Yargıtay Büyük Genel Kurul 1948/4 Esas 1949/11 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1948/4
Karar No: 1949/11
Karar Tarihi: 22.06.1949

(1412 S. K. m. 322)

İçtihadı birleştirme kararlarının makabline teşmili caiz olup olamayacağı hususunda Yargıtay Beşinci Ceza Dairesinin 01.08.1947 gün ve 1980/2381 sayılı kararı ile Ceza Genel Kurulunun 03.11.1947 gün ve 190/104 sayılı kararları arasında meydana gelen uyuşmazlığın çözülmesi C. Başsavcılık yüksek makamının 02.02.1948 gün ve 214 sayılı yazısiyle istenilmesine mebni uyuşmazlık konusu kağıtlar çoğaltılmış ve 15.06.1949 tarihine rastlayan çarşamba günü saat 9,30 da müzakerenin başlayacağı Genel Kurul üyelerine bildirilmişti.

Bugün toplanan Kurula elliüç zatın iştirak ettiği görülerek müzakere nisabının tahakkuk ettiği anlaşılmakla Birinci Başkan Halil Özyörük'ün Başkanlığında müzakereye başlanarak uyuşmazlık konusu kağıtlar Birinci Başkan tarafından okunduktan ve olayın özeti anlatıldıktan sonra söz alan;

Beşinci Ceza Dairesi Başkanı Haydar Yücekök: Tevhidi içtihat kararlarını katiyet kesbetmiş hükümlere teşmil edecek olursak Temyiz Mahkemesi Teşkilatına dair olan kanunun 8 inci maddesi sarahatına muhalif olacağı gibi muhkem kaziye esası da yıkılmış olur. Bundan başka tevhidi içtihat kararlarını mahaline teşmil etmek tatbikatta hercümerç tevlit eder.

Ceza Usulü Muhakemeleri Kanununun 322 nci maddesi C. Başsavcısına itiraz yolunu açmıştır. Hususi ceza dairelerinden çıkan bütün kararları Ceza Heyeti Umumiyesine sevkederek tetkik ettirebilir. Bu yol dünyanın hiç bir yerinde yoktur, ceza esas ve kaidelerine de mühafi bir yoldur. Böyle bir yolun açılmasına İstinaf Mahkemelerinin kaldırılması saik olmuştur. Bu yol olağanüstü bir yoldur. Tashihi kararı izah ederken bu yolu göz önünde tutmamız lazımdır.

Diğer memleketlerde temyizen tasdik kararına bağlanınca artık ceza davası biter.

Tashihi karar yolunu, yazılı emir yoluyla mukayese edelim: Yazılı emir yolu temyizen tasdik edilmeyen kararlar hakkındadır. Karar tashihi yolu, temyizen karara bağlananlar hakkında caridir. Demek ki, yazılı emir yolundan daha fevkalade bir yoldur. Yazılı emir aleyhe tesir etmez, tashihi karar da aleyhe yapılamaz. Bu yollar istinaf Mahkemelerinin lağvı dolayısıyla ve hasıl olan zaruretler karşısında olağanüstü olarak kabul edilmiş yollardır.

Kanunun sarahati ve muhkem kaziye muvacehesinde tevhidi içtihat kararlarının emsali hadiselere ve makabline teşmil edilemez. Olay gayet önemli bir mahiyet taşımaktadır. Çok iyi düşünmek ve isabetli bir karar vermek mevkiindeyiz.

Baha Arıkan : Hadisemiz, lehde olan bir tevhidi içtihat kararının tarafeyne tesir edip etmiyeceğine dair bulunmaktadır. Filvaki, Temyiz Teşkilatının tevsiine dair Kanunun 8 inci maddesi bu meseleyi halletmiş, imkan bırakmamış gibi görünmektedir. Bu maddede taraflara tesir etmiyeceği yazılıdır. Bunun içindir ki, Sayın Bay Haydar Naki sarahati kanuniyeyi ne yapacağız diye buyurdular, cevap vereyim. Kanunun fıkrasını tefsir etmek iktiza etmektedir. Şu halde ceza hukukunda tefsir bahsini mütalaa etmek iktiza ediyor.

