Yargıtay Büyük Genel Kurulu 1944/23 Esas 1945/5 Karar
Karar Dilini Çevir:
Yargıtay
Dairesi: Büyük Genel Kurulu
Esas No: 1944/ 23
Karar No: 1945 / 5
Karar Tarihi: 28.02.1945

(743 S. K. m. 618, 633, 933, 935) (818 S. K. m. 33) (2004 S. K. m. 97, 98, 226)

Eşhasın tapu ile veya tapusuz olarak uhdesinde bulunan gayrimenkul 2510 sayılı İskan Kanununa göre muhacire veya nakledilenlere temlik edildiği takdirde bu temlik tarihinden bir sene geçtikten sonra açılan dava münasebetiyle mümellekünleh namına olan tapunun iptaline 3667 sayılı kanunun üçüncü maddesi mucibince mesağ olmadığından ve gayrimenkulun aynına taalluk eden davanın istimai gayri caiz bulunduğundan bahsile mahalli mahkemesi hükmünün Hukuk Genel Kurulunun 12.5.943 tarih ve 34/33 sayılı karariyle bozulduğu halde ahiren toplanan heyette buna benzer bir hadisenin tetkiki sırasında yukarıda tespit olunan karara mübayin ekseriyet hasıl olacağı anlaşılmış olmakla keyfiyetin Tevhidi İçtihat yoluyla halli Birinci Başkanlığın 26.6.944 tarih ve 3/81 sayılı yazısıyle istenilmesine mebni ihtilafın mevzuunu teşkil eden zikri geçen yazı ile ilişiği karar örneği teksir edilerek Genel Kurul Üyelerine dağıtılmıştı.

Müzakere için tayin olunan 7.2.945 tarihine rastlayan çarşamba günü saat 9,30 da toplanan Genel Kurul Birinci Başkan Halil Özyörük'ün başkanlığı altında müzakereye başlıyarak Birinci Başkan tarafından bu işe ait müzekkere ve eki okunduktan ve mesele izah edildikten sonra evvelemirde tevhidi içtihadı mucip ihtilaf bulunup bulunmadığı reye konularak, hadisenin tevhidi içtihat yoluyla halli lazım geleceği çoğunlukla karar verildi ve vaktin ademi müsaadesine binaen esas hakkında müzakere yapılmak üzere gelecek celseye bırakıldı. 7.2.945

(İkinci oturum: 14.2.945)

Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı Şemsettin Temizer Söz alarak: Kanaatımca mevzuubahis ihtilaf kanunu anlayış şeklinden çıkmaktadır. Evvela kanunun ihtilafa sebep olan maddesini müsaadenizle okuyacağım.

Bizi ilgilendiren kısım 2510 sayılı iskân K.nun Yirmi üçüncü maddesine eklenen fıkradır. (Yirmi üçüncü maddeyi ve eklenen fıkrayı okudular)

Şimdi malumu alileridir ki kanunlar söylerken hisler susmalıdır. Çünkü kanunun karşısında hisler mütehaliftir. Her şahıs kanundan başka türlü mütehassis olur. Binaenaleyh kanunu uygularken hisle değil kanuna tabi olarak hareket etmelidir. Kanun karşısında hislerimizi dinlemek icap etse bendeniz bu kanunu, hiç tatbik etmem. Çünkü bu kanunun birinci gayesi şark vilayetlerinde mütekasif ve Türk olmıyan bir çok halkı oradan ayırıp Türk ırkıyla dolu olan başka yerlere serpiştirmektir. Binaenaleyh bu kanun ilk nazarda benim hissim ile kabili telif değildir. Fakat ne yapayım ki kanundur. Milletim böyle düşünmüş ve bu hükmü koymuş vazife kanunu hüvesine tatbik etmektir. Ben başka türlü kabul edemem. Aksi halde anarşi olmuş olur.

Bu itibarla okuduğum şu yirmi üçüncü madde hakikaten Medeni Kanunla taaruz eylemektedir. Zira benim tapulu gayrimenkulümü Devlet tapusuz zannederek muhacir ve yersizlere temlik eyledim dedimi bana ancak temlik tarihinden itibaren bir sene içinde dava etmek hakkı veriyor. Bir sene geçdikten sonra ayin hakkındaki hakkım sakıt oluyor. Benim hakkım artık o gayrimenkulun temlik tarihindeki rayiç bedelini istemekten ibaret kalıyor. Bu durum ise hisse aykırıdır. Nasıl Devlet benim hususi mülküme tasarruf eder? Bu kanun çerçevesi dahilinde elbette eder. Yarın Devlet bir kanun çıkarıp Türkiye'de hususi mülkiyet yoktur. Diyemez mi? Anane ve adetlerine çok bağlı olan ve tarih boyunca onlara riayetkar bulunan İngiltere bile bu harp çıkınca gazetelerde hepimizin okuduğuna göre neşrettiği bir kanunla icabında fertlerin mallarının devlete ait olacağını kabul etmiş kendisini tehdit eden tehlike ve baş gösteren büyük ihtiyaç karşısında ananesini de yıkmış.

Üzerinde konuştuğumuz bu İskan Kanunu ve 3667 sayılı kanun bize aykırı gelmesin çünkü bir kanundur. Ve kanunun bu tarzı hareketine biz ta istibdattan beri alışık bulunuyoruz; arzedeceğim:

Mecellede müruruzaman sık sık mevzuubahis olur Fakat sukutu hak müddeti o kadar bariz tebellür ettirilmemişti. Gerçi bazı muamelelerde sukutu hakkın da mevcudiyeti belli olurdu ama biz onu sukutu hak müddeti diyebilmezdik; veya pek azımız bilirdi.

Ta istibdat devrinden beri bu nevi kanunlara alışık bulunduğumuzu arzetmiştim. 1286 tarihli Deyn İçin Emvali Gayrimenkulenin Sureti Furuhtu Hakkındaki Kanunun On üçüncü maddesi bu kabil bir hükmü kabul etti.

12 Kanunuevvel 303 tarihli arazi kanununa zeyledilen fıkrada bugün üzerinde durduğumuz hükümle at başı beraber gider. O fıkra şudur: (Okudular) (Bu mevzuda Atıf Bey, Hüsnü Ef. ve Cemal Beyin şerhlerini de arzedeceğim) görülüyor ki üzerinde durduğumuz madde ile okunan şu fıkra hemen hemen ayni mealde gibidir.

Meşrutiyet devrinde de buna benzer kanunlar yapıldı, İşte bir tanesi: Emvali Gayrimenkulenin Tasarrufuna Dair olan Kanunun on yedinci maddesi. (Okudular).

Borcun ödenmemesi halinde bir kısım gayrimenkullerin satılması, kavanini mahsusa ile, defterhane memurlarına verilmişti. Fakat o gayrimenkule, bir müstehak çıkarsa ve dava ederse müzayede tehir olunuyordu. Bu vaziyete göre mesela: İstanbul'da bulunan bir gayrimenkulümü birisi sahte bir muamele ile başkasına vefaen ferağ etmiş ipotek yapmış alacaklı bunu müzayedeye çıkarmış ise ben bundan haberdar olamadım ve müzayede devam ederken istihkak davasını açamadım gayrimenkulde müzayede neticesinde ihale edilmiş bu ihaleden sonra artık o gayrimenkul hakkında onu alan müşteri aleyhinde istihkak davası açamam. Ayni hakkında hakkım sakıt olur, hakkım ancak bedele taalluk eder. Ve artık ben onu alan müşteriden istirdat edemem. Bu maddenin esbabı mucibesi şudur: (okudular).

Bu söylediklerimden başka 1331 sayılı Cumhuriyet devrinin bir kanunu var. Bunun on yedinci maddesi şöyle diyor. (Okudular) işte ayni vaziyet burada da mevcut. Maddeden anlaşılıyor ki o gayrimenkulun bana aidiyetini ispat etsem ve bu hükmen sabit olsa bile yine o gayrimenkul bana geçmiyecektir. Benim yapacağım şey onun kanunda yazılı şekildeki kıymeti alabilmekten ibarettir. Uzağa gitmeye ne lüzum var? İşte her gün uyguladığımız İcra ve İflas K.nun doksan yedi, doksan sekiz ve müteakip maddelerine de bir göz atmak kafi. Bu maddeler İcra ve İflas Kanununun haciz yoluyla takip başlığı altındaki fasıldadır. Bu fasıl hem menkullerin, hem gayrimenkullerin, hem alacak ve hem de hakların ve senetlerin haczi hakkında umumi hükümlerden bahseder. Bu kabil hacizlere karşı istihkak davalarının ne zaman ve nasıl açılabileceği ve istihkak davasının sükutu hak müddeti, bu maddelerde gösterilmiştir. Maalesef bizim memleketimizde ayni gayrimenkul için muhtelif şahısların yedlerinde başlı başlarına tasarruflarını natık tapu senetlerine sık sık tesadüf edilmektedir. Mesela bir alacaklı borçlusuna bir ödeme emri gönderse borçlu kanun hükmünce mal beyanında bulunmaya mecbur. Böyle bir gayrimenkulu olduğunu ve tapu kaydına ait malumatı da bildirdi. Alacaklı bu gayrimenkulu haczetti. Halbuki o gayrimenkul ki başlı başına da diğer bir başkası namına tapu kütüğünün diğer bir sahifesinde kayıtlıdır. İşte gayrimenkulun asıl maliki yedi gün içinde istihkak davası açmazsa hakkı sakıt olur.

İmdi bu maruzatımdan anlaşıldı ki İskan K.nun yirmi üçüncü maddesine eklenen fıkranın ihtiva ettiği hüküm yeni bir sistem değildir. Eskidenberi muhtelif kanunlarla bizde yer almış bulunuyor.

Gelelim Hükümetimizin bu kanunu ne gibi emval hakkında ve ne gibi durumlarda tatbik edeceği veya ettiği meselesine:

Bunu Hükümetin 2510. sayılı İskan K.nun yirmi üçüncü maddesine bir fıkra eklenmesi teklifinin esbabı mucibesini, ve Millet Meclisi Encümenlerinin esbabı mucibe mazbatalarından öğreniyoruz. (Esbabı mucibeleri okudular) Adliye Encümeninde aza Şinasi Bey bu kanun tasarısının Medeni Kanun hükümlerine ve hususi hukuka aykırı olduğu mütalaasiyle muhalif kalmıştır. Onun muhalefetini de okuyalım: (Okudular) Demek oluyor ki bu kanun Medeni Kanun hükümlerine istisna teshil etmek üzere kabul edilmiş oluyor.

Maruzatım şimdilik bu kadardır. Dairemiz bu fıkradaki bir seneyi daima bir sükutu hak müddeti ve kanunun bir nassı olarak kabul etmiş ve etmektedir.

İkinci Hukuk Dairesi Başkanı A. Hikmet Berki: Kanunlar her meselede açık değildir. Bir çok meselelerde tefsire ihtiyaç hasıl oluyor. Bunun içindir ki ötedenberi tefsir yolu açık bulundurulmuş ve bir takım kaideler konarak bu önemli iş ilim haline getirilmiştir. Bu kaidelerden biri de her kanun konusu çerçevesinde mütalaa ve tefsir olunur. Bahislerde böyledir. Yani mevzuları dairesinde inceleniyor. Bu nevi tefsire garp hukukçuları mantıki tefsir diyorlar. Ve mantıki tefsiri plan ve kanunun tanzimini sevk ve idare eden kaide ve fikirler içinde tefsir diye izah ediyorlar.

İmdi bizde tefviz kanununu bu şart içinde tefsir etmek zaruretindeyiz. Müsaadenizle ilgili maddeleri bir daha gözden geçirelim.

Madde: 2- İskan edilen muhacir, mülteci göçebe, ve naklolunan çiftçilere ve sanatkarlara aşağıda yazılı topraklardan dağıtılır.

A- Menşei ve nevi ne olursa olsun bütün milli topraklardan,

B- Şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları içinde bulunan mera, baltalık ve fundalık gibi orta malı olup hükümetçe ihtiyaçtan fazla görülen topraklardan,

C- Şehirlerin kasabaların, köylerin sınırları dışında kalan ve orman olmayan boş yerlerden,

Ç- Devletçe görülecek lüzum ve zaruret üzerine bazı ormanlarda İcra Vekilleri Heyeti Karariyle, muvafık görülen yerlerden,

D- Hükümetçe satın alınacak veya istimlak olunacak çiftlikler ve topraklardan,

Madde: 22- Muhacirlerin, mültecilerin, göçebelerin ve naklolunanların yerleştirilmelerine ayrılan veya bunlara verilen yapılar ve topraklar kimin, işgali altında olursa olsun Vali ve Kaymakamın yazılı emriyle zabıtaca boşaltılır ve kendilerine teslim olunur. Bunlara vukubulacak tecavüzlerde de Vali ve Kaymakamlar zabıta marifetiyle tahliyeye salahiyetlidirler.

Madde: 23- Bu kanun hükmlerine göre muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine Vali ve Kaymakamlar salahiyetlidirler. Dağıtış deftere veya kararlarının altı Vali ve Kaymakamlarca tasdik edilmesi temliktir. Tasdikli defterlerdeki veya kararlardaki miktarlar muteberdir.

İlave fıkra - (15.Temmuz 1939 - No: 3667) bu suretle temlik edilmiş olan gayrimenkuller hakkında vukubulacak ayni davalarda hasım taraf, yeni malik ile birlikte hazinedir.

Temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayiç üzerinden bedel davası açabilirler.

Ayni veya bedelin verilmesine hükmolunduğu takdirde mahkeme masrafları yalnız hazineye yükletilir.

Görülüyor ki işin mevzuu netice itibariyle Devlete ait olan yerlerin tefvizidir. Şunun bunun tapulu yerleri maddenin konusu dışındadır. Binaenaleyh bir kişinin müseccel yeri verilirse bu kanunun menettiği bir hareket olduğundan umumi hükümlerin tatbiki icap eder. Diğer kanunlarda da böyledir. Binası olmayan bir şahsa bir bina vergisi veya beş yaşında bir çocuğa yol parası tarh edilse bu kanunların mevzuu mükellefler olduğundan burada zikri geçen müteferri hükümler tatbik olunamaz.

Meclis Adliye Encümeni müseccel hakların mahfuz olduğunu kaydetmiştir. Bence buna lüzum bile yoktu. Hilafı zan ve tevehhüm olunmasın diye tasrih etmiştir.

Bir kerre düşünelim kanunda Hükümetce satın; alınacak veya istimlak edilecek topraklardan deniyor. Farzedelim ki satın almaya veya istimlake teşebbüs edilmiş fakat vazgeçerek birinin çiftliğini tefviz etmiştir. Şimdi burada ilavede yazılı müruruzaman tatbik olunur mu? Böyle şey olur mu?

Geçen celsede bulunamamıştım. Galiba bu müddet müruruzaman mı sükutu hak müddeti mi bunda da ihtilaf varmış. Bunu da, arzedeyim. Malum olduğu üzere müruruzaman hak olduğu halde davanın istimaına ve sükutu hak müddeti hakkın vücuduna mani olur. Yani müruruzamanda hak vardır. Fakat zaman geçtiğinden himaye edilmez. Fakat sükutu hak müddetine tabi olan işlerde hakkın sübut ve vücudu bu müddette dava açılmakla meşruttur. Bu müddette dava açılmazsa hak vücut bulmamış demektir. Kanunun istihkak tabirinden de anlaşılacağı üzere açılacak davalar mevcut tasarruf hakkına taalluk etmek itibariyle bahsi geçen müddetin müruruzaman olduğunda şüphe yoktur.

Birinci Hukuk Dairesi Başkanı Cevat Gücün: Birinci Hukuk Dairemiz bahsimize konu olan değişik yirmi üçüncü maddeyi Üçüncü Hukuk Yüksek Dairesi gibi her türlü araziye şamil olacak bir surette mutlak genel bir anlamda uygulamamaktadır.

Maddeyi mutlak ve amm bir şekilde uygulamaya mani olacak hem sarahat ve hem de delalet ve işaret vardır. Sarahat mübadil, muhacir ve mülteci ve sair yerlerden nakledilen kimselere verilecek yerler bu kanunun daha yukarıki maddesinde sayılarak istikrai bir surette zikir ve beyan edilerek tapulu yerler hariç bırakılmıştır. Hükümet devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan sahipsiz boş yerlerden, devlete intikal etmiş olan metruk emvalden, köylere muhassas olup da köylülerin ihtiyacından arta kalan yerlerden ve nihayet istimlak ve istimval edilecek büyük çiftliklerden olan araziyi muhacir ve benzerlerine tahsis ve temlik edeceğini hasren ve açıkça beyan etmiştir. Bir senelik süre içinde müstehıkkının dava etmesi ve etmediği takdirde hakkının bedele inkılap edeceğinden bahseden maddenin başında (bu kanuna göre) kayıt ve atfı vardır. Matufunaleyhi olan madde ise bu kanun hükümlerinin hangi arazide cereyan edeceği hakkında pek sarih bir hasrı ifade etmektedir. Tapulu arazinin hariç bırakılması istisna teşkil eder. Zaten istisnanın tarifi nedir? (Tekellüm bil baki badessünya) değil midir? İşte bunda da kanuncu tapulu araziden maadası hakkında konuşmuştur. Tapulu arazinin bundan hariç kaldığına dair bir işaretli delalet de vardır. O da şudur: (İstimlak olunacak tapulu çiftlikler) ibaresinden anlaşılıyor ki tapulu yerleri, usulü dairesinide peşin değerini bankaya yatırarak iskanı muhacirin için lazım olursa istimlak edeceğinden bu şekilde istimlak yapılmaksızın kimsenin tapulu yerinde iskan yapılamıyacaktır. Yapılırsa ister yanlışlık olsun ister bilerek olsun tahsis ve temlik hükümsüz olmak lazım gelir. Vali ve Kaymakam kanunen mesağ verilmemiş bir temlik yapmış olur ve bu temlik bu kanuna göre bir temlik olmadığına göre atıf veçhile buna ait davada değişik maddenin bir seneye ait istihkak davası hükmü de cari olmaz. Demek oluyor ki bu maddenin tapulu yerlere ait istihkak davalarında uygulanmasına arz eylediğim gibi kanunun hem sarahat hem de işaret ve delaleti vardır. İşte "bu kanun" ile mesukunleh de budur. Yoksa muhacirleri gayrin tapulu arazisinde iskan tasavvur bile edilmemiştir. Temyiz Üçüncü Hukuk Dairesinde hakim olan fikir ve kanaatle bunlara iltihak eden zümre bu kanun ve maddenin encümenlerdeki gerekçeler mazbatasiyle maddedeki (istihkak), (müstehik) ve (bedel) hükümlerinden çıkardıkları anlamlara dayanmaktadır. Dayanakları sakattır; çünkü: istihkakın lugatçe anlamı bir şey haklamadır. Hukuki terimde istihkak öteden beri malik olduğu taşıtlı ve taşıtsız, tapulu veya tapusuz bir malı başkasının eline veya tasarrufuna geçtiğini gördükte istirdadı hakkında açtığı davadır. Bunun tapulu veya tapusuz olan arazi davacısına da müstehik deneceğine göre neden tapusuz yerlerin müddeisinin de kastolunabileceğini teemmül etmiyorlar da madem ki mutlak surette müstehik denilmiştir, o halde tapulu yerler de bu mefhum içindedir diyorlar.

Bu müstehıkkın daha önce arz ettiğimiz gibi kanunun sarahat ve delaletiyle olan takyidini gözönünde tutarak buradaki istihkaktan maksat tapusuz istihkak davaları olmak lazım geleceğini kabul etmek zarureti vardır.

Tapusuz yerlerde istihkak iddiası cereyan etmez mi?

Tapusuz yerlerin bedeli olmaz mı? Tapuya tescilden evvel mülkiyet ifade eden Medeni Kanunun 633. maddesinde yazılı hususlar ve bu meyanda ihya ile tescilden evvel kazanılan haklar yok mudur? ve bunların bedelleri olmaz mı? Sonra bizde toprakların yüzde altmışı tapuca müseccel değildir. İhyaya, yede, tescilsiz tahsislere müstenit istihkak iddiaları yok mudur? İşte kanuncu bunları düşünmüş ve bu kısa süreyi onlar için koymuştur. Nitekim evvelce de arazi kanununun yirminci maddesine müzeyyel bir madde var idi. Onda da araziyi haliyeden muhacirlere tahsis edilecek topraklar hakkında açılacak davalar için iki senelik bir zamanaşımı konulmuştur. Onda da tapulu ve sahipli arazi bu kısa zamanaşımı hükmünden hariç bırakılmıştı. Tapulu yer sahibi her zaman toprağının başında bulunmaz. Tapusu koynunda başka yerde oturur ve mülkünden emin iken günün birinde tapulu evinde veya bahçesinde bir muhacirin yerleştiğini anlayıp dava açtığında "aradan bir yıl geçmiştir ve bunun mebdei ıttıla değil temlik tarihidir, evi ve bahçeyi dava edemezsin, bedelini iste" demekte hak ve adalet var mıdır? Bu adaletsizliği kanun vazıı asla terviç etmemiştir. Yanlışlıkla olabilir dediler. Yanlışlık olduğunda bu maddenin cereyan edeceğine karine yoktur. Bilakis hükümsüz bir temlik karşısında o maddenin uygulanamaması evleviyette kalır.

