Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/11-221 Esas 2014/214 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2013/11-221
Karar No: 2014/214
Karar Tarihi: 29.04.2014

(765 S. K. m. 102, 104, 339, 342, 343) (5237 S. K. m. 204, 206, 267, 268) (1412 S. K. m. 322) (6. CD. 22.06.2006 T. 2005/15485 E. 2006/6754 K.)

Dava: Memura yalan beyanda bulunma suçundan sanık M. D. D.'nun 765 sayılı TCK'nun 343/2. maddesi uyarınca 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İzmir 27. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 07.10.2008 gün ve 630-469 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 14.03.2012 gün ve 12179-3465 sayı ile;

"...Sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Hırsızlık suçundan yakalanan sanığın görevli polis memurlarına daha önce kendi fotoğrafını vererek Konak İlçe Nüfus Müdürlüğü'ne düzenlettiği sahte hüviyet cüzdanını ibraz ederek 21.01.2003 günlü yakalama tutanağını bu isme göre imzaladığı, dosya arasında mevcut Gaziemir İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün 22.01.2003 günlü fezleke içeriğine göre bu kez samimi itirafla gerçek kimliğinin M. D. olduğunu beyanla şüpheli hakları formunun ve tahkikat evrakının bu isme göre düzenlenip 27.01.2003 günlü iddianame ile 1970 doğumlu Müslüm oğlu M. D. hakkında yalan beyan ve sahte hüviyet cüzdanı kullanmaktan dava açılıp anılan iddianame ile açılan davada bu isimle yargılanıp İzmir 12. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 09.06.2003 gün ve 2003/125 esas, 2003/436 karar sayılı ilamı ile sevk maddeleri gereğince M. D. hakkında mahkumiyet hükümleri kurularak kesinleştirilip infaza verildiği, infaz aşamasında M. D. vekilinin yargılamanın yenilenmesi talebi üzerine talebin kabulü ile kesinleşen hükmün iptaline, M. D.'nun beraatine karar verilip 07.12.2007 günlü iddianame ile gerçek sanık hakkında dava açılıp memura yalan beyanda bulunmak suçundan kamu davasının açıldığı anlaşılmakla; söz konusu iddianamedeki niteleme ve mahkemenin kabulüne ve tüm dosya kapsamına göre sahte oluşturulan mahkeme ilamı nedeniyle sanığın sübut bulan fiilinin suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nun 342/2 (5237 sayılı TCK'nun 204/1-3) madde ve fıkrası kapsamında resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı gözetilmeden suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde memura yalan beyanda bulunmak suçundan hüküm kurulması,

2- Gerekçeli karar başlığındaki suç tarihinin M. D. hakkında kurulan hükmün karar tarihi olan 09.06.2003 olduğunun gözetilmemesi" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 02.05.2012 gün ve 196970 sayı ile;