Tefsir muayyen bir hadise hakkında kanun hükmünün hakiki manasını, araştırmak, diğer bir tabirle kanunun hakiki maksat ve iradesini tayin etmektir. Kanunun hakiki maksadı Vazukanunun, kanunu koyarken düşündüğü ve derpiş ettiği hadiseler değildir. Ya nedir? Kanunun objektif bir surette ihtiva ettiği maksat veya iradedir.

İşte tefsir bu maksat veya iradenin araştırılması keyfiyetidir. Tefsir Vazukanunun, kanun çıktığı günkü iradesini araştırmak değildir. Öyle olsa idi, elli sene evvel yapılan bir kanunun o zamana uyan maksadını aramak icap ederdi ki, bu maksat içinde yaşadığımız zamana uymayabilirdi.

Tefsirin vazifesi kanunu yaşatmak zamanın icaplarına ihtiyaçlarına uydurmak ve kanunun bugünki iradesini araştırmaktır.

Tefsir kanundan asla ayrılmayan mantıki bir ameliyedir. Bu itibarladır ki, bütün kanunlar tefsire tabidir. Yani tatbik edilmezden evvel mantıki manaları tayin olunur. Tefsiri yalnız manası müphem ve gayri sarih kanunlara hasretmek büyük bir hata olur.

Mahiyeti umumiyesini arz ettiğim tefsir, evvela tefsiri yapanlar bakımından bir tasfiyeye tabidir.

a - Teşrii tefsir, b - Kazai tefsir, c - Ameli ilmi tefsir. Teşrii tefsir, kanunu yapanın kanunda lafızlara mana vermesi veyahut mefhumlarını kendisinin tayin etmesi keyfiyetidir ki, hadisemizle alakası yoktur, c İlmi tefsir, Hukukçuların, Profesörlerin kanununun ibarelerinden anladıkları manadır ki, buna gayri resmi tefsir de denilir. Bunun da hadisemizle bir ilgisi yoktur. Kazai tefsire gelince; Kazai tefsir, muayyen bir hadise dikkat buyurulsun muayyen bir hadise demek karşısında hakimlerin kanunun bir ibaresine verdikleri manadır. Teşrii tefsirden farkı, muayyen bir hadise hakkında olması keyfiyetidir. O kadar ki, diğer mümasil bir hadisede tefsiri yapmış olan mahkemeyi dahi takyit etmez.

Tefsir, hakiki mana ve maksadı tayin hususunda kullanılan vasıtalara göre de iki kısma ayrılır.

a - Lisani veya lafzi tefsir,

b - Mantıki tefsir,

Lisani veya lafzı tefsir üzerinde durmayacağım. Yalnız mantıki tefsiri, hadisemizle ilgili olduğu için izah zarureti duymaktayım;

Mantıki tefsir: Kanunda hakiki fikir ve maksadını, mantıki sebeplerden bilhassa kanunun istihdaf ettiği gayelerden çıkarmaktır. Kanunların gayesi, dinamik ve her an inkişafa müsait olan bir fikirdir. Binaenaleyh kanundaki münferit bir kelimenin gaye ve maksadından başka bu hükümlerin mensup bulunduğu fikirlerin heyeti mecmuasına da bakmak lazımdır. Kanunun muhtelif hükümleri, bir uzvun muhtelif uzuvları gibidir aralarında bir tesanüt, bir muvazene, bir ahenk olmalıdır. Tefsir işte bu ahenk ve muvazeneyi de göz önünde bulundurmak mecburiyetindedir.