Ticaret Dairesi Başkanı Fuat Hulusi Demirelli: 2510 sayılı kanunun 3667 sayılı (kanunla değişen yirmi üçüncü maddesinde denildiği gibi cetvel Vali yahut Kaymakam tarafından tasdik olunmak suretiyle temlik olunmuş sayılan mülkler ancak kanunun birinci maddesinde sayılan mülklerdir. Bunlardan olmayan mülkler yirmi üçüncü maddede bahsedilen cetvele girmekle hazine tarafından temlik edilmiştir denemez. Çünkü birinci madde buna mani olduğu gibi bir kimsenin mülkü olan bir yerin kanun hükümlerine uygun surette istimlak edilmiş olmadıkça hazine tarafından bir başkasına temlik edilmesi tasavvur bile edilemez. Yanlışlık olabilir deniyor. Yanlış bir muamele üzerine muteber bir temlik hükmü tertip olunamaz. Buna müsait sayılabilecek bir hukuk prensibi bilmediğim gibi yanlış bir tasarrufun kanuna uygun bir istimlak olabileceğine de ihtimal veremem. Umumi menfaatler için istimlakin yolu Anayasa'daki temel üzerine düzenlenip yayınlanmış olan hususi kanunlarda gösterilen yollardır. Yanlış bir işlem üzerine öyle bir istimlak sonucuna varılamaz. Bu kanun da bir iskan kanunudur; yoksa kamulaştırma kanunu değil.

Maddenin son şeklinde yani yeni ekinde kabul edilen bir senelik dava müddeti ancak bu kanuna göre yani birinci maddede sayılan yerlerin birinden olmak üzere temlik edilen mülke karşı olan istihkak davası için konmuştur. Onun için bu müddetin başlangıcı da cetvelin ilanı falan gibi mülk sahibinin işi öğrenebileceği bir zaman değil, cetvelin tasdik olunması tarihi olarak kabul edilmiştir. Bunda nedense büyük bir mahzur görülmemiştir. Fakat ne olursa olsun, birinci maddede sayılan bir yer yirmi üçüncü maddede yazılı suretle temlik edilmiş olunca bu temlike karşı istihkak davası ancak hazinece daha evvel yapılmış bir tahsis veya tefviz gibi bir sebebe istinat edecek. Fakat cetvele bir yurttaşın mülkü ve bu cümleden olarak adına tapuda kayıtlı olan bir gayrimenkul girmişse bu kanuna göre, hatta hiç bir kanuna göre bir temlik yok demektir. Bazı arkadaşlar bu halde de temlik var diyorlar. Birinci maddeyi hiçe sayarak sadece yirmi üçüncü maddeye bakıyorlar. Halbuki kanun Ali'nin mülkünü Veli'ye temlik ediniz dememiştir. Vali veya Kaymakam cetvelde Ali'nin mülkü bulunduğunu bilerek onu temlik etmeyi kastetmemiştir. Hatta mülk kendisine verilen kimse bile Veli de Ali'nin mülkünü kendisine mülk edinmek istememiştir. Böyle bir temlik nerede görülmüş? Temlikin şartı yalnız yirmi üçüncü maddenin tayin ettiği şekle uygunluktan ibaret değildir, esas ve konuyu bildiren birinci maddeye uygunluk temlikin hatta şekilden de daha esaslı olan rükünlerindendir. Her iki maddeye de uygun muamele temliktir. Bunlardan yalnız yirmi üçüncü maddeye uygun, fakat birinci maddeye göre batıl olan muamele temlik değildir. Aksini kabul etmekle her hangi bir batıl satışı yalnız şekline bakarak ve esasındaki butlanı nazara almıyarak muteber saymak arasında hiç bir fark yoktur. Bunun için mülk sahibi mülkiyet hakkına ve tapu kaydına dayanarak her zaman bu yanlışlığın düzeltilmesini isteyebilir. Ona karşı yirmi üçüncü maddeye dayanarak senin mülkiyet hakkın cetvelin tasdiki üzerinden bir sene geçmekle düşmüştür diyemeyiz. Hususiyle o yurttaş bize benim dediğiniz cetvelden haberim yoktur; şimdi haber aldım derse kendisine "senin, haberin olmuş, olmamış; bunun hükmü yok; değilmi ki davayı cetvelin tasdiki tarihinden bir sene içinde açmadın, bir sene geçti artık senin mülkünün üzerindeki ayni hakkın düşmüştür; sen ancak hazineden bedel isteyebilirsin" diyemeyiz.

Bir hak, hususiyle zamanaşımına bile tabi olmayan tapuda kayıtlı mülkiyet hakkı nasıl olur da mülk sahibinin haberi olmadan geçecek bir senenin sonunda düşmüş bulunsun. Bu fikirde bulunanların buna benzer diye öne sürdükleri eski ve yeni kanunlardaki hükümlerin hiç birinde böyle habersiz, sessiz sedasız bir hakkın düşmesi yoktur. Onların hepsinde gerek hakkın sükutu, gerek zamanaşımı sürelerinin başlangıcı hak sahibinin hakkına tecavüz olunduğunu öğrendiği tarihtir. Kanunun, Anayasa'daki yurttaş haklarına, hukuk ve adalet prensiplerine uygun olduğunda şüphe edilemeyeceğinden maddeye böyle en açık hak kaidelerine aykırı bir mana verilemez.

Hak sahibine ne diyeceğiz? Hangi kusurunu yüzüne çarpacağız? Cetveli kendisine tebliğ etmedik, ilan etmedik ki kanunun dava için koyduğu müddeti geçirdin diyebilelim. Sayın arkadaşların bazıları buyuruyorlar ki tapu kayıtları mazbut değil, aranırsa bulunamaz, onun için Vali ve Kaymakamın yaptıkları yanlışlık mazur görülür. Peki, tapu kayıtlarının şayet mazbut değilse -ki ben bunu kabul etmiyorum mazbut olmamasından kayıt sahibinin yahut mirasçısının ne kusuru olabilir? O arkadaşlar yanlışlığı yapan Vali ve Kaymakama özür arıyorlar da bütün kusur ve ihmali zavallı mülk sahibine, hem de sulh mahkemesine başvurmuş olduğuna göre şöyle üç, beş dönümlük bir tarla yahut kıymeti 300 lirayı geçmeyen bir evin malikine mi yükletmek istiyorlar? Tabii maksatları bu değil, ama tapu kayıtlarımız muntazam değildir, mülk sahibi mülkünün başında bulunmalı, Vali, Kaymakam bu mülke karışıyor mu karışmıyor mu? Temlik cetveline koymuşlar mı koymamışlar mı? Bunları araştırmalı demeleri adeta bu manaya geliyor.

Ya davacı onlara derse ki efendim köyde böyle bir cetvel yapıldığını ben ne bileyim ki üç seneden beri askeri hizmette bulunuyorum. Köyüme hiç gitmedim ve böyle bir cetvele benim tapulu evimin, tarlamın girmiş olduğunu kimse bana bildirmedi, ona ne cevap verecekler? Bir kimsenin hakkı kendisinin haberi olmadan ve hiç bir kusuru olmadan sadece Valinin, Kaymakamın, tapu memurunun kusurları yüzünden işte böyle bir senecik içinde düşer mi diyecekler?

Müsaadeleriyle arz edeyim ki ben böyle bir şey söyliyemem ve adamın davası ve hakkı düştü diyemem. Zaten yirmi üçüncü madde tek başına değil de, birinci madde ile birlikte gözönünde tutulunca davacıya o yolda cevap vermeğe kimsenin hakkı olmayacağı fikir ve inancındayım. Yukarıda maddeyi nasıl anladığımı söyledim ve yanlışlığa müstenit bir temlik, yanlışlık üzerine kurulacak bir kamulaştırma olamayacağını da arzettim. Arkadaşların bazısı hala Vali ve Kaymakamın tasdiki Hasan'ın ve Ali'nin mülkünü de temlik demektir diyor ve zaten on senelik zamanaşımından bahsediyorlar ve bunun yerine bu kanunun bir senelik hak sükutu kabul ettiği fikrinde bulunuyorlar. Ben ise malikin ve mirasçısının bu kanuna göre de hakkını hiç bir zamanaşımına bağlı olmadan arayabileceğini ve yirmi üçüncü maddenin buna mani olacak bir mana taşımadığını iddia ediyorum. Çünkü mülkiyet hakkının yanlışlıkla ortadan kalkıp yanlış bir muamele ile başkasının uhdesine geçmiş bulunacağını veya yine böyle bir yanlışlık neticesinde bir mülkün sahibine haber verilmeksizin kamulaştırılmış bulunacağını kabule imkan yoktur.

Valinin veya Kaymakamın temlikte bulunduğu kimsenin iyi niyetli olduğunu kabul eden arkadaşlar, mülk sahibinin hangi halinde iyi niyete aykırı bir şey görüyorlar? Sübjektif olarak her ikisi iyi niyet taşıyorlar. Hangisinin niyeti objektif bakımdan da itiraz götürmezse onu tercih edeceğimiz yerde tapu kaydını iyi tetkik etmeyen tarafın yanlışlıktan faydalanma hakkını mı tercih edeceğiz? Yanlışlıkları hoş görüp devamını terviç etmek mi gerek? Ne yapalım? Kanun böyle diyor diyemeyiz. Çünkü kanun böyle demiyor. Birinci maddede saydığı mülklerden başka bir mülkün ne temlikini ne kamulaştırılmasını kastetmiş değildir. Kanunun hangi bir hükmünde köylünün elindeki biricik evini yahut üç, beş dönümlük ancak idaresine yeten bir tarlasını kamulaştırmak ve sonra da başka birisine vermek kastı çıkarılabiliyor, anlıyamıyorum. Bir toprak kanunu tasarısı var, işitiyoruz. O, Anayasa'nın yetmiş dördüncü maddesinin ikinci fıkrasına uygun bir tasarıdır ve ancak bir kimsenin idaresinden fazla olan toprağı önce kamulaştırıp sonra topraksız çiftçiye veriyor. Yoksa üç, beş dönümlük toprak sahibinin tarlasını yahut herhangi bir kimsenin evini elinden alacak, bir başkasına verecek değildir. Hadiselerimizde ise dava böyle üç, beş dönüme yahut eve falan taalluk ediyor ve yanlışlıklar bir, iki değil, pek çok olmuştur. Davaların çokluğundan ve çoğunun sulh mahkemelerince görülmüş olmasından ve önümüzdeki iki olay ve misalden böyle yanlışlıkların hoş görülemeyecek kadar çokça olduğu anlaşılıyor.

Kendilerine böyle temlik yapılanların hepsi de muhacir falan değildirler. Başka yerlerden uzaklaştırılmış olanlar ve aynı köyden topraksız yahut toprağı az olanlar da var ve olabilir. Fakat her kime böyle yanlış bir muamele ile yer verilmişse ondan her zaman alınabilir; Masraf mı etmiş? Onu yanlışlığı yapan tazmin etsin; hakiki mülk sahibi, fakir köylü değil. Çünkü onun bu işte hiç bir kusuru yoktur. Bununla beraber zaruri ve faydalı masrafları o da seve seve öder. Elverir ki mülkü kendisine geri verilsin. Muhacir yahut topraksız kimse açıkta mı kalacak, ikinci bir göçmenliğe mi uğrayacak; ne münasebet? Devlet'in bunca toprağı ve metruk mallardan mülkleri var. Kanunun birinci maddesinde sayılan o gibi mülklerden başka bir münasibini, hatta daha iyisini ona vermeye yine Devlet'in ve bu kanunun kudreti ve yetkisi vardır. Fakat yerlinin evi yahut üç dönüm tarlası elinden alınıp ona yalnız parası verilirse yarın o parayı yer ve yeni toprak kanunu tasarısı kanunlaşıncaya kadar o zavallı topraksız kalmış olur. Böyle bir şey ne adalete sığar, ne hiç bir mantığa veya kamu menfaatına uygun düşer.

Sözümün özü şudur ki bahsini ettiğimiz kanunun yirmi üçüncü maddesini ve bunun son şeklini yine, bu kanunun değiştirilmemiş olan ve esas maksadı sınırlıyan birinci maddesini gözden kaçırmaksızın okumalı ve ona bu yolda ve hak, adalet, müsavat ve genel menfaat prensipleri dairesinde gerekli olan manayı vermeliyiz, yoksa maddeyi yalnız başına ele alıp ve istihkak kelimesi mutlaktır deyip hiç bir adalete ve akıl ve mantığa, hatta eşitliğe ve genel menfaate uymayan ve kanunun birinci maddesindeki çerçeveyi kırıp ondan taşan bir manada anlamayı ve uygulamayı benim havsalam almaz. Takdir ve karar yüksek heyetinizindir.

Osman Nuri Köni: Efendim, tefsir hakkında bir takım kaideler söylendi, doğrudur da. Evet tefsirde umumi kaideleri nazara almalı ve ahkamı umumiyeye yaklaştırmalıdır deniyor. Şüphesiz bu mühim bir kaidedir. Fakat bu kaide, bu nas bir hükmü kanuni bulunmadığı, kanunda hilafına sarahat mevcut olmadığı takdirde gözönüne alınacaktır. Fakat kanun bililtizam Medeni Kanundaki müddetlerden ayrıldı ise artık o kanunun nasıl bir kanun olduğuna bakmalıdır, iskan kanunu bir amme kanunudur. İskan edilen zümre için konmuştur ve onların terfihini, yerleşmesini, istikrarını gaye edinmiştir. Yoksa beş altı sene sonra tedirgin olmasını değil. Muhacir orada yerleşmiş, o yere güvenmiş; sonradan da şimdi çıkacaksın deniyor. Vazııkanun hayır ben olsa olsa bir sene için onu bu ihtimale maruz bırakırım diyor ki bir sene içinde muhacirin tam manasiyle yerleşmesi ihtimali pek azdır; ve müstehiklere - bu tabir şayanı nazardır. Müstehik tapulu sahip demektir ki vazıı kanun bu tabirle Medeni Kanuna göre hak sahibini kastetmektedir. -bunun için bir sene içinde dava açmak hakiki tanınmıştır. Kanun zilyet vs. demiyor, müstehık diyor. Vazıı kanun bu kanunu koyarken muhaciri düşünmüştür. Bunun için yani muhacirler perişan olmasın diye kısa bir sukutu, hak müddeti koymuştur. Bendenizce mevzuubahs maddede iki tane müddet mevcuttur:

1- Sukutu hak müddeti,

2- Bedel hakkında müruruzaman (Çünkü kanunda bu hususta sarahat mevcut değildir.)

Kanun bedel davasında hazineyi hasım olarak kabul etmekle ahkamı umumiyeden ayrılmış bulunuyor.

Mevzuubahs ettiğimiz kanun Anayasa'ya aykırı gibi görünüyor; fakat bu mahiyette bulunan kanunlar çoktur. Müsadere kanunları Anayasa'ya aykırıdır. Anayasa'da gerçi buna aykırı kanun konmıyacağı musarrah ise de bahsettiğim mahiyette kanunlar pek ala mevcuttur. Muhterem heyetinizin 927 yılında verilmiş bir kararı vardır, o kararda: "gerçi bu husus Anayasa'ya aykırıdır ama bizim için mutadır" denilmişti.

Bir misal vereyim: Milli Korunma Kanununun otuzuncu maddesi müstecirleri himaye etmektedir ve bu bir amme kanunudur. Bu mesele ile ilgili bir işe ait bir kaç celse evvel yaptığımız bir müzakerede Fuat Bey ef. müstecirleri müdafaa etmişlerdi. Bu günkü mevzuumuzda da müstecirler değil de muhacirler himayeye layıktır. 2510 sayılı İskan Kanunu bir amme kanunudur, bir kanunu hususidir; yani Medeni Kanuna nazaran hususi bir kanundur. İkisi karşılaştığı takdirde umumi kanun susacaktır. Usulü fıkıhta "has ammı takyit eder" kaidesi bu durumda cari olacaktır, bilhassa kanun ihtiva ettiği sarahatle de bunu icap ettiriyorsa. Müsaadenizle 3667 sayılı kanunun üçüncü maddesini okuyacağım (okudular). Burada vazııkanun umumi hükümlerden ne kadar ayrılmış... Hazineyi taraflar arasına koymuş, yani bedel davalarında muhaciri aradan çıkarmış. İşte bu hususta cereyan edecek zamanaşımı on sene olabilir. Bugün müsteciri himaye ettiğimiz gibi muhaciri de himaye etmeye mecburuz, zira madde bunu amirdir.

Kaymakamın yanlışlık yapmayacağından bahsetmek doğru olamaz. Onun hareketi bizim için kıstas olamaz. Kaymakam hata yapabilir. Kanun vazu bu madde ile tapulu arazi sahiplerini kastetmemiştir. Fakat Kaymakamın yanlışlıklar yapabileceği ihtimalini düşünerek bu maddeyi koymuştur. Şinasi Beyin muhalefet şerhi de bunu gösteriyor.

Zaten vazııkanun Kanunu Medeni'yi kafi görse idi hususi bir meeyyide koymaya lüzum hissetmezdi. Kafi görmediği için bu maddeyi koydu? İşte bu has'tır ve ammı takyit etmektedir.

Sonra muhterem arkadaşlarımın ileri sürdükleri şu fikirlere göre müstehlikler ne zaman bedel davası açacaklardır? Bu sualin cevabı "10 sene" mi olacaktır? Müstehik için bir on sene daha mı kabul edeceğiz? Hayır. Madde bunu kastetmemiştir. Geçenlerde yaptığımız bir müzakerede de hususi surette vazolunmuş bir maddenin kanunu umumiyeyi durduracağı neticesine varmıştık. Ne yapalım? İşte burada da biz iskan kanununa mana vermekle mükellefiz. Müstecirleri himaye ettiğimiz gibi muhacirleri de edeceğiz. Tasarruf hakkı muhterem ve mukaddestir de o halde Milli Korunma Kanununun otuzuncu maddesi ne oluyor? Vazııkanun böyle istemiştir. Bu madde karşısında benim gönlüm Kanunu Medeninin tatbikini istiyor diyebiliyor muyuz? Hayır. Biz kanunları tatbikle mükellefiz. Vazııkanun tapulu arazi sahiplerini düşünmese idi bu maddeyi koymazdı, düşündü de koydu. Bu suretle de Medeni Kanundaki umumi hükümlerden ayrılmış oldu. Biz bunu tatbikle mükellefiz. Kanun vazıı iskan edilen muhaciri aldatmak istemez, korumak ister. Arazisi şarkta olup da kendisi İstanbul'da bulunan bir şahsın bu arazi ile olan ilgisi onun üzerinde yerleşmiş, ekip biçmiş olan bir muhacirin ilgisi ile ayni derecededir denebilir mi? Hem müstehik bedelini de alacak ya...

Mühim bir noktaya işaret etmek istiyorum: Kanaatımca maddedeki müstehik tabirine tam ve kamil manasını vermelidir. Maddede bu tabirin bulunuşunun hususi bir manası vardır.

İşte maddeyi ve kanunu böyle anlamak lazımdır kanaatındayım. Muhaciri yerleştiği topraktan beş-on sene sonra çıkaramayız. O artık yerleşmiştir. Biz müstehikler hakkında vazııkanundan daha adil olamayız; binaenaleyh maddedeki bir senelik müddet sukutu hak müddetidir.

İcra ve iflas Dairesi Başkanı Abdullah Aytemiz: İskan kanununun yirmi üçüncü maddesine eklenen fıkra ki son bendini teşkil ediyor. Bu bende göre temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak Hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayici üzerinden bedel davası açılabilir; yani bir sene geçtikten sonra ayni dava edilemez. Bu madde istihkak iddia eden kimsenin elinde tapu senedi olsun olmasın bütün istihkak davalarına şamil mi değil mi. Yoksa gayrimenkulu tapuda müseccel bulunmayan müstehiklere mi mahsustur. İki daire arasındaki ihtilafın mevzuu budur.