"...Somut olayda olduğu gibi işlediği bir suç nedeniyle yakalanan şüphelinin, gerçek kimliğini saklayıp kolluk kuvvetlerine; hüviyet bilgilerini bildiği yakın akrabası veya arkadaşı ya da herhangi bir şekilde ele geçirdiği bir kimlikteki ismi bildirdiği uygulamada sıklıkla rastlanan bir durumdur. Gerçek kimliği parmak izi incelemesinde ortaya çıkmakta, bazen de belirlenemeyip verilen kimlik bilgilerine göre dava açılmakta, nüfus kaydı gelmekte ve mahkumiyet kararı verilmektedir. İnfaz aşamasında kimlik sahibinin itirazı üzerine olay ortaya çıkmaktadır. Bu gibi durumlarda, yani sanığın; işlediği bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını önlemek amacıyla kendi kimliğini saklayıp bir başka kişiye ait kimlik bilgilerini kullanması ve onun hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olması halinde eylemi TCK'nun 268. maddesi uyarınca iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılmalıdır. TCK'nun 268. maddesinde yer alan başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun oluşabilmesi için, failin daha önce bir suç işlemesi veya bir suçtan aranması, kendi kimliğini vermesi halinde hakkında bu suçtan yasal işlem yapılması gerekmektedir. Hakkında herhangi bir soruşturma yoksa, aranan kişilerden değilse bir başka kişinin kimlik bilgilerini vermesinde o kişi hakkında soruşturma yapılmamışsa sanığın TCK'nun 206. maddesiyle cezalandırılmasına karar verilmelidir. Yine işlediği bir suçtan dolayı yakalanan şüphelinin kendi kimliği saklayıp hayali bir isim vermesi ve kimlikte bir kişinin olmaması halinde eylemi TCK'nun 206. maddesine uygun bulunmaktadır. Bu nedenle gerçek kimliğin saklanması halinde, verilen isim ve soyadda bir kişinin olup olmadığı araştırılmalı, sonucuna göre eylemine uygun suçtan dolayı dava açılmalı ve karar verilmelidir. Suçun oluşabilmesi için yapılan beyandan dolayı bir zararın meydana gelmesi şart olmayıp, zarar olasılığının bulunması yeterlidir. Suçun manevi unsuru kast olup fail, bilerek ve isteyerek gerçeğe aykırı belge düzenlettirilmeli ve fail eyleminin sonuçlarını isteyen bir irade ve bilinçle bu suçu işlemelidir. (Sedat Bakıcı-Gürsel Yalvaç; 5237 sayılı Yasa Kapsamında Ceza Hukuku Özel Hükümleri, Ankara-2008, Adalet Yayınevi, 2.kitap, Shf 1029-1030)

Nitekim Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 04.11.1997 gün ve 6-162/257 sayılı, Yüksek Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 22.06.2006 gün ve 2005/15485 esas 2006/6754 karar, Yüksek Yargıtay 11.Ceza Dairesinin 22.01.2008 gün ve 2007/9081 esas 2008/115 karar, 09.04.2009 gün ve 2006/8638 esas 2009/4072 karar, 19.11.2009 gün ve 2007/931 esas 2009/14427 karar sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Tüm bu açıklamalar karşısında, sanık hakkında memura yalan beyanda bulunmak suçundan açılan kamu davasının resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağını kabul etmek mümkün değildir...." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanığın eylemi memura yalan beyanda bulunma suçunu oluşturacağından bu suçtan açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 06.02.2013 gün ve 22310-1801 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Karar: Sanık hakkında hüviyet cüzdanında sahtecilik suçundan kurulan hükümle ilgili olarak Özel Dairece kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme memura yalan beyanda bulunma suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin resmi evrakta sahtecilik suçunu mu yoksa memura yalan beyanda bulunma suçunu mu oluşturacağının, buna bağlı olarak dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

21.01.2003 günü İzmir ilinde Gaziemir'den Karabağlar istikametine seyir halinde olan plakası belirli araçtaki şahısların hırsızlık eylemlerinin olduğu yönündeki haber merkezinin anonsu üzerine aracın kolluk görevlilerince durdurulduğu, kimlikleri sorulunca dört şahıstan biri olan sanığın kaçtığı, bir taksiye bindikten kısa bir süre sonra yakalanınca görevlilere "Zeki Dağ" adına düzenlenmiş ve kendi fotoğrafı yapıştırılmış kimliği ibraz ederek adının "Zeki Dağ" olduğunu söylediği, sanık hakkındaki adli raporun "Zeki Dağ" adına düzenlendiği,

22.01.2003 günü saat 13.29 da Gaziemir Merkez Karakol Amirliğinde alınan ifadesinde sanığın; "Ben dün yankesicilik suçundan yakalandım ve Zeki Dağ adına kimliği ibraz ettim. Adım M. D.'dur. Mahalleden tanıdığım Zeki Dağ'ın kimliğini 30.12.2002 günü Konak Nüfus Müdürlüğünden çıkarttırdım. Fotoğraf bana aittir. Yargıtay'da olan 13 ay cezam nedeniyle her an bu cezamın geleceğinden korktuğum için böyle bir iş yaptım, pazarcılık yaparım" şeklinde açıklamada bulunduğu,

