimin görevi" başlıklı 192. maddesinin birinci fıkrasında, mahkeme başkanının veya hâkimin, duruşmayı yöneteceği ve sanığı sorguya çekeceği, delillerin ikame edilmesini sağlayacağı; aynı Kanun'un "Duruşmanın düzen ve disiplini" başlıklı üçüncü bölümünde yer alan "hâkim veya başkanın yetkisi" başlıklı 203. maddesinde de, duruşmanın düzeninin hâkim veya mahkeme başkanı tarafından sağlanacağı öngörülmüştür.
Gelinen noktada, temyiz incelemesinde hukuka kesin aykırılık hâlleri arasında sayılan "mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması" durumuna da değinilmelidir.
Bilindiği üzere, 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinin birinci fıkrasında temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmemiş olsa da, aynı maddede sayılan hâllerde hukuka kesin aykırılık hâllerinin var sayılacağı belirtildikten sonra, aynı fıkranın (a) bendinde, mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması bu hâllerden ilki olarak sayılmıştır.
Belirtilen bu hukuka aykırılık, kovuşturma aşamasında mahkemece yapılan oturumda mutlaka bulunması veya bulunmaması gerektiği öngörülen muhakeme süjelerine ve bu süjeler için öngörülen koşulların taşınmasına dair bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin, CMK'nın "Duruşmada hazır bulunacaklar" başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanun'un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin duruşmada hazır bulunmasının şart olduğu hükme bağlanmıştır. Bu durumda, maddede sayılan kişilerden birinin oturumda hazır bulunmadan karar verilmesi ya da hazır bulunmakla birlikte, yine örneğin müdafi olduğundan bahisle hazır bulunan kişinin gerçekte avukat olmaması gibi durumlarda bu hukuka aykırılıktan söz edilecektir.
Ancak, hem 2797 sayılı Kanun'da daire başkanının, hem de CMK'da, HSYK tarafından görevlendirme yapılan hâller dışında mahkeme başkanının hazır bulunmadığı durumlarda yargılamayı yapmakla görevli heyete kimin başkanlık edeceğine, heyette yer alan hâkimler arasındaki kıdem sıralamasının heyet oluşumuna etki edip etmeyeceğine dair açık bir düzenleme yer almamakta olup adli yargı ilk derece mahkemelerinde bu husus idari bir düzenleme kapsamında adalet komisyonlarınca belirlenmektedir. Bu bağlamda, ilk derece yargılamaları açısından, Yargıtay ilgili ceza dairesinde daire başkanı dışında oluşturulan yargılama heyetleri bakımından da üyelerin kıdemlerinin heyet oluşumuna herhangi bir etkisi bulunmadığı gibi, niteliği itibarıyla bu durum yalnızca CMK'nın 192 ve 203. maddeleri uyarınca duruşmayı yönetecek kişinin belirlenmesine yönelik idari bir tasarruf niteliğindedir. Dolayısıyla, üyelik niteliklerini taşımak kaydıyla, ilk derece yargılaması bağlamında ilgili ceza dairesi üyelerinin daire başkanı olmaksızın oluşturulacak heyete kimin başkanlık edeceğine, bu hususun tespitinde kıdemin esas alınıp alınmayacağına dair tasarrufların CMK'nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde öngörülen hukuka kesin aykırılık hâliyle bir bağlantısı olmadığı gibi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin, kişilerin tabii hâkim ilkesine göre kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkını güvence altına alan 6. maddesinde öngörülen ilkeleri ihlâl eden bir yanı da bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun konusu değerlendirildiğinde;
Yargıtay ilgili ceza dairesince ilk derece yargılaması yapıldığı ve bu nedenle CMK hükümlerinin uygulandığı hâllerde, işin müzakeresinin yapıldığı temyiz incelemesinden farklı olarak sanığın sorguya çekilmesi, tanık dinlenmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması gibi yargılama faaliyetinin yapılması ve hüküm kurulması esnasında görev alan heyetlerin oluşumunda 2797 sayılı Kanun'un 40. maddesinin uygulanamayacağı, böylelikle, açık bir Kanun hükmü bulunmayan bu durumla ilgili olarak, daire başkanının hazır bulunmadığı oturumlarda üyeler arasında kıdem esası gözetilmeksizin bir üyenin başkan olarak duruşmaları yönetmesinin usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir.
Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Özel Dairece yapılan yargılama sırasında esaslı işlemlerin yapıldığı ve hükmün verildiği 21.02.2019, 04.04.2019 ve 11.06.2019 tarihli beşinci, altıncı ve yedinci celselerde seçilmiş daire başkanı veya kıdemli üye yerine kıdemsiz üyenin yargılamayı yapan heyete başkanlık etmesi, aşağıda açıklanan gerekçelerle sonuca etkili usul hatası olduğundan bozma nedeni yapılmalıdır. Şöyle ki;
2797 Sayılı Yargıtay Kanunu'nun 'Daire Başkanlarının görevleri', 'Başkanların... nitelikleri', 'Başkanların Seçimi' ve 'Dairelerin Çalışması' başlıklı 24, 30, 31/1 ve 40. maddelerine göre Yargıtay Büyük Genel Kurulu; daire başkanlarını en az üç yıl Yargıtay üyeliği yapmış kendi üyeleri arasında, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçer. Heyet bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır. Daire Başkanına, gerektiğinde kıdemli üye vekillik eder. Üye sayısının yeterli olması hâlinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Bu düzenlemelere göre daire başkanını belirlemek Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nun yetkisindedir, bir üyenin kendiliğinden veya mevcut başkanın görevlendirmesi üzerine başkanlık yapmasına yasal olanak yoktur. Yine başkanın mazeretinin bulunması hâlinde kıdemli üyenin vekillik etmesi ve üye sayısının müsait olmasına bağlı olarak ikinci heyet oluşturulması durumunda da kıdemli üyenin başkanlık etmesi öngörülmüş, başkan vekilliği yapacak ve ikinci heyete başkanlık edecek üyenin kıdemli olması şartı getirilmiştir.
Anılan düzenlemelere nazaran yasa koyucunun, daire başkanlığına ve vekilliğine ayrı bir önem verdiği, belirli nitelikler aradığı, seçimini ve görevlendirilmesini özel olarak düzenlediği, idari kararlara veya takdire bırakmadığı açıktır. Buna rağmen yasal ve açıklanabilir bir neden yokken, Yargıtay Büyük Genel Kurulunca seçilmiş başkanın veya kıdemli üyenin heyete başkanlık etmemesi Yargıtay Kanunu'nun açık ve emredici düzenlemelerine aykırıdır.
Konuyla yakından ilgili diğer düzenleme CMK'nın 'Oyların toplanması' başlıklı 229/1. maddesidir. Bu madde 'Mahkeme başkanı, kıdemsiz üyeden başlayarak oyları ayrı ayrı toplar ve en sonra kendi oyunu verir' hükmünü içermektedir. Bu düzenlemenin amacı, kıdemsiz üyenin mahkeme başkanından ve kendisinden kıdemli bulunan üyenin oyundan etkilenmemesini sağlamaktır. Hukuk eğitimi almış ve önemli tecrübeye sahip hakimlerin, başkanın veya kendisinden kıdemli üyenin oyundan etkilenmesinin pratikte olanaklı olmadığı ileri sürülerek anılan hüküm görmezlikten gelinemez. Çünkü yasa koyucu bu olasılığın varlığını kabul edip açıkça oylama biçimini belirlemiş, heyete katılanların rastgele ve düzensiz oy kullanmalarını yasaklamıştır. Somut olayda seçilmiş başkan veya kıdemli üye yerine, kıdemsiz üyenin başkanlık yapması oylama sırasını tamamen değiştirmekte ve anılan düzenlemeye aykırılık oluşturmaktadır. Bu aykırılığın oylama sonucuna etkisinin olduğu yasa koyucu tarafından kabul edilmiş, uygulayıcının takdir ve değerlendirmesine bırakılmamıştır.
Açıklanan nedenlerle Özel Dairece yapılan yargılama sırasında Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından seçilmiş daire başkanı veya kıdemli üye yerine, kabul edilebilir yasal bir neden yokken kıdemsiz üyenin yargılamayı yapan heyete başkanlık etmesinin 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 24, 30, 31 ve 40. maddeleri ile 5271 sayılı CMK'nın 229/1. maddesine aykırı olduğu, bu aykırılığın sonuca etkisinin bulunduğu ve CMK'nın 289/1-a maddesinde belirtilen hukuka kesin aykırılık hâlini oluşuturduğu nazara alınarak bozma nedeni yapılması gerektiği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilememiştir.",
Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Öncelikle somut olayda tabi hakim ilkesi ve davaya bakmaya yetkili ve görevli Yargıtay Yüksek 9. Ceza Dairesinin ilk derece mahkemesi olarak Yargıtay Kanunu'nun 40/1. maddesi uyarınca üye sayısı itibarıyla birden fazla heyet teşkili ile davaya bakarak sonuçlandırmasının hukuka uygun olduğu konusunda sayın çoğunluk ile aramızda görüş ayrılığı bulunmamaktadır.
Ancak Yargıtay Kanunu'nun Dairelerin Çalışması başlıklı 40. maddesinin olağan kanun yolu müzakeresini kapsadığı gibi özel dairelerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla kanuna uygun olarak bakacağı diğer işleri de kapsayan genel bir düzenleme niteliğinde olduğu, Yargıtay'da daire başkanının bulunmadığı heyetlerde olağan uygulamanın, heyette yer alan en kıdemli üyenin heyete başkanlık etmesi şeklinde olduğu nazara alındığında, Yargıtay Yüksek 9. Ceza Dairesi Başkanı tarafından anılan maddeye uygun olarak birden fazla olarak teşkil edilen ve daire başkanının yer almadığı 21.02.2019, 04.04.2019 ve 11.06.2019 tarihli duruşma heyetlerinde, heyette yer alan en kıdemli Yargıtay üyesinin başkanlık etmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay Kanunu'nun 40/1. maddesi emredici hükmüne uyulmaması ve bunun sonucu olarak ilk derece mahkemesi ara ve nihai karar müzakerelerinde Yargıtay kıdemi itibarıyla kıdemsiz olduğu halde heyete başkanlık yapan Yargıtay üyesinin kıdemli üyeden sonra oy kullanmasının CMK'nın 229/1. maddesine aykırılığı da gündeme getirdiği gibi mahkeme heyetinin komposizyonunun dahi CMK'nın 289/1-a maddesinde belirtilen mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkülü kapsamında mütalaa edilmesi gerekmedir.
Somut olayda temyiz dilekçe ve lahiyalarda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay yüksek 9. Ceza Dairesinde oluşturulan ve daire başkanının yer almadığı heyete en kıdemli Yargıtay üyesinin başkanlık etmemesi nedenine ilişkin doğrudan temyiz nedeni bulunmuyor ise de; anılan dilekçe ve lahiyalarda temyiz mercisi tarafından yerinde görülmeyen başka geçerli temyiz nedenlerinin bulunması karşısında, kesin hukuka aykırılık hali olan CMK'nın 289/1-a maddesinin anılan Kanun'un 289/1. maddesi uyarınca dilekçe ve lahiyalarda yer almasa bile temyizen incelenmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan, sayın çoğunluğun 21.02.2019, 04.04.2019 ve 11.06.2019 tarihli duruşma heyetlerinde yer alan en kıdemli Yargıtay üyesinin heyete başkanlık etmemesinin CMK'nın 289/1-a kapsamında bir hukuka aykırılık olmadığına ilişkin görüşüne katılmak mümkün bulunmamıştır.",
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer gerekçelerle karşı oy kullanmışlardır.