Maddenin ibaresine bakılırsa böyle bir tefrik ve tasnife imkan yok. Çünkü maddede mutlak surette bir sene geçerse ancak bedeli dava olunabilir denmektedir. Kanunu Medeni'nin birinci maddesinde bir esas konulmuş, o da kanun lafziyle ve ruhiyle temas ettiği hadiselere tatbik olunur. Şu halde kanunun lafzından ziyade ruh ve manası nazara alınır. vazııkanun kastettiği mana müzakere arasındaki sözlerden ve encümen mazbatalarından anlaşılır. Adliye Encümeni mazbatası aynen şöyledir: (İskan Kanununun yirmi üçüncü maddesine Vali ve Kaymakamlar tarafından tasdikin temlik sayılacağı hakkındaki hüküm Kanunu Medeni'nin mülkiyet haklarına mütedair ahkamına muhalif bulunmakta ise de tapuda müseccel mülkiyet haklarına riayet etmek ve vatandaşlara hataların tashihi imkanını açık bırakmak şartiyle ayni hak iddiaları için bu maddenin üç senelik müracaat hakkını tanıyan son bendinin kabulü encümence muvafık görülmüştür.) Encümenin bu açık beyanına bakılırsa tapuda kayıtlı olan gayrimenkul sahiplerinin açacakları istihkak davası bu kısa müruruzaman müddetine tabi değildir. Tapuda kayıt olup olmamak arasında böyle bir fark gözetilmiş olması çok yerindedir. Herkes mülkünü devletin tapu kütüğüne kaydettirmesi bir vazifedir. Bunu yapmıyanlar böyle kısa bir müruruzamana tabi tutularak aynını dava hakkından mahrum olmağa layıktırlar. İhmallerinin cezasını çekmiş olurlar. Halbuki mülkü tapuda kayıtlı olanların bu hususta hiç bir kusur ve ihmalleri yoktur. Bu ek bu kabil müstehiklere de teşmil edilirse tapu kayıtlarına hiç bir kıymet verilmemiş olur. Halbuki vazııkanun tapu sicillatına çok ehemmiyet vermiş. Kanunu Medeni'nin bir maddesinde tapudaki kayda bakarak bir gayrimenkulu teferruğ eden kimsenin elinden alınamayacağını tasrih etmiştir. İlave olunan bu son bentten kanun vazıının kastı bu olduğu yani tapuda kayıtlı gayrimenkullere şümulü bulunmadığı encümen mazbatasında zikir ve tasrih kılınmış ve Hükümetin teklifi bu kayıtla kabul edilmiştir. İş bu mazbata da beyan olunduğu şekilde Umumi Heyetten geçerek kanuniyet halini almıştır. Böyle sicillatında kayıtlı olanlarla olmıyanlar arasında bir fark gözetilmesi zaruri ve hatta çok faidelidir.

Bu bir sene müddet sukutu hak müddeti mi yoksa müruruzaman müddeti mi? Bunların arasında çok mühim fark olduğundan ayırt edilmeleri lazımdır. Müruruzamanda talep şart olup hakim bunu resen nazara alamadığı halde sukutu hak müddetinde hakim kendiliğinden gözönünde tutabilir ve talep lazım değildir. Bu kanuni bir farktır. Bir de manevi ve ruhi bir fark var. O da müruruzamana uğrayan bir hak dava edilemez amma manevi bir borç bırakır. Ve borçlu ahlaken ve manen borçlu olarak kalır. Sukutu hak müddetinde ise kullanılmıyan hak düşer ve manevi bir iz ve hak bırakmaz. Muhacirler hakkında arazi kanununun mülga maddeleri meyanınıda hükmü kalmıyan 303 tarihli bir ilaveyi hatırlatmak isterim. Aynen şöyledir: (Arazii haliye ve mahluleden devletçe mühacirine tefviz olunup onlar tarafından ziraat ve ebniye inşa olunan arazi hakkında iki sene mürurundan sonra aharı tarafından ikame olunacak tasarruf davası istima olunmaz.) Bu ek aşağı yukarı bunun yerine ikame edilmiş ve yalnız müruruzaman müddetini iki seneden bir seneye indirilmiştir. Gabin, rizadaki fesat, hibeden dönmek ve şufa hakkını kullanmak için muayyen olan müddetler sukutu hak müddetleridir. Sukutu hak müddeti olarak kabul olunan yerlerde kanunun tayin eylediği müddet içinde müracaat vuku bulmazsa hak doğmaz. Hakkın doğumu ancak müracaatla olur. Şu halde doğmamış ve mevcut bulunmamış olan hakkın devam ve bekası tasavvur olunamaz.

Aziz Yeğer: İskan edilecek muhacir, mülteci, göçmen ve sairlerine hangi toprakların ve yerlerin verileceği İskan Kanununun yirmi birinci maddesinde yazılıdır. Bunların içinde şahısların hususi mülkiyetlerine, dahil yerler yoktur. Ve bu nevi topraklar istimlakten evvel verilemez. Bu esas kaidedir. Fakat memleketimizde kadastro işleri tamamlanmamıştır. Tapu kayıtlarımız her yerde tam ve muntazam değildir. Bir muhacire esasta milli topraklardan yer verilecek iken tapu kayıtlarının noksanlığı vs. gibi sebepler ile yanlışlıkla şahısların hususi mülkiyet ve tasarrufları altında bulunan tapulu yerleri de verilebilir. Bu bir ihtimaldir. İstenmiyerek bu yanlışlık olabilir. Şüphesiz bunu düzeltmek lazımdır ve bunun için de kanunun yirmi üçüncü maddesine ek fıkra konmuştur.

Şahısların tapulu yerleri bu fıkra hükmüne girmezse o halde bu yeni fıkranın niçin konmuş olduğunu ve bunun tatbik yerini Sayın Başkanlarımız Ali Himmet Berki ve Fuat Hulusi Demirelli'nin izah buyurmaları lazımdır. Kendilerinden bu ciheti sorarım. Gerçi Sayın Bay Fuat Hulusi Demirelli bu fıkranın tatbik yerini, henüz namına tapu kayıt ve tescili yapılmamış olan kimseye verilecek bir yer hakkında o kimsenin müracaat edebileceği yol olmak üzere göstermekte ise de bu beyanı kabule maddenin diğer bir fıkrası hükmü engeldir. Çünkü yirmi üçüncü maddeye ilave olunan diğer bir fıkrada ayniyle (temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayiç üzerinden bedel davası açılabilir) denmektedir. Sayın Bay Demirelli'nin sözlerinden anlayabildim ise, bir yere namzet olan kimseye sonradan bu yerin verilmiyerek muhacirlere temlik edilmiş olmasından dolayı o kimseye hükümet bir bedel verir mi? Elbette hayır. Bunu caiz görecek hiç bir kanuni mevzuumuz yoktur.

Bedel ancak bir yere tasarrufu ve temellükü kanun ile tanınmış olan kimselere verilir. Medeni Kanunun 633. maddesi mucibince gayrimenkul tapuda namına kayıtlı olan kimse veya işgal, miras, istimlak, cebri icra yolları veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulu iktisap eden kimse o gayrimenkule malik olur. Ve bu kimse elinden alınan böyle bir yeri için bedele müstahak olur. Bedel verilebilecek ve bu bedeli alabilecek kimsenin hukuki durumu ile ihtilaflı fıkranın delaletini ve manasını bulup çıkarmak icap eder. Bu da yukarıda söylendiği veçhile bir kimsenin gerek tapulu yeri olsun ve gerek 633. maddede yazılı sebepler ile iktisap ettiği yerler bulunsun bunların bir yanlışlıkla muhacirlere temlikinde o kimsenin ayni hak talebi için bir sene içinde müracaatının gerekli olmasıdır.

Yirmi üçüncü maddenin ihtilaflı fıkrasının kast ve delaletin den şahısların tapuya bağlı yerleri için vuku bulacak müracaatlarını hariç tutmaya; bu fıkranın konmasiyle gözetilen amaç hakkında Hükümetin gerekçesi ve fıkralar ifadesi ve Büyük Millet Meclisi Encümenleri'nin mazbataları beyanı engeldir. Bu Fıkranın niçin konduğunu Sayın Başkan Şemsettin Temizer Hükümet gerekçesini okuyarak izah ettiler. Tekrara lüzum görmem. Bu fıkrada müstehikler tarafından deniyor. Bir evvelki fıkrada ayni dava sözü vardır. (Müstehik) kelimesinin (ayni dava) sözünün anlamı bellidir. Bu anlamı tapulu mutasarrıfları dışa çıkarmak suretiyle daraltmak için hiç bir sebep yoktur. Bundan başka Millet Meclisi Adliye Encümeni mazbatasında da (tapuda müseccel mülkiyet haklarına riayet edilmek ve vatandaşlara hataların tashihi imkanları açık bırakmak şartiyle bu maddenin ayni hak iddiaları için üç senelik müracaat hakkı tanıyan son bendinin kabulü muvafık görülmüştür?) deniyor. Yani ayni hak iddiaları için muayyen müddet içinde müracaat olunduğunda şahısların müseccel haklarına riayetin ve vatandaşlara hataların tashihi imkanı verilmesinin meşrut olduğu bildiriliyor. Şahısların müseccel haklarına riayet şartiyle, bu amaç da dahil olmak üzere ayni hak iddiaları için belli müracaat müddeti konmuştur. Adliye Encümeni'nin bu açık beyanı karşısında fıkra maksudunda tapulu gayrimenkul mutasarrıflarının müracaatının da dahil olduğunda şüphe edilemez.

Bundan başka bu mevzu Medeni Kanun hükümlerine aykırı düşmez. Çünkü Medeni Kanun'un 931. maddesi mucibince tapu sicillindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet iktisap eden kimsenin bu iktisabı muteberdir. İskan kanununun yirmi üçüncü maddesi de Vali veya Kaymakamın defter veya kararların altını tasdik etmesinin temlik sayılacağını bildiriyor. Hükümeti temsil eden Vali veya Kaymakamın tapu kayıtlarına göre bu yer sahipsizdir diyerek yaptığı bir temliki kabul eden ve buna inanan bir kimsenin bu iktisabını neye muteber tanımıyalım. Kanun konusuyla bu netice telkin ediliyor. Diğer taraftan bir senelik müddetle de ayni hak sahiplerinin hakları gözetilmiştir. Bu müddette müracaat edenler mallarını aynen alırlar. Müracaat etmeyenler bedelini isterler. İskan kanununun yirmi birinci maddesinde hükümetin bu sebeple istimlak hakkı da yazılıdır ve netice biridir; Maruzatım bundan ibarettir.

İkinci Hukuk Dairesi Başkanı Ali Himmet Berki: Sayın arkadaşlarımdan bazıları maddedeki temlik kelimesi mutlaktır, ammdır diyorlar. Halbuki buradaki temlik amm olarak kabul edilemez. Burada bahsedilen temlik kanunun yukarıdaki maddesinde gösterilen yerlerin, toprakların temlikidir. Kanuna sonradan eklenmiş olan ve bahsimizin konusunu teşkil eden ek fıkrada bunun tasrih edilmiş bulunmasının sebebi bir karışıklığa meydan verilmemesi düşüncesidir.

Sayın Bay Aziz Yeğer soruyorlar: Madde bu şekilde anlaşıldığı takdirde, yani tapulu arazi hariç tutulunca istihkak davaları hangi durumlarda mevzuubahs olacaktır diye. Cevabım şudur: İhya edilen yerlerde, senetsiz tasarruf edilen topraklarda vs. Bunlar da istihkak davalarıdır.

Şefkati Özkutlu: Meseleyi biraz açalım: Kanunun bir maddesinde temlik tabiri kullanılmış. Buradaki temlikte Devlet kendi hakkını, kendi toprağını muhacirlene veriyor. Fakat gene burada bir bey akti mevcuttur denemez.

Asıl mesele böyle bir dağıtmada metruk arazidir. Devlete aittir zanniyle bir müstehikkin toprağının verilmiş olmasıdır. Bu durumda akla şu ihtimaller gelebilir:

1- Devlet münhal zanniyle sahipli bir araziyi deftere geçirmiştir.

2- Devlet bir araziyi istimlak eder. Fakat bir şahıs o arazi üzerinde, batıl bir tasarrufu öne sürerek hak iddia edebilir.

3- Devlet köydeki metruk bir araziyi muhacirlerden birine temlik ediyor; fakat teslim sırasında anlaşılıyor ki bu arazi Ali'nin dir. Malumu alileridir ki akitte karşılıklı iradelerin ayni mevzu üzerinde anlaşmaları şarttır. Şayet taraflardan biri at satar, diğeri de öküz alıyorum diye bunu kabul ederse akit teşekkül etmiş olmaz. Yani hukuki tasarrufun mevzuu üzerinde yanlışlık varsa o hukuki tasarruf muteber olmaz. Şu son ihtimalde de muhacir boş yerin kendisine temlik olunduğunu zannetmiştir; halbuki o yer Ali'nin dir.

Şu saydığım ihtimallerden üçüncüsünde de hak sahibinin ancak bir sene içinde aynını dava edebilmesi bana garip görünüyor. İlk iki ihtimalde müstehikkin bir sene içinde dava açmak mecburiyetinde bulunmasını anlarım. Fakat şu son misalde hukuki netice doğmamıştır ki burada da müstehik bir sene içinde dava açmalıdır denebilsin, demeleriyle vaktin ademi müsaadesine binaen gelecek oturumda müzakereye devam olunmak üzere oturum tatil edildi. 14.2.945

-Üçüncü Oturum: (21 Şubat 1945)

Söz alan:

Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı Şemsettin Temizer: Müsaadenizle evvela Abdullah Bey Ef.ye cevap vermek istiyorum: Geçen oturumda okuduğum esbabı mucibe mazbatasından bir fıkra atladığımı söylemişlerdi; tetkik ettim; buyurdukları doğrudur. Fakat bu atlayış bir kasta makrun değildir. Zira asıl o atladığımı buyurdukları fıkra meseleyi aydınlatmakta ve benim görüşümü kuvvetlendirmektedir. Ben fazla söz söylemekten, malumu ilam kabilinden olan sözleri tekrar etmekten çekiniyorum. Şayet mezkur esbabı mucibe mazbatası huzurunuzda baştan başa okunursa bu uyutucu bir şey olurdu. Bunun için; ben okunmasını faideli gördüğüm kısımların altını çizmiş ve sadece onları okumuştum. Bunlar arasında çizilmiş olduğu halde nasılsa atladığım ve Abdullah Bey Ef.nin tekrar ettikleri fıkra aynen şöyle diyor: (okudular).

Abdullah Bey Ef. bu fıkrayı taşıdığı mananın dışında bir manaya hamil buyurdular. Bilakis bu fıkra gayet açıktır ve şöyle denmek istenmektedir. "Bu madde Medeni Kanun hükümlerine muhaliftir. Fakat Devlet böyle hususi şahısların uhdesindeki tapulu araziyi tevzi etmekten çekinsin. Şayet hataen tevzi etmişse bu vatandaşların hatayı tashih için üç senelik müddete malik olduklarını gösteren bu maddeyi aynen kabul ettik." Zaten muhalif kalan Şinasi Beyin muhalefet şerhini okuyunca bu maddenin encümence ne yolda müzakere edildiğini, bu arada neler konuşulduğunu anlarız.

Malumu Alileri muhalefet şerhi aynen yazılınca bunun tetkikinden müzakere mevzuu anlaşılır. Çok defa ilamlarda muhalefet şerhi yazılmaz "ekseriyetle tasdikine" der geçeriz. Fakat muhalefet acaba nedir? Muhalefet şerhi okunduğu takdirde ekseriyetin müzakere edip etmediği mesele anlaşılır. Mesela ekseriya heyetten biri "vazife ihtilafı halledilmemiştir; bunun için muhalifim" der. Bu şerh okunduğu takdirde o oturumda diğer meselelerle birlikte vazife ihtilafı meselesinin de görüşülmüş olduğu anlaşılır. İşte Şinasi Beyin muhalefet şerhi de bize müzakerede mevzuubahis edilen meseleleri gösterir. (Şinasi Beyin muhalefet şerhini okudular) Zaten kanun tasarısını yapan Hükümet mucip sebepler mazbatasında bu kanunu niçin teklif ettiğini söylüyor: "Biz muhacirleri, göçebeleri, naklolunanları düşünerek ve onları korumak için bu kanunu koyduk. Kanunun tatbik şeklinde bazı yanlışlıklar olabilir. Bunların ancak kısa bir zamanda tashihine tevessül olunmalıdır. Eğer tashih imkanı umumi müruruzaman haddine kadar açık bulundurulursa muhacirin iskanında gözetilen gaye fevt olur. Zira bu takdirde zavallı muhacir senelerce acaba birisi çıkıp da toprağımı elimden alacak mı diye daimi bir endişe içinde bulunur ve belki de istendiği şekilde oraya ısınıp yerleşemez. Bunun için ayni davaların ve istihkak davalarının açılmasını bir müddetle takyit etmek şarttır" diyor. "Ayni dava" kanuni bir ıstılahtır, istihkak davası da bir ıstılahtır.. Hukukçuların bu ıstılahta ihtilafa düşmeleri imkansızdır. Çünkü bu ıstılahlar o derece istikrar kespetmiştir ki istihkak deyince, ayni dava deyince ne murat olunduğunu herkes bilir, istihkak davası Medeni Kanunun 618. maddesinde gösterildiği ve Cevat Bey Ef.nin eserlerinde izah buyrulduğu (sahife on yedi) gibi şahsi haktan ayrıdır. Ayni dava başkadır, istihkak davası ya menkul ya gayrimenkul yani ayni hak iktisap etmiş olanlar tarafından buna tecavüz edenlere veya temellük etmek isteyenlere karşı açılır. Hulasa menkule veya gayrimenkule karşı istihkak davası açılmıştır deyince her hukukçu davacının bu menkul veya gayrimenkulün kendisine ait bulunduğunu ve müddeialeyhin buna malik olmadığını iddia etmekte bulunduğunu anlar. Üzerinde durduğumuz madde ayni davadan ve müstehikten mutlak olarak bahseder; mutlak kemaline masruftur. Takyit edici bir delil yokken onu kimse takyit edemez. O halde onu burada sırf kendisine arazi tefviz ve temlik edilmiş olup da henüz tapusunu almamış bulunan kimselere hasretmeye imkan var mıdır? Hayır. Madde mutlaktır, binaenaleyh tapulu veya tapusuz olsun ayni hak ve istihkak davaları açılabilir. Zaten bendenize göre, Sayın Bay Fuat Hulusi Demirelli'nin de buyurdukları gibi gayrimenkulde istihkak davası açabilmek için muhakkak surette müstehikkin veya murisinin tapusu bulunması yahut gayrimenkule Medeni Kanunun 638. maddesinde gösterilen sebeplerden biriyle (cebri icra, istimlak vs. suretiyle) malik olmak suretiyle istihkak davasını açmaya, salahiyeti bulunduğunu ispat etmesi şarttır. Bunlardan gayri hallerde ve hususi kanunlarla belli edilen hallerde istihkak davası açılamaz. Şufa hakkı üzerinde müzakerede bulunduğumuz geçen oturumlardan birinde Sayın Bay Fuat Demirelli mütemellikin, mütefevvizin henüz malik olmadığını söylediler. Henüz malik olmıyan şahıs ise istihkak davası açamaz. Kendileri bunlara şufa hakkı bile tanımamışlardı. Binaenaleyh kendi fikirlerine göre Medeni Kanunca bunların açacağı davaya istihkak davası denemez. Nasıl oluyor da bu bahiste istihkaktan ve müstehikten bu yirmi üçüncü maddede kasıt olunan budur buyuruyorlar?

Sonra Sayın Bay Cevat Gücün'ün Medeni Kanunun şerhine dair olan kıtaplarının 715. sahifesinde bu yirmi üçüncü maddenin mutlak olduğu ve binaenaleyh muhacirleri, naklolunanları korumak için burada istisnaen konmuş kısa bir müruruzaman cari olması icap edeceği sarahaten yazılı bulunmaktadır. Nasıl olur, hepimizin istifadesine sundukları kitapta fikirleri başka bu müzakeredeki fikirleri başka oluyor?

Sayın arkadaşlarım benim ileri sürdüğüm kanuni emsalleri birer veçhile tevil ettiler. Kanaatımca bunlar tevil edilemez. Sayın Bay Abdullah Aytemiz İcra ve İflas Kanununda gösterilen yedi günlük itiraz müddetinin gayrimenkuller hakkında cari bulunmadığını söylediler. Sayın Bay Cevat Gücün'ün kitabında İcra ve İflas Kanununda gösterilen ve istihkak davaları için mevzuubahis olan bu yedi günlük müddetin gayrimenkuller hakkında da cari olacağı gösterilmiş ve müstehik borçluya aittir zanniyle gayrimenkulünün haczettirildiğini öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde istihkak davası açmadığı takdirde hakkının sakıt olacağına işaret edilmiştir. Binaenaleyh bu kaidenin emsali çoktur. Sayın Bay Himmet Berki'nin buyurdukları tefsir kaideleri de bu maddenin ıtlakı üzerine kabulünü amirdir.