Tefsir, hasıl ettiği neticelere göre de beyani, tahdidi ve teşmili olur. Bunların içersinden de hadisemizle ilgili olanları teşmili olan kısmıdır. Teşmili tefsir bir bakımdan kıyasa müşabih görünürse de aralarında fark vardır. Kıyasta kanunen derpiş edilmiş olan bir hükmün, derpiş edilmemiş olan bir hadiseye tatbiki keyfiyeti mevcuttur.

Teşmili tefsir ise, böyle değildir. Hadise kanunda derpiş edilmiştir. Kullanılan kelime zehiren onu ifade etmiyor gibi görünür. Halbuki, küçük bir muhakeme ile medlülun kesinleştirilmesi kabil olduğu koylaylıkla anlaşılır.

Umumi tefsir hakkında şu kısa malumatı arz ettikten sonra ceza hukukunda tefsirin mahiyeti hakkında bir kaç söz söylemek ve prensipleri arz etmek isterim.

Kanunumuz daimi surette kanunsuz suç olmaz prensibine iktiza ederek daima suçlunun lehine mütemayil bulunmuştur. Suçlunun lehinde olan yeni bir kanunun eski kanun zamanındaki fiillere tesir etmesi adalete daha uygun görülmüş ve lehdeki bu kanun ile, eski kanunda daha şedit ceza çekecek suçlunun daha hafif bir ceza çekmesi umumi bir prensip olarak kabul edilmiştir. Hatta ultra activite nazariyesine göre yeni kanunda yapılan değişiklikler suçlunun aleyhinde ise ilga edilmiş olan kanuna hayatiyet verilmiş ve suçlu hakkında lehde olması dolayısıyla o kanun yaşar bir halde bırakılmıştır. Hatta bu kaidelerin tatbiki için suçlunun cezayı çekmekte bulunmuş olması bile kafidir.

Umumi tefsirin ceza hukukundaki tefsirin mahiyetlerini şu suretle arz ettikten sonra tatbiki cihetlerine geçelim; malumu alileridir ki bir ceza hadisesi, failin hakkındaki takibat ile başlayarak infazın sonuna kadar devam eder. İnfaz olunmamış bir hüküm hakkında tekerrür ahkamını tatbika dahi imkan yoktur. Böyle olunca, fail, fiili ikaından, infazı cezanın son gününe kadar Devlet otoritesi altında bulunmaktadır.

İmdi, Temyiz Teşkilatı Kanununun fıkrai mahsusasına alarak bütün bu arz ettiğim kaidelere tatbik etmek iktiza eder. Bu fıkra aynen şöyledir: Tezat ve mübayenet hakkında Temyiz Mahkemesi Heyeti Umumiyesinde ittihaz olunacak kararlar tarafeyne tesir etmez.

Kazai tefsir bakımından, ortada muayyen bir hadise mevcuttur. Kaza heyeti gibi. "Tarafeyne tesir etmez" sözüne mana vermek mecburiyetindedir. Burada mantıki tefsir ile, teşmili tefsirin ianesine muhtaç bulunmaktayız. Mantıki tefsire göre münferit bir "tarafeyne" kelimesinin gaye ve maksadıyla tahdit edilmiş ve vaziyette kalmayıp bu tarafeyn hükmün mensup bulunduğu fikirlerin heyeti mecmuasına bakmak ve bu hükmü diğer hükümlerle hem ahenk kılmak zaruretindeyiz. Şu halde teşmili tefsire girmek mecburiyeti mevcut bulunmaktadır.

İmdi teşmili tefsire göre şu muhakeme silsilesini yürütmek zaruretindeyiz. Kanunların değişmesinde eski kanun lehde ise, mahkuma o kanunun hükümlerini, yeni kanun lehde, lehde olan yeni kanunun hükümlerini tatbik ediyoruz. Şu halde kazai tefsirde keen, o muayyen hadisede, tatbik edilecek bir kanun mahiyeti arz etmektedir. Madem ki, mahkuma lehdeki kaideleri tatbik bir kaidei umumiye halindedir, şu halde bir tefsir kazai olan tevhidi içtihat kararını da, henüz mahkum hakkındaki hüküm infaz edilmediğine, ve mahkum halen Devletler sultası altında bulunmasına göre mahkum lehine imale etmek zarureti mevcuttur. Aksi takdirde mahkum lehine olan kaideler tamamiyle ihlal edilmiş ve tarafeyne tesir etmez tabiri bütün bu kaidelerden uzak, ahenksiz ve tesanütsüz olarak kalmış olur.

