Yargıtay Büyük Genel Kurul 1976/5 Esas 1976/5 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1976/5
Karar No: 1976/5
Karar Tarihi: 12.10.1976

(1086 S. K. m. 193, 160, 393) (6762 S. K. m. 5) (1730 S. K. m. 18, 19, 20) (YİBK. 24.04.1967 T. 1966/12 E. 1967/3 K.)

Dava: Türk Ticareti Kanununun 5. maddesine göre, iş sahası ilk itirazın kabulü ile dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine karar verildikten sonra, işe görevli mahkemede bakılması için yapılacak usulü işlemleri süre bakımından sınırlamış olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193. maddesinin üçüncü fıkrasındaki 10 günlük sürenin "gönderme kararı aleyhine temyiz yoluna başvurma olanağının kalmadığı, başka bir anlatımla, tebliği izleyen 15 günlük temyiz müddetinin bitmesinden itibaren başlaması icap edeceğine" dair, Hukuk Genel Kurulunun 20.6.1962 gün 15/23, Onbirinci Hukuk Dairesinin 22.10.1974 gün 2719/2717 sayılı kararları ile "yüze karşı verilmiş olsa dahi anılan maddedeki, süreli kararları ile "yüze karşı verilmiş olsa dahi anılan maddedeki, sürenin gönderme kararının ilgiyle tebliğinden itibaren hesaplanması gerektiği" hakkında, Hukuk Genel Kurulunun 28.3.1970 gün 738/152- 14/6/1967 gün 270/298 sayılı, Dördüncü Hukuk Dairesinin 15.5.1975 gün 11281/6404; 4.6.1972 gün 1234/6487 sayılı kararları; ve "iş sahası konusunda verilen karar, ilgilinin yüzüne karşı bildirilmiş ise 193. maddedeki sürenin kararın verildiği günden itibaren başlayacağı" hususunda Dokuzuncu Hukuk Dairesinin 4.2.1964 gün 8435/8055, Dördüncü Hukuk Dairesinin 27.11.1967 gün 11339/9313, Onbirinci Hukuk Dairesinin 22.6.1961 gün 665/2109 sayılı kararları arasında aykırılık bulunduğu belirtilerek bu aykırılığın içtihadı birleştirme yoluyla giderilmesi istenmiş ve Yargıtay Kanununun 20. maddesine göre konuyu inceleyen Yargıtay Birinci Başkanlık Divanınca, sözü geçen kararlar arasında içtihat aykırılığı bulunduğuna ve bu aykırılığın içtihadı birleştirme yoluyla giderilmesine karar verilmiştir.

Yargıtay Kanununun 18 ve 19/7. maddeleri gereğince 28.6.1976 ve 11.10.1976 tarihlerinde, Yargıtay Birinci Başkanının Başkanlığında toplanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca, yukarıda tarih ve sayaları yazılı Hukuk Genel Kurulu ve daire kararları içtihat aykırılığı bulunduğu oybirliği ile kararlaştırılmış ve raportör üyenin açıklamalarından sonra konunun müzakeresine geçilmiştir.

Aralarında içtihat aykırılığı bulunan kararlardan bir kısmında: "Türk Ticaret Kanununun 5. maddesine göre verilen gönderme kararı, davayı o mahkemede kapatan nihai karar niteliğindedir. Bir kararın temyiz kabiliyetini haiz olup olmadığı, ancak; karar aleyhine temyiz yoluna başvurulduğu takdirde ait olduğu temyiz merciince tartışma konusu olabilir. Bu itibarla ilgililer karşı tarafın müddeti içinde temyiz yoluna başvurup başvurmayacaklarını beklemek zorundadırlar. Bu zorunluk karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193. maddesinde yazılı 10 günlük sürenin Türkiye Büyük Millet Meclisinin 30.3.1931 tarihli ve 171 sayılı yorum kararında da belirtildiği üzere, karar aleyhine temyiz yoluna başvurma imkanı kalmadığı, yani bu karar, temyiz edilmemiş ise temyiz müddetinin bittiği tarihten hesaplanması gerektiği" sonucuna varılmıştır.

Diğer bazı kararlarda "Asliye hukuk ve ticaret mahkemelerince verilen kararlara ilişkin süreler, kararın taraflara tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Türk Ticaret Kanunun 5. maddesine göre verilen iş sahası itibariyle gönderme kararları, mahkemenin işten el çekmesi sonucunu doğuran ve davayı o mahkemede sonuçlandıran karar niteliğindedirler. Bu kararlar aleyhine temyiz yoluna başvurulamayacağına göre, kararın temyiz süresinin geçmesiyle kesinleşeceği düşünülemez. Bu itibarla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193. maddesinde yazılı 10 günlük sürenin, kararın taraflara tebliğ edildiği günden başlaması gerekir" görüşleri benimsenmiştir.