Sanık ve müdafisi tarafından sunulan ek dilekçelerin süresinde olmadığının, ancak temyiz taleplerinde yer alan "mahkûmiyet kararını hukuka aykırı olduğundan temyiz ediyorum" ve "hakka, yasaya ve usule açıkça aykırı olan karar için yasal süresi içinde temyiz yoluna başvuruyoruz" şeklindeki ifadelerin, CMK'nın 288 ve 294. maddeleri bakımından maddi hukuka ilişkin bir temyiz nedeni taşıdığının anlaşılması karşısında, sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmüne ilişkin olarak, fiilin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulup kurulmadığı, hükmün doğru tesis edilip edilmediği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, dosyaya yansıyan ve hükme etki edebilecek delillerin karar yerinde tartılışıp tartışılmadığı, bu bağlamda maddi sorunun isabetli bir şekilde tespit edilip edilmediği gibi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar ile usul hükümlerine uygunluk bakımından da aynı Kanun'un 289. maddesinde yazılı bulunan hukuka kesin aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden temyiz denetimine geçilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık ...'un sırasıyla Van Vergi Mahkemesi, Van İdare Mahkemesi ve Sakarya İdare Mahkemesinde üye olarak görev yaptıktan sonra 07.07.2004 tarihinde Danıştay Tetkik Hakimliği görevine atandığı, 24.02.2011 tarihinde ise Danıştay Üyesi seçildiği, 28.02.2011-27.02.2012 tarihleri arasında 15. Daire Başkanlığında, 27.02.2012-26.12.2014 tarihleri arasında 2. Daire Başkanlığında, 26.12.2014-23.07.2016 tarihleri arasında ise 9. Daire Başkanlığında görev yaptığı,
15.07.2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen darbe girişimi sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıda kişi hakkında ülke genelinde soruşturma başlatıldığı,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca ağır cezalık suçüstü hâli doğrultusunda genel hükümlere göre yürütülen soruşturma kapsamında, Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan 16.07.2016 tarihli yazıda; ülke genelinde hükûmeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimallerinin bulunduğu ve bu örgüte mensup Yargıtay, Danıştay ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSYK) üyeleri hakkında soruşturma yürütüldüğü belirtilerek, aralarında sanığın da bulunduğu listede adları geçen yüksek mahkeme üyelerinin gözaltına alınmaları, ikametlerinde, çalışma odalarında ve araçlarında CMK'nın 116. maddesi uyarınca arama yapılması talimatı verildiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 17.07.2016 tarihli ve 2016/103566 soruşturma sayılı yazısı ile; sanık hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla soruşturma başlatıldığının Danıştay Başkanlık Kuruluna bildirilmesi üzerine, Danıştay Başkanlık Kurulunun 17.07.2016 tarihli ve 2016/27 sayılı kararıyla; aralarında sanığın da bulunduğu bazı Danıştay eski Üyelerinin göreve devamlarının soruşturmanın selameti ve Danıştay'ın itibarını zedeleyecek nitelikte olduğu gerekçesiyle Danıştay Kanunu'nun 52/A, 67 ve 68. maddeleri gereğince mevcut yetkilerinin kaldırılmasına karar verilerek Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildikleri,
23.07.2016 tarihli ve 29779 sayılı ikinci mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6723 sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 12. maddesi uyarınca Danıştay Üyeliği sona eren sanığın, Danıştay Tetkik Hâkimi olarak görevlendirilmesinin ardından, HSYK Genel Kurulunun 24.08.2016 tarihli ve 426 sayılı kararıyla, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle iltisak ve irtibatının sabit görüldüğünden bahisle meslekten çıkarılmasına karar verildiği,
16.07.2016 tarihli yakalama tutanağına göre; Eskişehir Yolu üzerinde bulunan Danıştay Başkanlığı Genel Kurul Salonunda gözaltına alındığı, yapılan sorgusunun ardından da Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20.07.2016 tarihli ve 2016/219 sorgu sayılı kararıyla tutuklandığı,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, sanığa atılı ağır cezalık suç niteliğindeki silahlı terör örgütüne üye olma suçunun suçüstü hâlinde işlendiği değerlendirilerek genel hükümlere göre ve 5271 sayılı CMK'nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasına uygun olarak başlatılıp yürütülen soruşturma sırasında düzenlenen fezlekenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame üzerine sanık hakkında aynı suçtan cezalandırılması istemiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesine kamu davası açıldığı,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma ve Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılan kovuşturma sırasında elde edilen delillerin incelenmesinde;
Sanığın evinde gerçekleştirilen 25.08.2016 tarihli arama işlemleri sırasında, iPhone marka 990002846581534 imei numaralı cep telefonu, bu telefona takılı vaziyette 5052211825 numaralı simkart, iPhone marka 012646004421307 imei numaralı cep telefonu, bu telefona takılı vaziyette 5532406268 numaralı simkart, LEXAR 512 NB ibaresi bulunan hafıza kartı,
25.08.2016 tarihinde Danıştay'da bulunan çalışma odasında yapılan aramada ise; bir adet Said Alpsoy'a ait üzerinde ... fotoğrafı olan, arka yüzünde "...'den Çevik Bir'e mektup" yazılı "Çelişkiler İnsanı" isimli kitap, bir adet Tübitak Bilgem Kamu SM ibareli USB bellek ve içerisinde simkart, bir adet Princo marka üzerinde "2. Daire Avrupa İnsan Hakları Sözl. İç Hukukumuzdaki Yeri" ibareli CD, bir adet TDK MF – 2HD MS-DOS Formatted ibareli disk,
23.08.2016 tarihli arama ve el koyma tutanağında; sanığın Danıştay Başkanlığı binasında bulunan odasında yapılan aramada bir adet ... marka ... seri numaralı diz üstü bilgisayar (bilgisayarın içeriğinin teknik ve zaman yetersizliği yüzünden alınamadığı),
Bulunarak, suç unsuru içerebileceklerinin değerlendirilmesi üzerine el konulduğu,
Emniyet Genel Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı Adli Bilişim Şube Müdürlüğünün 23.08.2017 tarihli teknik inceleme ve export (veri çıkarım) raporunda; sanıktan ele geçirilen dijital materyallerin teknik inceleme ve çıkarım işlemlerinin, veri bütünlüğünü korumak suretiyle yazma korumalı olarak adli bilişim uygulamaları çerçevesinde ve uluslararası standartlara uygun olarak adli kopyalar üzerinde gerçekleştirildiği, incelemeye tabi disk, CD, cep telefonu, sim kart, hafıza kartı ve diskete ait imajlar üzerinde, tüm fiziksel alanlarından elde edilen mevcut ve silinmiş dosyalar (resim, müzik vb.) ile dosya niteliklerini içeren (hash değeri, erişim tarihi vb.) tablonun soruşturma evrakında herhangi bir eksikliğe mahal vermemek adına soruşturma birimince incelenmek ve değerlendirilmek üzere ekteki WD marka ... seri numaralı 500 GB HDD disk içerisine aktarıldığı,
16.03.2019 tarihli bilirkişi raporunda; sanıktan ele geçirilen bilgisayar diskleri, cep telefonu, sim kart, disket, CD ve hafıza kartı imajları ve export içeriklerinde yapılan incelemelerde materyal içeriklerinde sanığa ait resim, video belge ve dokümanların bulunduğu, ayrıca internet geçmişinin detaylı olarak incelendiği, bilgisayarda oturum açmış olan "db902726" adlı kullanıcının; FETO/PDY terör örgütü ile ilgili olduğu bilinen "" internet sitesine 2014 yıllarında toplam 34 defa, "" internet sitesine 2013 yılında toplam 8 defa, "" internet sitesine 2012 ve 2014 yıllarında toplam 7945 defa, "" internet sitesine 2013 ve 2016 yıllarında toplam 26 defa, "" internet sitesine 2012, 2013 ve 2014 yıllarında toplam 156 defa giriş yapıldığı, "... avni" isminin google arama motorundan 2016 yılında toplam 149 defa aratıldığı,
Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliğinin 22.09.2016 tarihli ve 2016/2262 Değişik İş sayılı kararında; sanığın kullanmış olduğu 0505 221 18 25 numaralı cep telefonunun 01.06.2014-20.07.2016 tarihleri arasındaki gelen giden arama, sms, baz istasyonları ve kullanıcı bilgilerini içerir HTS raporlarının temini için CMK'nın 135/6. maddesi uyarınca izin verilmesine karar verildiği,
05.07.2018 tarihli bilirkişi kurulu raporlarında; 2012 yılı Temmuz ayında İstanbul ilinde baz sinyali veren ve mobil hatlarını veri trafiğine kapalı konuma getiren Danıştay eski üyelerinin tespiti amacıyla çalışma yapıldığı, tanık ...'a ait mobil cihazın 20.07.2012 - 25.07.2012 tarihleri arasında İstanbul Çamlıca'da baz verdiği, bu kapsamda 21.07.2012 tarihinde saat 17.00'da ve 24.07.2012 tarihinde saat 22.17'de G ... Sok. No: .../10 ... Mah. ... İstanbul adresinde baz verdiği, sanık ...'un cep telefonunun 20.07.2012 ile 25.07.2012 tarihleri arasında İstanbul ilinde baz istasyonları kapsama alanı dahilinde baz sinyali verdiği, bu kapsamda 20.07.2012 tarihinde saat 17.05'te, 21.07.2012 tarihinde saat 12.15'te, 22.07.2012 tarihinde saat 13.01'de, 23.07.2012 tarihinde saat 12.41-12.42 arasında, 24.07.2012 tarihinde saat 17.49-17.52 arasında ... Sok. No: .../10 ... Mah. ... İstanbul adresinde baz verdiği, sanık ...'un ayrıca mobil hattın 24-18-12 saatlik aralıklarla tamamen kapalı veya veri trafiğine kapalı "uçak modu" olacağı zaman aralıklarının bulunduğu,
Kolluk tarafından düzenlenen 23.12.2017 tarihli tutanakta; sanığın ByLock veya benzeri FETÖ/PDY terör örgütü tarafından kullanılan bir iletişim sistemi kullanıp kullanmadığı, ya da başka kullanıcılar arasındaki görüşmelerde isminin geçip geçmediği hususlarında yapılan araştırmalarda ve sorgulamada sanığın ByLock kaydının olmadığı, ByLock veri tabanı içerisinde "..." olarak konu ve mail içeriğinde sorgulandığında "..." isminin mesajlarda ve maillerde geçmediği,
Müflis Asya Katılım Bankası A.Ş. İflas İdaresinin 15.12.2017 tarihli ve 30585476 sayılı yazısında; sanığa ait müflis banka nezdinde açılmış herhangi bir hesap bulunmadığı,
Krea İçerik Hizmetleri ve Prodüksiyon Anonim Şirketi (Digitürk) tarafından gönderilen 09.02.2018 havale tarihli yazıya göre; sanık ... adına abonelik kaydı bulunmadığı,
TTNET A.Ş. (Türk Telekom) tarafından gönderilen 17.02.2018 tarihli ve 596262 sayılı yazıya göre; sanığın pasif ya da aktif TİVİBU aboneliğinin bulunmadığı,
Hazine ve Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca düzenlenen 17.04.2018 tarihli rapora göre; sanığın kayınpederi olan ...'nın tüm banka hesapları Manisa ilinde yer almasına karşın, 29.01.2014 tarihinde saat 12.41'de 60.000 TL nakit yatırarak Asya Katılım Bankası Çayyolu Şubesinde hesap açtırdığı, sanık ...'un, eşi ...'un Türkiye İş Bankası nezdindeki hesabına 27.01.2014 tarihinde 1.000 TL ve 28.01.2014 tarihinde 49.000 TL EFT gönderdiği, ...'un 28.01.2014 tarihi itibarıyla Türkiye İş Bankası nezdindeki hesap bakiyesinin 59.122,79 TL'ye ulaştığı, 29.01.2014 tarihinde saat 11.07'de ise ...'un 57.000 TL'yi hesabından nakit olarak çektiği, bu çerçevede ...'nın hesabına yatırılan 57.000 TL'nin kaynağının sanık ...'un eşine gönderdiği 50.000 TL ve eşi ...'un hesabında bulunan 7000 TL olabileceğinin değerlendirildiği, ...'nın Asya Katılım Bankası Çayyolu Şubesinde bulunan hesabına sanığın eşi ...'un 11.09.2014 tarihinde 20.000 TL nakit yatırdığı ve bu tutarın 29.09.2014 tarihinde ...'nın katılım hesabına eklendiği, ...'nın 16.11.2014 tarihinde Asya Katılım Bankası Etimesgut Şubesinde hesap açtırdığı ve hesabında yer alan 82.999,45 TL'yi bu hesaba aktardığı, 09.03.2016 tarihinde 50.000 TL'yi ING Bank nezdindeki hesabına, 12.04.2016 tarihinde ise kalan 39.462 TL'yi Akbank nezdindeki hesabına EFT gönderdiği,
Anlaşılmaktadır.