Üçüncü Ceza Dairesi Başkanı İ. Ethem. Ertem: Usul kanunu bizim anladığımız manada ise zatı hükme müessir görülen tatbikatımızı temin eden yürüyüş çok usullü ve kanunun ruhuna ve Kanun Vazunın maksadına uygundur.

Arif Güngören: Uyuşmazlık mevzuunu teşkil eden kararlardan tatil heyetince verilmiş olan kararla zahir olan hatayı düzelttik, hata ettiğimize kani değiliz. Kararımıza saik olan şey zatı hükme müessir olan hataların tashih sebebi teşkil edeceğine dair olan içtihattır.

C.Başsavcısı Kazım Berker; Tashih yoluyla muhkem kaziyelere hürmetsizlik edilmekte olduğu beyan buyurulmaktadır. Kanun Vazu bu yolu kabul ederken hatalara imkan verilmemesini göz önünde tutmuştur. İstinaf Mahkemeleri kurulduktan sonra muhkem kaziyelere lazım gelen yeri ve hürmeti verelim. Savcılık Yargıtay dairelerinin kanaat mahsulü olan kararlarına hürmetle beraber bir yanlışlık görünce elinden geleni yapmaktadır. Yapılan şey, kanunen verilen yetkiyi kullanmaktan ibarettir.

Birinci Başkan: Malumdur ki, kanun yolları Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun üçüncü kitabında 289 uncu maddeden 327 nci maddeye kadar üç fasıl içinde gösterilmiştir.

Birinci fasıl: Umumi hükümlerden bahistir.

İkinci fasıl: İtirazdır.

Üçüncü fasıl: Temyizdir.

Bundan sonra gelen dördüncü kitap iadei muhakemeye ait hükümleri ihtiva eder ki, bu yol ve bundan sonraki diğer yollar ve bu arada tashih hepsi fevkalade yollardandır.

İtiraz ve tashihi karar; yalnız temyiz kararlarına karşı kullanılabilir. İtiraz da böyledir. İtiraz her türlü karar aleyhine yapılabilir. Fakat müddetle mukayyettir. 30 gün içinde itiraz edebilir. Tashihi için müddet yoktur. Şu halde bir ceza hükmü tashih gibi fevkalade bir yolun açık olması sebebiyle hiç bir zaman kati sayılmayacak ve bir ceza hükmü hiç bir zaman muhkem kaziye hasıl etmiyecek midir? Bunun neticesi neye varır?

Bu yollar ceza prensipleriyle, kabili telif olmayan yollardır. Demek ki, tevhidi içtihat kararı adeta teşrii bir tefsir gibi makabline şamil olacaktır.

Büyük Millet Meclisi zabıt ceridesi:

Üçüncü intihap: Cild 65 sahife 3 sıra no: 83.

Mahkemei Temyiz Teşkilatının tevsiine dair olan kanun layihasının Adliye Encümenince 19.02.1928 tarih ve 31 karar 1/23 esas numaralı mazbatada: aynen (ittihaz edilecek kararların mesaili mümasilede vacibülimtisal olması kabul edilmiş ve bu suretle muamelatı nasın selametle cereyanı ve mahkemeler arasında ahenk ve insicam temin kılınmıştır.

Bu madde ile temyiz dairelerinin imtisale mecbur oldukları keyfiyet ancak şekli mahsusunda inikat eden Temyiz Heyeti Umumiyesinin berveçhi meşruh ittihaz edeceği kararlarla hasredilerek devairin karar ve içtihatlarındaki hakkı takdirleri serbest bırakılmıştır. 8 inci madde mucibince verilecek kararların mukaddema verilmiş olan ilamat hükmüne müessir olamaması tabii görüldüğünden keyfiyet maddede ayrıca tasrih olunmuştur.