Uzaklara gitmemize lüzum yok; maddenin üzerinde duralım; Bu madde bu kanuna göre yapılacak temliklerden bahsetmektedir Bu kanuna göre muhacire verilecek gayrimenkuller ise milli topraklar, orta malı olup Hükümetçe ihtiyaçtan fazla görülen topraklar, bazı boş yerlerle Hükümetçe satın alınacak veya istimlak olunacak topraklardır. Acaba Sayın Bay Abdullah Aytemiz'in çok sevdiklerini söyledikleri bahçelerini hükümet istimlak etse ne diyebilirler? Buna kimse bir şey diyemez, istimlak muamelesi de kuş bakışıyla bakılırsa adle aykırı bir şey gibi görünür. Bir şahsın mülkü elinden alınır mı? Kanun bu suale evet cevabını veriyor. Biz bunu tevile kalkarak eğer istimlak olunacak şey maliki için pek fazla bir manevi kıymet ifade eden veya hususi bir hatırası bulunan bir malsa istimlaki caiz değildir diyebilir miyiz? Böyle bir şey söylemeye ve dinletmeye imkan yoktur. "Bir misal vereyim: Sahipleri arasında müşterek bir mülk halinde olan büyük bir çiftlik var. Hükümet bunu şeriklerden birinin müstakil malı zannederek muhacir veya naklolunanlar için istimlak ediyor, istimlak muamelesi tekemmül etmiştir diye tevziat yapılıyor, öteki şeriklerin tapulu hissei şayiaları ne oldu? Artık onların açacakları dava istihkak davasıdır. Bir sene içinde açabilecekleri bu dava ile hissei şayialarının iadesini isteyebilirler. Yok böyle olmadı da Devlet hiç bir istimlake yanaşmadan tapulu arazilerini tevzi etti ise kanun gene onlara bir sene içinde açacakları dava ile arazilerini istirdat edebilmek hakkını tanıyor. Şayet bir seneyi geçirdilerse artık hükümetin vaziyet ettiği tarihteki değer ve rayiç fiatı talep edebileceklerdir aynını değil. Ne mani var efendim, hiç. Ne gibi bir mahzur görülüyor anlamıyorum. Elimde kuru bir tapum var ama malımın başında değilim, fiilen tasarruf etmiyorum. Hükümet tefvizi yaparken mühendislerle arazinin taksimini yaptırır, cetveller tanzim eder; bunları münasip şekilde ilan ve ıttılaa arz eder, münadiler çıkartır. Bütün bunlara rağmen mal sahibi zuhur etmezse temlik muamelesi yapılır. Bunda ne zarar var? Başlangıçta hükümetin o araziyi istimlak etmesine mani olamıyorduk. Temlik yapıldıktan sonra da bir sene içinde aynını, bir sene geçince temlik tarihindeki rayiç bedelini isteyebileceğiz. Bu vaziyette artık korkulacak ne kalıyor anlıyamıyorum. Hükümet bidayette istimlak edebiliyor, sahibi için manevi kıymeti varmış yokmuş ona bakmıyor, istimlak tarihindeki değer pahayı veriyor ve alıyor. Yanlışlıkla istimlaksiz kendi arazisi zannederek Hükümet temlik etti ve mal sahibi de bir seneyi geçirdi ise kanuna göre vaziyet tarihindeki kıymetini ister demek ne demek oluyor? Bu da bi nevi istimlak demek değil midir? Hulasa ve sözün kısası her ne yönden bakılırsa bakılsın bu maddeyi olduğu gibi kabul ve tatbik etmek zorundayız. Dairemizin içtihadı doğru ve sağlamdır.

Osman Nuri Köni: Biz şu mevzu hakkında cereyan eden bu müzakerelerde bir tefsir üzerinde bulunuyoruz; yani ben maddeyi, sarih görüyorum, diğer taraf görmüyor. Fakat bu tefsir bahsinde evvelemirde kanunun gayesini tebarüz ettirmek şarttır. Bu İskan kanunudur. İskan Kanunu niçin yapılmıştır? Keyf için mi, bir ihtiyacı temin için mi, gelişi güzel mi? Bunları tespit etmek lazımdır. Ben derim ki iskan kanunu hem insani, hem medeni, hem içtimai, hem siyasi bir kanundur. Ve şimdi de hukuki bir ihtilafın mevzuu olmuştur. Bunları anlıyabilmek ve anlatabilmek için yukarı devirlere doğru gitmelidir. O devirlerde muhaceret müzmin bir şekilde idi. Bulgaristan'dan, Sırbistan'dan, Yunanistan'dan, Karadağdan vs.. den bir çok muhacir geliyor ve perişan oluyorlardı. Ekserisi de bakımsızlıktan ölüyordu. Fakat bütün bunlara pek aldıran olmaz lakayt kalınırdı. Çünkü muhacir sanki zelil bir kitledir. Halbuki medeni memleketlerde muhacirin bir mevkii vardır. Muhacir de insandır ve onları yaşatmalıdır diye düşünür. Bizim memleketimiz ise bu meselede geri kafalı idi.

Muhaceret bir mukadderatı siyasiyedir. Öyle bir devreye gelindi ki Anadolu'nun şarkında, cenubunda, garbinde bulunan halk da muhaceret etmek zorunda kaldı.

Osmanlı İmparatorluğu bu muhacirler bahsinde bir şey yapmaktan acizdi diyelim. Meşrutiyette biraz ileri doğru adım atıldı. Muhacirler hakkında müsamaha ve koruma tedbirleri başladı. Maksat onları yaşatmaktı, öldürmek değil.

Nihayet Cumhuriyet devrinde Hükümet İskan kanununu yapmaya mecbur oldu. Bu kanunun yapılmasına sebep olan düşünceler arasında medeni mülahazalar da mevcuttu. Medeni bir devletin gelen muhacirleri hor görmesi, onlara bakmaması bir züldür. Bundan başka muhacir meselesi nüfus siyaseti ile de ilgilidir. Ve bunların iskanı bir amme meselesidir. Kanunun yapılmasında Türk kültürünü muayyen mıntıkalarda teksif etmek vs. gibi siyasi mülahazalarda hakimdi; fakat bunları bırakalım. Hükümet bir kitleyi şuraya nakledeceğim derken onları yaşatacak şartları da temin etmekle mükelleftir. Muhacir meselesi ihmale gelmez. Çok şükür artık hakaret şeklinde kullanılan pis muhacir, pırtık muhacir tabirleri ortadan kalkmış bulunuyor; fakat hala muhacirlere atfedilen o nahoş bakış mevcuttur. Muhacir hilekar odur diye düşünülürdü. Fakat yerli de pekala hilekar olabilir. Ne olursa olsun bizim muhacirleri iskan etmemiz lazımdır. Ben bu kanunun ruhunu tebarüz ettirmeye çalışıyorum. Kanunun mevzuu muhacirlerdir, bu bir gayrimenkul kanunu değildir; iskan kanunudur bu, bir amme kanunudur. Muhacirin ikinci bir defa daha muhacir edilmesi gayesini gütmüyor. Mülk sahibi de tamamen ihmal edilmemiş, kendisine bir senede müracaat etmek hakiki tanınmıştır. Bundan başka da umumi bir müruruzaman gösterilmiştir. Daha da ilerisine giderek muhacirleri bir daha mı perişan edelim? olamaz bu. Mülk sahibine tanınan bir senelik müddet bahsinde vaziyet gayet sarih: ayni davalarda herkes hasım olabildiği halde bedel davalarında yalnız hazine hasım olacaktır diyor. Binaenaleyh temliki hüsnüniyete istinat ettiriyor. Muhacire "bedeli ödemekten ben mesulüm, sen rahat ol" deniyor. Yani Devlet muhacire "ben seni aldatamam" diyor. Bu tarzda tefsir kanunun ruhuna uygun olanıdır.

Bu meselenin nüfus siyaseti ile de ilgili olduğunu söylemiştim. Bazen memlekete on binlerce muhacir gelir; iki üç sene sonra onları atımı verelim? Hayır. Kanun üçüncü şahsa da hak vermiş; fakat bu hakkını bir sene içinde aramasını emretmiş, çünkü muhacir hukukunu hukuku ammeden addetmişitir. Ona bedeli ben vereceğim, o yer senindir diyor. Evet Kanuna göre Devlet muhacirlere kendi topraklarını verecektir. Fakat nasılsa bir şahsın malını verivermiş. Bu vaziyette ne yapalım, adamı kovalım mı? Bu muvafıkı medeniyet, muvafıkı adalet ve muvafıkı mürüvvet midir? Bir daha muhacir olsun denebilir mi? Biz burada kanunu ruhuna ve lafzına göre tefsir etmek durumundayız.

Arkadaşlarım kanun masumdur dediler. Evet Anayasa'ya aykırı olsa bile bu kanun masum bir kanundur; ve bizim Amerikan Hakimleri gibi kanunun Anayasa'ya aykırı olup olmadığını tahkik etmek salahiyetimiz bulunmadığına göre biz kanunu tatbikle mükellefiz. Kanunun masumiyeti kabul ediliyor da müstehik kelimesinin ismetinden neden şüphe ediliyor o halde? Bu tabire hakiki manasını vermiyorlar. Hakiki manası ayne taalluk eden haklardır. (Medeni K. m: 618) Masum kanunun bu kelimesi de masumdur.

İşte üzerinde durduğumuz bu kanunda esas muhacirdir, arazi ise bir vasıtadır. Bir kısım insanların yerleştirilmesi kanunudur bu. O halde tefsir nasıl olacak? Madde malum: Tefsir müstehik kelimesine tam manasını vermekle olur ki bunun tam manası tapu sahibine müstehik demekle olur. Bu kelime oraya masruf olmalıdır. Neden bunu istisna ediyorlar? (Medeni Kanunun 618. maddesini okudular) işte müstehıkkın tam manası budur. Müruruzaman için sarahat koşuyorlar da bu kelimeyi neden istisna ediyorlar. Medeni Kanuna yapıldığı gibi İskan kanununun da üzerine titremelidir. Bu da bir kanun ve mutadır. Biz bunu da tatbikle mükellefiz. Kanun anarşiden müreccahtır, en fena kanun kanunsuzluktan gene evladır.

Her halde bu kanun konurken muhacirleri perişan etmek gayesi güdülmemiştir. Böyle düşünmek kanuna iftira etmek olur; ayni zamanda ismetinden de şüphe etmektir, (İskan Kanununun yirmi üçüncü maddesine eklenen fıkrayı okudular) Görülüyor ki bu ek dört esaslı noktayı ihtiva etmektedir. Bedel hususunda muarızlarımıza sormak isterim: On sene sonra hakları bedele taalluk edecek mi? Bedeli istisna ediyorlar. Çünkü on sene sonra yeni bir on sene mi başlıyacak? Onlar müstehıkkı ayrı manada anlıyorlar. Ayni hak bir sene içinde takip edilecektir demiş kanun. Fakat bedel hakkında bir sarahat mevcut değil. O halde bu hususta umumi hükümlere gidebiliriz. Bu noktada bir aykırılık yok. Çünkü biz müstehik tabirini mutlak manada alıyoruz.

Peki tefsir nasıl yapılacaktır? İşte böyle: Mevzuubahis kanunun esası, mevzuu, vazındaki gaye araştırılır; sarahat bulunmıyan yerlerde umumi hükümlere gideriz. Vazııkanun gerekçesinde "muhacirlerin yerleşitirilmesi gayemizdir" diyor. Bazılarımız bunu anlamak istemiyoruz.

Bir şey daha var: Bugün alkışlanan bir eser var ellerimizde: Sayın Bay Cevat Gücünün eseri. O eserde (sahife on altı, on yedi, on sekiz) Medeni Kanunun 618. maddesi münasebetiyle malik kelimesi tarif edilmiştir. Kanun burada istihkak kelimesini lugavi manada kullanmıştır diyorlar ve biraz sonra istihkak davasına yol açar diyorlar.

Himmet bey ef. ye tefsir hakkındaki düşüncelerimi söyledim; müsamaha ile karşılamalarını rica ederim?

Abdullah bey ef. ye gelince: Geçen celsede Medeni Kanunun birinci maddesinden bahsetmişlerdi. (Medeni K.nun Birinci maddesini okudular.) Evet madde böyle diyor, Kendilerini insafa davet ediyorum. Abdullah ve Fuat Hulusi bey ef. ler kanunun ruhundan bahsettiler, işte ben de bu ruhu anlattım, iskan kanunu bu ruh ile meridir. O halde kanunun ruh ve lafziyle amel edelim.

Birinci Hukuk Dairesi Başkanı Cevat Gücün: Söz sırasının bana Bay Osman Nuri Köni'den sonra gelmesine sevindim). Çünkü hissiyatımızı gıcıklayan tatlı tatlı sözlerini, dinleyerek ben de mütehassis oldum. Fakat arkadaşlar, biz insan olmakla beraber nihayet hakimiz; muhacirlerin iskan ve terfihinin Hükümete ait insani ve içtimai mütemmim ödevleri karşısında ve bütün mübeccel hislerden daha mukaddes ve mübrem olan bir adalet hissi vardır. Biz bu şiarı elimizde tutarken icap ederse insani hisleri de susturacağız. Buranın asli sekenesine nazaran bir muhacirim. Bay Fuat Hulusi de öyledir ve nihayet Osman Nuri de öyledir. Fakat bir muhacir hemşehrimizin iskan ve terfih kastiyle hareket ederken bir mal sahibini yersiz ve yurtsuz bırakmak ve bedel davası açmak üzere sokağa atmak reva mıdır? Muhacir iskanından daha mübrem ve daha mühim devlet vazifeleri vardır. Mesela bir yerde istihkam yapmak maksadiyle diğerinin tapulu arazisini hemen alıyor muyuz? İstihkam yapılan yere ait bir istihkak davası için böyle bir kısa süre koymuş muyuz? Onda bedelini istimlak suretiyle peşin veriyoruz; demiyoruz git bedel dava eyle. İstihkam yapmak mı mühim, muhacir iskanı mı? Hukuk prensipleri ne onda ne de bunda tapulu mal sahiplerinin davası için istihkak davalarının böyle bir sene müddet kısıntıya uğramasına engeldir. Vazııkanun zaten böyle düşünmemiştir. Adliye Encümeni mazbatasındaki muhalefet şerhi tapulu istihkak müddetleri için değil, tapusuz iddialarda da Kanunu Medeninin genel kurallarından uzaklaşmak istemediğinden muhalefet etmiştir.

Kanunu ve kanun tefsirlerini tatbikatta yorumlamak yargıçların hakkıdır. Yargılı yorum da buna derler.

Biz bu yorumu yaparken en modern tefsir usullerine göre hukuk ve mantık kurallarına istinat ederek serbestçe hareket ederiz. Daha geçen hafta mutlak gibi görünen tefsir için Yüksek heyetimiz mukayyettir. Tapu Kanununun altıncı maddesinin ikinci fıkrası kastedilmemiştir demedi mi? İşte bugün de biz diyoruz ki İskan Kanununun (muaddel yirmi üçüncü maddesi ve bu kanuna göre de atfiyle tapusuz arazi için konulmuştur. Tapulu arazi davasında bunun hükmü cari değildir. Evet has ammı tahsis eder. Gerek amm gerekse has da ya mutlak ya mukayyet olur. İşte bu İskan Kanunu hükümleri ve bilhassa yirmi üçüncü madde umumi hükümlere nazaran bir has fakat bu muhaliflerimizin dediği gibi mutlak olarak bütün arazideki iskanlara şamil midir? Hayır. Neden? Çünkü bu madde bu kanun hükümlerine göre yapılan temlik ve tahsiste ikame edilecek davalara aittir. Bu kanuna göre temlik ise ancak tapusuz arazide mümkündür. Binaenaleyh tapulu arazide temlik bu kanuna aykırı bir illettir. Biz hakimler yalnız kanunun kuru metniyle değil, fakat maddenin ruhiyle amel etmekle ödevliyiz. Kanunu Medeni'nin sertacı iptihacı olan bir maddemiz vardır ki bunu alıp Anayasa'ya eklemek gerektir. İşte bu madde bizim tatbikatı yanlız ibarelerle değil delaletlerle de yapmamızı emretmektedir.

Gelelim eski tefsir kaidelerimize: Bir nas mana itibariyle ya zahirdir, zihin üzerinde hiç bir şüpheye ilişmez; her türlü tefsirden müstağnidir, buna zahir derler. Maddemiz zahir olsaydı üç celseden beri tartışma olmazdı.

İkincisi müfessirdir. Yani öyle bir Nas ki onda konu olan muhtelif nevileri ve buna göre muhtelif hükümleri zihne tebadür eder. Acaba hangisi maksuttur. Şimdiki konumuzda olduğu gibi temlik olunan her türlü arazide maddenin hükmü cereyan eder mi? Tapulu yerlerde de olsa hüküm yine böyle midir? Mütevali zihni kurcaladığından maddemiz müfessirdir; kazai tefsir ile bunu yorumluyacağız. Yorumladığımız maddenin matufualeyhini inceleyeceğiz ve bu temlikin tapusuz yerlerde olmak kaydiyle mukayyet olduğunu görüp ona göre tefsir edeceğiz. İşte buna Akseni tefsir derler. Muhaliflerimiz isterlerse Allahın dediği gibi (Ahseni tevil) desinler. Matlup olan mantıki bir tefsir yapmaktır.

Üçüncüsü mücmeldir. Yani müphemdir. İki manaya da gelebilir. Mütekellimin ne kastettiği anlaşılmaz, onu mükellef izahtan acizdir. Mütekelliminden onun izahını ister. İşte yargılama usulünde tavzih talebi bu esasa dayanır.

Dördüncüsü müteşabihtir. Bunda zihin işlemez. Ondan bir mana çıkamaz. Onu mükellef tazyikten aciz kaldığı için onu hiç tatbik etmez. İşte tatbikte bir maddenin imali mümkün olmazsa zaruri ihmal olunur. Buna bir misal olarak bir kaç sene evvel cebri müzayedelerde şufa cereyan etmesi lazım gelirken cebri müzayedelerde şufanın cereyanının göstermekte olan Hukuk Yargılama Usulü Kanununun 572. maddesinin tatbiki gayri kabil olduğundan bu maddenin tatbik sahasından kaldırılmasına karar vermişiz.

Görülüyor ki biz indel icap bir kanun maddesini ihmal ettik; tefsiri serbestçe yaptık, hukuk kurallariyle kabili telif görmedik ve tatbik edilmemesine karar verdik. İşte kazai tefsirin erki bu kadar geniştir arkadaşlar.

Bir iki defa benim naçiz eserimdeki yazılarımla beni ilzam etmek istediler. Ben o eserde bu yirmi üçüncü maddeyi olduğu gibi gösterdim. Ve tapulu yerlerin de dahil olacağı hakkında daireler arasında bir ihtilaf olacağını sezmiş olsa idim düşüncelerimi eklerdim.

İcra İflas Dairesi Başkanı Abdullah Aytemiz: Gerek hükümetin teklifinden ve gerek encümen mazbatalarından anlaşılıyor ki bir çok masraf ve emek sarf ve ihtiyar eden muhacirlerin ellerinden temlik olunan bu yerlerin alınmaması ve uzun müddet istihkakçıların tehdidine maruz bırakılmamaları maksat ve gayesiyle bu ek sevk ve bir senelik müruruzaman kabul edilmiştir.

Kanuniyeti teklif olunan bu ek Adliye Encümeninden geçerken tapuda müseccel mülkiyet haklarına riayet şartiyle yani tapuda kayıtlı yerlere şümulü olmamak kaydiyle kabul edilmiş ve İskan Kanunu muvakkat encümeninin ilave ettiği bu şarta ilişilmiyerek zımnen ve aynen kabul edilmiş ve Umumi Heyete arz edilmiştir. Sukut olunmamak lazım gelen yerlerde sukut kabul sayılır. Adliye Encümeni mazbatasında birinci cümlei şartiye kafi iken ikinci bir cümle daha ilave edilmiş o da hataların tashihi imkanını açık bırakmak şartiyle cümlesidir. Tapuda müseccel mülkiyetler müstesnadır dedikten sonra ikinci cümle zait gibi görünüyorsa da bunu haşiv saymak doğru olmaz. Evvelki cümleyi tekide hamlolunmak iktiza eder. Birinci şarta göre gayrimenkul tapuda müseccel ise bir senelik müruruzamana tabi tutulmaz. Umumi müruruzaman cari olur denildikten sonra ikinci bir cümle ile tashih yolunun açık bırakıldığının beyan edilmesiyle Medeni Kanunun 935. maddesi kastedilmiştir. Bu maddede (mahkeme kararı olmadıkça tapu sicil memuru hiç bir tashih yapamaz; tashih eski sicillin terkini ve yeni bir sicillin icrası suretiyle dahi yapılır.) Şu halde hakikatte yalnız bir cümlei şartiye mevcuttur. İkinci cümle birinci fıkrayı müeyyittir. Bu bendin şumulünden tapuda tescil edilen gayri menkullere müteallik istihkak iddiaları hariçtir. Tapuda kayıtlı olanlar hakkında umumi müruruzaman cereyan eder. Ve zuhul eseri olarak bu kanun mucibince temlik edilmiş ise 935. maddesi veçhile mülk sahibi ikinci bir temlik ile teşviş olunan birinci kaydı ikinci tescilin terkini suretiyle tashih ettirebilir ve alakalılar bu düzeltme yetkisini her vakit kullanabilir demektir.