Bu ifade üzerine "M. D." hakkında yalan beyanda bulunmak ve sahte nüfus cüzdanı kullanmak suçundan kamu davası açıldığı, yargılama sırasında İzmir 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 2003/125 Esas sayılı dava dosyasında 07.05.2003 tarihinde sanığın M. D. kimliği ile sorgusunun yapıldığı,

Yargılama sonucunda M. D. hakkında İzmir 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 125-436 sayılı kararı ile kimliği hakkında yalan beyanda bulunmak ve sahte nüfus cüzdanı kullanmak suçlarından mahkûmiyet hükmü kurulduğu,

Sanığın 11.01.2005 tarihinde başka bir eylem nedeniyle yakalandığında adının yine "M. D." olduğunu beyan ettiği, kısa bir süre sonra da Yankesicilik ve Dolandırıcılık Büro Amirliğinde alınan ifadesinde gerçek kimliğinin M. D. D. olduğunu, daha önce de amcası M. D.'nun adını verdiği için onunla ilgili yargılama yapıldığını belirttiği ve böylece uyuşmazlıkla ilgili eyleminin ortaya çıktığı,

23.05.2005 günlü dilekçe ile M. D. vekilinin yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduğu, İzmir 12. Asliye Ceza Mahkemesince infazın durdurulmasına karar verilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığının 06.06.2006 günlü yazısına göre 1 yıl 6 ay hapis cezasına ilişkin ilam nedeniyle hükümlü hakkında 15.12.2004 tarihinde şartla tahliye, 07.11.2005 tarihinde de bihakkın tahliye kararı verildiği, ilamın 13.12.2005 günü infazen mahkemeye gönderildiğinin belirtildiği,

Yargılamanın yenilenmesi sonucunda İzmir 12. Asliye Ceza Mahkemesince 20.04.2007 gün ve 386-217 sayı ile, M. D.'nun beraatine, önceki hükmün iptaline ve M. D. D. hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği, sanık M. D. D. hakkında soruşturmaya başlandığı ve memura yalan beyanda bulunma suçundan kamu davası açıldığı,

Mağdur M. D.'nun sanıktan şikâyetçi olmadığını beyan ettiği,

Sanık aşamalarda; Zeki Dağ'ın kimliğini kullanması ile ilgili olarak hapis yattığını ve cezasını infaz ettiğini, neden yargılamaya devam edildiğini anlamadığını savunduğu,

Anlaşılmaktadır.

Suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nun 343. maddesinde; "Her kim resmi bir varaka tanzimi esnasında kendisinin veya başkasının hüviyet ve sıfatı yahut mezkür varaka ile sıhhatı ispat olunacak sair ahval hakkında memurine karşı yalan beyanatta bulunursa bundan umumi veya hususi bir zarar husule geldiği takdirde üç aydan bir seneye kadar hapis cezalandırılır.

Eğer mezkür varaka tevellüdat, münakekat ve vefiyata yahut adli işlere müteallik bulunursa fail altı aydan iki seneye kadar hapsolunur" düzenlenmesi yer almaktadır.

765 sayılı TCK'nun 343. maddesinin 2. fıkrasında doğum, ölüm, nüfus işleri ve adli işlere ilişkin yalan bildirimde bulunulması, daha fazla ceza verilmesini gerektiren bir neden olarak kabul edilmiştir.

Maddenin açık hükmüne göre bir kimsenin resmi bir belge düzenlenmesi sırasında zarar meydana getirecek şekilde memura karşı yalan beyanda bulunması suç sayılmıştır. Buna göre, suçun oluşması için;

a- Bir kimsenin resmi bir belge düzenlenmesi sırasında,

b- Kendisinin veya başkasının kimlik ve sıfatı yahut mezkür varaka ile sıhhatı ispat olunacak diğer durumlar hakkında,

c- Memura karşı yalan beyanda bulunması,

d- Bundan dolayı genel ya da özel bir zararın meydana gelmesi gerekir.