9 uncu madde; cezada temyiz kararlarına karşı tashihi karar usulünden bahis olup işbu madde hakkında bir çok münakaşat cereyan ederek sebebi tashih, layiha ve tebliğnamede dermeyan olunan bir hukuk hasrü kasr edilmeyip zatı hükme müessir her türlü Hataiyyat ve nevakısın temyiz ilamında meskutunanh kalması ahvaline teşmil olunarak madde olveçhile tespit kılınmıştır).

Hükümet layihasının 8 inci maddesinde: Yalnız mabihül imtisal olur kısmına kadar olanı vardır. Alt tarafı yani taraflara tesir etmemesi keyfiyeti Meclisi Adliye Encümenince ilave edilmiştir.

Meclisde bu ilaveler ve tashih, itiraz usulleri hakkında hiç bir münakaşa ve müzakere cereyan etmemiştir.

Şimdi durumu bir kere daha arz edeyim: Kaide olarak kazai tefsir makabline şamil değildir. Bu husus bir hukuk prensibi olarak böyle olduğu gibi Temyiz Teşkilatının tevsiine dair olan kanunun okuduğum maddesindeki kayıtla böylece tespit edilmiştir.

Söylenen sözler ve ileri sürülen mütalaalar daima hisse dayanmaktadır. Tevhidi içtihat kararı ortada dururken niçin bundan mahkum olan suçluları faydalandırmayalım?

Evet! imkan varsa istifade ettirelim amma, bunun için kanuni bir yol bulmak lazımdır.

Bazı arkadaşlarımızın dedikleri gibi bundan 7-8 sene mukaddem Ceza Heyeti Umumiyesinde böyle bir cereyan baş gösterdi; fakat doğru muydu?

Kaza cihaziyle alakası kesilmiş ve işlenen suç sebebiyle hakkında verilen hüküm iktisabı katiyet etmiş olan bir kimsenin, sonradan ittihaz edilmiş bir tevhidi içtihat kararından istifade etmesi nasıl mümkün olabilir? Buna bir imkan sahası hazırlayabilmek için Başsavcılık makamının tevessül ettiği gibi bir tashihi karar yoluna gitmek mümkün olsa, ne ala! lakin buna okuduğum maddelerdeki hükümlerin müsaadesi var mıdır? Adalet cihaziyle irtibatı kesilmiş ve kaziyei muhkeme halini almış olan bir ilama tekrar el koyabilmek ve onu bir adalet merciine tekrar getirebilmek için elde kanuni bir yol ve bir anahtar bulunmak lazım.

Tashih yolu için sebepler kanunda yazılı. Bu sebepleri biz kendi telakkilerimize göre istediğimiz şekilde tevsi edebilir miyiz?