Bir başka doğrultuda verilmiş olan kararlarda ise "Asliye hukuk ve ticaret mahkemelerinin iş sahası konusunda verdikleri kararın ilgililerin yüzüne karşı bildirilmiş olması halinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193/3. maddesinde yazılı 10 günlük sürenin kararın bildirildiği tarihten itibaren başlaması lazımdır. Çünkü bu konuda verilen kararlar ancak esas hükümle birlikte temyiz olunabilirler; verildikleri anda kesin niteliktedirler. Bu nedenlerle görevli mahkemeye ilgilinin karar tarihinden itibaren 10 gün içinde başvurması lazımdır" gibi görüşlere yer verilmiştir.

Görülüyor ki, Hukuk Genel Kurulu, Dördüncü, Dokuzuncu ve Onbirinci Hukuk Dairelerinin üç ayrı doğrultuda oluşmuş bulunan kararları arasındaki içtihat aykırılığının nedenlerini, asliye hukuk mahkemeleriyle ticaret mahkemeleri arasındaki ilişkiyi düzenlemiş olan Türk Ticaret Kanununun 5. maddesi hükmünün yorumu ile, iş sahası ilk itirazının kabulü ile dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine dair kararın hukuksal niteliği üzerindeki farklı görüşler teşkil etmektedir.

Eski Ticaret Kanununun yürürlükte bulunduğu dönemde, aynı yerde kurulmuş bulunan asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi niteliğinde görülmüş olmasının uygulamada ortaya çıkardığı sakıncaların giderilmesi ve özellikle işlerde süratin sağlanması için iki mahkeme arasındaki söz konusu ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 5. maddesiyle yeniden düzenlenmiştir. Yapılan düzenleme ile her iki mahkeme arasındaki ilişki, eski Ticaret Kanunu zamanında olduğu gibi usul kanunlarının kabul ettiği anlamda, bir görev ayrılığı olmayıp, sadece bir iş bölümü niteliğinde bulunduğu ve iki tarafınarzusuna tabi bulunmayan işler ayrık olmak üzere, bu hususun iş sahası ilk itirazı olarak ve cevap süresi içerisinde öne sürülebileceği, iş sahası itirazının varit görülmesi halinde, verilen gönderme kararları aleyhine ancak; esası halleden hükümle birlikte temyiz yoluna başvurulabileceği, ticari bir davanın hukuk mahkemesinde, ticari olmayan bir davanın ticaret mahkemesinde görülmesinin hükmün bozulması için yalnız başına kafi bir sebep teşkil etmeyeceği dosyanın gönderildiği mahkemenin davaya bakmaya mecbur olduğu ve vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi olduğu müddetlere dair usul hükümlerinin, iş sahasına ait ilk itirazın kabulü halinde de tatbik olunacağı esasları getirilmiş bulunmaktadır.

Ticaret Kanununun 5. maddesine göre ileri sürülen iş sahası ilk itirazının kabulü üzerine verilen gönderme kararları yargılamaya o davada son vermesi ve hakimin o davadan el çekmesi sonucunu doğurması bakımından görevsizlik ve yetkisizlik kararları gibi nihai kararlardan sayılırlar. Ancak nihai kararlara benzeyen bu ortak yön dışında onlardan bazı özelliklere de sahiptirler. Söz konusu özellikleri, nihai nitelikte bir karar olmalarına rağmen müstakillen temyiz edilmeyip esası halleden hükümle birlikte kabili temyiz olmaları, gönderme kararlarıyla birlikte masraf ve avukatlık parasına hükmolunmaması, verildikleri anda kesin kararlar gibi bir güce sahip olmaları ve gönderme kararı ile dosyanın tevdi edildiği mahkemenin bu karara uymak zorunda olması gibi hususlar teşkil eder. Bu kararlar, esası halleden hükümle birlikte temyiz edilebilmeleri bakımından da ara kararlarına benzerler. Bir yanılgı sonucu gönderme kararlarının mahiyeti ile bağdaşmayacak biçimde masraf ve avukatlık parasına hükmolunmuş ise kararın bu kısmının temyiz olunabileceği, yoluna başvurulmuş olması halinde de, kararın bir örneği ile temyiz dilekçesi ve buna verilen cevabın Yargıtaya gönderilmesiyle yetinileceği, dosyanın gönderme kararı gereğince görevli mahkemeye gönderilmesi gerektiği yönü de, 24.4.1967 gün 12/3 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile kabul edilmiştir.

