Yargıtay Büyük Genel Kurul 1954/22 Esas 1955/2 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1954/22
Karar No: 1955/2
Karar Tarihi: 16.03.1955

(743 S. K. m. 15) (818 S. K. m. 66) (YİBK 07.06.1939 T. 1936/31 E. 1939/47 K.) (YİBK 09.10.1946 T. 1946/6 E. 1946/12 K.) (YİBK 15.03.1950 T. 1948/29 E. 1950/5 K.) (YİBK 16.05.1956 T. 1954/1 E. 1956/7 K.)

İpotek iraesi suretiyle bir müessese veya şahıstan para istikraz eden bir kimsenin akit tarihinde akıl hastalığına müptela olduğunun sübutu sebebiyle ipoteğin iptaline mahkemece karar verilmesi halinde, mukriz tarafından müstekrize verilmiş olan paranın istirdadı zımnında ikame olunan davalarda Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinde yazılı on senelik müruruzaman müddetinin istikraz tarihinden itibaren cereyana başlayacağı Dördüncü Hukuk Dairesinin müstekar içtihadı iken heyette vukubulan tebeddüller dolayısıyla bahis mevzuu müruruzamanın ipoteğin terkini hususunda ittihaz olunan kararın kesinleştiği tarihten başlaması lazım geleceği yolunda yeni bir ekseriyet tehassül ettiğinden bahisle meselenin Tevhidi İçtihat Umumi Heyetince halledilmesi adı geçen Daire Reisliğinin 17/07/1954 tarih ve 1407/37 sayılı yazısıyla istenmesi üzerine toplanan Tevhidi içtihat Hukuk Kısmı Umumi Heyetinde keyfiyet müzakere edildi.

Genel Kurul Üyelerinden bazılarının fikrine göre; gayrimenkulunu rehin etmek suretiyle borç para alan şahsın, akit tarihinde müptela bulunduğu, akıl hastalığı sebebiyle mümeyyiz olmadığı sabit olarak ipoteğin terkinine karar verilince, teminatını kaybetmiş olan mukrizin istirdat hakkı sebepsiz iktisap esasına istinat eder, zira mümeyyiz olmayan şahsın tasarrufunun hukuki bir hüküm ifade etmeyeceği Medeni Kanunun onbeşinci maddesinde tasrih edilmiştir. Sebepsiz iktisap müruruzamanını tanzim eden Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinde ise: (Haksız surette mal iktisabından dolayı ikame olunacak davaların, mutazarrır olan tarafın verdiğini istirdada hakkı olduğuna, ıttılaı tarihinden itibaren bir sene, ve her halde bu hakkın doğduğu tarihten itibaren on sene müruriyle sakıt olacağı) ifade edilmiştir. Mümeyyiz olmayanın tasarrufu, hukuki bir hüküm ifade etmeyeceğine göre, gayri mümeyyizin muteber olmayan akit zımnında vaki olan iktisabı anında mamelekinde artma vuku bulmuş olduğundan diğer taraf için aynı anda istirdat hakkı doğmuş olur. Bu itibarla altmışaltına maddedeki (Hakkın doğumu) tarihi hadisede muteber olmayan akit tarihi olmak icap eder. Binaenaleyh bu tarihten itibaren on yıllık müddetin müruru halinde hak sahibinin istirdada hakkı olduğuna ıttıla bahis mevzuu olmaksızın müruruzamanın tahakkuk etmiş olduğunun kabulü gerekir.

Yukarıda hulasa edilen ve sureti umumiyete doğru olan fikir ve mütalaa hadisenin arzettiği hususiyet dolayısıyla genel kurul ekseriyetince isabetli görülmemiştir. Şöyle ki; Medeni Kanunun (Mümeyyiz olmayan şahsın tasarrufu hukuki bir hüküm ifade etmez. Kanunda muayyen istisnalar bakidir.) hükmünü ihtiva eden onbeşinci maddesini mutlak surette yani mümeyyiz olmayanın yaptığı her hangi bir hareketin hukuken hiç bir netice doğuramayacağı şeklinde tefsir etmek doğru olmaz. Çünkü Medeni Kanunumuzun birinci maddesine göre kanunun tefsirinde lafzı kadar ruhu da esas teşkil eder. Her hükmün lafzı ruhu ile kontrol edilmek gerekir. Medeni Kanunun onbeşinci maddesindeki hükmün vazında asıl gaye ve maksadın Medeni hakları kullanmaktan gayri mümeyyizlik sebebiyle mahrum olan kimselerin korunması olduğu meydandadır (Zürich şerhi tercümesi -şahsın hukuku madde- Onsekiz No: Onüç) Şu halde bu kanun hükmünü, sevk gayesine münafi olarak, mümeyyiz olmayanın aleyhine tefsir etmek, mesela, mümeyyiz olmayan kimsenin alacağını temin etmek için yapılmış kefalet veya mümeyyiz olmayan kimseye yapılan hibeyi muteber saymamak bu gayenin dışında kalan neticeler olacaktır. Bundan başka, mümeyyiz olmayan kimsenin yaptığı bir iş akdi, batıl sayıldığı takdirde iş veren, yalnız mamelekinde husule gelen zenginleşmeden dolayı bir miktar para verecek, mukavele edilen ücretle mülzem bulunmayacaktır. Ayrıca bu kimseyi, -iş akdi hükümsüz olduğundan- İşçi Sigortalarından ve işçiyi koruyan diğer kanun hükümlerinden istifade ettirmemek vaziyeti hasıl olacaktır. Keza mümeyyiz olmayan bir kimsenin satın aldığı piyango biletine ikramiye isabet etse, satış hükümsüz olduğu için, ikramiyenin de kendisine ait olmaması neticesine varmak icabedecektir. Görülüyor ki, onbeşinci maddenin mümeyyiz olmayan kimse ile muamele yapmış olan tarafça, mümeyyiz olmayan kimse aleyhine olarak dermeyan edilmesi, bu hükmün konması maksadına aykırı ve adil olmayan neticeler doğurmaktadır.