Kanun maddesi aynen şöyle diyor: (Hüküm ve kararın zat ve mahiyetine doğrudan doğruya müessir olmak üzere ya temyiz layihasında veya tebliğnamede dermeyan olunan bir hususun ve bunlar haricinde hükmün esasına müessir noksan ve hataların temyizen nazara alınmıyarak meskutunanh kalması halinde tashihi karar yoluna gidilebilir) hadiselerde böyle haller var mıdır? Faturalar resmi evraktan sayılmış, böylece hüküm verilmiş ve temyizen de tasdik edilerek muhkem kaziye halini almış her cihet hükümde münakaşa edilmiş, meskutunanh kalmış hiç bir nokta yok. Tashihi karar için yeni bir sebep mi icat ve ilave edeceğiz? Ne temyiz layihasında, ne tebliğnamede bunlardan bahsedilmemiş ve temyizde hükmün özüne dokunacak bir kusur ve eksik görmemiş, hükmü tasdik etmiş, şimdi şöyle diyecekler. (Madem ki, tevhidi içtihat yoluyla faturalar hususi evraktan sayıldı. Bundan istifade etmesinler), tashihi karar yoluyla bu hükmü tekrar ele alamayız. Sebepler bunlar, hangisine sokabiliyorlarsa söylesinler. Esas hükme müessir hata ve noksan mı? evvelki hükümde meskutunanh kalmış. Katiyen bunlar zaman zaman kaza mercileri tarafından ileri sürülmüş içtihatlardır. Bunların değişmesine elbette cevaz verilmiştir; çünkü hukuk telakkisi, hayat icapları ve yaşayış tarz ve şekilleri gibi daima değişir. Bir hukuk kaidesi hiç bir zaman ebedi olamaz. Sonra hukukta değişmez bir prensibimiz vardır. Her hadise vukuu zamanında cari kanun hükümlerine göre halledilir. Hadiseyi hal ve hükme raptettiğimiz zaman faturayı resmi evrakdan sayıyorduk. Sonra içtihadımız değişti. Hususi evrak dedik. Binaenaleyh bu son içtihadımızın evvelce halledilmiş ve kesinleşmiş hadiselere sari olmadığını bizzat Kanun Vazu maddeye koyduğu hükümle tespit ediyor. Taraflar tevhidi içtihat kararlarından istifade edemezler, diyor; ve bilhassa tashihi karar yoluyla bu tevhidi içtihadı öne sürerek herhangi bir kaziyei muhkemeye el süremeyiz Beyefendiler.

Eğer bu yolu açarsanız bunun nerede nihayet bulacağını kimse kestiremez. Demeleriyle: Sonuçta;

Yargıtay kararlarına karşı cezada tashibi karar usulü layiha ve tebliğnamede dermeyan olunan hususlara hasredilmişken muahharan tevsi edilerek bunlar haricinde esas hükme müessir olan noksan ve hataların Yargıtay ilamında meskut bırakıldığı bütün hallere teşmil edilerek Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesi bu dairede tespit kılınmıştır. Yargıtay hususi daireleri Usul Kanunumuzun 320 nci maddesi gereğince tetkiklerini temyiz, istida ve layihasında ve tebliğnamede irat olunan hususlara hasretmiyerek hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talep haricinde kalan hususlara da teşmil edebilmek yetkisini haiz olduğu gibi 322 nci maddenin aldığı son şekle göre Başsavcılık da tashih talebini temyiz layihasında ve tebliğnamede evvelce dermeyan edilmemiş olmakla beraber zatı hükme müessir mahiyette olan noksan ve hatalara da istinat ettirebilir. Bu suretle normal kanun yolu ile yapılan tetkikat ile olağanüstü kanun yoluyla yapılacak tetkikat bu bakımdan mütevazin bir hale getirilmiştir; ancak Usul Kanunumuzun 322 nci maddesinde karar tashihi usulü temyizen nazara alınmayarak meskut bırakılan hususlarda cari olduğu tasrih edilmek suretiyle esaslı bir kayıt altına alınmıştır. Bu esaslı kayıt dolayısıyle karar tashihi usulünün mahiyeti bir içtihat mahsulü olarak verilen kararlardan rücua müsait bulunmadığına ve bu olağanüstü yolun aynı zamanda mahdut bu yol olduğuna şüphe edilemez.