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne mensup oldukları iddiasıyla haklarında ayrı soruşturma yürütülen bazı kişilerin kendi dosyalarında alınan savunmaları, ilgileri nedeniyle sanık hakkındaki dosyaya da gönderildiği gibi, kovuşturma aşamasında bu kişilerin bazılarının tanık sıfatıyla ifadelerinin de alındığı, bu kişilerden;
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; 2010 yılında HSYK Üyesi seçildikten sonra bir akşam HSYK eski Genel Sekreteri ...'nın kendilerini evine çağırdığını, ... ve ...'yle birlikte ...'nın evine gittiklerini, yemekten sonra Yargıtay Üyelerinin seçimiyle ilgili ön çalışma yapılacağını önceden bildiğini, eve gittiklerinde HSYK eski Üyeleri ..., ..., ..., ... ..., ..., ... ..., ..., ...'yla birlikte HSYK eski Genel Sekreter Yardımcıları ... ile ... ve o dönemde Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olan ... ile Yargıtay Tetkik Hâkimleri olan ... ve ...'nin de evde olduklarını gördüğünü, kendileri dışında Yargıtay'dan da bu kişilerin gelmesinden hoşlanmadığını, bu hususu dile getirdiğinde oradakilerin Yargıtay'ı en iyi bu kişilerin bildiğini, bu nedenle Yargıtay'dan seçecekleri kişiler için bilgi vermeleri amacıyla çağırdıklarını dile getirdiklerini, yemekten sonra eve projektör kurulduğunu gördüğünü, ...'nın kendisine "Arkadaşlar 350-400 isim belirlemişler" dediğini, bu isimlerin Kurul Üyelerinin belirlediği isimler olduğunu zannettiğini, ama ilerleyen aşamada ... cemaati mensuplarının çıkardığı isimler olduğunu anladığını, konuşmalar sırasında ...'ın başını çektiği Yargıtay Üyelerinin meydana getirdiği Yargıtay'daki yapıyı kırmak için bir seçim yapılacağını, bu seçim nedeniyle seçilecek kişilerin birlikte hareket etmesi gerektiğinden bahisle mümkünse seçilecek 160 kişinin kendi belirledikleri kişiler arasından seçilmesini söylediklerini, ancak onlara bunun mümkün olmadığını, diğer Kurul Üyeleriyle birlikte Bakan ve Müsteşar ile kendilerinin de taleplerinin olacağını belirttiklerini, hatta "Burada belirlenecek isimleri saymayalım, bu nedenle sayı pazarlığı yapmayalım" dediğini, evde bulunan dönemin HSYK üyeleri ..., ..., ..., ... ..., ..., ... ..., ... ve ...'nun ... cemaati mensubu olduklarını, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Savcısı ... ile Tetkik Hâkimleri ... ve ...'nin de o günkü sunum ve tavırlarından aynı cemaatin mensubu olduklarını anladığını, hazırlanan isimler arasında kürsüde görev yapan hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla birlikte, ağırlığının Yargıtay'da görev yapan Cumhuriyet savcıları ile Tetkik Hâkimleri olduklarını gördüğünü, bu isimler duvara yansıtıldığında, istedikleri kişiler konusunda yoğun bir övgü geldiğini, istemedikleri kişiler için de herhangi bir övgüden söz edilmediğini, sadece bir kaç kişinin bu kişiler için konuştuklarını, bu yansı sırasında seçilmelerini istedikleri ve övdükleri kişilerin ... cemaati mensubu hâkim ve Cumhuriyet Savcıları olduklarını anlamaya başladıklarını, çünkü tüm listenin bu kişilerden oluşmadığını, ancak seçilmesini istediklerinin kendi cemaatlerinden olduklarını anladıklarını, isim belirlemede ... cemaati mensubu olduğunu belirttiği Kurul Üyelerinin de sürece dahil olup onların da görüşlerini belirttiklerini, isimler belirlendikten sonra ... cemaati mensubu olan üyelerin, bu isimlerin sayısını belirlemek istediklerini, ancak onlara sayı konuşulmayacağını söyleyip "Bu nereden çıktı?" diye sorduğunu, belirlenen isimleri sayınca rakamın 80 civarında olduğunu, bu sırada... ile birlikte ... ve ...'nın salonun dışına çıkıp bir kaç dakika sonra geri geldiklerini, ...'nun orada bulunan kişilere hitaben "Bu konu hoca efendiyle konuşulmuş ve 140 denmiş, benim açımdan konu kapanmıştır, bu listede en az 140 kişi olacak" diye söz sarf ettiğini, bu toplantının ertesi günü ..., ... ve kendisinin, Müsteşar ...'la görüşmek için Hakimevi'ne gidip ona durumu anlattıklarını, bu görüşmenin sonunda Müsteşarın gidip uzlaşmalarını kendilerine söylediğini, bunun üzerine yeniden görüşmelere başladıklarını, iki kez daha aynı üyelerle Hakimevi'nde ve ... ...'nin evinde toplandıklarını, ... ...'nin evindeki toplantıya ... cemaati mensupları olan dönemin HSYK Üyeleri ..., ..., ... ..., ..., ..., ..., ... ..., ... ile birlikte ... ve kendisinin de katıldıklarını, o dönemde HSYK Genel Sekreteri olan ... ile Genel Sekreter Yardımcıları olan ... ve ... ile Yargıtay'dan gelen ..., ..., Muzaffer Özdemir ve ...'nin de evde olduklarını, bu evde toplanmalarının amacının; Yargıtay'a seçilecek ... cemaati mensuplarının isimlerinin belirlenmesi olduğunu, buradaki toplantıda 140 sayısı konusunda diretilmediğini, ancak en az 120 kişi olmasının istendiğini, daha önce belirledikleri 80'e yakın isim dışında bazı isimlerin de dile getirilmeye başlandığını, seçilmeleri hâlinde yaşanacak sıkıntıları dile getirdiğini, buna rağmen bu kişilerde ısrar edilerek isimlerin listeye yazılmasının istenildiğini, bu konuşmalardan sonra kendilerinin ve yüksek yargı üyeleri dışında Kurul Üyelerince verilen isimlerin görüşülmesini istediğini, bu görüşme esnasında bazı isimlere ... cemaati mensuplarınca itirazlar gelmeye başladığını, bu kişileri üçüncü seçimde çok ısrar ettiği için seçtirebildiğini, kendilerinin de belirledikleri isimlerle sayının 180'in üzerine çıktığını, bu sayı ortaya çıkınca ... cemaati mensuplarının kendi sayılarını 108'e kadar indirdiklerini, ardından kendilerinin de belli bir sayıya kadar indiklerini, dönemin HSYK Üyesi Ali Aydın'ın Kerim Tosun'u ısrarla Yargıtay Üyesi yaptırmak istemesi üzerine onu da listeye eklediklerini ve başka bir kişiyle birlikte ... cemaati mensuplarının sayısının 110'a çıktığını,
...'nın evinde Danıştay'a seçilecek kişilerin isimlerinin gündeme gelmediğini, ancak ... cemaat mensuplarının 37000 ve 38000 sicillilerin de seçilmesini istemeleri üzerine, bu hususun tartışma konusu yapıldığını, kendisinin ve ...'in 37000 ve 38000 sicillilerin çok kıdemsiz olduğunu belirterek istemediklerini, ancak onların kendi cemaat mensuplarının daha çok 37000 ve 38000 sicilliler arasında olması nedeni ile bu sicildeki kişilerden Danıştay'a üye seçilmesini istediklerini, tartışma uzayınca idari yargı kökenli olan ... ile... ve ...'dan bu hususu kendi aralarında konuşup çözüme kavuşturmalarını isteyerek tartışmayı sonlandırdıklarını, ... ...'nin evinde bir kez daha bir araya geldiklerini, Danıştay üyeliklerine kimlerin seçileceğinin ... ...'nin evinde konu olduğunu, ...'in 37000 ve 38000 sicillilerin yer almadığı, 33000 ve aşağıdaki sicillilerin yer aldığı bir listeyi gündeme getirdiğini, "Bakın 37000 sicilliler olmadan da 50 sayısına ulaşılabiliyor" dediğini, ... cemaat mensubu olanların bu listeyi kabul etmediklerini, 37000 ve 38000 sicillilerin de yer aldığı bir listenin yapıldığını, idari yargıda ... cemaat mensuplarına aşırı ısrarları nedeniyle mecburen 37 veya 38 kişilik bir kontenjan vermek zorunda kaldıklarını, bu toplantılar sonucu adli yargıdan Yargıtay'a seçilecek 160 isim ile idari yargıdan Danıştay'a seçilecek 51 ismin net olarak belirlendiğini, 2011 yılı başında seçilen 37000 sicillilerin tümünün ... cemaat mensubu olduklarını ve ... cemaat mensuplarının kontenjanından üye seçildiklerini,
Sanık ...'un ... cemaat mensuplarının kontenjanından seçildiğini ve ... cemaat mensubu olduğunu bildiğini, Danıştay üye seçimlerinden sonra Danıştay 8. Dairesine başkan seçimi nedeniyle Danıştay üyeleri ile bir araya geldiklerinde ısrarla kendilerinin istediği adayın seçilmesini istediklerini, kendilerinin teklif ettiği aday olan Yüksek Öztürk'ün mevcut başkanın tekrar seçilmesini istediğini, hatta mevcut başkanın bir yıllık süresi olduğunu, kendisinin bu nedenle aday olmak istemediğini belirtince, bir araya geldikleri ... cemaat mensupları olan..., ... ... ve sanık ...'un kendilerine karşı sert bir tavır alarak saygısız söyler söylediklerini hatırladığını,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanık ...'u daha önceden tanımadığını, 2011 yılında yapılan Danıştay Üyeliği seçiminde isminin gündeme geldiğini ve seçimlerden sonra kendisini tanıdığını, Danıştay Üyeliği seçimlerinde bir görüş ayrılığının ve ciddi bir tartışmanın olduğunu, 37000 ve sonrasının kıdemleri itibarıyla seçilmelerini istemediklerini ve seçim öncesi gelen 37000 sicilli hakimlere de bu hususu söylediklerini, ... ve ...'ın ise kendilerinin 37000 sicilli olduklarını, bu sicilde HSYK Üyesi olunabiliyorsa Danıştay Üyesi de olunabileceğini savunduklarını ve "Eğer 37000'ler olmayacaksa biz bu seçimde yokuz, seçimi yaptırmayız, seçimi kilitleriz" dediklerini, diğer altı HSYK Üyesi de onlara destek verince 37.000'lerin seçilmesini kabul etmek zorunda kaldıklarını, ... ve ...'ın önerdiği isimler arasından hatırladığı kadarıyla 19 ya da 20 tane 37000 sicillinin Danıştay'a seçildiğini, sanık ...'un da bu şekilde seçilenlerden birisi olduğunu, seçim öncesi kendilerine gelen ve 37000 sicilleri seçmeyeceklerini söyledikleri hakimlerin seçimden sonra kendilerine sitemde bulunduklarını, "37000 sicillileri seçmeyeceğiz dediniz ama seçtiniz niye düşünmediniz" dediklerini, idari yargıdan gelenlerin "Seçtiğiniz bütün 37000 sicilliler cemaat mensubu isimler" diye eleştiride bulunduklarını, bunun dışında o güne kadar sanığın cemaat bağlantısı olup olmadığına ilişkin herhangi bir bilgi sahibi olmadığını ve kendisini de şahsen tanımadığını, sanığın Danıştay Üyesi olduktan sonra hatırladığı kadarıyla 2012 yılında ya da 2013 yılının başlarında ... ile öğle yemeğine çıkmak üzereyken Mustafa Kökçam'ın ...'yi aradığını, "Bir daire başkanlığı ile ilgili gençlerle aramızda görüş ayrılığı var, sen de Danıştay kökenlisin bize bir hakemlik yap birlikte olalım" dediğini, ...'nin de kendisine ''Gel beraber gidelim sen bana destek olursun benim yanımda ol" diyerek kendisini de davet ettiğini, İstanbul yolunda Çardak Restaurant'ta Mustafa Kökçam, Zeki Yiğit, ..., ..., ... ..., ... ve sanık ...'un katılımıyla Danıştay 8. Daire Başkanı ... görev süresi sona ermesi ve yaş haddinden emekliliğine bir yıl kalması nedeniyle görev süresinin bir yıl daha uzatılmasının, uzatılmayacaksa yerine ...'ün seçilmesinin uygun olup olmadığını konuştuklarını, ..., ... ... ve sanık ...'un önceden bu konu üzerinde çalışıp geldiklerinin belli olduğunu ve ...'ün seçilmesi gerektiğini, ... geçmişte verdiği kararlarla çok yanlı davrandığını, görev süresinin uzatılmaması gerektiğini savunduklarını, Mustafa Kökçam, Zeki Yiğit ve ...'