Onbeşinci maddenin, mümeyyiz olmayan kimse tarafından, diğer taraf aleyhine dermeyan edilmesi de hal ve şartlara göre hüsnüniyet esaslarına aykırı bir durum mahiyeti arzedebilir. Filhakika mümeyyiz olmayan kimse temyiz kudretine sahip olsa idi aynı suretle hareket edecek yani normal zekalı bir insan dahi aynı tarzda muamelede bulunacak idi ise, temyiz, kudretinden mahrum olduğunu ileri sürerek muamelenin hükümsüzlüğünü dermeyan edememelidir. Aksi taktirde temyiz kudretinden mahrumiyet, hukuki muamelatta gerekli emniyeti ihlale müncer olacak bir teşevvüş ve istikrarsızlık amili mahiyetini alır ki, bunu tecvize imkan yoktur. Zira her türlü sübjektif hakkın kullanılmasını objektif hüsnüniyet prensiplerinin, yani cemiyette hakim olan dürüstlük kaidelerinin murakabesi altına vazeden Medeni Kanunun ikinci maddesi buna manidir. Nitekim mümeyyiz olmayan kimsenin tasarrufunun hukuken hüküm ifade etmeyeceği kaidesini vazeden onbeşinci maddenin ikinci fıkrasıyla mahfuz tutulan istisnalar arasında ikinci maddede ifade edilen objektif hüsnü niyet esasına aykırılık hali de mevcuttur. Başka tabirle mümeyyiz olmayan tarafından hukuki muamelenin hükümsüzlüğü iddiası objektif hüsnüniyet kaidelerine aykırı olduğu takdirde dinlenmez, zira bir hakkın sui istimali durumuna girer ve kanuni himayeden mahrum olur. Nitekim borçlunun hileli bir hareket tarzı ile alacaklıyı hakkını vaktinde dermeyan etmekten alıkoymuş olduğu hallerde zamanaşımı veya hakkın sükutu iddiasında bulunamayacağı İsviçre'de Doktrin ve Mahkeme içtihatları tarafından kabul edildiği gibi ezcümle babalık davasına müteallik hak sükutu süresi bakımından Temyiz Mahkemesince de kabul edilmiştir.

Durum, mukayeseli hukuk noktasından da, incelendiği zaman mümeyyiz olmayan kimsenin hukuki tasarrufunun hüküm ifade etmeyeceği hakkındaki esasın, bütün kanunlarca kabul edilmiş bir nevi tabii, zaruri hukuk kaidesi olmadığı görülür. Nitekim İngiliz hukuku akıl hastalanılın hukuki muamelelerinin yalnız nisbi butlanla malul olduğunu kabul eder; ancak akıl hastası kendi durumunun karşı tarafça bilindiğini veya bilinmesi icabettiğini, yani karşı tarafın suiniyetli bulunduğunu ispat etmelidir. Fransız hukukunda da mümeyyiz olmayanın hareket tarzının hüküm ifade etmemesi kaidesi ehemmiyetli tahditlere maruzdur (Zürich şerhi tercümesi sahife 191).

Nazariyata gelince; Bazı müelliflerimiz ve yabancı müelliflerden bilhassa Egger ile bu müellif tarafından zikredilen diğer müellifler Medeni Kanunumuzun onbeşinci maddesinin gayesine göre tefsirine (gaitefsir) taraftar görünmektedirler. Bu itibarla Medeni Kanunun birinci maddesinin ikinci fıkrasına göre mahkemelerin ilmi ve kazai içtihatlardan istifade etmesi hususundaki işaretine uygun olarak yapılan bu inceleme dahi ekseriyetin görüşünü teyit eder mahiyette bulunmaktadır.

Netice; Ancak yukarıda izah edilen hususi hal ve şartların mevcudiyeti takdirinde karz muamelesini temin eden gayrimenkul rehini, rahinin temyiz kudretinden mahrumiyeti sebebiyle terkin edildiği takdirde alacağın tabi olduğu müruruzamanın rehinin terkini hakkındaki hükmün kesinleştiği tarihten itibaren cereyana başlaması icabettiğine, ilk müzakerede üçte iki ekseriyet hasıl olmadığından 9 Mart 1955 tarihinde yapılan ikinci müzakerede mevcudun mutlak ekseriyetiyle karar verildi.

Full & Egal Universal Law Academy