Acaba Adliye Encümeni ve buna iştirak eden Muvakkat Encümen mazbatalarında böyle bir istisnaya neden lüzum görüldü. Bunun sebep ve hikmeti zahirdir. Tapuda kayıtlı olup olmamak bakımından mülkiyeti nakıs ve kamil diye ikiye ayırmak yerinde bir tasnif olur. Çünkü Medeni Kanunun 633. maddesi (mucibince işgal, miras, istimlak, cebri icra tarikleriyle veya mahkeme ilamiyle bir gayrimenkule malik olan kimsenin malikiyeti tam değil nakıstır. Çünkü temliki tasarruflarda bulunamaz. Bir şeye malik olan kimsenin o şeyde istediği gibi tasarruf edebilmesi mülkiyetin hakiki ve tam manasiyle ifadesidir. Halbuki yukarıda geçen 633. maddede sayılan mülkiyetlerde malikler temliki tasarruflarda bulunamazlar. Bir mülkiyet ki tescil yapılmadan başkasına satılamaz. Böyle bir mülkiyete tam mülkiyet denilebilir mi? İşte bu mülahazadan mülhem olarak kanun vazıı tapu sicillerinde kayıtlı bulunan tam mülkiyetlerde tasdikleri temlik sayılan memurların tapu sicillatını, tetkik etmiyerek rastgele yaptıkları bir tasdikle Devletin kütüğünde kayıtlı olup bunda asla hatası ve ihmali melhuz bulunmayan mülk sahiplerini himayeten böyle bir cümle ile Hükümetin teklifini kayıtlandırmaya lüzum görmüştür.

Tedvin olunan bir maddeden kanun vazıının maksadı açıkça anlaşıldıktan sonra ibarenin şekline bakılarak kastolunan manasının nazara alınmaması Medeni Kanunun birinci maddesi hükmüne aykırı düşmez mi ve kanunun ibaresiyle amel edip manasını ihmal etmek olmaz mı? Bir misal arz edeyim: Milli Korunma Kanunun otuzuncu maddesinde, kiranın bir sene müddetle teceddüt edeceği yazılıdır. Adliye Encümeni mazbatasında her ne kadar metinde bir sene yenilenir denilmekte ise de bu bir sene vukui bir kayıt olup mukavelede kira müddeti ne kadar ise o müddetle akit uzamış olur. Ancak bu hususu açıklamaya lüzum yoktur denildiği ve kanunu yapanların bu ibareden kastettikleri mana böylece anlaşıldığı halde mücerret maddede bir sene uzatılacağının yazılı olmasına bakılarak kira aktinin bir sene uzatılmış olacağını kabul etmek doğru olur mu ve vazııkanun maksadına aykırı düşmez mi?

İşte iki encümen mazbatalarında da bu bir senelik müddetin tapuda müseccel gayrimenkullere şumulü olmadığı tasrih ve teyit edilmiş iken kanunun şekil ve ibaresini ele alıp da asıl muteber olan mana ve ruhunu terk ve ihmal demek, olur ki bu hal Medeni Kanunun birinci maddesiyle de teyit olunan itibar lafza değil manayadır kaidesine muhalif düşer.

İkinci Hukuk Dairesi Başkanı Ali Himmet Berki: Ben bir ilmi tefsir kaidesine istinat ettim. Kaidedir bu: Bir şeyi tahsisi zikretmek maadayı nefyeder. Binaenaleyh kanunda Devletin tasarrufunda bulunan yerlerden verilecek denildiğine göre maadası nefyedilmiş demektir. Mesela kanun usul, furu ve kardeşleri biribirini infaka mecbur tutmuştur denilince artık diğer derecedeki hısımları bu mecburiyetten nefyettiği anlaşılır.

Maddedeki istihkak tabiri mutlaktır dediler. Hayır. Biz Devletin tasarrufu altındaki araziden bahsediyoruz. İstihkaktan da bu nevi arazi temlik edildikten sonra bunlara çıkacak müstehiklere raci olacak şekilde bir mana anlıyoruz. Tapulu arazi zaten temlik edilmez ki. Tapulu yerler hakkında istihkaktan değil gasptan bahsolunmak icap eder. Sayın Bay Aziz soruyorlar: İstihkakı mutlak manada almıyacak olursak nerede imal edeceğiz diye. Aklıma gelen şu şekilleri göstermek suretiyle cevap vereceğim:

1- Bir kimse o araziyi ihya etmiştir, tapuya geçirilmemiştir. Ve Devlet tarafından muhacire temlik edilmiştir.

2- Senetsiz tasarruf edilen yerler vardır ki bunlar da mevzuumuz bakımından ikiye ayrılır:

A) Yirmi sene fasılasız o yere tasarruf edilmesiyle yani istihkak müruruzamanının tamam olmasıyla,

B) Babadan kalma yere oğul senetsiz tasarruf ediyordur, bu da olur.

3- O yer mahluldür diye bir muhacire temlik edilmiş fakat bir varis çıkıp verasetim ispat etmiştir.

4- Devlet bir yeri istimlak etmiştir; fakat istimlak ettiği şahıs o yere suiniyetle tasarruf ediyormuş, bu durumda asıl malik çıkıp istihkak iddiasında bulunabilir.

Eğer bu misaller olmasaydı istihkakı belki tapulu arazi sahiplerine hamledebiliirdik. Sayın Bay Şemsettin Temizer buradaki muameleyi istimlakle ayni gibi gördüler. İstimlakin ise ayrı merasimi vardır. Halbuki maddede müstehikka sonradan bedelini vermek ise tazmindir.

Hakikaten muhacirler merhamete layık bir kitledir; fakat bunları yerleştireceğim diye yerliyi de muhacir yapamayız.

Birinci Hukuk Dairesi Başkanı Cevat Gücün: Borçlar Kanununun otuz üçüncü maddesinde temsil hukuku ammeden münbais ise mümessilin salahiyetinin derecesini bu babtaki kanuni hükümlerle taayyün eder denilmektedir. Hadisemizde Devleti temsil ederek bir toprağı bir muhacire temlik eden Vali veya Kaymakamın bu temsil hakkının bir idari kanundan neşet ettiği için o kanundaki kayıt ve şartlara bakacağız. Mümessil bunlara riayet etmemiş midir? Etmiş ise temlik hüküm ifade eder. Ve üçüncü şahıslara karşı mülzemdir. Fakat o, kayıt ve şartlara ister kasten, ister yanlışlıkla riayet olunmıyarak tapulu arazi temlik edilmişse Devleti temsil tahakkuk etmez ve binaenaleyh bu temlik hüküm ifade etmez; ifade etmeyince de yirmi üçüncü maddedeki müddete ister hakkın düşmesi süresi densin, isterse zamanaşımı densin o tapulu arazi sahibi davacıya karşı ileri sürülemez.

Dördüncü Ceza Dairesi Başkanı N. Zahir Sencer: Bu müzakerede söz almama iki sebep var:

1) Bu kanun çıktığı zaman üzerinde durulan maddeyi Üçüncü Hukuk Dairesi'nin anladığı gibi anlayan ve kabul eden iki şahıstan biri bendim.

2) Pek az zamanda 2000 kişiye inen 20000 kişilik bir muhacir kafilesinden biriyim.

2510 sayılı İskan Kanunu 1341 tarihli nakil ve mübadele kanunu değildir. İskan Kanununun neşrinde birinci derecede saik şudur: Vatan tehlikede idi. Şarkta Ağrı'da müstakil kürt devletleri bulunuyordu ve bunlar hududu istediklerine açıyor, istediklerine kapıyordu.

İkinci derecedeki saik de milletin fena durumda bulunması idi. Hükümetin ne hakkı vardı ki benim arazimi Yunanistan'da bıraktı. Mübadele olunurken mallarımızın değerini alabildik mi? Hayır. İşte hükümeti bu kanunu yapmağa sevkeden sebeplerden biri 341 deki feci muhacir durumudur. Bir köy bilirim ki ahalisi rumdu. Muhtar ve dört aza da araziyi metruk zannediyorlardı. Hükümetten bir heyet gitti. Muhtar bu arazi Rumlar tarafından terk edilmiştir dedi ve buraya muhacirler yerleştirildi. O çorak yeri ihya ettiler; bir-iki sene de hasılat aldılar. Fakat bir gün İstanbul'dan sahipleri geldi ve muhacirlere buradan çıkınız dediler. Üç köyün evlerini yıkıp sürüp tarla yaptılar ve sattılar. Muhacirler de kimbilir ne oldu? İşte bir üçüncü sebepte budur.

Acaba müstehikten maksat kanunun birinci maddesine göre yapılacak bir temlikten sonra o yere gelecek bir ikinci şahıs mıdır? Hayır. Muhacir kenine verilen şeyi satamaz. İskan Kanununda yalnız muhacir mevzuubahis değildir; menkul insanlar da buraya girer. Mesela Çaldıran'ın sahibi Haydar Aşireti. Hükümet bunların arazisini istimlak etmedi, istediğine dağıttı. Aşiret mensupları Tekirdağa gittiler ve orada arazi aldılar. Devlet bir kanun çıkararak onları hürriyeti şahsiyesinden dahi tecrit edebiliyor da şahsi mülkü neden dağıtamasın? Ben Adliye Encümeni Ahmet'in malını Veli alabilir diyor demiyorum. Bile bile şahsi mülk alınamaz. Fakat hataen böyle bir şey oldu ise mesele yoktur. Hükümet bu kanunu çıkarırken dört türlü arazi tanımış ve tespit etmiştir. Bir heyet köye gidip ihtiyar heyeti ile birlikte bu araziyi tespit ediyorlar. Köyde tapulu arazi sahibi olanlar bu tespite muttali olurlar. Muhacire de sana cetveldeki şu arazi verildi diye gösterilir. Mülk sahibi gene susmuştur. Gerçi onun arazisi tapuludur ama böyle olduğunu tapu memuru bile bilmez. Tapu kayıtlarının istenilen manayı vermesi için bir şart lazımdır: O da bütün arazinin parsellenmesi ve sayılarını herkesin bilmesidir. Bugünkü durumda tapu kaydını anlayabilmek için evvela oranın sahibini sonra da murisini bilmek lazımdır ve hakim bu hususta tapu memuruna bir tezkere yazsa memur şaşırır. Esami cetveli bile yoktu da son zamanlarda yapıldı. Tapu kayıtları bizde maalesef arazi ile değil sahiple aranır. Binaenaleyh tapu kayıtlarına lüzumundan fazla ehemmiyet vermemelidir.

Hülasa mal sahipleri muhacirlerin yerleştirilecekleri yerlerde evvela tespit sonra da teslim sırasında haberdar olurlar. Bu sırada itiraz etmeyenler o yer ihya edildikten sonra edemezler. Ancak bir senelik bir dava müddetleri vardır.

İskan Kanunu 341 tarihli kanun gibi tatbikten kalkmamıştır, devam ediyor. Menkul şahıslar Hükümetin elindedir; kendisine verilen malı satamaz. Oraya cebren bağlanmıştır. Getirilme sebebi ya siyasidir, bunun için oradan çıkması arzu edilmez; yahut da muhacirdir. O yeri satıp parasını yer ve gene toprak istemek için hükümete gelir. O halde müstehik ilk temlik edilen şahıs olmaz.

Sonra şu veya bu gayrimenkule aittir diye bir ayırma da yapılamaz. Çünkü tapulu arazinin bile bile muhacire temliki mevzuubahis değildir. Kaymakam hata yaptı ise kanun da bunu düzeltmek için konmuştur.

Birinci Başkan: Bu mesele üzerinde heyetimiz kafi derecede tenevvür etti zannederim. Yalnız Osman Nuri ve Aziz Beyler söz istemişlerdi. Mütalaalarını bildirmek üzere vaktin ademi müsaadesine binaen gelecek oturuma bırakıyorum. 21.2.945

Dördüncü Oturum: (28.2.945)

Söz alan:

Osman Nuri Köni: Muarızlara cevap vermek istiyorum: İskan Kanununun yirmi üçüncü maddesine eklenen fikra üzerindeyiz ve mevzuubahs olan bu ekte gösterilen sukutu hak müddeti tapulu arazi sahiplerine sari midir meselesidir. Muarızlarımız bu kanuna tapulu arazi sahipleri girmez, onlar Medeni Kanuna tabidir diyorlar. Ben aksini söylüyorum. Madde mutlaktır. Tapulu arazi sahipleri de bu sukutu hak müddetine ve bedel hakkındaki müruruzamana tabidir. Ve diyorlar ki işte bu kanunun birinci maddesindeki yerler içinde eşhası menkuleye tapulu yer verilir denmemiştir. Ben derim ki evet şayet o maddede tapulu yerler gösterilse idi bu ek fıkraya ve ayrı bir müruruzamana ihtiyaç kalmazdı. İş umumi hükümlere bırakılmamıştır. Muarızlarımız tahsisten bahsediyorlar; evet tahsis var ama arada bir de tapulu yer karışıverirse diye vazııkanun düşünmüştür. Aksi halde maddenin sebebi vazı kalmazdı. Sonra encümen mazbatasında da ihtilaf ediyorlar. Hatta misallerde bile ittifak edemiyorlar. Arkadaşlardan biri bir iki celse evvel Tapu Kanununun altıncı maddesinin tefsirine istinat ettiler. O ise tefsirin tefsiridir. Mesukunleh o tefsiri takyit etmiştir. Burada ise mesukunlehten neden ayrılıyorlar? Buradaki mazbata mukayyet değil mutlaktır. Binaenaleyh davacıyı takyit eder.

Muarızlardan bazıları beyanımdan bahsile merhamete istinat ettiğimi söylediler. Ben merhamet duygularını harekete getirmeye değil vazııkanunun gayesini tebarüz ettirmeye çalıştım. Kanunun vazının saiki bedihidir. Ben adalet yolunda gitmek istedim. Bu kanun siyasi bir kanundur dedim ve geçtim, diğer bir arkadaş açıkça eşhası menkuleden bahsetti. Evet hakikat budur. Sonra kanunun insani bir kanun olduğunu söyledim; muhacirleri yaşatmak lazımdır. Ayni zamanda medeni bir kanundur. Medeni bir Devletin İskan Kanunu bulunmaması ayıptır. Nihayet içtimai bir kanundur, nüfus işiyle ilgilidir dedim. Merhamet adalette mündemiçtir. Biz vazııkanundan daha adil ve rahim olamayız. Ben kanunun aynen tatbikini istiyorum. Ve sarih görüyorum. Adalet hakkın ihkakıdır; hakkın ihkakı ise hak sahibine hakkını vermektir. Bunun için yapılan teşkilat ve teşebbüsler adaleti gösterir. Tevzii adalet diyoruz; bence tevzii hak demek daha iyidir. O halde hak nedir? Hakkın lügavi, seri vs. gibi muhtelif manaları vardır. Fakat hukuk alanında hak nedir?. Bir kere hukuk hakkın cemidir. Binaenaleyh uluhiyet yoluyla bir karabet var. Biz de burada hukuk manasında hakkı arıyoruz. Hakkın en iyi tarifini hukukçu "Yering" vermiştir. Ona göre hak kanunun tayin ettiği menfaatlerdir. Hak budur işte; zaten hukukun tarifi de budur: Hukuk hakkı hak olmıyandan temyiz eden müessesedir. Binaenaleyh herkes hakkında ihkakı hakka çalışmağa mecburuz. Bu adalettir. Merhametin burada yeri yoktur. Yargılama ve bunun safahatına göre hüküm verilecektir. Bir taraf hakkında merhamete kapılmak öteki taraf için zulüm olur? Ben de soruyorum: Neden tapulu arazi sahiplerine merhamet ediliyor? İki tarafa da merhamet etmek yanlıştır. Adalet yoluna gidelim. Hakim bazen ağlıyarak da karar verebilir. Kanunun kestiği parmak acımaz sözü bu gibi vaziyetlerde söylenir. Fakat diğer taraf zarar görecekmiş, o noktada Medeni Kanundan ayrılınacakmışız olsun vazııkanun böyle istiyor. Biz vazııkanundan daha adil olamayız. Ben kanunun kastettiği gayeyi göstermeğe çalıştım. Gaye muhaciri tekrar muhacir yapmak değil onu yaşatmaktır. Ve Tapu Kanununun altıncı maddesinin tefsiri benim davamın lehindedir. Mesukunlehe bakıyorum: Orada mesukuhleh mukayyettir, burada ise sabittir? Arkadaşlarım neden burada mesukunlehe bakmıyorlar?

Diğer bir muarız da istihkak değildir dedi. Medeni Kanunun 618. maddesi sarihtir; bir arkadaşın eserinide de istihkak denmiştir. Meni müdahale istihkak zımnında olur. Meni müdahale, meni muaraza tabirleri istihkak tabirinden doğar. İstihkak olmayan yerde meni müdahaleden, meni muarazadan bahsedilemez.

Muarızlarımızın misalleri arasında da ıttırat yoktur. Muayyen bir misal getiremiyorlar. Arkadaşlardan biri Medeni Kanunun 633. maddesini okudular. Ben de okuyacağım (okudular) Bunun üzerine malikleri tam malik ve nakıs malik diye tasnif ettiler ve tapulu olanlar hakkında vaziyet değişir dediler. Nasıl olur, varis üzerinde tapu kaydı var, çünkü muriste de vardı. Varis geldi dava etti; mahkeme tapun yok diye kovdu. Bir gün sonra tapu aldığı takdirde artık bir senelik müruruzamandan kurtuldu demektir. Yani on senelik müruruzamana tabi bulunacaktır. Olur mu bu? Yaptıkları tasnif aleyhlerinedir.

Ben üzerinde durduğumuz maddeyi tekrar didikledim ve yeni bir iki şey buldum. Müsaadenizle 3667 sayılı Kanunun üçüncü maddesini bir kere de ben okuyacağım (okudular) Ayni tabiri burada mutlaktır (müstehik tabirinin olduğu gibi.) Müstahak ve ayni tabirleri maddede muvazi gidiyor. Bu maddenin Medeni Kanundan ayrılmış olduğu gerekçelerden de sarih bir şekilde anlaşılıyor. Hasım meselesinde de usul içinde de ahkamı umumiyeden ayrılınmıştır. Vazııkanun muhacirin vaziyetini müemmen bulundurmak istemiş kıskanarak bir senelik bir müddet ancak koymuştur. Bu adalet icabıdır, daha fazlası öteki taraf için zulümdür. Merhamet adaletin hududur. Vazııkanun bir seneyi müruruzaman olarak koymuyor, sukutu hak müddeti olarak koyuyor. Çünkü muhacirlerin tedirgin olmalarını istemiyor. Müruruzaman nedir, sukutu hak nedir? Bunların hukuk sahasında bir takım ayrılık ve benzerlikleri vardır. Bazen de birleşirler. Sukutu hak şudur: Kanunun emrettiği sürede yapılması lazım merasimi yapmamak neticesinde hak bilakaydüşart sukut eder. Mebiin maip olması vaziyetinde olduğu gibi. Müruruzaman müddetinde ise halk sakıt olmuyor. Diğer tarafın itirazı üzerine tesirini gösteriyor ve müruruzaman neticeleri meydana geliyor.

Vazııkanun bu maddede bir sene geçmekle ayni hak sahibinin hakkını bedele inkılap ettirmek suretiyle bilakaydüşart sukutu kabul ediyor. Bu durum İcra İflas Kanununda da vardır. Yani merasim ifa edilmediği için hak sakıt olmaktadır. Müddet geçirildiği takdirde temyiz hakkının, itiraz hakkının, şikayet hakkının sakıt olduğu hallerde o durumlar hep birer sukutu haktır ve hakim bu hususu resen tetkik eder. Müruruzamanı ise hakim resen nazara alamaz; tarafların talebi üzerine bununla ilgilenir. Vazııkanun bir senelik bir sukutu hak müddeti kabul etmiş ve adeta ahkamı amire olmuş bu kanuna göre tapulu arazi temlik olunmazmış; olunsa idi zaten bu maddeye ihtiyaç görülmezdi.

Şimdi Sayın Başkan, bir saniye için muarızlarımızın fikrini kabul edelim (Allah göstermesin ya) Bu fikre göre netice itibariyle tapusuz malik himaye edilmektedir. Çünkü tapulu malik gelip dava ediyor. Müddete bakılıyor. On sene bir gün sonra geldiği için hakkı düşmüştür. Çünkü kanun temlik demektedir. Tapusuz olarak ayna malik olan şahıs bir sene içinde dava açacaktır. Bir sene bir gün sonra gelse dava etse artık bedel hakkında müruruzaman başlamıştır ve kanunda bu hususta ayrıca sarahat bulunmadığına göre umumi hükümlere göre bu on senedir; etti on bir. İşte netice itibariyle tapusuz malik hakkında müruruzamanı on bir seneye çıkarmakla onu himaye ediyorlar, tapulu maliki değil. Bu hazin netice Borçlar Kanununda bulunan bir maddenin neticesidir. Bunu hepinizin insafınıza arz ederim Baylar.

