Yargıtay Büyük Genel Kurulu 1975/7 Esas 1975/9 Karar
Karar Dilini Çevir:
Yargıtay
Dairesi: Büyük Genel Kurulu
Esas No: 1975/ 7
Karar No: 1975 / 9
Karar Tarihi: 20.10.1975

(1412 S. K. m. 290)

I - KONUYA GİRİŞ :

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 290. maddesi "Müdafi, maznunun açık arzusuna muhalif olmamak şartıyla kanun yollarına müracaat eyleyebilir." hükmünü taşımaktadır. Bu madde uygulamasıyla ilgili olarak Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesi'nce, vekaletnamesiz müdafiin, sanığın açık isteği saptanmadan, kanun yollarına başvuramayacağına karar verilmiş, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile 2. ve 4. Ceza Daireleri ise sanıkla birlikte hakim huzurunda bulunan ve onu savunan vekaletnamesiz müdafiin kanun yollarına da müracaat edebileceğini içtihat eylemiştir. Kararlar arasındaki bu aykırılığın İçtihadı Birleştirme Büyük Kurulu'nca bir sonuca bağlanması Sekizinci Ceza Dairesi Bşakanlığı'nın 13.05.1975 günlü ve 205/109 sayılı yazısı ile Yargıtay Birinci Başkanlığı'na bildirilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Daireleri'nin görüşleri ve son uygulamaları hakkındaki cevapları alındıktan sonra Birinci Başkanlık Divanı'nca yapılan incelemede, anılan kararlarda içtihat uyuşmazlığı bulunduğu ve bu aykırılığın 1730 sayılı Yargıtay Yasası'nın 20. maddesi gereğince içtihatların birleştirilmesi yolu ile giderilmesine 18.09.1975 gün ve 62 sayı ile karar verilmiştir.

Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nun 20.10.1975 günlü toplantısında konu görüşülmüştür. 13.07.1975 günlü ve 15294 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "İçtihadı birleştirme görüşmelerine ve kararların yazılmasına ilişkin ilke kararı" gereğince raportör üye F.K. tarafından konu, kararlarda birbirine aykırı düşen yönler ve çelişki açıklanmış anılan kararlar arasında aykırılık bulunduğuna ve içtihatların birleştirilmesine oybirliği ile karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

II - AYKIRI GÖRÜŞTEKİ KARARLAR :

A - Ceza Genel Kurulu ile aynı doğrultudaki 2. ve 4. Ceza Daireleri'nin kararları :

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 09.12.1974 günlü ve 282/447 sayılı kararı:

"Sanığın tahkikatın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımına müracaat edebileceği hususu CMUK'nun 136/1. maddesinde kabul edilmiş bir genel prensiptir.

Usul Kanunu'muzu gerek bu 136. maddede ve gerekse diğer bir çok maddelerinde (Örneğin 139, 227, 273 ve ilahir gibi) müdafiden bahsederken bunların vekaletnameyi haiz olmaları şartını aramamış ve böyle ve buna benzer bir kayıt ileri sürmemiştir.

Nazari olarak Ceza Usulü Hukuku'nda, sanığın beraati veya hafif bir ceza ile cezalandırılması konuları üzerinde yasa adına faaliyette bulunmak görevi ile yükümlü kamu hizmeti gören bir organ olarak tanımlanan müdafi, temsil yetkisini haiz vekilden ayrı bir statüye tabidir ve özellikle hukuktaki vekiller kadar geniş ve mutlak bir temsil hakkını haiz değildir. Ancak, sanığın birlikte duruşmaya gelerek hakim huzurundan onu müdafi olarak kabul ettiğini bildirdiği takdirri, böylece müdafiilik sıfatını kazanmış olan bir kimsenin, yardımcısı olduğu sanığın açık arzusuna muhalif olmamak şartıyla, kanun yollarına da müracaat edebileceği usulün 290. maddesinde kabul edilmiş bulunmaktadır... Yasa koyucu (sanığın açık arzusunun) vekaletname ile anlaşılacağı öngörseydi yukarıda sayılan diğer maddelerden farklı olarak bu maddeyi de bu görüşe uygun bir tarzda düzenlenmesi gerekirdi.

Bu itibarla vekaletnamesiz müdafiin temyiz isteğini inceleyerek işin esasına karar veren özel daire ilamı usule ve yasaya uygun bulunduğundan yerinde görülmeyen C. Başsavcılığı'nın itirazının reddine".

Yargıtay İkinci Ceza Dairesi'nin 02.04.1962 günlü ve 2567/4420 sayılı kararı :

"..... Sanık F. ile birlikte duruşmada hazır bulunarak müdafiliğini yapmış olduğu ve bu halde müdafi sıfatını tevsik için vekaletname ibrazına kanuni bir lüzum bulunmadığı cihetle sanık müdafii sıfatıyla vaki temyizinin kabulüne".

Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi'nin 22.05.1975 günlü ve 2947/2933 sayılı kararı :

"Vekaletnamesi bulunmayan sanık müdafii 15.11.1974 ve 18.12.1974 günlü oturumlarda sanıkla birlikte duruşmaya gelmiş ve müdafiilik görevini ifa etmiş bulunmasına göre CMUK'nun 190. maddesi sarahatı karşısında hükmü temyize yetkisi bulunduğundan müdafiin temyizi üzerine işin esasının incelenmesine" karar verilmiştir.

B - Karşıt görüşteki Sekizinci Ceza Dairesi'nin kararları :

a) "CMUK'nun 290, 291/1, 356. maddeleri hükümlerine ve bu yasanın müdafiler için temsil açısından benimsediği kurallara göre :

Sanığın duruşmada (CMUK'nun 136. maddesine dayanılarak) ithama karşı savunma için "yardımcısı" olan vekaletnamesiz müdafiin sanığın açık isteği saptanmadan kanun yollarına başvurmada onu temsile yetkisi bulunmadığından müdafi tarafından verilmiş temyiz dilekçesinin ve tebliğnamedeki düşüncenin reddine oyçokluğuyla karar verildi."

"Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesi, 24.04.1975, 2153/2874 sayılı karar)

b) "01.02.1956 doğumlu sanık E.K.'ya velayeten babası A.K. tarafından sanığa vekil tayinine dair 16.09.1974 tarihli vekaletnamenin tanzim tarihinde ve hükmün 26.03.1975 tarihindeki vicahi tefhiminde reşit bulunduğu anlaşılan sanığı velayeten temsile yetkisi olmayan babası tarafından tayin olunan ve sanığı temlis selahiyeti bulunmayan vekil tarafından verilmiş temyiz dilekçesinin istem gibi reddine oyçokluğuyla karar verildi."

(Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesi 03.06.1975 günlü ve 3770/3964 sayılı karar).

Azınlıkta kalan Üyenin karşı düşüncesi : "Hükmü sanık adına temyiz eden avukatın, müdafi sıfatıyla ve sanıkla birlikte duruşmaları takip etmiş ve tefhim sırasında da sanıkla beraber hazır bulunmuş olmasına ve CMUK'nun 290. maddesi sarahatına göre temyiz dilekçesinin kabulü ile esasın tetkiki gerektiği reyindeyiz."

III - Büyük kurulda raportör üyenin açıklanmasından sonra içtihat aykırılğına ilişkin görüşler belirtildi. Vekaletnamesiz müdafiin hükmü temyiz edemeyeceğine yönelen görüşte denildi ki, sanığın açık arzusu saptanmadan vekaletnamesi bulunmayan müdafiin kanun yoluna başvurmasının geçerli sayılması anılan 290. maddeye aykırı olur. Sanık olabilir ki hakkında verilmiş bulunan hükmü kabullenmiştir ve temyiz edilmesini istememektedir. Temyiz etmenin aleyhine sonuç vereceğini düşünebilir. Nitekim, hüküm Yargıtay'ca kazanılmış hak saklı tutularak bozulabilir ve kanun yoluna başvurma böylece sanık aleyhine sonuç doğurmuş olur. Örneğin, görevi kötüye kullanmaktan hüküm giymiş bulunan bir sanığın arzusu saptanmadan müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay'ca eylem zimmet niteliğinde görülerek ve kazanılmış hak saklı kalmak üzere hükmün bozulması olanağı vardır. Bu halde bozmadan sonra verilecek ceza önceki cezadan fazla olamayacak ise de, bu kez suçun vasfı zimmet olarak belirlenecek, bu ise sanığın aleyhine olacaktır. İşte bu nedenlerle vekaletnamesiz müdafiin temyizinin sanığın açık arzusuna aykırı bulunup bulunmadığının saptanması gerekir. Vekaletname olmadan müdafiin sanığı temsile yetkisi de yoktur.

Çoğunluk görüşü karşıt doğrultuda olmuştur. Denilmiştir ki, sanığın cezalandırılmasına lişikin hükmü kendisinin temyiz etmesi halinde dahi, kamu düzeni bakımından kazınılmış hak saklı kalmak üzere yapılacak bozmada, vasıftan aynı sonuç yine söz konusudur. Kaldı ki sanık müdafiinin temyizinin, müdahil, şahsi davacı ya da Cumhuriyet Savcısı'nın temyizindeki gibi sanık aleyhine bulunması olanak dışıdır. Vekaletnamesiz müdafiin sanığı duruşmada savunabileceği ve bu savunmanın devamı olarak hükmü de temyiz edebileceği yasanın gerekçesinden anlaşılmakta ve doktrinde de kabul edilmektedir. Örneğin :

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun gerekçesinde aynen : "Maznunun müdafii gibi kanuni mümessili ve maznun kadın ise kocası da kendiliklerinden kanun yoluna müracaat edebilirler." (1412 sayılı Kanun'un Esbabı Mucibesi, 1937, Adliye Vekilliği neşriyatı, Sh. 113).

Bu konuda Prof. T.T.'nin görüşü de şu yoldadır : "Müdafii dahi kanun yollarına başvurabilir ve bu hususta maznunun muvafakatı mevcut sayılır." (Ord. Prof. Dr. T.T. Ceza Muhakemeleri Usulü 1955, 3. Basım, Sh. 356).