Temyiz kararında meskut bırakılmayıp bilakis bahis ve münakaşa mevzuu ittihaz edilerek mucip sebepleriyle halledilmiş olan hususlara karşı Başsavcılığın ancak Ceza Genel Kuruluna itiraz edebileceği ve bu hususlar hakkında tashih yolunun mesdut bulunduğu kanun metninde hiç bir tereddüt ve iltibasa mahal vermeyecek şekilde açıklanmıştır. Yargıtay dairesinin muayyen bir mesele hakkındaki görüşünden tashih yoluyla rücu etmesi istenebileceği mantıkan da kabul edilemez. Kanun tatbikatında içtihat tesis ederek asliye mahkemelerine direktif veren bir mercie karşı değil asliye, hatta sulh mahkemelerine karşı dahi hüküm ve kararlarından rücu edilmesi istenemez. Böyle bir kanun yolu mevcut değildir. İşlenmiş olan hatalar; ancak yüksek mercilere müracaat edilmek suretiyle kabili ıslahtırlar. Kaldı ki, yukarıda izah olunduğu üzere Temyiz Mahkemesinin hükmü tasdik etmesiyle kaziyei muhkemenin teşekkül etmesi bütün memleketler mevzuatında ve daha önce kendi mevzuatımızda bir prensip olarak cari iken temyiz kararlarına karşı bazı zaruretler dolayisiyle olağanüstü olarak itiraz yolu açılmıştır.

Bu izahlardan sonra tevhidi içtihat kararına dayanılarak daha önce muhkem kaziye teşkil etmiş olan temyiz kararları hakkında tashih yoluna gidilip gidilemeyeceği hakkındaki asıl ihtilaf mevzuunu teşkil eden meseleye gelince: 1221 sayılı Temyiz Mahkemesi Teşkilatına Dair Kanunun sekizinci maddesinde tezat ve mübayenet hakkında Yargıtay Genel Kurulunca ittihaz olunacak kararların Yargıtay dairelerince mümasil işlerde mabihül imtisal oldukları ve taraflara tesir etmiyecekleri tasrih olunmuştur.

Adalet Komisyonunun 19.02.1928 tarih ve 31 karar ve 1/23 esas numaralı mazbatasında aynen (ittihaz edilecek kararların mesaili mümasilede vacibil imtisal olması kabul edilmiş ve bu suretle muamelatı nasın selameti cereyanı ve mahkemeler arasında ahenk ve insicam temin kılınmıştır. Bu madde ile temyiz dairelerinin imtisale mecbur oldukları keyfiyet ancak şekil mahsusunda inikat eden Temyiz Heyeti Umumiyesinin berveçhi meşruy ittihaz edeceği kararlara hasredilerek devairin karar ve içtihatlarındaki hakkı takdirleri serbest bırakılmıştır. Sekizinci madde mucibince verilecek kararların mukaddema verilmiş olan ilamat hükümlerine müessir olamaması tabii görüldüğünden keyfiyet maddede ayrıca tasrih olunmuştur) denilmektedir.

İçtihatta vaki olan tebeddülün evvelce müstekar olarak tatbik olunan içtihat dairesinde kesinleşmiş olan hükümlere sari olmadığını bizzat Kanun Vazu maddeye koyduğu hüküm ile tespit etmiştir. Zamanın ihtiyaçlarına ve şartlarına göre değişmeye mahkum olan hukuk telakkileriyle muvazi olarak kazai içtihatlarda da tebeddüller vaki olur; fakat bu içtihat tebeddülleri kaide olarak mukabillerine şamil olamazlar. Bu husus bir hüküm prensibi olarak Temyiz Teşkilatının Tevsiine Dair olan Kanunun 8 inci maddesinde de açıklanmış bulunmaktadır. Kanuni tefsir kazai içtihatlardan tamamiyle ayrı mahiyettedir. Kanunun esasında haiz olduğu hükmü açıklamış olmak itibariyle Büyük Millet Meclisince tefsir yoluyla verilen kararların makabline şümulü olduğunda tereddüt edilemez.

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesiyle, Temyiz Teşkilatının Tevsiine Dair olan Kanunun 8 inci maddesinin birbirini destekleyen mütevazin hükümleri İhtiva ettikleri görülmektedir. Bu hükümler kanaat ve içtihat mahsulü olan kararlara karşı tashih yolunu kesin şekilde kapalı tutmaktadırlar. Kaldı ki, sonraki içtihada göre eski içtihat dairesinde katileşmiş olan Yargıtay kararları hakkında tashih yoluna müracaat olunabileceğinin kabulü için bütün kararlara karşı istisnasız bir şekilde bu yola müracaat edilmesi mecburiyetini sağlayacak kanuni bir mesnede ihtiyaç olduğu da ayrıca düşünülmelidir.