Aziz Yeğer: Medeni Kanunumuzun 633. maddesi hükmünce (bir gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri icra yollarıyla veya mahkeme ilamiyle bir kimse bir gayrimenkule tescilden evvel de malik olur.)

Yine Medeni Kanunumuzun 642. maddesinin ikinci fıkrasında (ihraz ve işgal, intikal (irs sebebiyle) istimlak, cebri icra ve mahkeme ilamiyle bir gayrimenkulun mülkiyetini iktisap eden kimse doğrudan doğruya tescil muamelesini yaptırabilir.) diye yazılıdır.

Bir kimse bir gayrimenkule tapu sicilline kayıttan maada okuduğum 633. maddede sayılan beş türlü iktisap sebebi ile malik olunca bunların hemen kendi namına tapuya geçirilmesini tapudan ister ve tapu da derhal bu tescil muamelesini yapar. Bunlar Medeni Kanunumuzda yazılı iktisap sebepleri ve tescil suretleridir.

Bunlardan başka bazı hususi kanunların tefviz, tahsis ve temlik hükümleriyle de bir gayrimenkul mülkiyeti iktisap olunur. Tefviz ve tahsis ve temlik kelimelerinin kanunlarımıza göre ayrı anlamlarını izah bahsimizi doğrudan ilgilendirmez. Bunları hususi kanunlarımıza bırakırım. Yalnız bize lazım olanı; mücerret tefviz ve tahsisin tescilden evvel de bir gayrimenkul mülkiyetinin iktisap sebebi olmasıdır. Bir mübadile tefviz olunan ve fakat henüz namına tapuda tescil muamelesi yapılmamış olan bir gayrimenkul hissesi sebebiyle bu şahsın o gayrimenkulun diğer bir hissesinin bir yabancıya satışında şufa hakkı olacağını 1.11.944 tarihli tevhidi içtihat karariyle kabul ettik. Bu kabulümüzün tek mucip sebebi bu kararda aynen yazılı olduğu üzere (Usulü dairesinde yapılıp katileşen tahsis ve tefvizlerin tescilden önce de mülkiyet ifade ettiklerinden) cümlesidir. Temlikte - İskan Kanununun yirmi üçüncü maddesi hükmünce Vali ve Kaymakamların temlik kararlarını veya bu hususa ait defterleri imza etmeleriyle tamam olur. Ve mülkiyet iktisap edilir.

Bundan sonra yine Medeni Kanunumuzun 618. maddesi (bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkını haizdir; haksız olarak o şeye el koyan her hangi bir kimseye karşı istihkak davası ikame ve her nevi müdahaleyi menedebilir.) diyor.

Okuduğum Medeni Kanunumuzun üç maddesi ve hususi kanunlar hükümleriyle sözü geçen tevhidi içtihat kararı bir arada gözönüne alınınca açığa çıkan sonuç şudur:

Bir kimse her hangi bir iktisap sebebiyle tapu sicilline kayıtlı olarak veyahut namına henüz tescil olunmamakla beraber 633. maddenin ikinci fıkrasında sayılı beş sebep ile veyahut hususi kanunların tefviz, tahsis, temlik hükümleri icabınca bir gayrimenkule malik ise kanun dairesinde onda tasarruf ve onu muhafaza ve müdafaa haklarını haizdir. Tasarrufta ve muhafaza ve müdafaada o gayrimenkulün tapuda kendi üstüne kayıtlı olması ile olmamasının hiç bir farkı yoktur. Yeter ki bu kimse o gayrimenkulun kanunların kabul ettiği suretler ile maliki olsun. Bir gayrimenkul malikinin tescilden evvel temliki tasarrufta bulunmaması mülkiyetin nakli için kanunun lüzumlu gördüğü bir usuldür ve formalitedir. Bir malik mülkiyeti nakleden bir akitte bulunmak isterse kanunun 633. maddesi son fıkrası ve 634. maddesi icabınca önce namına tescil muamelesi yaptırır (ki 642. madde mucibince hemen mümkündür.) sonra da istediği temliki tasarrufta bulunur.

Bu maruzatım ile varmak istediğim netice; Medeni Kanunun ve hususi kanunların bildirdikleri muayyen iktisap sebeplerine istinat olunarak bir gayrimenkulu tasarrufta ve o gayrimenkule vukubulan haksız müdahaleyi mende evvelki oturumda Sayın muarızlarımız tarafından söylendiği gibi tam mülkiyet ve nakıs mülkiyet diye bir tefrik yapılamayacağı ve bunlara ayrı birer hüküm izafe edilemeyeceği noktasıdır.

Kanunun gösterdiği iktisap sebeplerinin birbiriyle mukayesesinde; katileşmiş bir muhakeme ilamı mülkiyeti ispat hususunda bir tapu senedinden daha kuvvetli ve ihtiyaca daha salih bulunur. 633. maddede sözü geçen mahkeme ilamı, sahibinin hiç bir suretle hükmüne taarruz olunamaz, bir mülkiyet hakkını bildirir. Bu hüküm ilamına karşı ancak muayyen sebeplerle muhakemenin iadesi istenilebilir. Bu talep kabul olunur. Eski hüküm bozulur bunlar başka. Fakat bir tapu senedi sahih bir esasa istinat etmeyebilir, kanunun tanıdığı bir iktisap sebebine dayanmadan verilmiş olabilir, tasdiksiz bir yoklamaya müstenit bulunabilir, bunlar birer ihtimaldir. Fakat emsaline çok rastlanır. Şüphesiz her tapu senedi böyle değildir. Bir mahkeme tetkikatiyle muteberiyeti münakaşa ve kabul edilmemiş olan bir tapu senedine karşı mahkeme ilamının mülkiyeti ispat noktasında daha önde gelmesi ve daha önde tanınması fikrimizce isabetli bir kabul olur.

Cebri icra ve istimlake istinat eden iktisap hakkı da böyledir. Cebri icrada, istimlak de her halde satılan ve istimlak olunan gayrimenkulun tapuda kaydı vardır bu kaydın sıhhatına, muteberiyetine alakalılarca taarruz edilmemiştir. Bu yer haciz olunmuş satılmış bir müşteriye geçmiştir veyahut istimlak olunmuştur. Henüz müşteri namına veya istimlak eden adına tapuda tescil edilmemiştir. Yukarıda arzettim. Hemen ve doğrudan tescil istemek ve tescil olunmak kabildir. Gayrimenkulün esasta tapu kaydı olduğundan, bunlar sahibi namına müseccel olan bir mülkten farklı bir mahiyet arzetmez. Mirasta da kezalik muris namına tapu kaydı vardır. Bu tapu senedi nasıl muris için gayrimenkülün mülkiyetini ispat ederse, murisin ölümü, ve veraset ilamı, terekenin mirasçıya intikali hakkındaki kanun, hükmü, bir araya geldiğinde bunlarda henüz namına tescil muamelesi yapılmamış olan mirasçıyı bir tapu senedi mutasarrıfından farksız olarak o gayrimenkule sahip kılar. Diğer ifade ile murisin tapu senedi varisin temellük ve tasarrufunu da müspit bulunur. Bunun gibi tefvizde ve tahsiste eski mutasarrıf namına olan tapu kaydı, o mutasarrıfın mübadeleye tabi olması veya firariliği hasebiyle o malın hazineye intikali ve sonra müstahiklerine tefviz ve tahsisi bildiren kanun hükümleri bu hükümlere dayanan muameleler hep bir arada bir tapu sicilinden farksız olarak gayrimenkul mülkiyetinin iktisabının sebebi ve sübutunun delili olur. Bu mukayese ve mütalaa ile arzetmek istiyorum ki; tapu sicilli mülkiyet iddiasında ve ispatında diğer iktisap sebeplerinden daha ileri ve farklı bir sübut delili sayılamaz. Her halde ve hiç olmazsa onlarla eşittir ve fakat mahkeme ilamından sonra gelir (Yani tapu senedi diğer iktisap sebeplerinden cebri icra, istimlak ve saire ile bir kuvvettedir) Bu maruzatımın sebebi daha aşağıda arzedeceğim.

İskan K. nun konu ve amaçları etrafiyle izah olundu. Bu kanunun yirmi birinci maddesinde muhacirlere ve mültecilere verilecek yerlerin nasıl yerler olacağı yazılıdır. Bunlar arasında istimlak dışında bir şahsın tapulu yeri yazılı değildir. Bunun için Vali ve Kaymakam bu kanuna göre yalnız milli topraklardan veyahut şehir ve kasabalar içinde orta malı yerlerden ihtiyaçtan fazla olanlardan ve şehir ve kasaba ve köylerin dışında orman olmayan boş yerlerden toprak verirken Hasan'ın da beş dönüm yerini veriyoruz diyemezler. Bu husus ihtilaf dışıdır, ihtilaflı husus bu maddede yazılı milli topraklar ve boş yerler diye verilen yerlerin içinde her nasılsa bir şahsın mülkiyeti altında bulunan yerlerin bulunması halidir. Memleketimizde kadastro işleri tamamlanmamıştır. Sicil kayıtlarımız bütün topraklarımızı ihtiva etmez, bu cihetler tafsilatiyle ve misalleriyle arzolundu. İstenmiyerek bir yanlışlık yapılabilir. Bu yanlışlığın düzeltilmesi için yirmi üçüncü madde ilavesi yapılmıştır.

Yirmi üçüncü maddeye ek ilk fıkrada (Bu suretle - yani Kaymakam ve Valilerin tasdikiyle - temlik edilmiş olan gayrimenkuller hakkında vukubulacak ayni davalarda hasmı taraf yeni malik ile birlikte hazinedir) deniyor. Bu fıkranın mana ve ifadesi boş yerler diye yapılan bir temlikte bir hata yapılırsa o muameleden müteessir olan kimsenin gayrimenkulun aynını almak için dava açmaya hakkı olmasıdır. İlk iş ayni hak davası açmaktır. Bu dava açıldıktan sonra bu iddianın ispatına sıra gelir. Sübut delilleri bahis mevzuu olur. Bu yer benimdir, bu yeri iktisap sebebim şudur, şu tapu senediyle bu yere malikim, bu yer için benim mahkeme ilamım vardır, bu yeri cebri icra veya istimlak suretiyle aldım, bu yer murisim namına kayıtlıdır, öldü, bana kaldı, bu yeri Hükümet bana tefviz ve tahsis etti, diyecektir. Bir davacı iktisap sebebini ve sübut delilini söyledi mi biz bu sebebe ve delile göre ayni dava müddetinde açılmamış veyahut açılmış diyeceğiz. İktisap sebebi ve sübut delili tapu senedi ise on sene içinde davayı kabul edeceğiz. Sübut delili mahkeme ilamı ise veya muris namına olan bir tapu senedi ise veyahut cebri icra ise hayır olmaz; dava müddeti geçmiştir diyeceğiz. Bu olur mu? Bir davanın müddetinde açılmış olup olmaması davanın mahiyetine ve esasına göre tetkik ve mütalaa olunur. Ayın davaları şu kadar müddette açılır, bedel davası veya istihkak davası şu kadar zamanda açılır veya açılmaz denir. Fakat bu esas dava mahiyetini bırakarak davanın şu nevi sübut deliline ve iktisap sebebine göre müddetinde olduğunu beyan ve şu nevi sübut deliline ve iktisap sebebine göre de müddeti geçmiştir demek hiç doğru olmaz. Bu (olmaz)a biran için olur diyelim, iktisap sebeplerini Medeni Kanun ve hususi kanunlar hükümlerince yukarıda saydım. Sonra bu iktisap sebeplerinin birbiriyle olan mukayesesini yukarıda yaptım. Bunlardan hangisini nasıl bir sebeple diğerine tercih edeceğiz, ve böyle bir tercih yapmaklığımız nasıl doğru olur. Tapu senedine müstenit ayni davada dava için on senelik müruruzaman müddeti kabul ederken mülkiyeti ispat eden katileşmiş bir ilama müstenit bir dava için bir seneyi nasıl kabul edebilirsiniz. Miras sebebiyle intikalde muris namına tapu varken ve veraset ilamı ve Medeni Kanunun irs hükümleri o mirasçıya, tamamen bir iktisap hakkı verirken bunu davacının sicil kaydı kuvvet ve derecesinden nasıl farklı göreceğiz. Fikrimce bu, da olamaz. Bütün iktisap sebepleri ya hep birden bu ek fıkra hükmüne girer veya girmezler. Ya hep ya hiç. Eğer girerlerse bizim müdafaa ettiğimiz husus sabit olur. Medeni Kanunun, hususi kanunların kabul ettikleri bütün iktisap sebeplerine istinat eden ayni davaların haksız olarak bir senelik müddet içinde açılmaları lazımdır. Eğer iktisap sebeplerinin hiç bir bu ek fıkra hükmüne girmezler ve on senelik müruruzamana tabi bulunurlarsa bu halde bu ek fıkranın tatbik olunacağı yeri bulmak gerektir. Bu fıkra bütün iktisap sebepleriyle ayni hak davalarında tatbik olunmaz da nerede tatbik olunur. Gösterilecek tatbik yeri öyle bir yer olmalıdır ki orada davacı o yere malik tanılabilsin ve bir sene müddeti geçirmiş olursa kendisi bedel isteyebilsin. Acaba arzettiğim iktisap sebepleri dışında hangi sebep vardır ki müddetini geçirmiş olan davacıya bedel verilmeyi mümkün ve caiz kılsın. Bedel ancak ve ancak muayyen iktisap sebepleriyle bir yerin malikine o yer mukabili verilir. Biz ise yukarıda kabul ettiğimiz ihtimal ile hepsini bu ek fıkra hüküm ve şumulünden hariç tuttuk. Görülüyor ki her ihtimal ile müdafaasını ettiğimiz meselede haklıyız.

Bu bahisle şu ciheti de arzedeceğim. Ne kanun tasarısı gerekçesinde ve ne de Hususi Encümen ve Adliye Encümeni mazbatalarında müseccel mülkiyetlerin diğer mülkiyet sebeplerinden ayrı tutulduğu görülemez. Tasarının gerekçesi defalarla okundu, boş yer diye verilen bir yerin sahipli olması gibi yanlışlıkların kısa bir zamanda düzeltilmesi için ek fıkranın konulduğu ifade edilmektedir. Adliye Encümeni mazbatası dikkatle okunsun. Bu mazbatada (Tapuda müseccel mülkiyet haklarına riayet edilmek, vatandaşlara hataların tashihi imkanları açık bırakılmak şartiyle ve ayni hak iddiaları için üç senelik müracaat hakkı tanıyan son bendinin kabulü encümenimizce muvafık görülmüştür) deniyor. Bu beyan ayni hak iddiaları için bir senelik müracaat müddetinin müseccel mülkiyet haklarına riayet etmek ve vatandaşlara hataların tashihi imkanları açık bırakılmak şartiyle verilmiş olduğunu ve diğer ifade ile bu sebeple ve bu hususların temin ve vikayesi için verildiğini ifade eder. Çünkü müseccel mülkiyeti fıkradan istisna maksut olsaydı vatandaşlara hataların tashihi imkanını vermek cümlesini de (şartiyle) kelimesinden öne yazmamak icap ederdi. Halbuki ek fıkranın konması sebebi tamamiyle hataların tashihi içindir. Bu cihet gerekçeden açıkça bellidir. Bir taraftan ek fıkranın konması sebebi hataların tashihi içindir diyelim diğer taraftan da hataların tashihi cümlesi şartiyle kelimesinden evvel geldiğinden dolayı müseccel mülkiyet haklarına riayet cümlesiyle birlikte istisnai cümledir diyelim. Bu nasıl telifi kabil bir mütalaa ve düşünüş olur. Bu sebeple şartiyle kelimesinden önce gelen cümleler ek fıkra maksudundan hariç ve bir istisnayı bildiren cümleler değildir.

Ek ilk fıkrayı takip eden ve (temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayiç üzerinden bedel davası açılır) diye yazılı olan fıkra delalet ve anlam itibariyle açıktır. Hiç bir suretle tefsir istemez. Ayın davalarının delaleti tamamen bellidir. Bu konuda bir şahsın ayni hak iddia ettiği yer için tapusu varsa onun bir sene ile bağlı olmaması arzu edildiğinden bu vaziyeti bu hükümden çıkarmak için kanun sözü müphemdir deniliyor. Halbuki kanun ibaresi bütün iktisap sebeplerini tapuya müseccel olsun veya henüz tescil edilmemiş bulunsun (Bu tescil hemen kabildir 642) şumulü içine alan bir mutlakiyettedir. Yukarıda arzettiğim sebeplerle tapulu yer için başka diğer iktisap sebepleri için başka türlü düşünülemez. Kanun beyanında bir ibham yoktur.

İskan K. nun insani düşüncelerle konduğundan ve fakat adalet icaplarının daha üstün geleceğinden bahis buyuruldu. İskan K. nun memleket içi icaplar ve içtimai ve insani düşüncelerle konduğuna ve bu konuda adalet muktezalarına uyulduğuna şüphe edilemez. Adalet düşüncesiyle yürümek ve onu üstün görmek hepimizin her gün üzerinde durduğumuz bir keyfiyettir. Böyle olmakla beraber hep biliriz ki adalette muvazenet ister, iki taraflı olmalıdır. Tek taraflı adalet olmaz. Kanun mal sahibi ile bir muhacirin vaziyetlerini karşılıklı tartmış, ortalıklı bir adalet bulmuş ve onun tatbikini emretmiştir. Mal sahibine bir sene içinde dava etmezsen bedelini alırsın demiş, bunu derken muhacirin senelerce elindeki maldan belki bir sahibi çıkar benden geri alır diye istifadesiz kalmasını, ne yapacağını bilemez mütereddit bir vaziyette bulunmamasını ve senelerce emek verdiği, masraf yaptığı yerden günün birinde eli boş çıkmamasını düşünmüş ve onun hakkını da bu şekilde korumuş ve gözetmiştir. Halkların en üstünü hürriyettir. Böyle olmakla beraber mutlak hürriyette yoktur, bir başkasının hürriyeti ile tekayyüt eder. Anayasa'nın altmış sekizinci maddesinin ikinci fıkrasında tabii haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı başkalarının hürriyeti sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer deniyor. Kanun, adaleti de bu konuda bu veçhile ayarlamış ve sınırlamıştır. Karşılıklı vaziyetler düşünülürse adaletsizlik yoktur.

Ayni halk için davada temlik tarihinden itibaren bir sene müddetin az olduğu bu müddet de tapulu şahsın belki hakkını koruyamayacağı söylendi, müddet işi ihtilafımızın dışındadır. Hükümet teklifinde müddeti üç sene olarak koyduğu halde Millet Meclisi bir seneye indirmiştir. Müddetin azlığını çokluğunu taktir meclisin hakkıdır. Bu sebeple bir hak kaybı varsa başka bir teklif ile Meclisçe düzeltilir. Bu bizim tetkikimizin dışıdır.

Bu kanuna göre yapılacak temliklerin ancak ek fıkra mevzuu olabileceği ve bu kanuna uygun olmayan temliklerin fıkra konusunun dışında kalacağı beyan buyuruldu. Bu kanuna göre yapılacak hatasız bir temlik esasen ek fıkra mevzuu hiç olmaz. Kanun yirmi birinci maddesinde şu nevi yerler verilecek diyor. O nevi yerler verilmiş ve bu meyanda hiç bir hata yapılmamış ise esasen bu ek fıkranın tatbikine mahal kalmaz. Yirmi birinci madde mucibince verilmesi caiz yerler diye verilen yerler arasında tapu kayıtlarının intizamsızlığı yüzünden başkasının malik olduğu bir yer bulunacak ki ek fıkra tatbik olunsun. Bu fıkra onun için konulmuştur. Burada hemen söyleyelim ki bir Kaymakam ve Vali muayyen bir şahsın mesela Hasan'ın yerini de veriyorum demiş ve böyle yapmış ise esasta bu temlik olmaz. Bunun hal yolu başka olmak gerektir ve bu husus da ihtilaf mevzuu değildir.

