Yargıtay
Dairesi: Büyük Genel Kurulu
Esas No: 1967/ 7
Karar No: 1970 / 6
Karar Tarihi: 06.07.1970
(818 S. K. m. 22) (743 S. K. m. 632, 911)
Yargıtay Birinci Başkanlığına verilen dilekçe ile, Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinin 30/12/1966 gün ve 10213/8542 sayılı kararında; Maden Kanununun 39. maddesi hükmünce, maden arama ruhsatnamesinin devrinin resmi şekle bağlı tutulmuş olduğu, noterlerin bu konuda yetkili kılınmadığı ve bu hukuki esasların maden arama ruhsatnamelerinin devri vaadi anlaşmaların da dahi uygulanması gerektiğinin Borçlar Kanununun 22. maddesinin 2 fıkrasının gereği bulunduğu; buna karşılık. Ticaret Dairesinin 3.11.1967 gün ve 3331/3849 sayılı kararında, maden arama ruhsatnamesinin devri vaadine ilişkin anlaşmaların Maden Kanununun 39. maddesinde öngörülen şekle bağlı olacağı -hakkında, kanunda bir hüküm bulunmadığı, bu nedenle devir vaadi konusundaki sözleşmenin Noter Kanununun 44...M bendi hükmünce noterlerce yapılmasının mümkün ve geçerli olduğunun belirtildiği ileri sürülerek kararlar arasındaki tutmazlığın, içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesinin istenmesi üzerine, içtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunca (aynı konu ile ilgili birbirine tamamıyla aykırı esaslar benimsenmiş olduğuna ve dolayısıyla kararlar arasında açık çelişki bulunduğuna) oybirliğiyle karar verildikten sonra mesele incelendi, gereği konuşuldu.
1 - Esas konunun incelenmesine geçilmeden önce, madenlerin hukuki niteliğinin Anayasa, Medeni Kanun ve Maden Kanunları karşısında tespitinde yarar ve zorunluluk vardır.
334 numaralı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 130. maddesinde; (Tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Arama ve işletmenin özel teşebbüsle birleşme suretiyle veya doğruya özel teşebbüs eli ile yapılması kanunun açık iznine bağlıdır) hükmü yer almış bulunmaktadır. Medeni Kanunun taşınmaz mülkiyetinin konusu başlıklı 632. ve 911. maddeleri gereğince, sicille kaydı gereken taşınmazlar arasında sayılan madenler, bu Anayasa hükmü ile devletin hüküm ve tasarrufu altında sayılmış ve böylece arazi sahibinin mülkiyetine bağlı olmaktan çıkarılmıştır. Medeni Kanunun 619 ve 644/1. maddelerine açık bir istisna getiren bu hükme göre; madenlerin mülkiyeti ve madenlerden istenilen şekilde yararlanma ve tasarrufta bulunma hakkı, tamamen devlete aittir. Nitekim 6309 sayılı Maden Kanununun 4. maddesinde mevcut (Madenler devletin hüküm ve tasarrufu altında olup içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir) şeklindeki hükümle güdülen amaç, daha da açıklığa kavuşturulmuş bulunmaktadır. Şu itibarla, doktrinde de belirtildiği gibi (Yavuz Fındıkgil maden Hukuku, İstanbul 1966-Sayfa 81), devletten başka kişile haiz olduğu hak, bekleyen (muntazır bir hak) niteliğindedir. Yani devletin diğer kişilere ait arazide bulunan madenler üzerindeki tasarruf hakkı, madenlerin aranması veya işletilmesi söz konusu olana kadar bekleyen ve o zaman eylemli durumuna geçen bir haklar. Bu, devletin hükümranlık hakkının bir sonucudur ve amaç, yer altı servetlerinin devlet tarafından kamu yararı doğrultusunda idare ve istismarını sağlamaktadır. Nitekim bu görüş Maden Kanununun gerekçesinde aynen (...memleket topraklarının içinde saklı bulunan ve bir defa alındıktan sonra tekrar yerine konması mümkün olmayan maden cevherlerinin yatakları tahrip olunmadan en verimli bir usul ile istismarı bütün diğer ekonomik faaliyetler yanında müstesna ehemmiyeti haiz bir mesele teşkil etmektedir. Madenciliğin arzettiği ehemmiyet sebebiyle mevzuun yeniden bu günkü ihtiyaçları karşılayacak şekilde tanzimi zarureti baş göstermiştir. Madenler üzerinde kimseye mülkiyet hakkı tanımamak hususlarındaki esas muhafaza edilmek şartıyla,. diğer memleketlerin kanunları da göz önünden geçirilerek ve bu güne kadar tatbikatın verdiği tecrübelerden de istifade edilerek, bir taraftan madenler üzerinde iktisap edilebilecek haklara ait muameleler basitleştirilmek ve iktisap edilen haklar, daha tesirli bir surette (himaye edilmek, diğer taraftan da maden yataklarının tahribini önleyecek hükümler ilave olunmak suretiyle bu tasarı hazırlanmıştır; Hazırlık çalışmaları, maden işleri ile alakalı görülenlerle, ilim adamlarından ve idarede tecrübe görmüş zatlardan kurulan bir kongrede yazalı olarak bildirilen düşünceler de göz önünde tutulmak suretiyle, mevzuun esasları incelenmeye başlanmış ve böylece elde edilen neticeler tasarıya temel olmuştur....) sözleriyle açık ve seçik olarak belirtilmiştir.