ün ise mevcut başkanın bir yıl daha devam etmesinin uygun olacağını savunduklarını, ciddi tartışmaların olduğunu, ... ... ile sanık ...'un tavırlarının kendisine çok yadırgayıcı geldiğini, ..., ... ... ve sanık ...'un cemaati temsil ettiklerini düşündüğünü, çünkü ısrarla mevcut başkana karşı olduklarını söylediklerini, ne pahasına olursa olsun mevcut başkanı tekrar seçtirmeme iradelerinin müşterek bir hareket olduğunu düşündüğünü, 8. Dairede çalışan iki üyenin görüşlerini almak için davet ettiklerini, ... ile müfettiş kökenli olan Bakanlıkla çalışan ancak ismini hatırlayamadığı bir üyenin geldiğini, mevcut başkanın seçilmesi görüşüne katıldıklarını, daha sonradan bu iki üyeye "Siz neden böyle söylüyorsunuz bizim görüşümüze karşı görüş beyan ettiniz" diye kızıldığını duyduğunu, sanık ile bir kez orada karşılaştığını, tutum ve davranışlarının normal mesleki adap kurallarına uygun olmadığını, kendisinden çok daha kıdemli ve yaşça da büyük olan ...'e yönelik "Yapamayacaksan açık söyle, nasıl tekrar uzatırız, biz sana güvenip yola çıkıyoruz sen yapamam diyorsun, yapamayacaksan bunu açık söyle" gibi sözlerinin kendisini rahatsız ettiğini, bunun dışında sanıkla herhangi bir ortamda bir arada olmadığını, başkaca bir görgüye dayalı bilgisinin olmadığını, sanığın gerek seçilme şekli gerekse yaşadıkları bu olay sebebiyle cemaat mensubu olduğunu düşündüğü için bilahare düzenlenen yemekli toplantılara çağrılmadığını,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli olarak verdiği ifade ve ek ifadelerinde; ifade tarihi itibarıyla Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri ve Başbakanlık Danışmanı olarak görev yaptığını, 2010 yılında HSYK Üyesi seçildiğini ve bir yıl görev yaptıktan sonra Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına atandığını, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile mücadelesinin de bu aşamada başladığını, 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması üzerine ortaya çıkan krizinden sonra Adalet Bakanlığı ile Yargıtay ve Danıştay Üyeleri içerisinde bu yapıya mensup olduğuna inandığı kişileri tespit ederek hazırlamış olduğu listeleri HSYK, Adalet Bakanı, MİT Müsteşarı ve Başbakan'a bildirdiğini,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/104109 sayılı soruşturma kapsamında tanık olarak verdiği ifadesinde; HSYK 2. Dairesinde üye olarak görev yapmaktayken Yargıtay'da 160, Danıştay'da 50 civarında yeni Üye seçilmesi gündeme geldiğinde dönemin HSYK Genel Sekreteri olan ...'nın kendisini arayarak seçimlerle ilgili bir ön görüşme yapmak için akşama kendi evinde yapılacak olan yemekli toplantıya davet ettiğini, bu toplantıya geç bir saatte katıldığını, gittiğinde evde bulunanların bir yansıtma cihazıyla duvara yansıttıkları isimleri değerlendirdiklerini, hatırladığı kadarıyla evde dönemin HSYK Üyeleri ..., ... ve ...'nin, dönemin Genel Sekreteri ... ile Genel Sekreter Yardımcısı ... ve genel sekreterlikten bir iki kişinin daha olduğunu, ...'nın "Üyelik için düşündüğümüz arkadaşlara geçelim mi?" diye sorduğunu, ...'un önce itiraz ettiğini, ancak daha sonra tahminen kimleri öne süreceklerini öğrenmek istediğinden "Geçelim ama her hangi bir sayı vs. konuşmayalım" dediğini, bunun üzerine daha önceden hazırlamış oldukları anlaşılan listeyi yansıtmaya başladıklarını, ...'un notlar aldığını, adli yargı için hazırladıkları liste bitince listede kaç kişinin olduğu üzerine konuşma yapıldığını, ...'un listeyi saydıktan sonra "Bu gösterdiğiniz isimlerin içinden benim olabileceğini düşündüğüm 80 kişi var. Bunları da daha sonra birlikte değerlendiririz" dediğini, bunun üzerine orada bulunanların bundan rahatsız olduklarını, sonradan onların niyetinin farklı olduğunu ve örgüt lideri ...'den örgüt mensubu olan en az 140 kişinin seçilmesi gerektiği yönünde talimat aldıklarını anladığını, orada bulunanlara "İdari yargıya da çalıştınız mı?" diye sorup listeyi görmek istediğini, önce 32000 ve 33000 sicillilerden başladıklarını, 32000 ve 33000 sicilli çok fazla örgüt mensubu olmadığını, o yüzden idari yargıda kolay uzlaşılacağını, sıkıntı çıkacağını düşünmediğini, fakat 32000 ve 33000 sicilliler bitince birden 37000 sicilli kişilere geçtiklerini, böyle olunca "37000'liler nereden çıktı?" diye itiraz ettiğini, bunun üzerine sunum yapanların... ve ...'a dönüp ikisinin de mutlaka 37000 sicillilerin de olması gerektiğini söylediklerini belirttiklerini, bunun üzerine...'nun idari yargıdan cemaati temsilen seçilen iki kişinin de 37000 sicilli olduğunu, kendilerine destek veren 37000 sicilli kişilerin büyük bir beklenti içinde olduklarını, bu seçimde mutlaka 37000 sicilli kişilerin de seçilmesini istediklerini söylediğini, bu duruma itiraz etmesine rağmen ... ve...'nun çok ısrarcı olduklarını görünce zaman kazanmak için "Bu hususu biz idari yargıdan olan arkadaşlar ve genel sekreterlikteki arkadaşlarla ayrıca bir daha tartışalım" dediğini, ertesi sabah kararlaştırdıkları üzere ...'ın evine gittiğinde kendisinden başka kimsenin gelmediğini gördüğünü, ...'ın bu konunun tartışma dışı olduğunu, "Eğer 37000 sicilliler olmayacaksa biz bu işte yokuz, konu beni aşıyor, arkadaşlar gelmeyecekler" dediğini, durumu önce ... ve ...'a söylediğini, hafta içi dönemin Adalet Bakanlığı müsteşarı ile bir araya gelerek bu kişilerin tavırlarını ve yaşadıklarını kendisine anlattığını, müsteşarın da çok şaşırıp kızdığını, sonra da kendilerine "Bu kurulda yalnızca bu arkadaşlar yok, mutlaka herkesin seçtirmek istediği adaylar olacak, gidin diğer arkadaşlarla da konuşun, herkes önereceği isimleri belirlesin, sonra da gidin bu arkadaşları ikna edin. Bu işi kırıp dökmeden halletmemiz gerekir" dediğini, bu tablo üzerine kurulda epey bir süre hem diğer kişilerle hem de örgüt mensupları olan bu kişilerle görüşmeler yaptıklarını, 37000 sicilli ısrarından vazgeçmediklerini, herkesin kendi adaylarını belirleme meselesi ortaya çıkınca tahminine göre seçtirmek istedikleri adayları aralarında paylaştıklarını, HSYK'ya yeni gelen bu yapıya mensup kişiler dışındakilerin onlar gibi geniş bir listesinin olmadığını, her birinin öncelikle seçilmesini istediği üçer beşer isim olduğunu, bu sefer yoğun bir şekilde özellikle onların da makul bildiği isimleri kendilerinden olmayan kişilere de pazarlamaya başladıklarını, dışarıdan etkileyebildikleri siyasilere, bürokratlara, Yargıtay ve Danıştay Üyelerine, bu kişilerin tanıdığı kendi arkadaşlarını refere ettirmeye başladıklarını, bu şekilde sayı üzerinden yapılan tartışmanın sona erdiğini, bütün Kurul Üyelerinin bu şekilde oluşturulmuş listeye kendi önerilerini kısmen aktarmış olduklarını ve zımni bir uzlaşmayla seçimleri yaptıklarını, sonradan saydıklarında adli yargıda ilk etapta 100 - 110 arası cemaat mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcısının seçilmiş olduğunu gördüklerini, rakamı o zaman için çok net olarak vermemesinin nedeninin, sonradan örgütle beraber hareket ettiğini gördükleri 10-15 hâkim ve Cumhuriyet savcısı üzerinde kendi aralarında da bu kişilerin örgütten olup olmadıkları hususunda ihtilaf olduğunu, çünkü bazı kişilerin örgüt mensuplarıyla çok kısmi ve sınırlı ilişkileri olduğunu, ancak Yargıtay'a geldikten sonra özellikle "Sizi biz seçtirdik" kozunu kullanarak bu ilişkilerini sıklaştırdıklarını ve onlarla beraber hareket etmelerini sağladıklarını anladıklarını, Yargıtay Üyeleri içerisinde yer alan cemaat mensuplarının organize şekilde hareket etmek suretiyle mevcut sayılarının üzerinde sonuçlar elde ettiklerini, bu durumun 2012 yılı sonu ve 2013 yılı Ocak aylarında Yargıtay'da yapılan Yüksek Seçim Kurulu Üyelikleri seçimlerinden de açıkça ortaya çıktığını, Yargıtay ve Danıştay'da bulunan ve cemaat mensubu olmayan yüksek yargı üyelerinin, cemaate mensup üyeler hakkında bilgilendirilmesi ve bu kurumlardaki yönetim işlerine müdahale edebilmelerini sağlamak adına ... ile çalışma yapmaya karar verdiklerini, bu amaçla Yargıtay ve Danıştay'da görev yapan cemaat mensuplarının ve diğer üyelerin sayılarının, görev yaptıkları dairelerin belirlenmesi amacıyla çalışma yaptığını, 2013 yılı itibarıyla Yargıtay'da eskiden kalan kıdemli üyelerin sayısının 131, cemaat mensuplarının sayısının 133, birlikte hareket edebileceklerini değerlendirdiği milliyetçi-muhafazakar ve demokrat üyelerin sayısının ise 123 kişi olduğunu, cemaat mensuplarının diğer gruplar arasındaki iletişim kopukluğundan da faydalanarak birlikte hareket edip etki altına aldıkları diğer üyeler vasıtasıyla Yüksek Seçim Kurulu Üyeliği ve Yargıtay Daire Başkanlığı seçimlerinde salt çoğunluğu sağladıklarını, ... ile birlikte cemaate mensup olmayan üyeler ile görüşüp birbirleri ile iletişim kurmalarını sağlamak suretiyle Yargıtay'ın yönetim ve seçim işlerine müdahale edebilmelerinin yolunu açtıklarını, özellikle 2011 yılında yapılan Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinin bir pazarlığa dönüşmesi nedeniyle tanıdığı ve cemaate mensup olduğunu öğrendiği, 2012 yılına kadar da yaptığı gözlemlere dayanarak bu yapı içerisinde önde ve aktif olduklarını düşündüğü isimlerden birisinin sanık ... olduğunu,
Cemaat mensupları ile yaşadığı önemli kapışmaların birisinin de 2012 Ocak ayında Danıştay'da yapılan Anayasa Mahkemesi üyeliği seçimi olduğunu, bir gün Danıştay Üyesi Nizamettin Kalaman'ın kendisini arayarak öfkeli bir şekilde "Sayın müsteşarım, bu adamları siz seçmediniz mi, bu adamlar ne yapmak istiyor" dediğini, ne olduğunu sorduğunda "Anayasa Mahkemesine üye seçeceğiz, bu adamlar tutturmuş üçü de bizden olacak" dediğini ve telefonu kapattığını, ...'ı arayarak "Siz ne yapıyorsunuz arkadaş, böyle şey olmaz, biz bunu kabul etmiyoruz, bu konuyu görüşmemiz lazım, bu işe kim karar veriyorsa yanına onları da al, akşama hakimevine gelin" dediğini, kendisinin de yanına müsteşar yardımcısı ...'i alarak hakimevine gittiğini, müsteşarın çalışma odasında bir araya geldiklerini, adayların üçünün de kendilerinden olmaması hâlinde Cumhurbaşkanının kendilerinin adayını seçmeyeceğini düşündüklerini söylediklerini, tartışmalar sırasında...'ın beraberinde getirdiği 37000 sicilli üyelerden sanık ...'un söz aldığını ve "Biz ...'nın aday olmasını istemiyoruz, o da şimdiden sözünü almış, o zaman Danıştay'ın seçiminin ne anlamı var" dediğini, kendisinin de "Arkadaş bu başka bir konu, eğer sizin bütün endişeniz bu ise biz Kadir kardeşimizi ikna ederiz, onun yerine bir başkasını aday gösteririz" dediğini, "Kim olacak" diye sorduklarında aklına ...'ın geldiğini ve onun ismini söylediğini, nitekim ...'