Gelelim İskan K. nun Anayasa'ya muhalif olup olmaması keyfiyetine: İskan Kanunu Anayasa'ya hiç muhalif değildir. Bu kanun milli toprakların, şehir ve kasabaların dışında boş yerlerin, şehir ve kasabaların içinde ihtiyaçtan fazla yerlerin ve ormanlarda münasip görülecek kısımların ve en nihayet şahıslardan istimlak edilecek çiftlik ve sair yerlerin verileceğini bildiriyor. Şahsın elinden istimlaktan önce bir yeri alınsın ve verilsin bu yoktur. Kezalik şahsın bilerek ve gösterilerek bir yerini vermek de yoktur sırf yanlışlık vardır. Bunun da tashih yolları gösterilmiştir. Muhacirin, Devletten iktisabında hüsnüniyeti ve bu niyetle yapacağı emek ve masraflar gözetilerek mal sahibinin malını aynı ile alması için muayyen bir müddet konmasında ve bu müddet içinde müracaat edilmezse ancak bedelinin verilmesinde asla Anayasa'ya muhalif bir keyfiyet yoktur. Mal sahibi muayyen müddet içinde müracaat ederse aynı ile malını alacaktır. Bu konu yalnız bu kanunda kabul edilmiş değildir. İcra Kanununda da vardır. Bizi ilgilendirmeyen diğer konuları bir tarafa bırakılırsa İcra K. nun bu hususta kısaca hükmü şudur. Bir mal haczedilirken birisi çıkarda bu mal benim derse önce alacaklıya sorulur, ve ne dersin denir. Alacaklı bu iddiayı kabul ederse o mal haczolunmaz. Eğer kabul etmezde bu mal borçlunundur bu iddia eden kimsenin değildir derse üçüncü şahıs müddeiye (yedi) gün içinde dava aç denir. Bu müddette dava açar ve malın kendisine ait olduğunu ispat ederse malını alır. Şayet bu müddette dava açmazsa üçüncü şahıs olan davacı alacaklıya karşı iddiasından vazgeçmiş sayılır. Vazgeçmiş sayılmak icabı olarak o mal satılır. Parasından alacaklı alacağını alır davacı da borçludan bu zararını para ile ödetir. İcra Kanunumuzun doksan yedinci maddesi hükmü budur. Bu hüküm mutlaktır. Yani menkul ve gayrimenkul mallar hakkında caridir. Burada istihkak davacısı, alacaklı ve borçluya karşı üçüncü şahıstır. İskan Kanunu temlikinde ise mümellik, mümellekunleh iki taraf, hazine ile muhacir ve mültecidir, ayni hak iddiasiyle dava eden de üçüncü şahıstır. Vaziyet tamamiyle İcra K. nun bahsolunan hükmünün aynıdır. İcra Kanununda çok değil yalnız (yedi) günlük bir müddet konmuştur. İskan K. nun bir senelik müddetinden çok kısa, İcra K.nun doksan yedinci maddesinin bu şekilde tadilini hazırlayan komisyonda çok Sayın Başkanımız Bay F. Hulusi Demirelli de bulunmuşlardır. Şimdiki iddiaları gibi bu konu Anayasa'ya muhalif düşseydi orada o zaman yedi günlük bir müddet ile İcra K.nun bu maddesini tertip buyurmazlardı. Maruzatıma burada son veriyorum.

Birinci Başkan: Müruruzamanla sükutu hak arasındaki farklar bellidir. Ancak bu farklar, her iki müessesenin bünyesi tahakkuk ettikten sonra, kendiliğinden meydana çıkabilir. Bunlardan en mühimi sükutu hakta hakim resen davayı reddedebildiği halde müruruzamanda dava olunanın bu hakkı iddia etmesiyle tetkike selahiyettar olabilmesidir.

Bundan başka müruruzamanda müddetin behemehal kanunen tesbit ve tayin edilmiş olması icap eder. Sükutu hakta ise hem kanun hem de mukavele ile bu müddetin tayin edilebilmiş olması mümkündür. Binaenaleyh bu iki müesseseyi birbirinden ayırmak için ancak vazııkanunun maksadını ve o hakka müteallik olan hükmün mesukun lehini aramak lazımdır.

Sukutu hakka dair Medeni Kanunda ve Borçlar Kanunundaki hükümlerden bazılarını tetkik etmek faideden hali olamaz. Ve bu iki müessesenin mahiyetini bu veçhile ortaya koymak daha kolayca kabil olabilir.

Mesela: Medeni Kanunun nesebi sahih çocuklara ait yedinci babının birinci faslında dahil 242. maddesinde: Koca, doğduğuna muttali olduğu günden itibaren bir ay içinde çocuğu reddedebilir. Kezalik 245. maddede kocanın vefat etmesi veya temyiz kudretinden mahrum olması, yahut bulunduğu yerin bilinmemesi veya her hangi bir sebepten dolayı çocuğun doğumundan haberdar edilememesi halinde çocukla beraber mirasçı veya çocuk sebebiyle mirastan mahrum olanlar, doğuma ıttılaları tarihinden itibaren bir ay içinde ret davası ikame edebilirler.

Yine 246. maddede: Koca, sarahaten veya delaleten çocuğu tanıdıktan veya bu bapta muayyen müddet geçtikten sonra tanımak veya reddetmemek hususunda iğfal edildiğini anlarsa iğfale ıttıla tarihinden itibaren bir ay içinde ret davası açabilir.

Evlilik haricinde doğan çocuğun anası, babanın hükmen tayini için baba veya varisler aleyhine doğmadan veya doğduğundan itibaren bir sene içinde dava edebilir. Borçlar Kanununda buna ait pek çok hükümler vardır.

1- Aynına ait yirmi birinci maddede: Bir akitte ivazlar arasında açık bir nisbetsizlik bulunduğu takdirde akdin inıkadından itibaren bir sene içinde muayyen sebeplere dayanmak suretiyle mutazarrır akti feshettiğini beyan ederek verdiğini geri alabilir.

2- Müzayedenin butlanına taalluk eden 226. maddede: Kanuna veya ahlaka mugayir tertibatla müzayedeye fesat karıştırılmış ise her alakadar on gün zarfında itiraz edebilir.

3- Vahibin rücu sebebine vakıf olduğu günden itibaren bir sene içinde hibeden rücua hakkı vardır.

4- Mucirin müstecirin eşyasını hapsetmek hakkını temin için on gün içinde muayyen mercie müracaatı lazımdır.

İcra ve İflas Kanununda da buna benzer hükümler mevcuttur, ki bunların hepsi sükutu halk müddetleridir. Bu müddetler içinde dava açılmaz veya muayyen muameleler yapılmaz ve mercilere başvurulmazsa hakiki sakıt olur.

Tarafların yaptıkları mukavelelerle bu tarzda sükutu hak müddetleri tayin etmeleri de mümkündür.

Yukarıda sükutu hak ile müruruzaman arasındaki farklardan bahsederken hakimin sükutu hakta müddeti resen nazara alması lazım geldiğini söylemiştim. Bundan başka müruruzamanda taraflardan hiç biri tasarruf icra edemez. Bunu ne eksiltebilir, ne uzatabilir. Ne de bertaraf edebilir. Bundan başka müruruzamanda kat ve bunun cereyanına mani olan sebepler sükutu hakta tatbik olunamaz.

Müruruzamanda hak binefsihi sakıt değildir. Ancak borçlunun buna dayanmasiyle düşer. Bu ve bunun gibi bar çok haller sükutu hakla müruruzaman arasındaki farktan az çok tebarüz ettirebilmektedir. Bütün bu arzettiğim farklar bir mehlin müruruzaman veya sukutu hak olarak mahiyetinin tayininden sonra bahis mevzuu olabilen şeylerdir. Yoksa ona isim takılmadan. Bünyesi belirtilmeden hangi esasların tatbik edileceği belli olamaz.

Hadisemizde: Devlete ait olan bir arazi parçası İskan Kanununda sayılan kimselere temlik olunduktan sonra bunun aynına ait istihkak davalarının bir sene içinde ikame edilebileceği gösterilmektedir. Bu müddet bittikten sonra ayın davası mesmu olamaz. Ancak iddia bedele inkılap etmek suretiyle ileri sürülebilir.

Görülüyor ki; buradaki bir senelik müddet ancak gayrimenkulun aynına taalluk eden iddialar içindir. Yoksa müstehikın bedele ait iddiası ondan sonra da kabili istimadır. Şu halde hak tamamen ortadan kalkmıyor. Sakıt olan şey yalnız gayrimenkulun aynına dokunan iddiadır. Bu müddete sukutu hak müddeti demek doğru olur. Çünkü: bu kabil temliklerde böyle kısa bir müddet konulmasının sebebi, kanunun esbabı mucibesinde izah edildiği üzere o gayrimenkulde senelerin teakubuyla yerleşmiş olan kimsenin düzenini bozmamak gayesini istihdaf eder. Bu bir senelik müddet hiç bir veçhile katedilemez. Yani adi müruruzamana müteallik hükümler cari değildir. Hakimin bunu resen nazara alması ise kanunun ruh ve maksadına tamamen uygundur.

Şu sebeplerle bu bir senelik müddetin sukutu hak müddeti olduğunu kabul etmek doğru ve kanunun maksat ve gayesine muvafıktır.

İkinci kısma yani istihkak iddiasının tapulu gayrimenkulata şamil olup olmayacağı meselesine gelince: Bunu tamamen kavrayabilmek için müsaade buyurun bu madde hakkında Hükümetin esbabı mucibe mazbatasiyle Adliye Encümeninin istişari mahiyetteki mütalaasını ihtiva eden mazbatayı ve daha sonra da İskan Muvakkat Encümeninin bunlardan sonra olduğu tarihlerinin tetkikinden anlaşılacak ve Meclis Umumi Heyetinde müzakere konusu olan mazbatasını okuyalım.

1- Hükümetin esbabı mucibesi:...... gördünüz.

2- İskan K.nun yirmi üçüncü maddesinin ilave edilen fıkra ile değiştirildiğini gören ve bundan dolayı Adliye Encümeninin mütalaasını almak isteyen İskan Kanunu Muvakkat Encümeninin müracaatı üzerine münhasıran bu yirmi üçüncü maddeye ait mütalaasını okuyalım.

Burada arkadaşlardan bazılarının üzerinde durdukları kısımları bir daha tekrar edeyim.

Adliye Encümeni: Bu arazinin dağıtış sistemini ve dağıtış defterlerinin Vali veya Kaymakamlar tarafından tasdikinin temlik sayılmasını Kanunu Medeninin mülkiyet haklarına mütedair ahkamına muhalif bulmakla beraber tapuda müseccel mülkiyet haklarına riayet edilmek ve vatandaşlara hatalarının tashihi imkanlarını açık bırakmak şartiyle bu maddenin ...... (Şimdi mütalaanın bundan sonra ikinci kısmı geliyor. Yani ihtilaf ettiğimiz kısım) ve ayni hak iddiaları için üç senelik müracaat hakkı tanıyan son bendinin kabulü ekseriyetle muvafık görülmüş. Yirmi üçüncü maddeye vaki ilave yalnız bu ayna ait iddia için mevzu olan son benttir. Bu bent daha evvelce mevcut değildi. Adliye Encümeni mazbatasında da bu son bent için yazılan esbabı mucibe münhasıran bundan ibarettir.

Fakat yukarıkı mütalaa kısmı da hiç şüphesiz maddenin heyeti umumiyesi içindir. Temessük edilen bu kısmın neye müteallik olduğunu daha iyi anlayabilmek için ayni Adliye Encümeninde ekseriyete muhalif olan zatın reyini okuyalım. Bu zat tapu müdürü umumisinin verdiği izahata göre tatbikatta tesadüf edilecek müşkilleri önleyebilecek hükümlerin tanzimi mümkün olduğu anlaşıldığından Medeni Kanun hükümlerine aykırı ahkam vazedilmesine muhalif bulunuyor.

Bir kerre Medeni Kanun hükümlerine muhalif olan kısımlar temlik meselesinin defter üzerine Vali veya Kaymakamın tasdiki ile tahakkuk etmesi: İkincisi Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine muhalif olarak davada taraflardan bulunmayan hazinenin hiç bir İhbara ihtiyaç görülmeden doğrudan doğruya hasmı mevkiinde bulunmasıdır.

Demek ki bahis mevzuu olan ihtilaf bunlardan ibarettir. Aralarında başka ihtilaf mevzuu bulunmadığı anlaşılıyor. Şurada hatıra gelebilir ki: Adliye Encümeni: tapuda müseccel gayrimenkuller hakkında umumi hükümlerin cari olacağını düşünmüş olsaydı mazbatasında bunu sarahaten zikretmemesi kabil miydi?

Hükümet esbabı mucibesinde bunlardan hiç bahsetmiyor. Öyle müsecceldi veya gayri müsecceldi veya hatıra geldiği gibi henüz temlik muamelesi tamamlanmamış bir muhacirin müracaatı maksut idi gibi şekiller katiyyen düşünülmemiştir. Sonra Mecliste müzakere mevzuu olan fil'esas İskan Muvakkat Encümeni mazbatasıdır. Bunu müdafaa eden de muvakkat encümen mazbata muharriridir. Bundaki mucip sebebi okudum. Hiç bunlara ait bir kelime var mı? Mutlak surette ayna ait istihkak iddiaları zikredilmektedir.

Eğer Adliye Encümeni mazbatasındaki mucip sebepleri vurdu gibi nazara almak icap ederse: Adliye Encümeni diyor ki: Tapuda müseccel mülkiyet haklarına riayet edilmek ve vatandaşlara hataların tashihi imkanlarını açık bırakmak şartiyle bu maddenin kabulü muvafık görülmüştür. Hatayı yapan kimdir? Memur mu? Yoksa kendisine gayrimenkul temlik edilen kimse midir? Hatayı tashih ettirecek olan hangi vatandaştır? Şüphe yok (ki hakkına tecavüz edilmiş olan kimsedir. Adliye Encümeni bu şartlarla maddeyi kabul ediyor. Vatandaşa tashih hakkı verilmiştir. Bir senede mahkemeye müracaat edecek. Bundan evvelki şart: Tapuda müseccel mülkiyet hakkına riayet edilmek: Eğer bunu yalnız böylece anlarsak o halde iki encümen mazbatası arasında muhalefet var demektir. Çünkü birisi sureti mutlakada o ayne vaki istihkaktan bahsediyor. Diğeri tapuda müseccel hakka riayet şartiyle maddeyi kabul ediyor. Yani bu bir istisna mı oluyor?

Halbuki Adliye Encümeni mazbatasının son kısmı yukarıya merbut değil. (Ayni hak iddiaları için üç senelik müracaat hakkı tanıyan son bendinin kabulü muvafık görülmüştür.) deniyor.

Bence Adliye Encümeni mazbatasındaki mütalaa afaki mahiyette ileri sürülmüştür. Ve bu kayıtlar tamamen vukui mahiyettedir. Eğer öyle olmasaydı eklenen fıkraya bu istisnayı teyit eder kayıtlar konulmak lazımdı. Eklenen fıkrada hiç bir kayıt yoktur.

Sonra mevzuatımıza göre asil olan şey bütün gayrimenkulatın ve bunlara ait hakların tapu sicilinde mukayyet olması değil mi? Asıl olan şey bu, olunca (Ayna ait istihkak davası) cümlesindeki mefhumdan çıkacak mana da kendiliğinden taayyün etmiş olur. Bir iskan kanunu, bir muhacir kanunu, bir eşhas nakli kanunu yapılıyor. Bunlara Devlet, kendine ait araziden, ledelhace istimlak edeceği araziden yerler tahsis ediyor. Bu yerler verilirken bir başkasının yerinin bu topraklar içine karışması mümkün değil midir? Bir yere bazan iki üç tapu kaydı çıkıyor. Bütün bu ihtimaller derpiş edilerek bir başkasının yeri bunların içine girmiş ise aynı için kanun vazıı bir sene dava mehli veriyor. Böyle bir hal karşısında yani bir başka şahsın mülkiyet hakkının ihlali müvacehesinde: İhtilafın ne şekilde halledileceğine dair kanuna hüküm konurken kaideten asıl olan şeyden mi bahsedilir. Yoksa istisnalardan mı? Bir gayrimenkulun tapuda mukayyet olmaması hilafı asıldır. İstisna, kaide olarak bir kanunda tahkim edilebilir mi? Ve bu şekil kanun tekniğine uyar mı?

Aziz Beyefendinin dedikleri gibi ayne ait istihkak davasından anlaşılacak mana bellidir. Tapuda kaydı olsun olmasın hepsine şamil bir tabirdir. Adliye Encümeni mazbatasında eğer tapulu yerler hakkında bu bir senelik müddetin cereyan etmemesi düşünülerek bunun umumi hükümlere tabi olması kastedilmiş olsaydı bir senelik sukutu hak müddetinin tapuda mukayyet olmayan yerlere ait olması sebebi hakkında hiç olmazsa, iki kelimelik esbabı mucibe olundu. Çünkü bu şekilde bir senelik müddetin ahkamı umumiyeye istisna teşkil eden tapuda gayri mukayyet yerlere şamil olduğunu bununla, göstermek icap ederdi ve bu keyfiyet o zaman kanun tekniğine de uyardı.

Velhasıl Beyefendiler Adliye Encümeni mazbatasında: İskan K.nun bu yirmi üçüncü maddesinin son bendini, denildiği gibi ihtirazi kayıtlarla kabul etmiş olduğunu düşünsek bile Meclisin, müzakere ettiği Muvakkat Encümen mazbatasında hiç bu kayıtlardan bahsedilmemiş ve Hükümet esbabı mucibesinde de bunlar yer almamıştır. (Aynına ait iddia) tabiri mutlaktır. Tapulu, tapusuz yerlere şamil olması icap eder.

1- Tapulu yerle tapusuz yerin hak mefhumu müvacehesinde farkı nedir? Her ikisi de mülkiyet esasına dayanmıyor mu? Tapulu yere istisnai bir vaziyet ve hak tanımak isteyenler yalnız tapunun ehemmiyetinden bahs buyuruyorlar. Tapu çok ehemmiyetlidir ve hakkı mülkiyetin beratıdır. Bunda kimse iştibah edemez, amma tapusuzdur veya henüz tapuya tescil edilmemiştir diye o yer sahibinin hakkı tanınmamalı mıdır?

Medeni Kanunun 638. maddesinden kiraren bahseden arkadaşlarım buna bihakkın temas etmiş oldular. Bu madde malumüaliniz. İstimlak, cebri müzayede, işgal, irs gibi hallerdir. Bunlarda mülkiyet tahakkuk eder. Fakat tapu siciline kaydedilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz. Pek ra'na malumunuzdur ki mülkiyet ile tasarruf lazım ve melzum kabilinden şeylerdir. Evvela mülkiyet hakkı, ondan sonra tasarruf salahiyeti gelir.

Şu şekilde yani babasından irsen intikal etmiş veya yine müstekar içtihat halinde tebellür etmiş bir kaziyye olmakla beraber kanunun sarahatına da istinat ettiği gibi muhacire vaki tefviz ve temlik mülkiyet ifade eylediğine göre bu hallerde mücerret henüz tapusu alınmamıştır diye bir tapulu yer kadar bunlara kıymet verilmiyecek mi? Şu halde mücerret tapuyu bu kadar mühim bir hak bahis mevzuu olurken nasıl bu şekilde ortaya atabiliriz ve nasıl kanunun hüküm ve kuvvetini ve kati sarahatını ortadan kaldırabiliriz. İskan K.nun yirmi üçüncü maddesi ayna ait istihkaktan bahsediyor, bu söz ve hüküm mutlaktır, kemaline masruftur. Tapulu tapusuz bütün gayrimenkuller bu mefhum içine girer. İstihkak davası ne demektir? Kimin taraflardan ne için açılır? Artık bunlardan bahsi zait addederim.

Bazı arkadaşlarım bir sene geçtikten sonra değer pahasiyle o gayrimenkulun alınmasını binnetice istimlak mahiyetinde telakki ettiler. Buna da itiraz olundu, öyle değil midir? Evvela yapılacak şey sonunda yapılmış oluyor. Devletin, her hangi bir gayrimenkulu iskan kanununda sayılan kimselere vermek için istimlak etmeye hakkı yok mu idi? Tabii var. Pek ala Hükümet bunu evvela yapmamış sonra yanlışlığa muttali olunca ve temlikten itibaren aradan bir sene geçince yapmıştır. İstimlakin başka bir neticesi mi var? Her ikisinde de değer pahası veriliyor. Sonra yine arkadaşlardan bazılarının bihakkın üzerinde durdukları bir mesele var. Bütün Medeni Kanun hükümlerini bir tarafa bırakmayı icap ettiren en mühim sebepte budur. (Muhaciri veya nakledilmiş, iskan edilmiş bir aileyi mahvetmemek, onu sokağa atmamak) gayet tabii, biçare ve zavallı bir muhacir ailesini, arkadaşımızı, dindaşımızı hangimiz sokağa atmak isteriz? Bu, kimin hatırına gelir? Bu, böyle olmakla beraber herkesin hissi ayni derecede rakık olamaz. Katı yürekli biri çıkar. Benim yerimdir diye sokağa atmak ister, sokağa atmak eğer o aile oranın yerlisi veya bilvasıta alakalısı olsaydı belki kendisine barınacak bir yer bulabilirdi. Amma bedbaht insan yabancıdır. Kimsesizdir. Bizim şefkatimize bizim milli ve dini hislerimize sığınarak kendi yerini, yurdunu terkle buraya gelmiştir. Bunu korumak insanlık ve vatandaşlık his ve vazifelerinin icabı olduğunda kim tereddüt edebilir?