Öğretideki görüşlere ve konuya ilişkin yargısal kararlara göre, bu suçta temel alınan husus, memur tarafından delil aranmaksızın, başkaca herhangi bir araştırma, inceleme ve işlem yapılmaksızın, doğrudan doğruya hukuksal sonuç doğuracak, delil aracı oluşturacak nitelikte resmi belgenin düzenlenmesine dayanak alınan beyandır. Yalan beyanını doğrudan hukuki sonuç doğurmadığı, delil aracı oluşturmadığı hallerde ya da memurun görevi gereği beyanın gerçeğe uygunluğunu araştırma, denetleme ve doğruluğuna kanaat getirdiği takdirde resmi belgeyi düzenlemesi, aksi halde beyanı reddetmesi gerekiyorsa 765 sayılı TCK'nun 343. maddesinde düzenlenen suç oluşmayacaktır.

Öte yandan, 03.06.1936 gün ve 8-15 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile, 17.03.1998 gün ve 389-93 sayılı 04.11.1997 gün ve 162-257 sayılı Ceza Genel Kurulu kararlarında da belirtildiği üzere; TCK'nun 343. maddesi kapsamına giren suçlarda esasen genel veya özel bir zararın meydana gelmesi şart olup, "zarar doğması" şartı suç öğesi olarak kabul edilmiştir.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun "Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan" başlıklı 206. maddesinde ise; "Bir resmi belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır" düzenlemesi öngörülmüş, madde gerekçesinde de;

"Madde, doktrinde 'fikri sahtecilik' olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmi belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmi belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmi belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmi belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmi belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette 'doğruyu söylemek'le yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtay'ının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.

Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.

Resmi belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.

Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası olarak saptanmıştır" açıklamalarına yer verilmiştir.

Aynı Kanunun "Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması" başlıklı 268. maddesinde; "(1) İşlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanan kimse, iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılır",

"İftira" başlıklı 267. maddesinde ise; "(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Fiilin maddi eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması hâlinde, ceza yarı oranında artırılır.

(3) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş mağdurun aleyhine olarak bu fiil nedeniyle gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(4) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil nedeniyle gözaltına alınması veya tutuklanması hâlinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur.

(5) Mağdurun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti hâlinde, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis cezasına; süreli hapis cezasına mahkûmiyeti hâlinde, mahkûm olunan cezanın üçte ikisi kadar hapis cezasına hükmolunur.

(6) Mağdurun mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, beşinci fıkraya göre verilecek ceza yarısı kadar artırılır.

(7) İftira sonucunda mağdur hakkında hapis cezası dışında adli veya idari bir yaptırım uygulanmışsa; iftira eden kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(8) İftira suçundan dolayı dava zamanaşımı, mağdurun fiili işlemediğinin sabit olduğu tarihten başlar.

(9)Basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilân olunur. İlân masrafı, hükümlüden tahsil edilir" hükümlerine yer verilmiştir.

Buna göre, işlediği bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını önlemek amacıyla kendi kimliğini saklayıp bir başka kişiye ait kimlik bilgilerini kullanması ve onun hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olması halinde sanığın fiili, 5237 sayılı TCK'nun 268. maddesinde düzenlenen suç tipine uyacak ve maddedeki hüküm gereğince 267. fıkradaki iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılacaktır. Sanık hakkında herhangi bir soruşturmanın başlatılmadığı, aranan kişilerden olmadığı, bir başka kişinin kimlik bilgilerini vermesiyle o kişi hakkında soruşturma yapılmadığı, sanığın kendi kimliğini saklayıp hayali bir isim verdiği hallerde ise TCK'nun 206. maddesiyle cezalandırılmasına karar verilecektir. 765 sayılı TCK hükümleri incelendiğinde ise failin eylemi yalnızca 343. maddedeki yalan beyanda bulunma suçunu oluşturacaktır.