ın da aday olup ilk üçe girdiğini ve Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildiğini,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; 1996-2010 yıllarında personel genel müdürlüğünde çalıştığı dönemde sanık ...'u ismen tanıdığını, kendisini bir iki defa bakanlıkta görmüş olabileceğini, 2011 yılında yapılan Danıştay üyeliği seçimlerinde o zamanki Genel Sekreter ...'nın kendilerini bir ön görüşme yapmak için eve davet ettiğinde kendisinin 32000 ve 33000 sicilliler ile daha kıdemlilerden oluşan 60-70 kişilik listeyle gittiğini, aday tanıtımında kıdemlileri geçtikten sonra 37000 sicillilere geçtiklerini, kendisinin böyle bir şeyi beklemediğini, çünkü o dönem itibarıyla 37000 sicillilerin sırasının gelmediğini düşündüğünü, ''37000'ler nereden çıktı?'' diye sorduğunu, ... ve ... sırayla söz alarak kendilerinin de 37000-38000 sicilli olduklarını, onlar tarafından desteklendikleri ve seçildiklerini, HSYK üyesi olan kıdemde bir hakimin Yargıtay ve Danıştay üyesi de olabileceğini söylediklerini, bunun üzerine kendisinin Yargıtay ve Danıştay üyeliğinde bir teamülün olduğunu uzun uzun anlattığını, ancak orada bulunanların ikna olmadıklarını, ... ve ...'ın özellikle bu konuda çok ısrarcı olduklarını, ertesi gün ...'ın evinde kahvaltıda buluşmak üzere anlaştıklarını, ertesi sabah gittiğinde ... dışında kimsenin evde olmadığını, ...'ın kendisine ''Bu konu görüşme dışı, görüşmeye kapalı, bu konuda ısrarcıyız'' dediğini, bu dayatmayı aşamadıklarını ve bu dayatma sonucunda 37000 ve 38000 sicilli on yedi hakimin seçildiğini, sanık ...'un da bunlardan biri olduğunu, sanığın seçilmiş o dönem yapıya mensubiyeti ve yapıya mensup üyelerin dayatmasıyla Danıştay Üyesi seçildiğini, bu seçimler yapıldıktan sonra Yargıtay ve Danıştay'da bu yapı mensuplarının organize hareket etmek suretiyle yönetim ve seçim işlerinde salt çoğunluğu elde etmiş gibi sonuçlar elde etmeye, yapıdan olmayanlarla görüşmemeye başladıklarını, seçimlerden sonra bu yapı mensupları ile ilk sürtüşmenin Anayasa Mahkemesine üye seçiminde olduğunu, 2012 yılı Ocak ayında Danıştay'dan Anayasa Mahkemesine bir aday gösterme seçimi nedeniyle hakimevinde yaptıkları toplantıda...'ın yanında sanık ... ve ... ... ile birlikte geldiğini, sanık ...'un tartışmalar sırasında söz alarak "Yani o zaman Danıştay'ın seçimi yapmasının anlamı ne yani, biz üç aday göstereceğiz ama ... zaten görüşmüş, ayarlamış işini o seçilecek" dediğini, sanık ...'u en son orada gördüğünü, Danıştay 8. Daire başkanı seçimi ile ilgili bir toplantıda sanığın da olup olmadığını hatırlayamadığını, sanık ...'un 37000 sicilli üyelerin sözcüsü gibi Danıştay'da hareket ettiğini duyduğunu,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli olarak verdiği ifadesinde; 1988 yılında Sulakyurt'ta göreve başladığını, 1997 yılında Adalet Bakanlığına tetkik hakimi olarak geldiğini, 2004 yılında Adalet Bakanılığı Müsteşar Yardımcılığı görevine getirildikten sonra 2008 yılında Danıştay Üyeliğine atandığını, aynı yıl Adalet Akademisi başkanı olduğunu ve 2010 yılında HSYK üyesi olarak seçildiğini, Yargıtay ve Danıştay Üyeliklerine seçim yapılacağı gündeme gelince ...'nın evinde yapılan toplantıya katıldığını, aslında bu evde ... cemaati mensubu olan HSYK üyeleri ve yemeğe katılan diğer hakimlerin belirleyecekleri isimler için toplandıklarını, daha doğrusu ... cemaati mensuplarının kimleri istediklerini bu şekilde öğrenmiş olacaklarını, toplantıda anlaşma sağlanamayınca yaklaşık iki ay isimleri belirlemek için bir araya geldiklerini, seçim sonucunda ... cemaatinin Yargıtay için belirlediği 108 adaydan 107'sinin seçildiğini, Danıştay için belirledikleri tüm adayların ise aynen seçildiğini, sanık ...'u cemaat mensuplarının seçtirdiğini, HSYK'da bulunan ... cemaati mensubu üyelerin listesinden seçildiğini ve sanığın ... cemaati mensubu olduğunu düşündüğünü,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; 2008 yılında Danıştay Üyeliğine atandığını ve 3. Dairede dört ay kadar görev yaptığını, o dönemde sanık ...'un kendisine hayırlı olsuna geldiğini, o zaman sanığın ilk defa gördüğünü ve tanıdığını, Adalet Akademisi Başkanı olduktan sonra sanık ile irtibatının koptuğunu, 2010 yılında HSYK'da göreve başladıktan sonra ...'nın evinde yapılan toplantıda Danıştay'a üye seçilecek kişilerle ilgili görüşme yapılırken... ve ...'ın kendilerinin 37000 sicilli olduklarını, bu seçimde 37000 sicillilerin seçilmesini istediklerini söylediklerini, bunun üzerine ...'in uzun bir konuşma yaptığını ve "37000 sicillere gelen kadar 26-27000 sicilliler var, 32-33000 sicilliler var, 37000 sicillilere sıra gelmez" dediğini, hem... hem de ...'ın "Bizler de 37000 sicilliyiz, bu insanların, dönem arkadaşlarımızın oylarıyla geldik, bunların da seçilmesini istiyoruz, onlar bizim seçmenlerimiz" tarzında bazı şeyler söylediklerini, bir anlaşmanın sağlanamadığını ve oradan ayrıldıklarını, ...'in evden ayrılmadan önce "İdari yargıda görev yapan güvendiğim isimler var, bunlardan biri ... diğeri de ..." dediğini, ... ve ...'ın da katılmasıyla birlikte bu konuyu müzakere etmeyi kararlaştırdıklarını, hatta ...'ın "Yarın sabah kahvaltısına bekliyorum" dediğini, daha sonra ...'den öğrendiğine göre kendisi ...'ın evine gittiğinde kimsenin olmadığını, "İlk önce ben geldim herhalde" dediğinde ...'ın "Arkadaşlar görüşmüşler kendi aralarında gelmeyeceğiz biz bu konuda ısrarlıyız ısrarcıyız bunun neyini tartışıcağız yani 37000 sicillileri istiyoruz" şeklinde aktarımda bulunduğunu, bunun üzerine Adalet Bakanı Müsteşarı ... ile bu konuyu konuştuklarını, görüşmelerin kilitlendiği söylenince bu konuyu müzakere edin dediğini, ... ...'nin evinde bir araya geldiklerini ve bu konuyu tekrar müzakere ettiklerini, cemaatçi olan kurul üyelerinin verdiği isimler arasında sanık ...'un da yer aldığını, 37000 sicilli olarak onların listesinden Danıştay Üyeliğine seçilenlerden biri olduğunu, kendisinin HSYK'da görev süresinin bitmesinden sonra 2014 yılı sonu itibarıyla Danıştay 2. Dairede göreve başladığını, yaklaşık bir yıl kadar sanık ... ile birlikte çalıştıklarını, daha sonra sanık ...'un başka bir dairede görevlendirildiğini, Danıştay'a döndükten kısa bir süre sonra sanık ...'un evine ziyarete gelmek istediğini söylediğini, gelenler arasında..., ..., ... ve sanık ...'un olduğunu, gelenlerin hepsinin ... cemaati mensubu olduklarını, bu ziyaretin cemaatin kendisini tekrar kazanma amacına yönelik olduğunu, ancak ortamı cemaat havasına sokmadığını, gelenlere müzik dinlettiğini ve film demoları izlettiğini,
Danıştay 8. Daire Başkanı olan ve emekliliğine de sekiz ay kalan ... dört yıllık süresinin dolmasına yakın bir anlaşmazlık çıktığını ve sorunun ...'e yansıdığını, ...'in kendisini araması üzerine ...'u da alıp bahçeli bir restorana gittiklerini, ... ... ile sanık ...'un da orada olduğunu ve her ikisinin de ... süresinin uzatılmaması yönünde ısrarcı olduklarını, "Mevcut başkanla yola devam etmeyelim başka bir başkan seçelim bunu yenilemeyelim" dediklerini, ...'ün ise "Ben o dairenin işini bilmiyorum, nasıl gidip direkt başkanlığa oturacağım" dediğini, ... ve sanık ...'un ...'e tepki gösterdiklerini, kendisinin "8. Dairede çalışan kişileri çağıralım onların görüşlerini soralım onlar ne düşünüyorlar siz dışarıdan gözlemliyorsunuz sadece" dediğini, bunun üzerine ... ve ...'ı çağırdıklarını, gelince "Siz memnun musunuz başkanınızdan bir sıkıntı var mı" diye sorduklarını, olmadığını söylemeleri üzerine ...'in de "Tamam o zaman devam etsin yani bir sorun yok" dediğini, ...'un daha sonra kendisine "Senin de dikkatini çekti mi ... ve ... daha çok genç olmalarına rağmen ...'e karşı böyle biraz dik konuştular hani daha saygısız bir modda konuştular halbuki adam kaç yaş büyük onlardan" dediğini,
Tanık ... soruşturma aşamasında; 1994 yılı Aralık ayında Samsun İdari Yargı hakim adayı olarak göreve başladığını, aynı yıl Eylül ayında eğitim merkezi ve Danıştay stajları nedeniyle Ankara'ya taşındığını, Ankara'da yapı adına kendisi ile ilk ...'in temas kurduğunu, sohbete davet ettiğini, sohbetlerin mutat olarak staj sonuna kadar sürdüğünü, bu sohbetlere 40 civarında idari yargı kökenli stajyerin katıldığını, yapıya mensup olan idari yargı adaylarından birinin de sanık ... olduğunu,
Kovuşturma aşamasında; 1995 yılı Eylül ayında Ankara'ya geldiğini, 1998 yılı Temmuz ayına kadar Ankara'da staj yaptığını, stajın toplam 42 ay sürdüğünü, sanığı staj döneminden tanıdığını, aynı devre olduklarını, staj döneminde cemaatin toplantılarına beraber gittiklerini, o zamanlar cemaatin komplike gruplarının olduğunu, yurt veya piknik gibi belirli bir yere toplanıldığını, herkesin grubunun ayrı olduğunu, kendi gruplarının yaklaşık 40 kişi olduğunu, sanık ...'u bu gruba geldiği için oradan tanıdığını, sanık ile 2000 yılından 2003 yılı sonuna kadar Sakarya'da aynı mahkemede çalıştıklarını, o dönemde kendisinin de cemaatin içinde olduğunu, beraber toplantılara gittiklerini, bu toplantılarda himmet parası verildiğini, 2004 yılında kendisinin Teftiş Kurulu Başkanlığına geçtiğini, sonra da sanığın Danıştay'a geldiğini, belli bir müddet aynı lojmanda oturduklarını, 2011 Eylül ayında kendisinin lojmandan ayrıldığını, sanığın 2011 yılının Eylül ayına kadar cemaatin içinde olduğunu bildiğini, ondan sonrasını bilmediğini, asıl beraber çalıştıkları ve grup toplantıları yaptıkları dönemin 2000-2003 yılları olduğunu, cemaatin zaman zaman staj yapan gruptaki kişilerle eşli ya da eşsiz toplantılar yaptığını, bu toplantılara cemaatin ilgi gösterdiği kişilerin de çağrıldığını, Amerika'dan gelen notların okunduğunu, taktiklerin verildiğini, notların sohbet sorumlusu tarafından getirildiğini, nerede ne şekilde hareket edilmesine yönelik bilgilerin yer aldığını, tedbirlere devam edilmesi gerektiğinin bildirildiğini, alkollü toplantılara katılım, şarap içilmesi, namazın ima ile kılınması ve namaz kılarken görünülmemesi, cumaya gidilmemesi şeklinde tedbirlerin bulunduğunu,