Prof. Dr. T.T.Y.'nin Kanun yolları isimli yapıtının 25. sayfasında aynen: "Kunter'in kanaatince (müdafii de toplum adına müdafaa fonksiyonu ifa ettiğine göre sanığa bağlı olmadan kanun yolu davası açabilmelidir). (Kunter, Ceza Muhakemesi Sh. 593). Alman-Türk Ceza Muhakemeleri Usulü bu düşünceyi benimsememiş, bu konuda sanığın isteğine büyük önem vermiştir. Ancak, bu husustaki iradesinin hüküm ifade edebilmesi için sanık, kanun yoluna gitmek istemediğini mahkemeye veya müdafiine açıkça bildirmiş olması gerekir. Bu açıklama yapılmadan vaki olan kanun yoluna başvurma saınığın iradesine aykırı olsa bile hüküm ifade eder. KLEİN-MÜLREİT, p, 297, No. 3, 4"

Ceza Mufhakemeleri Usulü Kanunu'muzun kaynağı olan Alman Kanunu'nun açıklayıcısı Dr. O.S.'nin R.T. tarafından çevrilen yapıtında da aynen şu görüşe yer verilmiştir : "Eğer müdafii kanun yollarına müracaat anına kadar cereyan eden muhakemelerde müdafaa vazifesini ifa etmiş ise, bu sıfatı ile kanun yollarına mürcaat edebilir, başka suretlerle selahiyetini ispat etmesine lüzum yoktur... Aksi ispat edilinceye kadar müdafii maznun tarafından kanun yoluna müracaata selahiyetli ad olunur. Sh. 540."

Bu görüşleri yasamızın genel tertibi de teyit etmektedir. Gerçekten yasamız vekaletname koşulunu aradığı yerleri açıkça saptamıştır. Örneğin : 356, 348, 393/2 ve 318. maddelerde (vekaletnameyi haiz bir müdafi)'den söz edilmiştir. Hatta 295/2. maddede de (müdafiin vukulmuş bir müracaattan vazgeçebilmesi ayrıca hususi vekaleti haiz bulunmasına bağlıdır) hükmü vardır. Konumuz olan 290. maddede ise (vekaletname)'den hiç söz edilmemiştir. kaldı ki yasa koyucunun amacı vekaletnameli bir müdafiin kanun yoluna başvurması yönünde olsa idi sanığın açık arzusuna muhalif olmamak şartıyla) deyimine bu madde yer vermezdi. Çünkü vekaletname varsa, kanun yoluna gitmek zaten vekalet gereğidir.

Yasanın 136. maddesi (maznun tahkikatın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımına mürcaat edebilir) kuralını koymuş fakat maddede (vekaletnamesi bulunan müdafiin yardımına) denilmemiştir.

Yasanın şahsi dava ile ilgili 356. maddesinde (Maznun yalnız olarak veya kendisine yardım için yanında bir avukat veya dava vekili bulundurarak hazır bulunabileceği) hükmü konmuş ve kendisini mahkemede temsil ettirmek isterse ancak o takdirde (vekaletnameyi haiz bir avukat veya dava vekili tarafından temsil ettirebileceği) öngörülmüştür. Bu da gösteriyor ki yasa koyucu sanığın yanında mahkemede hazır bulunan ve savunma görevini üzerine alan müdafiiden vekaletname aramamaktadır.

Yargıtay 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. Ceza Daireleri'nin son uygulamalarının da bu doğrultuda bulunduğu gelen cevaplarda belirtilmiştir.

Hukuk bilginlerinin özet olarak alınan görüşlerine, Yasa koyucumuzun (müdafii... kendiliğinden kanun yoluna müracaat edebilir) şeklindeki gerekçesine ve yukarıdaki açıklamalara göre ceza mahkemesinde sanığın yanında onu savunan, bu görevi mahkemece de kabul edilmiş olan ve 137. maddeye göre avukat veya dava vekilliği niteliği bulunan müdafii, artık sanığın savunmasını tümü ile üzerine almıştır. Savunduğu sanık aleyhine verilen bir hüküm için kanun yoluna başvurması da savunmanın gereği ve devamıdır. Ayrıca vekaletname aranmasına yasal neden yoktur. Sanığın müdahiini azlettiğine ya da müdafiin yaptığı temyize katılmadığına ilişkin açıklanmış bir beyanı dosyada yoksa müdafiin temyizi geçerlidir. Temyiz incelemesi yapılır.

IV - Sonuç: Sanıkla birlikte duruşmaya gelen ve hakim huzurunda müdafii olarak kabul edildiği sanık tarafından bildirilen vekaletnamesiz müdafiin hükmü temyiz etmesi halinde, dosyada sanığın açık bir muhalefeti bulunmuyorsa CMUK'nun 290. maddesine göre bu temyizin geçerli olduğuna ilk toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla 20.10.1975 gününde karar verildi.


Full & Egal Universal Law Academy