Halbu ki, 322 nci maddede Başsavcılığın alakalıların müracaatını tetkik ederek varit gördüğü takdirde tashih talebinde bulunacağı yazılıdır. C. Savcılariyle alakalıların müracaatları sebketmeyen hallerde de Başsavcılık tashih yoluna müracaat edip etmemek hususunda mutlak takdir hakkına malikdir. Bundan başka 322 nci maddenin son fıkrasında tashihi karar talebi reddedilirse bir daha tashih talebinde bulunulamaz, denilmektedir. Bu sarahata göre tashih talebi kabul olunarak karar verildikten sonra tekrar tashih talebinde bulunulamayacağı anlaşılmaktadır. Yargıtay İçtihadı da bu merkezdedir. Binaenaleyh eski içtihat dairesinde katileşmiş olan bir karar hakkında herhangi bir kanuni hataya dayanılarak daha önce tashih talebinde bulunulmuş ise sonradan verilen tevhidi içtihat kararına göre artık ikinci bir defa tashih talebinde bulunulmasına imkan kalmamaktadır.

Yargıtay'ca tetkik edilmeksizin katileşmiş bulunan hüküm ve kararlar hakkında ise yazılı emir yoluna gidilebilmek için bu hükümler de kanuna muhalefet edilmiş olmak icap eder. Halbuki ittihaz edildiği zaman tatbik edilmekte olan müstekar içtihada uygun bulunan bir hükümde kanuna muhalefetin mevcudiyeti iddia edilemez. Yazılı emir yolu kanun nefine açılmış bir yoldur. Hükmü bozulan mahkemeye karşı yaptığı kanuni hatalardan dolayı bir nevi ihtarı tazammum eder. Mahkemenin yaptığı hata üzerine dikkat nazarını çekerek emsali hadiselerde uyanık bulunmasını sağlamak maksadiyle açılmış bir yoldur; ancak davanın esasını halleden hükümlerde yazılı emir yoluyla sanık aleyhine kanuni bir hata irtikap edildiği anlaşılınca artık hatası sabit olan bir hüküm ayniyle infaz edilemeyeceği için Yargıtay vaziyete göre cezanın çektirilmemesini veya daha hafif bir cezanın tatbikini karar altına alır.

Şu halde yazılı emir yolunun ihdasındaki asıl maksat ve düşünce de nazarı itibare alınacak olursa ittihaz edildiği zamanda meri olan müstekar içtihada uygun bulunan hükümler hakkındaki Adalet Bakanlığının bu yola müracaat edemeyeceği hakikati bütün vuzuhu ile ortaya çıkar. Nitekim içtihat tebeddülü dolayısiyle eski içtihatlara uygun olarak verilen hükümler hakkında şimdiye kadar Adalet Bakanlığının bir prensip olarak yazılı emir yoluna asla müracaat etmediği de bir vakıadır. Binaenaleyh eski içtihat dairesinde kesinleşmiş kararlar hakkında umumi ve istisnasız bir şekilde müracaat edilebilecek bir kanun yolunun mevcut olmaması da içtihatlarda vukubulan tebeddüllerin makabline şümulü olamayacağı hakkındaki hukuk prensibini ayrıca teyit etmektedir.

Yukarıda beyan olunan uyuşmazlık mevzuu üzerinde yapılan etraflı incelemeler ve esaslı tartışmalar sonunda: Tevhidi içtihat kararlarına dayanılarak daha önce müstakar bir surette tatbik olunan içtihatlar dairesinde muhkem kaziye teşkil etmiş olan kararlar hakkında karar tashihi yoluna gidilemeyeceğine ilk toplanışta 15.06.1949 tarihinde üçte ikiyi aşan oyçokluğu ile karar verildi.



Full & Egal Universal Law Academy