İş sahası ilk itirazının kabulü ile gönderme kararı verilmesi üzerine, işe görevli mahkemede bakılabilmesi için yapılacak usulü işlemleri süre bakımından sınırlamış olan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193/3. maddesindeki sürenin hangi tarihten başlaması gerektiği hususunun tespitinde, gönderme kararlarının yukarıda açıklanan özelliklerinin her halde göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Dava dilekçesinin iptali, vazifesizlik ve yetkisizlik kararlarla ilgili olarak yeniden harç ödemeden, davanın görevli ya da ikili mahkemede yürütülmesini sağlamak için yapılacak usulü işlemleri ve bunların süresini belirleyen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193/3. maddesinde "her iki halde de karar tarihinden itibaren 10 gün zarfında yeniden arzuhal verilmesi veya davetiye tebliğ ettirilmesi lazımdır" denilmektedir. Madde metninde süre başlangıcının açıkça kararın verildiği tarih olarak belirtilmiş olmasına rağmen, vazifesizlik veya yetkisizlik kararları verilmiş bulunması halinde süre başlangıcının bu kararların kesinleşme tarihi olarak kabulü, anılan kararların temyiz edilebilme niteliğine sahip olmalarının, zorunlu sonucu olduğu açıktır.

Türk Ticaret Kanununun 5. maddesinin son fıkrasında "vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi oldukları müddetlere dair usul hükümleri, iş sahasına ait ilk itirazın kabulü halinde de tatbik olunur" denilmektedir" Bu hükümle, genel olarak bazı usul kurallarına sadece bir yollama yapılmıştır. Anılan fıkra hükmünden, gönderme kararlarının yukarıda belirtilen özellikleri hiç dikkate alınmadan, bu kararların niteliğine uygun düşmese bile, görevsizlik kararı verilmiş olması halinde, belli süreler içinde yapılması gereken usulü her türlü işlemin gönderme kararları içinde, bu süre kayıtlarına bağlı olarak aynı şekilde mutlaka yapılması gerektiği anlamı çıkarılamaz. Bu konuda yasada öngörülen husus, vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi olduğu müddetlere dair usul hükümlerinin, kıyasen gönderme kararları içinde uygulanacağı yönüdür. Kıyas yoluyla yapılacak uygulamada, vazifesizlik kararı ile gönderme kararı arasındaki ayırımlı durumların göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılar. O halde, kesin nitelikte olan gönderme kararı için Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193/3. maddesindeki sürenin, kararın tebliğini izleyen 15 günlük temyiz süresinin sonundan başlatılması, açıklanan nedenlerle isabetli sayılamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 30.3.1931 tarih ve 171 sayılı yorum kararının da konu ile bir ilgisi bulunmamaktadır. "Müddetlerin ilamın iki taraftan her birine verildiği tarihten başlayacağına" dair Usulün 393. maddesi hükmü de ancak aleyhine kanun yoluna başvurma olanağı bulunan nihai kararlar için söz konusudur.

Diğer taraftan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 160. maddesinde genel olarak "müddetlerin iki tarafa tefhim ve lazım ise usulen tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı esası getirilmiştir. Gerekçesi yazılmak suretiyle usulüne uygun biçimde ilgililerin yüzüne karşı tefhim edilen, tefhim edildiği anda hukuken varlık kazanan ve verildiği anda kesin nitelikte olan bir kararın taraflara tebliğine lüzum ve ihtiyaç bulunmadığı da ortadadır.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193/3. maddesinde yazılı süre hak düşürcü süre niteliğindedir, yasada açıklık bulunmadıkça bu tür sürelerin şu veya bu nedenle uzatılması da olanaksızdır.

Yapılan açıklamalara göre: Gönderme kararı ister ilgililerin yüzüne karşı ister gıyaplarında verilmiş olsun Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193. maddesinin üçüncü fıkrasında yazılı 10 günlük sürenin "gönderme kararı aleyhine temyiz yoluna başvurma olanağının kalmadığı, başka bir anlatımla tebliği izleyen 15 günlük temyiz müddetinin bitmesinden itibaren başlaması icap edeceğine" ve yine "yüze karşı verilmiş olsa dahi anılan sürenin gönderme kararının ilgiliye tebliğinden itibaren hesaplanması gerektiği" görüşlerini benimseyen ve görüşmeler sırasında aynı doğrultuda ileri sürülen düşüncelerin ilgili yasa hükümlerinin özüne ve sözüne uygun düşmeyeceği kanısına varılmıştır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle Türk Ticaret Kanununun 5. maddesine göre ileri sürülen "iş sahası ilk itirazının kabulü ile gönderme kararı verilmesi üzerine; işe görevli mahkemede bakılabilmesi için, yapılacak usulü işlemleri süre bakımından sınırlamış olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193. maddesinin 3. fıkrasında yazılı 10 günlük sürenin yüze karşı verilen ve usulünce tefhim olunan kararlarda kararın verildiği, gıyapta verilen kararlarda ise kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlayacağına, 11.10.1976 tarihinde ikinci oturumda üçte ikiyi aşan çoğunlukla karar verildi.

Full & Egal Universal Law Academy