Hiç şüphe yoktur ki; devletin bu konuda böyle bir yol izlemesinin açık nedeni, madenlerin, kamu emlaki ve bunların işletilmesinin kamu hizmeti sayılması ve özellikle, milli servetle, devletin ekonomik, siyasal ve askeri bünyesiyle yakından ilgisi bulunmasıdır (Sıddık Sami Onar İdare Hukukunun Umumi Esasları 1960 Sayfa 1920 ila 1021). Bu bakımdan, tasarruf hakkı yalnız devlete ait olan madenlerin aranması ve işletilmesi işi, ister devletin kendisi tarafından yürütülsün, isterse Anayasa'nın 130. maddesi hükmünce özel teşebbüs eliyle yapılsın, yukarıda belirtilen amaç değişmeyecektir. Bu itibarladır ki kanun koyucu, madenlerin mülkiyeti konusunda Medeni Kanundan ayrılarak koyduğu özel nitelikteki kısıtlayıcı hükümler yanında, aynı amaç ve düşünce ile, maden hakları ve hakların tescili hususlarında da özel bir düzen getirmiş ve örneğin,
a) Maden Kanununun 3. maddesinde (madenlerin aranması işletilmesi ve madenler üzerinde hak iktisabının Maden Kanununa bağlı bulunduğunu),
b) 5. maddesinde; madenler ile ilgili hakların bölünmeyeceğini, diğer bir deyimle paylara ayrılamayacağını,
c) 7. maddesinde; arama ve işletme hakkı iktisabı yasak olan kişileri ve hangi hallerde arama ve işletme haklarının iptal veya fesholunacağını,
d) 10. maddesinde; arama ruhsatnamesinin gerçek veya tüzel tek kişiye verilebileceği yani tek kişi ilkesini,
e) II. ve müteakip maddelerde, ruhsatname sahibinin devlete karşı olan vecibe ve mükellefiyetlerini,
f) 13. maddesinde; kimlere arama ruhsatı verilebileceğini,
g) 17. maddesinde; arama ruhsatnamesinin alınabilmesi için gerekli başvurma şekil ve şartlarını ve 39. maddesinde de, arama ruhsatnamesi hukukunun devrim özel olarak belirtmiş bulunmaktadır.
2 - Gerçekten, Maden Kanununun 5. kısmını (Arama ruhsatnamesi hukukunun devri) başlıklı 39. maddesi, anılan hakkın devrini özel bir çekle -bağlamış ve özellikle, kamu yararına bir hizmet gören ruhsatname sahibi gibi, ruhsatnameyi devralacak kişinin de devlete karşı, kanunda belirtilen birçok borç ve yükümlüleri bulunduğunu açık olarak dile getirmiş bulunmaktadır. Söz konusu maddenin öngördüğü bu, şekil, arama ruhsatnamesini devredecek kişi ile, devralacak kişi ve ayrıca madenlerin sahibi olan devletin, bu iş ile görevli kanuni temsilcisinin iradelerinin belirli konularda birleşmesi suretiyle yapılacak resmi bir hukuki işlemi kapsamaktadır. Binaenaleyh, gerek ruhsatname verilmesi, gerekse ruhsatnamenin, aynı yükümlülükleri kabul eden diğer bir kişiye devri işlemleri, devleti sözü edilen yasa kuralları bakımından doğrudan doğruya ilgilendiren bir konudur.
39. maddenin açık hükmüne göre; arama ruhs