2011 yılında Teftiş Kurulu Başkanlığından ayrıldığında kendisi için iş takibi yaptığı şeklinde söylentiler çıkarıldığını, o tarihte aynı lojmanda oturduğu sanık ...'un kendisini aradığını "Aşağı gel, arabanın yanına, arabayı çıkarıyorum" dediğini, sanık ... aşağı gelince bu meseleyi kendisine anlattığını, "2011 yılının Eylül ayının sonu, benim kararnamem Cuma günü saat 13.00'e kadar geri alınacak alınmazsa basın açıklaması yapacağım" dediğini, o an bunları sanığa birilerine iletmesi için söylediğini, sanığın bu durumu konuşacağını söylediğini, sonra ...'in arayıp nereyi istediğini sorduğunu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Üyeliğini istediğini söyleyince "O zaman Cuma olmaz, Salı günü ondan sonraki hafta kurul toplanacak" dediğini, sonra kararnameyi iptal ettiklerini, bu iftira nedeniyle lojmandan çıktığını, yapı ile bütün bağlarını kestiğini, hiçbir zaman görüşmelere katılmadığını,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli olarak verdiği ifadesinde; 2011 yılında Danıştay Üyesi seçilince o dönemki Birinci Başkanlık Kurulunun dairelere dağılımı yaptığını, ancak sonrasında Danıştay'a yeni üyeler seçilince cemaat mensuplarının yönetimde etkin olmaya başladıklarını, birinci başkanlık ve daire başkanlığı seçimlerinde kendileri ile uyumlu hareket edecek kişilerin seçilmesi için gayret gösterdiklerini, bu amaçla çalışan kişilerin gördüğü kadarıyla... ve sanık ... olduğunu, ...'ın Danıştay'da bulunan ... cemaati mensuplarının abisi olduğunu, Danıştay Üyelerinin hangi dairelerde görev yapacağına kısmen FETÖ terör örgütünün karar verdiğini, daire planlamalarında... ve sanık ...'un da parmağının olduğunu bildiğini,
Danıştay'a seçildikten bir yıl sonra sohbet gruplarının ... cemaati mensubu üyelerin oturdukları lojman ve semte göre oluştuğunu, kendisinin Yaşamkent Adalet Lojmanları sohbet grubunda olduğunu, bu grupta kendisiyle birlikte sanık ..., ..., ..., ..., ... ve ...'nin de olduğunu, sohbet grubunun temsilcisinin... olduğunu ve grupta bulunanlardan aidat paralarını topladığını, kendisi dışındakilerin düzenli ödeme yaptıklarını, son bir buçuk yıl öncesine kadar mutat olmamakla birlikte sohbetlere katıldığını, Yaşamkent lojmanlarında oturan ve bu yapıya yakın olan kişilerden birinin sanık olduğunu,
2012 yılı adli tatilinde grup sorumlusu...'ın İstanbul'da yaz kampı şeklinde bir toplantı yapılacağını söylediğini, oluşturulan küçük gruplarla İstanbul'da söylenen yere gittiklerini, Anadolu yakasında Yeditepe Üniversitesine yakın cemaate ait olduğunu bildiği bir yurdun misafirhanesinde kaldığını, kendisiyle birlikte 25-30 Danıştay Üyesinin de bu yurtta kaldığını, küçük bir grubun da müstakil bir villada kaldığını, iki yerde kalan tüm üyelerin ... cemaati mensubu olduklarını, yaklaşık 5 gün kaldıklarını, boş zamanlarda ...'e ait kitapların okunduğunu, dışardan birisinin gelerek cemaatin faaliyetleri hakkında bilgi verdiğini, cemaati öven konuşmalar yapıldığını, bu süre içerisinde Çamlıca'da bulunan Fem Dersanesine götürüldüklerini, misafirhane şeklinde düzenlenen bir yeri gezdirdiklerini, bu yerde ...'in yurt dışına gitmeden önce kaldığını söylediklerini, gezinin tamamen bu yeri görmek için düzenlendiğini, bu yerin ...'in son kullandığı haliyle korunduğunu gördüğünü,
Danıştay'a seçilen üyelerden 40'a yakınının ... cemaati mensubu olduğunu bilahare anladığını, sanığın da kıdemsiz olmasına rağmen yapı mensubu olması nedeniyle Danıştay Üyeliğine seçildiğini ve kendi dönemindeki cemaat mensupları arasında etkin olduğunu, ... cemaati mensuplarının çalışma süreleri itibarıyla daire başkanı olamadıklarını, bu nedenle cemaate yakın, sempati ile bakan üyelerin başkan olması için desteklendiğini, ... cemaati mensuplarının oyları ile ilk seçtikleri başkanın... olduğunu, bu ismi...'ın getirdiğini, ... Karakullukçu ile onun dairesinde daha önce tetkik hakimi olan sanık ...'un irtibat kurduğunu,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanık ... ile Danıştay 15. Dairede çok kısa bir süre birlikte çalıştıklarını, fakat o dönemde sohbet yapıldığını hatırlamadığını, daha sonra Yaşamkent lojmanlarındaki yapıya mensup kişilerin sohbet grubuna sanık ...'un da katıldığını, sanıkla birlikte sohbetlere katıldıklarını, sohbet sonrası himmet adı altında toplanan paranın sanık tarafından da verildiğini düşündüğünü, genelde sohbet ortamı bittikten sonra çıkarken herkesin grupta mesul gözüken kişinin yanına yaklaşıp cebinden para çıkarıp verdiğini, sanığın da verdiğini düşündüğünü, 2013 yılında İstanbul'da bu yapı mensubu olanlar ile ilgili bir gezi tertip edildiğini, gezinin yaklaşık 2-3 gün sürdüğünü, bu geziye sanığın da katıldığını hatırladığını, Danıştay'da boşalan başkanlıklarla ilgili yapılan toplantılarda sanığın biraz aktif ve ön planda gibi gözüktüğünü, fakat ondan sonra tahminen gelen tepkilerden dolayı kendisini biraz daha geriye çektiğini,
Danıştay'da başkanlık seçimleri ile ilgili Çardak Lokantasında çok toplantılar yapıldığını, bir kısmına katıldığını, ..., ..., ... ve sanığın olduğu toplantıda kendisinin bulunmadığını, orada sanık ile bir gerginlik yaşandığını sonradan duyduğunu,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli olarak verdiği ifadelerinde; 2010 yılında Yeditepe Üniversitesi ingilizce kursuna gitmek istediğini, bu amaçla müracaat yaptığını, üniversitede bir sınav yapıldığını ve katılımcıların bu sınav notları da dikkate alınarak belirlenmesi düşüncesinin benimsendiğini, kendisi ile aynı dairede tetkik hakimi olarak çalışan ...'in yazılı sınav puanının kendisinden fazla olduğunu, ... ile görüştüğünü ve ...'e eğer eğitime gitmekten vazgeçerse Danıştay 1. Dairenin eğitime kendisini göndereceklerini söylediğini, ...'in de bu durumu kabul ederek hakkını kendisine devretmiş olduğunu, bu olayın hemen ardından bu örgütün o dönemki sorumlularından sanık ...'un ...'e telkini üzerine ...'in kendisine verdiği sözden vazgeçtiğini, bu olayı anlatmasındaki amacın; bu örgütün kendi elemanlarından başka kimsenin önemli bir görev almasını, önemli ve kritik bir yere gelmesini istemediğini açıklamak olduğunu, 2006 yılından sonra bu yapının ne kadar güçlü olduğunu anladığında bu yapıyla arasına mesafe koymakla birlikte bu yapıyla arasını sıcak tutmaya özen gösterdiğini, bu amaçla sanık ... ile sık sık görüşüp çay içtiğini, 17-25 Aralık sürecinden önceki bir gün..., ..., ..., ... ve sanık ... ile bir arada otururken...'ın Amerika'dan geldiğini ve özel olduğunu söylediği bir adet 1 Doları cebinden çıkardığını ve kendilerine gösterdiğini, bu esnada grup içinde bulunan fakat kim olduğunu hatırlamadığı bir kişinin bu 1 Doları aldığını ve karşılığında 30 ya da 50 Dolar verdiğini, orada bulunan kendisinin haricinde diğer kişilerin bu 1 Dolardan kendilerinde de olduğunu söylediklerini, sanık ...'un bir konuşma esnasında kendisine örgütün Danıştay'daki üyelerinin zafiyet noktalarını belirlemeye çalıştığını ve bu şekilde üyelere bire bir markaj yaptıklarını söylediğini,
2006-2010 yılları arasında bu yapıyla iletişimini kestiğini, aynı dairede çalıştığı sanık ... ile görüştüğünü ve sanığın evine yaptığı davete iştirak ettiğini, bu davetlere zaman zaman ... ve ...'in de aynı dairede olmaları nedeniyle geldiklerini, sohbetlerde dini konulara da girildiğini, bu sürecin 2011 yeni üye seçimine kadar devam ettiğini, 2011'de yeni üyeler seçildikten sonra daire başkanı ...'ın kendisini kıdemli tetkik hakimi olarak atadığını ve iki ay kıdemli tetkik hakimliğini sürdürdüğünü, yeni seçilen 54 kişilik gruptan sonra seçilen 3 kişilik Danıştay Üyesi arasında olduğunu, öncesinde sanık ...'un kendisine aday listesinde olduğunu ve Danıştay üyesi seçilebileceğini söylediğini, kıdemli tetkik hakimi olması, sanık ... ile samimiyetinin bulunması, sanığın referansı ile... ve ...'ı tanıması, ayrıca ..., ...ve ...'dan referanslı olmasının üye olmasında etkili olduğunu düşündüğünü, 2011 yılında ''Yarsav'ı ele geçirin'' talimatının ABD'den geldiğini sanık ...'un söylemesi üzerine öğrendiğini, cemaat üyelerinin yoğun bir şekilde Yarsav'a üye olduklarını, ..., sanık ..., ..., ... ve...'ın olduğu bir sohbet grubunu bildiğini, bu gruba kısa süreli kendisinin de katıldığını, ...'ın Bylock veya benzeri bir program kullandığını düşündüğünü, bir gün telefonla yanlış hatırlamıyorsa sanık ...'a mesaj göndereceğini, bu mesajın gizli ve önemli olduğunu, kendisinde olan tedbire uygun telefonla göndereceğini söylediğini, 17-25 Aralıktan sonra aynı dairede çalıştığı bu yapıya mensup üyelerden ..., Bedrettin Işıldak, ..., sanık ..., ..., Ahmet Eğerci'nin iktidarın kaybedeceğini, anket yaptırdıklarını, Ak Partiye 2014 yerel seçimlerinde % 30 oy çıkacağını etrafa sürekli yaydıklarını,
...'ın evinde yapılan çay sohbetine gittiğinde yargı mensubu olmayan bir kişiyi de gördüğünü, fakat bu kişinin ismini kendisine söylemediklerini, bu toplantıya katılanlar arasında ..., sanık ... ve ...'ın olduğunu hatırladığını, bu davete kendisini sanık ...'un davet ettiğini, 2011 yılında Danıştay Üyesi olduktan sonra tüm üyelerin katıldığı yemekli toplantıların yapıldığını, bunun bir tanışma şeklinde olduğunu, daha önceden tanıdığı sanık ...'un kendisini evine çay içmeye davet ettiğini, tek başına sanık ...'un evine gittiğini, onun da kendisini...'ın evine götürdüğünü, ...'ın evine bir defa gittiğini, daha önce de sanık ...'un evine çay içmeye gittiğinde evde kendisi dışında ... ile ...'ın olduğunu, bu iki eve de akşam vakti gittiklerini, evin hanımının evde olduğunu ancak kendilerinin bekar olarak gittiklerini, güncel olan havadan sudan meselelerin konuşulduğunu, ... ile ilgili herhangi bir konuşmanın geçmediğini, bu konuşmaların özel bir gündeminin olmadığını, daha sonra bu davetlere katılmadığını,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanıkla Danıştay 1. Dairede Tetkik Hakimi olarak belirli bir dönem çalıştığını, o dönemde kendisini tanıdığını, bazen öğle aralarında beraber vakit geçirdiklerini, bekar oldukları dönemlerde de bir iki defa evine gittiğini, 17-25 Aralık sürecine kadar cemaatçi olup olmadığına dair bir kanaatinin olmadığını, 17-25 Aralıktan sonra cemaatçiler ve karşı taraf gibi isimler belirlenmeye başladıktan sonra ve basında da bir takım isimlerin yer alması ile sanığın cemaatçi olarak bilindiğini, sanık ile 2011'den sonra herhangi bir toplantıya katılmadığını, ... ve sanık ile aynı sohbet ortamında bulunmadığını,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli olarak verdiği ifadesinde; 2009-2010 yılında Ankara 6. İdare Mahkemesi üyesi olarak görev yaptığını, 2014 HSYK seçimi sırasında Aksaray ilinde görevli olduğunu, bu süreçte FETÖ mensuplarının izin ve rapor alıp oy isteme amacıyla çeşitli şehirleri gezdiklerini, kendisinin bu amaçla sadece bir defa Isparta'ya gittiğini, örgütün hemşehricilik yoluyla da yargı mensuplarını etkileyip oy istemeye zemin hazırlamaya yönelik faaliyetlerinin olduğunu, Ankara'da görevli olduğu dönemde çeşitli şehirlerden meslektaşların hemşehri yemeği adı altında toplandıklarını bildiğini, düzenli ve sık olarak Kütahya'lı hakim ve savcıların bu şekilde toplandıklarını, bu organizasyonu Danıştay tetkik hakimi Eslem Ayaz'ın yaptığını, Manisa'lı hakim savcıların yemeğine 2-3 kere katıldığını, bu yemeğe Manisa'lı olan ve FETÖ üyesi olduğunu bildiği o dönem Kazan hakimi olarak görev yapan Vedat Örer, Yargıtay tetkik hakimi Fatih Mehmet Uslu ve Ahmet Toker ile Danıştay tetkik