Kanunun yapılmasında ve böyle istisnai hükümler konmasında amil ve saik olan en mühim sebep ve hatta kanunun maksadı vazı bu olunca, artık bunu tapulu, tapusuz yer diye tefrik yaparak şu veya bu şekilde tefsire teşebbüs doğru olmasa gerektir. İllette iştirak, hükümde de iştiraki icap ettirir. Sebep, muhacirin öldürülmemesi, yaşatılmasıdır. Tasavvur buyurun bir muhacir aile otuz sene bir yer de yerleşmiş, temekkün etmiş günün birinde biri çıkıyor, senin yerleştiğin bu yer benim tapulu yerimdir diyor ve onu sokağa atıyor, sokağa değil ölüme atıyor. Bu muhacir ailesinin bu gayrimenkulde yerleşmesinde suiniyeti vardır denebilir mi? Asla!

Alelade bir gayrimenkulü hüsnüniyetle iktisap eden kimsenin elinden alamıyoruz, muhacirin asgari bu adam kadar hüsnuniyeti yok mudur? Bırakınız ki muhacire hiç bir zaman suiniyet isnat edilemez. Evvelki misalde olduğu, gibi belki bir gayrimenkulu tapudaki kayda istinat ederek satın alan kimsenin suiniyeti binde birde olsun hatıra gelebilir. Amma bir muhacire bu şekilde bir isnatta bulunmaya hiç bir zaman mantıki ve maddi bir imkan bulunamaz.

Size canlı ve mukni bir misal vereceğim.

Bir adamın tapu ile mutasarrıf olduğu bir yeri hükümetçe istimlak muamelesi gibi her hangi bir formaliteye riayet edilmeden alınıp yola kalbedilse bu adam ne yapar? Umumi bir yol açılmış ve tesadüfen onun bir kısım arsası da onun içine karışmış bunu geriye mi alır yoksa değer pahasını mı ister? İstanbul'da Şehzade Başından Yenikapı'ya kadar açılmış olan cadde üstünde bu gibi haller görülmüştür. Yanlışlıkla istimlak edilmiş yerler arasında bir de istimlak edilmeden katılmış bir yer bulunuyor. Bu takdirde sahibinin tapulu mülküdür. Değer pahası peşin verilmedikçe elinden alınamaz diye yolun ortasına bir apartmanın kurulmasına müsaade mi edilir? Katiyyen, şu halde yapılacak şey değer pahasını vermektir. İşte hadisemizde de vaziyet bu, Hükümet istimlak ettiği yerleri muhacir adedine göre parselleyip defter yaparken ve anılan hudutlarını göstererek dağıtırken ve binnetice bu şekilde tapuya tescil edilirken birinin de tapulu yeri araya karışmış: Yapılacak şey bir sene içinde aynını istemek, bu müddet geçince ancak bedelini almaktır. Şu kanun gayrimenkul sahiplerine aynı istihkak iddiasını hiç tanımayıpta böyle bir yanlışlık olursa ancak değer bedelini ister deseydi ne demeğe hakkımız olurdu? Bence en doğrusu da bu idi. Kaşki böyle yapılsaydı. Evet mülkiyet hakkına riayet edilmezse her şey yapılabilir demek de mümkündür? Hayır! Anayasa bir kerre ferdin mülkiyet hakkını, cebri istimlaklerde bununla tahdit etmiştir. Bu bir kaidedir ki dünyanın bütün milletlerinde ayni veçhile caridir. (Bir insanın hürriyet sınırı diğer birinin hürriyet sınırının başladığı yerdedir.) Bu ana prensip her yerde böyle kabul edilmiş ve böyle tatbik edilmiştir. Bu mebhasde bir kıyas daha yapmak mümkündür.

Ferdin tabii hakları olan hakkı ismet, yani hayat hakkı, hakkı hürriyet, hakiki temellük, bunların bu sıra ile söylenmesinde elbette sebep var. Yaşama hakkı hürriyet hakkından, hürriyet hakkı temellük hakkından evvel gelir. Şu halde yaşama hakkiyle temellük hakkı taaruz edememek icap eder. İhtilaf ettiğimiz işte muhacirin yaşama hakkı, ferdin mülkiyet hakkıyle karşılaşıyor. Elbette muhacirin yaşamasını temin etmek lazım. Ferdin mülkiyet hakkı bundan sonra nazara alınmak icap eder.

Hülasa: Meselede, hüsnuniyetle bir gayrimenkule malik olan muhacirin elinden Hükümetin verdiği tarla, bağ, bahçe veya ev ancak bir sene içinde alınabilir. Bir sene geçtikten sonra müstehik olan kimse yalnız bedelini isteyebilir. Aynını isteyemez.

Ve iddia buyurulduğu gibi burada tapuda müseccel olup olmamanın da hiç bir kıymeti yoktur. Zira tapuda müseccel olmanın (kıymetini ölçecek mehek burası değildir. Bir muhacirin hayatı ve yeni bir vatandaş olmak itibariyle masumiyeti bahis mevzuu olurken binde bir yapılmış bir yanlışlıkla bir adamın tarlasının aman mülkiyet hakkına halel gelmesin diye muhaciri hayat hakkından tecrit ederek elinden almak ne tabii haklara ve ne vatandaşlık hislerine dayanamaz. Tapu senedinin ve tescilin kıymetini ölçecek ve alakadarlara tanıttıracak çok daha başka vesileler ve sebepler vardır.

1515 numaralı Kanuna ait ihtilafı halledeli daha çok zaman olmadı, orada da mülk sahibinin tapusu vardı amma, diğer sebeplerle kıymetini kaybetmiştir denilerek ehemmiyet verilmedi. Her halde bu ihtilafımız ondan daha az ehemmiyetsiz değildir.

Beyefendiler, milli iradenin tezahürü olan kanunu biz ancak metninde kullanılmış olan kelimeler ve terimlerle anlayabiliriz. Burada kanun koyan hiç bir istisnai kayda tabi tutmaksızın mutlak olarak ayne ait dava diyor. Tapuda mukayyet veya gayri mukayyet diye bir tasnife tabi tutmadığı halde biz Adliye Encümeninin istişari mahiyeti tecavüz etmiyen bir mutalaasında kullandığı bir cümle ile kanun vazıının madde metninde açıkça vaki beyanını ve taknin ettiği hükmü nasıl bir takım istisnalara tabi kılabiliriz? Bu bize verilmiş bir hak değildir. Bir tasarının müzakeresinde herkes çıkıp bir şey söyleyebilir. Bunların hiç biri kanunun sarih metni ve kati hükmü muvacehesinde kıymeti haiz olamaz. Kaldı ki: Adliye Encümeni de mazbatasında bir şey söylemiş değildir. Beş celsedir saatlerce bize söz söyleten şu maddenin sarih ibaresine bir kerre daha dikkat nazarınızı çekerim.

(Bu suretle temlik edilmiş olan gayrimenkuller hakkında vukubulacak ayni davalarda hasım taraf yeni malik ile birlikte hazinedir.)

Ne kadar sarih bir hüküm, bundan tereddüt edilecek bir cihet var mıdır?

Hükümet muhacirlere yer verirken tanzim edilmiş olan defterin içine Ali'nin, Veli'nin tapulu yerini de sokmuş olabilir. Bu yanlışlık imkansız bir şeymidir? Ali bunun üzerine dava ediyor. Şunlara verdiğiniz yer benim tapulu mülkümdür diyor. İşte kanunun açık metni bu hali gösteriyor. Bu taktirde temlik tarihinden itibaren bir sene içinde aynını dava edebilir.

Kanun vazıı bu işleri tamamen hususi bir rejime tabi tutmuştur. Medeni Kanunda, Borçlar Kanununda, şu veya bu kanundaki umumi esasları bir tarafa bırakmış bu iş için ayrıca ahkam koymuştur. Kanun yapanın kastı apaçık meydanda dururken kalkıp da tapuda müseccel olanı bu hükümden ayırmak İskan Kanununda güdülen maksada tamamen aykırı bir noktai nazar olur kanaatındayım.

Zaten bu sebeple bir ki bir sene müddet koymuş, ve bu bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayiç üzerinden bedel davası açılacağını tespit etmiştir. Hakim bir sene sonra ayna ait davayı dinleyemez. Ayın davasını ikame eden kimsenin temlik keyfiyeti ıttılaına vasıl olmuş mudur, olmamış mıdır? Onu da tetkik edemez. Niçin bunları garip görüyoruz? Bunlar hususi kanunlardır. Bu kanunlardaki hükümler umumi hükümleri daima takyit eder. Ve bundan dolayıdır ki: Bu bir senelik müddet sukutu hak müddetidir. Çünkü hakim bunu resen nazara almak mecburiyetindedir. Bir sene sonra ayın davasını katiyyen dinleyemez. Sukutu hak müessesenin bariz vasıfları bunlardır.

Netice: Ayne ait istihkak iddiasından tapuda müseccel gayrimenkulleri ayırıp umumi hükümlere tabi tutmak için elimizde hukuki hiç bir dayanak yoktur. Bu ibarenin mutlak ifadesi itibariyle tapulu tapusuz bütün gayrimenkullere şamildir.

Bir senelik dava müddeti de sukutu hak müddetidir.

Baş Reis demecini bitirirken: Cevat Gücün işte okuduğumuz gibi (Bu kanuna göre) kaydı bizim iddiamızın delilidir. Demeleriyle müzakerenin kafi olup olmadığını reye konarak Oybirliğiyle kafi olduğuna karar verildikten sonra:

Dört oturum süren görüşme ve tartışmalarda:

1- 2510 saydı kanunun gösterdiği kimselere dağıtılacak gayrimenkullerin ancak bu kanunda yazılı Devlete ait veya Hükümetin kamulaştırma yoluyla aldığı mallardan ibaret olduğu ve hakiki ve hükmi şahısların tapulu gayrimenkullerini Hükümetin bu kanuna dayanarak bu gibi şahıslara dağıtmaya hak ve yetkisi bulunmadığı ve böyle tapulu malların da dağıtılmış olması halinde sahiplerinin bunları her zaman geri alabilecekleri ve eklenen; fıkradaki "ayın davasında" ve "Müstehik" tabirlerinden de ancak kendilerine tefviz ve tahsis edilip de henüz adlarına tapu verilmemiş kimselerin gayri menkulleri dağıtılmış ise bunların açacakları dava kastolunduğu.

2- Yirmi üçüncü maddeye eklenen fıkranın uygulanacağı yerler biraz daha genişletilerek bu tabirlerle Medeni Kanunun 633 maddesinde yazılı işgal, miras, istimlak, cebri icra veya manken" ilamiyle bir gayrimenkulun maliki olan ve fakat tapuya bağlanmamış bulunan gayrimenkul sahiplerinin açabilecekleri davalar kastolunduğu ve bu eklenen fıkra hükmünün ancak bu gibi kimseler tarafından açılacak davalara uygulanacağı, yoksa bir kimsenin tapulu malı hakkında bu fıkra hükmü yürütülemeyeceği.

3- Bu eklenen fıkra hükmünce istihkak davası açacakların ancak (Araziyi ihya eden ve senetsiz tasarruf eyleyen veya yirmi sene fasılasız olarak bir yerde tasarruf etmek suretiyle hakkını iktisabı zamanaşımı tamam olan veya senetsiz tasarruftan irs suretiyle kendisine intikal eden kimseler) olduğu şeklinde hülasa edilebilecek üç görüş ileri sürülmüştür.

Tartışmaya konu olan ve metni (Bu suretle temlik edilmiş olan gayrimenkuller hakkında vukubulacak ayni davalarda hasım taraf, yeni malikle birlikte hazinedir. Temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayiç üzerinden bedel davası açılabilir) den ibaret olan fıkrada "Mutlak" olarak kullanılan "Ayni davalar" ve "Müstehikler" terimlerinin taşıdıkları mana ve kanuni mefhumun ne olduğunu Medeni Kanun hükümleri belli ettiğinden bu hükümler gözden geçirildiğinde mesele aydınlatılmış olur.

Medeni Kanuna göre ayni dava: Bu kanunun ayni hak olarak saydığı şeylerin taalluk ettiği bir ayne haksız olarak el komalara ve tecavüzlere karşı bu hakların sahipleri tarafından açılan davalardır.

Ayni hakların en başında ise bu kanunun 618. maddesinde gösterilen mülkiyet hakkı gelir. İhtilafın konusu gayrimenkule dair ayni dava olduğundan incelemenin de bunun üzerinde yapılması gerekirdir.

2510 sayılı İskan K.nun hükümlerine girdiği zannı ile bir başkasının tapulu malı da bu kanunun yirmi üçüncü maddesi gereğince bir başkasına temlik edilmiş ise asıl tapulu yer sahibinin ihlal olunan ve tecavüze uğrayan mülkiyet hakkının korunması için açılan dava; ayni bir dava olduğu gibi haksız olarak o gayrimenkule el koymuş olan kimseye karşı açılan bu davaya, adı geçen 618. maddenin sarahati veçhile istihkak davası da denilir. Ve bu gibi davalar Medeni Kanunun 933. maddesi gereğince haklı bir sebep olmaksızın yapılan tescilin değiştirilmesi veya o tescilin bütün, kütükten çıkarılması iddiasını da tazammun eder.

Gayrimenkulun mülkiyetine dayanılarak ayni bir dava açan kimsenin mülkiyet hakkına malik olduğunu başka bir deyimle o gayrimenkulun mülkiyetini iktisap etmiş bulunduğunu ispat eylemek zorunda olmasına ve bir gayrimenkul mulkiyetinin nasıl iktisap olunacağı ise Medeni Kanunun 633. maddesinde gösterilmekte bulunduğuna göre 3667 sayılı kanunun üçüncü maddesinde (Aynı dava) ve (Müstehik) terimlerini tapusuz gayrimenkul sahiplerinin açacakları davaya ve böyle bir davayı açanlara hasretmeye hukuki bir imkan bulunamaz.

Esas olarak gayrimenkul hakkında ayni dava nevinden mülkiyet hakkına dayanılarak istihkak davası açmak yetkisi, Medeni Kanunun 618 ve 905. maddeleri gereğince tapu, sahiplerine aittir.

İşgal, miras, istimlak, cebri icra ve ilam gibi hallerde veya hususi kanunları hükmünce tefviz ve tahsis ve temlik suretleriyle gayrimenkul mülkiyetinin iktisabına sebep teşkil eden şeylere dayanılarak istihkak davasının açılabilmesi ise kanunun verdiği yetkiye dayandığı ve asıl kaideye bunların da ilhak olunduğu içindir ki: Mutlak olarak kullanılan ayni dava ve müstehik terimlerini bu feriler hakkında uygulayıp asıl hakkında uygulamamak için kanunda kayıtlar bulunmalıdır. Halbuki bu eklenen fıkrada böyle bir kayıt olmadığı gibi kanuni bir delalet de yoktur.

İleri sürülen senetsiz tasarruflara gelince: bunların hukuki durumlarını da kanunlar belirtmiştir. Şöyle ki:

Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz ve tapuda kayıtlı olmayan ham toprakları açıp ihya edenlere 2644 sayılı Tapu Kanununun altıncı maddesinde yazılı şartlar dairesinde ihya ettikleri yerler kısmen parasız ve kısmen paralı olarak devlet tarafından verilebilir ve adlarına da tapu çıkartılır.

Yine Medeni Kanunun 639. maddesi hükmünce tapu kütüğünde kayıtlı olmayan gayrimenkulleri nizasız ve fasılasız uzun zaman tasarruf edenlerin bu yolda kullanmaları yirmi seneyi bulmuş ise bu gibi kimseler iktisabı zamanaşımına dayanarak namlarına tescil talebinde bulunabilirler.

Her iki halde dahi, bunlar ancak tescilden sonra o gayrimenküllerin maliki olabilirler. Tescilden evvelki durumları Medeni Kanun hükümlerine göre zilyetlikten ileri geçemez.

Bundan ötürüdür ki; bu gibi kimselerin açacakları davaları kanun bakımından istihkak davası denemez ki; bu eklenen fıkradaki (müstehik) teriminin bunlar için sevk edilmiş olduğu kabul edilebilsin.

2510 sayılı Kanunun yirmi üçüncü maddesi gereğince: Muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılacak yapı ve topraklar bu kanunun gösterdiği veçhile hakikatte devlet mallarından verilmiş ise bu suretle verilen yapı ve topraklar için başkaları tarafından istihkak davasının açılabileceği düşünülemez Ancak mülkün her tarafında kadastro ve tahrir yapılamadığı ve tapu kayıtlarında da bazı hatalara rastlandığı içindir ki: esbabı mucibe mazbatalarında belirtildiği üzre yanlışlıkla bir başkasının tapulu malı da bu yolla muhacir ve mülteci ve saireye dağıtılabileceğini kanun yapan düşündüğünden ötürü bu durum karşısında ne yapılacağını göstermek için bu maddeye umumi hükümlere ayak olarak (temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayiç üzerinden bedel davası açılabilir) hükmünü eklemiş bulunmaktadır.

Bununla beraber bazı hallerde tapulu yapı ve topraklar hakkında açılacak istihkak davaları, gerek Cumhuriyet devrine takaddüm eden zamanlarda ve gerek ondan sonra bazı kanunlarla umumi hükümler dışında ya kısa bir zamanaşımına veya hakkın düşmesi müddetine bağlanmış ve bu hükümler de şimdiye kadar tereddütsüz olarak olaylara uygulanmış ve uygulana gelmekte bulunmuş iken üzerinde durduğumuz bu kanun hükmü için belirtilmek istenilen mahzur ve endişelere yer vermeye zaruri bir sebep görülememiştir. Çünkü hata ve yanlışlıkla tapulu yapı ve toprağı böylece, muhacir ve saireye dağıtılan kimsenin bir sene içinde istihkak davası açarak ve hakkını ispat ederek onu geri almak ve ve yanlışlığı düzelttirmek kapısı açık bırakıldığı gibi bir seneyi geçirmiş de ayni hakkı düşmüş ise hükümetçe el konulduğu tarihteki değer kıymetini yaptığı masraflarla beraber almak hakkı saklı tutulmuştur. İşte bu kanuni gerekçelere dayanılarak 2510 sayılı İskan Kanunu gereğince bir kimsenin tapulu dahi olsa yapı ve toprağı yanlışlıkla bu kanunun saydığı kimselere temlik edilmiş olduğu takdirde ayni davaların ancak bu bir sene içinde açılması şart olup bir sene geçtikten ve hakkı düştükten sonra müstehikkin ancak hazine aleyhine el konulduğu zamandaki rayiç üzerinden bedel davası açabileceğine oyların üçte iki çokluğu ile 28.2.945 tarihinde karar verildi.


AYKIRI GÖRÜŞ

İskan edilecek mühacirlere Hükümete ait bulunan veya Hükümet tarafından istimlak olunan araziden vakı olacak tevdiata karşı ikame olunacak istihkak davası için 2510 numaralı Kanun mucibince bir senelik müruruzaman tayin edilmiş olup "istihkak davası" tabiri "tasarruf"a şamil olmadıktan başka tapu kaydı muzaf bulunduğu gayrimenkul hakkında tapu sahibi için bir mülk masuniyeti temin edeceği de tapu kanunu ve Medeni Kanunun açık sarahati icabından olmakla bunun aksine kanuni bir hüküm vazedilmedikçe bu masuniyet mahfuz kalacağı tabii ve şu halde İskan Kanununun bu istihkak müruruzamanı ancak bu kanunda bahis mevzuu olan devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere maksur olacağından tapuda mukayyet eşhasa ait araziden dolayı açılacak "tasarruf" davalarının umumi hükümlere tabi olacağı reyindeyim.


AYKIRI GÖRÜŞ

İskan edilen muhacirlere ve saireye dağıtılacak yerler 2510 sayılı iskan Kanununun yirmi birinci maddesinde gösterilen devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya hazineye intikal eden yerlerle "D" fıkrasında yazılı olduğu üzere Hükümetçe satın alınacak veya istimlak olunacak çiftlik ve topraklar gibi yerlerden ibaret bulunmaktadır. İskan K.nun yirmi üçüncü maddesinde bu kanun hükümlerine göre dağıtılan yapı ve toprakların denilmesine ve yukarda yazılı yirmi birinci maddenin "D" fıkrasının hükmüne göre 3667 sayılı Kanun ile yirmi üçüncü maddeye eklenen fıkra hükmü ancak bu kanunda bahis konusu olan yerlere mahsus olup hakiki veya hükmi şahıslara ait bulunan gayrimenkullere bir veçhile sari ve şamil olamaz. Binaenaleyh hakiki ve hükmi şahıslara ait bulunan gayrimenkuller komisyonca bir suretle muhacirlere ve saireye temlik edilmiş olduğu takdirde açılacak ayın davaları hakkında umumi hükümler cereyan edip ek fıkrada gösterilen bir yıllık zamanaşımına ait değildir. Reyinde bulunarak Oyçokluğu ile verilen işbu karara muhalifim.

Full & Egal Universal Law Academy