Uyuşmazlık konusunun çözümüne yönelik olarak resmi belgede sahtecilik suçu ve unsurları üzerinde de durulmalıdır.

765 sayılı Türk Ceza Kanununun altıncı bab üçüncü faslında düzenlenen evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp, yaptırıma bağlanmıştır.

Anılan kanunun 339. maddesinde; "Bir memur memuriyetini icrada tamamen veya kısmen sahte bir varaka tanzim eder veya hakiki bir varakayı tağyir ve tahrif eyler ve bundan dolayı umumi ve hususi bir mazarrat tevellüt edebilirse üç seneden on seneye kadar ağır hapis cezasına mahkum olur. Eğer işbu varaka sahteliği ispat edilmedikçe muteber olan evrak kabilinden ise ağır hapis cezası beş seneden on iki seneye kadar verilir.

Evrakın musaddak suretleri kanunen zayi olan asılları makamına kaim olmak lazım geldiği takdirde mezkur suretler hakkında asılları gibi muamele olunur",

342. maddesinde ise; "Bir kimse resmen memur olmadığı halde 339 uncu maddede gösterilen suretlerle resmi bir varakada sahtekarlık yaparsa iki seneden sekiz seneye kadar ağır hapis cezasile cezalandırılır.

Eğer vesika kanunen sahteliği isbat olunmadıkça muteber olan resmi evrak kabilinden ise dört seneden on seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.

Ve eğer sahtekarlık aslın vücudunu farzederek yahut sahih olan aslına mugayir surette yazarak veyahut sahih bir sureti tahrif eyliyerek resmi bir varakanın sureti üzerinde işlenmişse bir seneden üç seneye kadar ağır hapse mahkum olur.

Eğer mezkur varaka kanunen sahteliği isbat olunmadıkça muteber addolunan evrak kabilinden ise verilecek ceza iki seneden beş seneye kadar ağır hapistir." hükümlerine yer verilmiştir.

Buna göre, memurların sahte resmi belge düzenleme, gerçek bir belgeyi tağyir ve tahrif etme, resmi belgenin aslında ya da kaybolan asıl belgenin yerine geçen onaylı örneği üzerinde sahtecilik eylemleri 339. madde ile yaptırıma bağlanmış, görevli olmayan kimse tarafından işlenmiş eylemler için 342. maddesi düzenlemesi getirilmiştir.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun "Resmi belgede sahtecilik" başlıklı 204. maddesinde ise; "(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır" hükmü yer almaktadır.

Buna göre, resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli olarak düzenlenmiş olup, kanun koyucu gerçek bir belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesini, belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesini veya sahte belgenin kullanılmasını suç olarak saymıştır.

Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmış ve daha ağır bir yaptırıma bağlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olması gerekir. Kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş gibi veya bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi halinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşmaktadır.

Maddenin üçüncü fıkrasında, suçun konusunu oluşturan resmi belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması halinde cezanın yarı oranında artırılması hükme bağlanmıştır.