hakimi sanık ...'un da katıldığını, bu hemşehri yemeklerinin Ege bölgesindeki şehirlerle ilgili olanlarının takip ve yönetiminden Yargıtay tetkik hakimi Yusuf Bulut'un sorumlu olduğunu, yani hiyerarşik olarak hepsinin üstünde bu kişinin bulunduğunu, bu yemek organizasyonlarındaki amacın hemşehri olup FETÖ üyesi olmayan meslektaşları yemeğe davet ederek dostluk kurmak ve ileride seçime yönelik hazırlık yapmak olduğunu,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanığı tanıdığını, kendisi ile hemşehri olması münasebetiyle tanıştığını, 2010 HSYK seçimleri öncesinde Ankara İdare Mahkemesi üyesi olarak görev yapmakta olduğunu, sanığın da o dönemde Danıştay Tetkik Hakimi olarak görev yaptığını, 2010 HSYK seçimleri öncesinde Manisa'lı hakim savcılara düzenlenen yemeklerden bir kaçına katıldığını, bu yemeklerin sadece örgüt üyelerinin katıldığı yemekler olmadığını, bütün Manisa'lı hakim savcıların davet edildiği yemekler olduğunu, katıldığı bir kaç yemekte sanığı da gördüğünü, sanık ile ilgili bilgilerinin duyuma dayalı olduğunu, sanığın sicilinin kendisinden üstte olduğunu, sanıkla aynı grupta olma, herhangi bir sohbete katılma durumunun söz konusu olmadığını, örgüt yapılanması ile ilgili duyuma dayalı bilgilerine göre arkadaşlar arasında ''Cemaate mensup kimler vardır'' şeklinde konuşulması üzerine sanığın adının da geçtiğini hatırladığını, bunun dışında sonradan sanık Danıştay üyesi olarak seçildiğinde bir kaç kez ziyarete gittiğini, zaten 2013 yılında Aksaray'a tayininin çıktığını, sanığı bir daha görmediğini, sanığın örgüt içerisindeki konumuna dair bir bilgisinin olmadığını, 23.06.2017 tarihli ifadesinin doğru olduğunu, içeriğini tekrar ettiğini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık ... savcılıkta ve sorguda; suçlamaların tamamını reddettiğini, hiç bir örgüte üye olmadığını ve hiç bir terör faaliyetinde de bulunmadığını, etkin pişmanlıktan faydalanmak istemediğini, suçunun olmadığını, pişman olacağı bir şeyin bulunmadığını, herhangi bir yere himmet adı altında para vermediğini, himmet adı altında para yardımı talep eden herhangi bir kişi olmadığını, 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişimden haberdar edilmediğini, darbe girişimi sırasında ve darbe sonrasında herhangi bir görev verilmediğini ve öneri yapılmadığını, Danıştay 9. Daire üyesi ...'in saat 23.30 sıralarında apartmanın dahili hattından arayarak bu olağanüstü durumu söylediğini, ertesi gün saat 13.30'da cep telefonuna Danıştay Başkanı'ndan davet mesajı geldiğini, lojmanda bulunan Danıştay 1. Daire üyesi... ve ... ile birlikte...'ın aracı ile darbeyi lanetlemek üzere Danıştay'a gittiklerini, darbeye kesinlikle bir katkısı bir desteğinin olmadığını, Danıştay üyesi olması nedeniyle Danıştay Kanunu'nun ilgili maddelerine göre yargılamasının özel bir soruşturma usulüne bağlı olduğunu ve bu usule uyulmadan yapılan yargılamanın hukuka aykırı olduğunu belirtmek istediğini,
Mahkemede; 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 76. maddesinde üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı ilk soruşturmayı yapmak üzere bir daire başkanı ve iki üyeden oluşan kurulun görevlendirileceği, kurulun soruşturma sonunda düzenleyeceği fezlekenin Danıştay Başkanı tarafından İdari İşler Kurulu'na tevdi edileceği, yargılamanın men-i kararı kendiliğinden, son soruşturmanın açılmasına dair kararın ise itiraz üzerine Danıştay Genel Kurulu'na gönderileceği, son soruşturmanın açılmasına dair kararın kesinleşmesi üzerine soruşturma dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderileceğinin hükme bağlandığını, Danıştay Kanunu'nun 82. maddesinde Danıştay Üyelerinin şahsi suçlarının takibine ilişkin atıf yapılan Yargıtay Kanunu'nun 46. maddesinde, kişisel suç ve görev suçuyla ilgili inceleme, soruşturma ve kovuşturma usulünün düzenlendiğini, anılan maddede, üyelerin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlardan dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesinin Birinci Başkanlık Kurulu'nun kararına bağlı olduğu ifade edildikten sonra bir istisna hükmüne yer verilerek, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturmasının genel hükümlere tabi olduğunun ifade edildiğini, Yargıtay Kanunu'nun 46. maddesinde, hem görev suçu hem de kişisel suçla, ağır cezayı gerektiren suçüstü hali varsa soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağının düzenlendiğini, görev suçuyla kişisel suç arasında bir ayrım yapılmadığını, ancak Danıştay Kanunu'nun görev suçunu ayrıntılı olarak düzenlediğini, sadece kişisel suç için Danıştay Kanunu'nun Yargıtay Kanunu'na atıf yaptığını, yani ağır cezayı gerektiren suçüstü hali olsa bile, Danıştay ilgili kurullarınca Danıştay Üyesinin üzerine atılı bulunan suçun görev suçu olarak kabul edilirse, genel hükümlere göre soruşturma yapılmasının mümkün olmadığını, sonuç olarak, üzerine atılı bulunan suçun görev suçu mu, yoksa kişisel suç mu olduğunun öncelikle tespitinin gerektiğini, bu tespiti yapacak olan makamın Cumhuriyet Savcılığı değil Danıştay'ın ilgili kurulları olduğunu,
Kendisine atfedilen terör örgütü suçlamasını kabul etmemekle beraber terör örgütü üyeliğinde suçüstü hâlinin günün ve zamanın her anını içermeyip, örgütsel faaliyete ilişkin fiil ve hareketlerin gerçekleştirildiği zamanı içerdiğini, kendisinin darbe teşebbüsü ile suçlanmaması ve Danıştay Başkanlığı'nın cep telefonu mesajı ile daveti üzerine darbeyi lanetlemek amacıyla Danıştay Genel Kurul salonunda bulunduğu sırada gözaltına alınması nedenleriyle suçüstü hâlinden söz edilemeyeceğini, suçüstü hali mevcut ise, 15 Temmuz öncesi bir tarihte suçüstü hükümlerine göre işlem yapılası gerektiğini, terör örgütü üyeliği suçunun, temadi eden bir suç olarak kabul edilmesinin bu suçu görevinden dolayı ve görevi sırasında işlediğinin de kabul edildiği anlamına geldiğini, terör örgütü üyeliği suçunun kişisel suç olduğunun iddia ve kabul edilmesinin hayatın olağan akışına ve mantık kurallarına aykırı olduğunu, iddianamede silahlı terör örgütünün yargı yapılanması içinde yer aldığının ve kendisi ile ilgili olmasa da yargı görevi ile bir kısım soruşturma ve kovuşturmalarda yargı yetkisinin silah olarak kullanıldığının ileri sürüldüğünü, bu kapsamda üzerine atılı bulunan terör örgütü üyeliği suçunun kişisel suç olmayıp görev suçu olduğunu, sonuç olarak hakkında yapılan tüm işlemlerin yok hükmünde olduğunu, soruşturma yapılması için dosyanın Danıştay'a gönderilmesi gerektiğini, Danıştay'daki prosedür tamamlandıktan sonra, son soruşturmanın açılmasına karar verilir ise bu defa yargılama makamının Anayasa Mahkemesi olduğunu,
Yargılamayı yapan 9. Ceza Dairesinin 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü hal uygulaması sonucu olarak görevlendirildiğini, Daireyi görevlendiren düzenlemenin somut olaydan sonra yapıldığını, bunun da tabii hakim ilkesine ve Anayasa'ya aykırılık oluşturacağını, tabii hakim ilkesine aykırılığın aynı zamanda AİHS'nin adil yargılanma ilkesinin de ihlali anlamına geldiğini, üzerine atılı bulunan suçun kişisel suç olması hâlinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda yargılanmasının gerektiğini,
Atılı suçlamayı asla kabul etmediğini, terörle, silahla, örgütle ve FETÖ denilen yapıyla hiçbir ilgisinin ve bağlantısının olmadığını, bu yöndeki iddiaları en etkili biçimde reddettiğini, kanunda terör örgütü üyeliğiyle ilgili bir tanımlamanın yer almadığını, terör örgütü üyeliğiyle ilgili hususların içtihatlarla belirginleştirildiğini, buna göre örgüt üyesinin örgütün amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere iradesini örgüt iradesine terk eden kişi olduğunu, örgüt üyeliğinin örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade ettiğini, örgüt üyesinin örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılması gerektiğini, organik bağın, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumu tespit eden bir bağ olduğunu ve üyeliğin en önemli unsuru olduğunu, örgüte yardım veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatı olduğunu, ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici farkın, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın, tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesi olduğunu, silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunmasının arandığını, örgüt üyesinin örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerektiğini, örgüte üye olan kimsenin bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek, üye olmak kastı iradesiyle hareket etmesi gerektiğini,
İddianamede kendisi ile ilgili terörle, silahla ve örgütle ilgili hiçbir husustan söz edilmediğini, örgüt üyesi olduğunu gösteren hiçbir somut delile yer verilmediğini, soyut biçimde bile olsa ismine yer verilen örgüt dokümanlarının ortaya konulamadığını, yine somut delillere dayalı olarak hiçbir eylem ve faaliyetine, bu eylem ve faaliyetlerle irtibatına yer verilemediğini, örgüt hiyerarşisinde olduğu iddia edilen yerine ilişkin bir delilin de ortaya konulamadığını,
Tanık ...'un kendisi hakkında somut olarak görgüye dayalı bilgisi olmadığını, ifadesinde sadece kanaatleri ve yorumlarını anlattığını, Danıştay 8. Daire başkanlığı seçimi ile ilgili bir toplantıya katılmadığını ve tanık ...'un iddia ettiği düşünceleri de dile getirmediğini,
Tanık ... ile hiç bir ortamda fikir alışverişinde bulunmadığını, tanığın diğer ifadelerinin de kanaat, yorum ve duyumdan ibaret olduğunu, ayrıca tanık ...'in kimi ifadelerinin tanıklar ... ve ...'un ifadeleriyle çelişki arz ettiğini, ...'in "37 bin sicilliler yoksa bizde yokuz" dediğini iddia ettiği ...'ın savunmasında kesinlikle böyle bir şey demediğini ifade ettiğini, 37000 sicilli arkadaşların sözcüsü gibi hareket ettiği ifadesinin tam bir dedikodu ürünü olduğunu ve bu iddianın hiçbir ciddiyeti olmadığını,
Tanık ...'nin ifadesinin 03.11.2016 tarihinde alındığı, kronolojik olarak aleyhine olduğu belirtilen ilk delilin bu ifade olduğunu, 16.07.2016 tarihinde gözaltına alınıp 20.07.2016 tarihinde tutuklandığını, gözaltına alındığı ve tutuklandığı tarihte dosyada aleyhine olarak değerlendirilebilecek hiçbir delilin bulunmadığını, tutuklama kararından sonra delil toplanmaya ya da üretilmeye başlanıldığını, Cumhuriyet savcısının CMK'ya aykırı olarak lehine olabilecek hiçbir delil toplamadığını, lehine olan delillerin de toplanarak iddianamede belirtilmesi gerektiğini, bu durumun adil yargılanma hakkı ve silahların eşitliği ilkesiyle doğrudan ilgili olduğunu,
Tanık ...'in beyanlarından vazgeçmesi konusunda iddianamede bir bilginin yer almadığını, tanık ...'in kendisi hakkında somut bilgisinin olmadığını, genel kanaatleri olduğunu,
Tanık ...'i ve bu tanığın ifadesinde geçen ...'i adaylığı döneminde hiç görmediğini, kendileriyle tanışmadığını, sözünü ettiği sohbet ve toplantılara katılmadığını, adı geçen kişilerle aynı dönemde staj yapmadığını, tanık ...'i 2000 yılı Temmuz kararnamesiyle Sakarya İdare Mahkemesi'ne atandıktan sonra tanıdığını, dolayısıyla tanık ...'in ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını, 2000-2003 döneminde sohbet grubunda olduğuna ilişkin beyanının da da gerçek dışı olduğunu, tanık ... ile hiçbir sohbet grubu ortamında bulunmadığını,
Tanık ...'ın 2013 yılında İstanbul'a geziye gittikleri, burada toplantılar yaptıkları şeklindeki ifadesinin gerçek dışı olduğunu, bilirkişi raporunda aralarında ortak baz verisinin bile tespit edilemediğini, tanık ... ile özel ya da resmi gezi kapsamında hiçbir suretle şehir dışına çıkmadığını, tanık ... ya da başka biriyle cemaat toplantısına katılmadığını, ...'in kaldığı söylenen yeri hayatının hiçbir döneminde görmediğini, İstanbul'a meslek dışından bir arkadaşını ve bir akrabasını ziyarete gittiğini, toplantılar konusunda tanıklar arasında farklı anlatımlar olduğunu, ayrıca tanık ...'ın bu toplantılarda silahlı bir faaliyet bulunmadığını belirterek "Hatırladığım kadarıyla ... bey de para vermiştir diye düşünüyorum" dediğini, kanaatlere ve düşüncelere dayanılarak terör örgütü üyeliğiyle suçlandığını,
Tanık ... ile hemşehri yemeğinde herhangi bir şekilde bulunmadığını ve yemek yemediğini,
CMK'nın 148. maddesine aykırı olarak özgür iradeye dayanmayan aldatma ve yasaya aykırı vaade dayalı olarak elde edilen ifadelerin delil olarak kabul edilemeyeceğini ve hükme esas alınamayacağını, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklanan hakim ve savcıların itirafçı olmaları için tek kişilik hücreye konulup tecrit edildiklerinin bilindiğini, aleyhine ifade veren tanıklar ..., ..., ... ve ...'un tek kişilik hücreye konulduktan sonra ifade verdiklerini, ayrıca aynı soruşturma kapsamında şüpheli veya sanık konumunda olduklarını, tanıkların ifadelerinde işlemiş olduğu bir suça yönelik beyanda bulunmadıklarını, bütün ifadelerin "Düşünüyorum, tahmin ediyorum" gibi subjektif görüşün ötesine geçmeyen beyanlar olduğunu, tüm tanık beyanlarını reddettiğini ve kabul etmediğini,
Ayrıca iddianamede sözü edilen sohbet ve toplantıların niteliğinin açıklanmadığını, hangi yönden suç unsuru taşıdıklarının anlatılmadığını, herhangi bir suça kaynaklık yapıp yapmadığının belirtilmediğini, bu sohbet ve toplantıların, terörist eylemler olduğuna ilişkin bir kanıt sunulamadığını,
Örgüte herhangi bir maddi yardımda bulunmadığını, buna ilişkin bir delil olmadığını,
FETÖ terör örgütünün hiyerarşik yapısında yer aldığının iddia edildiğini, fakat kimin ya da kimlerin emri altında olduğunun belirtilmediğini, hiyerarşik yapıdaki yerinin ne olduğunun belirtilmediğini, dosyada herhangi bir hiyerarşiyi gösteren tablonun olmadığını, adının örgüt dokümanlarında hiçbir şekilde geçmediğini,
Danıştay'a üye seçilmek için gerekli olan koşulları taşıdığını ve seçim sürecine bir etkisinin bulunmadığını, kendisi dışında gerçekleşen ve hiçbir dahlinin bulunmadığı bu seçimden dolayı nasıl bir suç işlemiş olabildiğini
anlayamadığını,
Etkin pişmanlıktan faydalanmak istemediğini, pişman olacağı bir suçunun bulunmadığını,
17.04.2018 tarihli mali analiz raporunda adı geçen...'ın dayısı olduğunu, yapılan para transferlerinin yatırım hesabından, borsadan hisse senedi alım satımına ilişkin olduğunu, ... ... ve...'le ilgili olan havalelerin bu kişilere sattığı arabaların ücretinin ödenmesine ilişkin para transferleri olduğunu, diğer kişilerin meslektaşları olduğunu ve kendilerine verdiği borç paralarının alınmasına ve bu borçların geri ödenmesine ilişkin para transferleri olduğunu,
Dosyada kendisi ile ilgisiz evrak olduğunu, eğer darbe çatı davasıyla gerçekten bu davanın bir ilgisi varsa davaların birleştirilmesi gerektiğini, hem davaların ayrı yürütüldüğünü hem de ilgisi varmış gibi belgelerin dosyaya konulduğunu,
Ortak baz hareketliliği iddiası ile ilgili HTS raporunda adı geçen kişileri hiç görmediğini, bu kişilerle hiçbir şekilde görüşmediğini, bu kişileri tanımadığını,
Bank Asya'da hiç hesabının olmadığını ve bu bankaya bir başkası aracılığıyla dahi olsa hiçbir şekilde para yatırmadığını, eşine yaptığı 50.000 TL'lik havalenin eşinin mesai arkadaşından alacakları bir araçla ilgili olduğunu, satıcı parayı nakit istediği için bu paranı bankadan çekildiğini, son anda satıcının vazgeçmesi üzerine de İşbankasından kiralanan kasaya konulduğunu,
Savunmuştur.
I- SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇU
1- Terör Kavramı, Suç Örgütü, Terör Örgütü ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme ve Üye Olma Suçları
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terörü; "Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."; aynı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu, "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi..." şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında; 3713 sayılı Kanun'un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
18.07.2006 tarihli ve 26232 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 17. maddesiyle, terör örgütünün tanımını yapan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun birinci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış; madde gerekçesinde, Türkiye'nin de taraf olduğu Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 2. maddesinin (a) bendine uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanunu'nda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.
TCK'nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine göre örgüt mensubu suçlu; suç işlemek için örgüt kuran, yöneten, bu örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen kişidir.
TCK'nın "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" başlıklı 220. maddesinde;
"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.
(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur..." hükmüne yer verilmiştir.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla korunan hukuki yarar kamu güvenliği ve barışıdır. Suç işlemek için örgüt kurmak, toplum düzenini tehlikeye soktuğu ve araç niteliğindeki suç örgütü, amaçlanan suçları işlemede büyük bir kolaylık sağladığından, bu suç nedeniyle kamu güvenliği ve barışın bozulması bireyin güvenli, barış içinde yaşamak hakkını da zedeleyeceğinden, işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan bu fiiller ayrı ve bağımsız suçlar olarak tanımlanmıştır. Böylece bu düzenlemeyle aynı zamanda bireyin, Anayasa'da güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerine yönelik fiillere karşı da korunması amaçlanmıştır. Bu amaçla henüz suç işlenmese dahi, sadece suç işlemek amacıyla örgüt oluşturmuş olmaları nedeniyle örgüt mensubu faillerin cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bunun asıl nedeni suç işlemek için örgüt kurmanın, kamu barışı yönünden ciddi bir tehlike oluşturmasıdır. Kanun koyucu bu düzenleme ile öncelikle gelecekte işlenebilecek suçları engellemek istemiştir.
Bu suçun mağduru ise; öncelikle kamu güvenliği ve barışını sağlamakla yükümlü olan devlet ve toplumu oluşturan bireylerdir.
TCK'nın 220. maddesi kapsamında bir örgütün varlığından söz edebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı olarak amaç suçları işlemeye elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir ilişki barındırmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Oluşturulan bu ilişki sayesinde örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Bu nedenle niteliği itibarıyla devamlılık arz eden örgütün varlığı için ileride ihtimal dahilindeki suç/suçları işlemek amacı etrafındaki fiilî birleşme yeterlidir. Buna karşın, kişilerin belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi hâlinde ise örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur.
Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında da belirtildiği üzere, TCK'nın 220. maddesi anlamında bir örgütten bahsedilebilmesi için,
a) Üye sayısının en az üç veya daha fazla kişi olması gerekmektedir.
b) Üyeler arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ bulunmalıdır. Örgütün varlığı için soyut bir birleşme yeterli olmayıp örgüt yapılanmasına bağlı olarak gevşek veya sıkı bir hiyerarşik ilişki olmalıdır.
c) Suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşme yeterli olup örgütün varlığının kabulü için suç işlenmesine gerek bulunmadığı gibi işlenmesi amaçlanan suçların konu ve mağdur itibarıyla somutlaştırılması mümkün olmakla birlikte, zorunluluk arz etmemektedir. Örgütün faaliyetleri çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, fail, örgütteki konumuna göre, üye veya yönetici sıfatıyla cezalandırılmasının yanında, ayrıca işlenen suçtan da cezalandırılacaktır.
d) Örgüt niteliği itibarıyla devamlılığı gerektirdiğinden, kişilerin belli bir suçu işlemek veya bir suç işlemek için bir araya gelmesi hâlinde, örgütten değil ancak iştirak iradesinden söz edilebilecektir.
e) Amaçlanan suçları işlemeye elverişli, üye, araç ve gerece sahip olunması gerekmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli yapılara suç örgütü denmektedir. Terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir. Terör örgütlerini, suç örgütlerinden ayıran bu ideolojik amaç; 3713 sayılı Kanun'un 1. maddesinde gösterilen Cumhuriyetin Anayasa'da belirtilen niteliklerine karşı olabileceği gibi, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk Devleti ve Cumhuriyetin varlığına, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya ya da ele geçirmeye, Devletin iç ve dış güvenliğine, kamu düzeni veya genel sağlığa ya da temel hak ve hürriyetlere yönelik de olabilmektedir.
Bununla birlikte, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu tamamlayıcı bir suçtur. Bu nedenle bazı suçları işlemek için örgüt kurmanın başka ceza normları tarafından ayrıca özel olarak düzenlenmesi durumunda, ilgili suç tipinde öngörülen hükümlerin uygulanması gerekir. Buna göre soykırım ve insanlığa karşı suç için kurulmuş örgütleri kuran, yöneten ve üye olanlar TCK'nın 78. maddesi, Anayasal düzen ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla terör örgütü kuranlar, yöneten ve üye olanlar 3713 sayılı Kanun'un 7. maddesi ve bu amaca matuf silahlı terör örgütlerini kuran, yönetin ve üye olanlar hakkında ise TCK'nın 314. maddesi uygulanacaktır.
3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında yer a