Resmi belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için maddede belirtilen seçimlik hareketlerden birinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçu dolaylı olarak bir yönüyle sahte resmi belge düzenlenmesine neden olma eylemini de barındırmaktadır. Yalan beyanda bulunma suçunun işlenmesi zamanı, resmi belgenin düzenlenmesi ânıdır. Bu yönüyle dolaylı olarak tüm bölümleriyle doğru olmayan ya da yanlış bilgiler içeren veya yanlış kişi hakkında düzenlenen bir resmi belge tanzimine neden olunmaktadır. Ancak kanun koyucu bu eylemi resmi belgede sahtecilik suçundan ayırmış, resmi belgede sahtecilik suçunun seçimlik hareketlerine eklememiş ve memura karşı yalan beyanda bulunma adında ayrı bir suç olarak tanımlayarak yaptırım öngörmüştür.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Bir suç ihbarı üzerine yakalanan sanığın kendisini soruşturmadan kurtarmak maksadıyla adını önce "Zeki Dağ", ardından "M. D." olarak söyleyip gerçek kimliğini gizlediği, beyanı üzerine "M. D." hakkında açılan kamu davasının yargılaması sonucunda yalan beyanda bulunmak ve sahte nüfus cüzdanı kullanmak suçlarından adı geçen hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğu, bu mahkumiyet hükmünü de "M. D." kimliği ile sanık M. D. D.'nun infaz ettiği anlaşılan olayda, kendisini soruşturmadan kurtarmak amacıyla kimliği konusunda gerçek dışı beyanda bulunan sanığın, sahtecilik suçunu oluşturabilecek şekilde 765 sayılı TCK'nun 339 ve 342. maddeleri ile 5237 sayılı TCK'nun 204. maddesinde sayılan bir hareketinin ya da bu hareketlere yönelik kastının bulunmadığı, dolayısıyla sanığın yalan beyanda bulunduktan sonra "M. D." isimli kişi hakkında mahkumiyet hükmü kurulması nedeniyle eyleminin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturmayacağı kabul edilmelidir.

Sanığın kimliği konusunda yalan beyanda bulunması üzerine adını verdiği kişi ile ilgili olarak yapılan yargılama neticesinde kişinin hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle eylemin resmi evrakta sahtecilik suçunu oluşturduğunun ileri sürülmesi, 5237 sayılı TCK'nun 206. maddesindeki resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ile 765 sayılı TCK'nun 343. maddesindeki resmi bir varakanın düzenlenmesi esnasında yalan beyanda bulunma suçunun işlenemez hale gelmesi sonucunu doğuracaktır. Her iki maddede tarif edilen eylemlerin de resmi evrak tanzim edilmesi sırasında işlenmesi şart olduğundan, eylemin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğunun kabul edilmesi halinde, kanunun amacına aykırı olarak 765 sayılı TCK'nun 343 ve 5237 sayılı Kanunun 206 ya da 268. madde hükümleri uygulanamaz hale gelir ki, bu görüşün kabulü mümkün değildir.

Bu nedenle, gerçekte var olan bir kişinin kimlik bilgilerinin kullanılmış olması halinde 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 268/1. maddesi delaletiyle 267/1. maddesinde düzenlenen iftira suçunun oluşacağı 765 sayılı TCK hükümlerine göre ise eylemin 343/2. maddede düzenlenen yalan beyanda bulunmak olarak nitelendirilmesi gerekeceği kabul edilmelidir.

Ceza Genel Kurulunca ulaşılan bu sonuç nedeniyle zamanaşımı yönünden de değerlendirme yapılmalıdır. Sanığa atılı memura yalan beyanda bulunma suçuna 765 sayılı TCK'nun 343/2. maddesi uyarınca, altı aydan iki seneye kadar hapis cezası öngörülmüştür. 765 sayılı TCK'nun 102/4. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı 5 yıl, aynı kanunun 104/2 maddesi gereğince kesintili zamanaşımı ise 7 yıl 6 aydır. Daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 22.01.2003 tarihinde gerçekleştirilen eylemle ilgili olarak, 7 yıl 6 aylık kesintili dava zamanaşımı 22.07.2010 tarihinde dolmuştur.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, ancak yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün olduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCK'nun 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK'nun 223. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul Üyesi; "itirazın reddine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;

1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 14.03.2012 gün ve 12179-3465 sayılı bozma kararının memura yalan beyanda bulunma suçuna ilişkin (II) numaralı bendinin KALDIRILMASINA,

3- İzmir 27. Asliye Ceza Mahkemesinin 07.10.2008 gün ve 630-469 sayılı hükmünün, memura yalan beyanda bulunma suçu yönünden gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle BOZULMASINA,

Ancak, yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCK'nun 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK'nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,

4- Dosyanın, mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.04.2014 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla, karar verildi. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy