Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/770 Esas 2019/232 Karar
Karar Dilini Çevir:
Yargıtay
Dairesi: Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/770
Karar No: 2019/232
Karar Tarihi: 21.03.2019

Ceza Genel Kurulu         2017/770 E.  ,  2019/232 K.
"İçtihat Metni"


Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 183-181

Davacı ...'nın, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve ihtilasen zimmet suçlarından beraatine karar verilmesinden sonra, bu suçlardan dolayı gözaltında ve tutuklulukta kaldığı süreler nedeniyle 10.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminatın haksız yakalama tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalı ... Hazinesinden tahsili talebiyle açtığı davanın süre yönünden reddine ilişkin Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.04.2008 tarihli ve 67-121 sayılı hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 16.02.2012 tarih ve 6915-3250 sayı ile;
"Kesinleşmiş beraat kararının davacıya tebliğ edildiğinin dosya içeriğinden anlaşılmaması karşısında, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 tarihli ve 2009/256 esas, 2010/57 sayılı kararı da göz önüne alınarak, davanın süresinde açıldığının kabulü ile yargılamaya devamla esas hakkında bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı gerekçe ile davanın reddedilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 29.11.2012 tarih ve 160-506 sayı ile; talebin kısmen kabulü ile 35 TL maddi, 5.000 TL manevi tazminatın haksız yakalama tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, bu hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 04.02.2014 tarih ve 27432-2501 sayı ile;
"1- Manevi tazminat miktarı belirlenirken objektif bir kriter olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, gözaltına alınmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre, tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer ve benzeri hususlar da gözetilmek suretiyle, hakkaniyet ölçüsünü aşmayacak bir şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, 193 gün süreyle tutuklanan davacı için hükmedilen manevi tazminat miktarının bu ölçülere uymayıp fazla tayini,
2- Dairemizce yapılan temyiz incelemeleri sırasında aynı konu ve haksız tutuklama nedenine dayalı olarak birden fazla dava açıldığının tespit edilmesi karşısında; hazine zararına yol açan mükerrer davalara ilişkin ödemelerin önlenmesinin temini ve kamu kaynaklarının etkili, verimli ve hukuka uygun kullanılması bakımından, aynı konu ve haksız tutuklama nedenine dayalı açılmış dava olup olmadığının ilgili birimlerden sorularak tespit edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi," nedenlerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 12.06.2014 tarih ve 183-181 sayı ile;
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 40/3 ve 19/son maddelerinin bir gereği olarak CMK'nın 141. maddesinde, koruma tedbirleri nedeniyle mağduriyete uğrayanların tazminat istemelerine ilişkin düzenleme yapılmış, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5/5. maddesinde de sözleşme hükümlerine aykırı yapılmış bir yakalama veya tutuklama işleminin mağduru olan her şahsın tazminat isteme hakkının bulunduğu düzenlenmiştir. Bu kanuni düzenlemeler karşısında, belirlenen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğun devamına karar verilen kişilerin tazminat isteyebileceği belirlenmiştir.
Yargıtay ilamındaki ilk bozmanın, manevi tazminatın miktarına ilişkin olduğu anlaşılmakla;
Yargıtay, yerleşmiş kararlarında, manevi zararın belirlenmesinde objektif bir kriter olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın;
- Davacının sosyal ve ekonomik durumu,
- Üzerine atılı suçun niteliği,
- Tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı,
- Tutuklu kaldığı süre,
- Tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer ve benzeri hususlar da gözetilmek suretiyle hakkaniyet ölçüsünü aşmayacak bir şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun, makul bir miktarın tayin edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Görüldüğü üzere, manevi tazminatın belirlenmesinde uygulamaya yol gösterecek kesin bir objektif kriter bulunmamaktadır. Dolayısıyla bozma ilamında belirtilen diğer kriterler gözetilip haksız tutuklamanın davacı üzerinde yarattığı elem, acı ve ızdırap göz önüne alınarak zenginleşmeye de yol açmayacak şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun bir miktar belirlenecektir. Mahkememizce de öncelikle, davacının sosyal ve ekonomik durumu üzerinde durulmuş, davacı ...'nın haksız tutuklamanın gerçekleştiği tarihte Karayolları Genel Müdürlüğünde memur olduğu ve belli bir aylık kazancının bulunduğu tespit edilmiş, davacının 17.10.1996 tarihinde gözaltına alınıp 24.10.1996 tarihinde tutuklandığı, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve zimmet suçlarından açılan davada yargılama devam ederken 28.04.1997 tarihinde tahliye edildiği, üzerine atılı her iki suçtan da hakkında beraat hükmü kurulup bu hükümlerin kesinleştiği ve davacının 6 ay 8 gün isnat edilen bu suçlardan dolayı tutuklu kaldığı anlaşılmıştır.
Haksız tutuklamanın gerçekleştiği tarih itibarıyla davacının sosyo-ekonomik durumu, tutuklu kaldığı süre ve tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar elde edebileceği parasal değer birlikte gözetilerek, davacı lehine hakkaniyet ölçüsünü aşmayacak şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun olarak 5.000 TL manevi tazminata karar verilmiştir.
Her ne kadar bozma ilamında mahkememizce hükmolunan 5.000 TL manevi tazminatın fazla tayin edildiği ifade edilmiş ise de Yargıtay 12. Ceza Dairesinin birçok kararında, benzer tutukluluk süresi için daha fazla öngörülen manevi tazminat miktarını onadığı anlaşılmıştır.
Hâl böyle olunca, dosyamızdaki davacının haksız tutuklama nedeniyle 6 ay 8 gün hürriyetinden mahrum kalması, bu sürenin belli bir sosyal statüsü bulunan davacı için oldukça uzun sayılabilecek bir süre olması, bu süre içerisinde davacının yaşadığı üzüntü, özellikle cezaevi koşulları içerisinde sonradan masum olduğu saptanan bir insanın yaşamak zorunda bırakılması ve sosyal çevrenin kendisine ilişkin saygınlık ve itimatla ilgili farklı bakış açısı nedeniyle duyacağı acı, ızdırap birlikte değerlendirildiğinde, mahkememizin manevi tazminata ilişkin belirlediği miktarın en azından bu acı ve ızdırabı dindirebilecek, ancak haksız zenginleşmeye sebebiyet vermeyecek oranda olduğu düşünülmüş ve bu nedenle direnme kararı verilmiştir.
Yargıtay ilamındaki diğer bozma sebebi ise, aynı konu ve haksız tutuklama nedenine dayalı açılmış dava olup olmadığının araştırılması ve tespitine yöneliktir.
Şahsi hakka ilişkin olan maddi ve manevi tazminat davaları esas itibarıyla özel hukukun yargılama konusuna girmekle beraber, haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davalarının ceza mahkemelerinde görülmesi ve sonuca bağlanması, bir zaruretten kaynaklanan ve kanuni bir çerçeveye oturtulan istisnai bir durumdur. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu 09.02.1981 tarihli ve 443-33 sayılı kararında, 466 sayılı Kanun'a göre açılan tazminat davasının ceza ve hukuk davalarındaki usul kurallarını karma biçimde içeren özel bir dava olduğunu belirtmiştir. Taraf teşkili, tazminat miktarlarının hesaplanma biçimi ve takdiri, verilecek kararın tazminat miktarı yönüyle kesinlik sınırı içerisinde bulunup bulunmadığına ilişkin usuller, özel hukuk hükümlerine tabidir.
Mahkememizce ilk duruşmada, dava dilekçesi ve ekindeki belgelerin bir örneği davalı hazine temsilcisine tebliğ edilmiş, ayrıca 15 gün içerisinde itirazlarını bildirmesi istenmiştir. Duruşmalara iştirak eden davalı hazine vekilinin, mükerrer dava açıldığına ilişkin bir itirazı olmamıştır.
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 09.04.2013 tarihli ve 4889-9180 sayılı ilamında, 'Davacı tarafından maddi ve manevi tazminat talebine ilişkin açılmış başka bir tazminat davası bulunup bulunmadığının Maliye Hazinesinden sorulmaması' bozma nedeni yapılmıştır. İlamdan da anlaşılacağı üzere, mükerrer dava açılıp açılmadığı davalı hazineden sorulacaktır. Hâlbuki dava dilekçesi ve ekleri kendisine tebliğ edilen davalı hazinenin (vekilinin) bir mükerrerlik iddiası bulunmamaktadır.
Esasen mahkemenin görevi, tazminat hususunun haklı olup olmadığı, diğer bir ifadeyle haksız tutuklamanın gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti ve buna ilişkin olarak da hüküm kurulmasına yönelik olup davalı sıfatını taşıyan hazinenin ileri sürebileceği mükerrerlik iddiasını araştırma yükümlülüğü yoktur. Kamu kaynaklarının etkili, verimli ve hukuka uygun kullanılması yönündeki mükellefiyet, davalı hazineye (vekili veya temsilcisine) aittir. Bu yönde mahkememize bir araştırma mükellefiyeti yüklenemez." gerekçesiyle bozmaya direnmiş ve önceki hüküm gibi karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21.11.2014 tarihli ve 359937 sayılı "onama" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 745-793 sayı ile 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 20.03.2017 tarih ve 72-2170 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Kanun uyarınca tazminat talebine ilişkin davada;
1- Eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının,
2- Eksik araştırma ile hüküm kurulmadığının kabulü hâlinde, manevi tazminatın fazla tayin edilip edilmediğinin,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve ihtilasen zimmet suçlarından 17.10.1996 tarihinde gözaltına alınan davacının, 24.10.1996 tarihinde tutuklanıp 28.04.1997 tarihinde tahliye edildiği, Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 06.10.1997 tarih ve 113-121 sayı ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçundan beraatine karar verildiği, hükmün Yargıtay 5. Ceza Dairesince 20.05.1998 tarihinde onanmak suretiyle kesinleştiği, ihtilasen zimmet suçundan verilen görevsizlik kararı üzerine yargılama yapan Düzce Ağır Ceza Mahkemesince 22.03.2002 tarih ve 100-72 sayı ile davacının bu suçtan beraatine karar verildiği, hükmün Yargıtay 5. Ceza Dairesince 17.05.2005 tarihinde onanmak suretiyle kesinleştiği, dosya içinde beraat hükümlerinin kesinleştiğinin davacıya tebliğine ilişkin bir belgenin bulunmadığı,
Davacı vekilinin, 16.02.2007 tarihli dilekçesi ile; davacının tutuklandığı tarihte Karayolları Genel Müdürlüğü Düzce Bakım İşletme Şefliğinde gişe memuru olarak çalıştığını, gözaltı ve tutuklulukta kaldığı 6 ay 8 günlük sürede maaş alamadığını, devlet memuru olan davacının tutuklanması nedeniyle toplum nezdindeki itibarını ve güvenilirliğini kaybettiğini, yakalanmasına ve tutuklanmasına neden iddiaların medyada yer aldığını, bu durumun kendisini ve ailesini olumsuz şekilde etkilediğini, ailesinden uzak kalmak, işine devam edememek ve uzun süre ceza infaz kurumunda kalmak suretiyle elem ve ızdırap çektiğini belirterek davacının gözaltında ve tutuklulukta kaldığı süreler nedeniyle 10.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminatın haksız yakalama tarihinden itibaren kanuni faiziyle Maliye Hazinesinden tahsilini talep ettiği, dava dilekçesinin ekinde; davacının tutuklandığı olayla ilgili ulusal basında yer alan haberlere ilişkin gazete kupürlerinin bulunduğu,
Kolluk görevlilerince yapılan araştırma sonucu düzenlenen 29.03.2007 tarihli mali ve sosyal durum araştırma tutanağında; 1968 doğumlu olan davacının, Karayolları Genel Müdürlüğü Kamulaştırma Şubesinde memur olarak çalıştığı, aylık 900 TL gelirinin olduğu, 150 TL kira karşılığında lojmanda oturduğu, kendisine ait bir evinin bulunduğu, eşinin çalışmadığı, bakmakla yükümlü eşi, bir çocuğu ve annesinin olduğu bilgilerine yer verildiği,
Davacının 20.02.2008 tarihli oturumda; evli ve üniversite mezunu olduğunu, tutuklanmadan önce Karayolları Genel Müdürlüğü Düzce Bakım İşletme Şefliğinde gişe memuru olarak çalıştığını, tutuklandığı tarihte bankada 2.900 Avro parasının ve Ankara'da bir evinin bulunduğunu belirttiği,
Karayolları Genel Müdürlüğü 4. Bölge Müdürlüğünce 05.10.2012 tarih ve 41800 sayı ile; davacıya tutuklu kaldığı sürede 2/3 oranında maaş ödemesi yapıldığı, işe başlamasını müteakip kesilen tutarların kendisine ödendiği ve kurumdan herhangi bir alacağının bulunmadığının belirtildiği,
Dava dilekçesi ve ekindeki belgelerin davalıya tebliğinden sonra davalı vekilince verilen cevap dilekçesinde ve aşamalarda, davacı tarafından tarafları ve konusu aynı olan bir başka tazminat davası açıldığı yönünde derdestlik itirazında bulunulmadığı gibi Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sistemi üzerinden yapılan incelemeye göre de, tarafları ve konusu aynı olan başka bir tazminat davasının bulunmadığı,
Yerel Mahkemece, davacının taleplerinin kısmen kabulü ile 35 TL maddi, 5.000 TL manevi tazminatın, haksız yakalama tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca açılacak tazminat davalarının hukukumuza girişi ve hukuki niteliğine değinilmek suretiyle uyuşmazlık sağlıklı bir şekilde çözümlenebilecektir.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası'nda düzenlenmiş, 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir.” hükmü yer almıştır.
1961 Anayasası'nda yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun'un 1. maddesinde 7 bent hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 466 sayılı Kanun'un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan, aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 18.01.1991 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.
Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası'nda da sürdürülmüş ve 19. maddesinde yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hüküm bu kez 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Devletimizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinde de kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş ve maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması hâlinde mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek, bireyin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un 18. maddesi ile 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanun'un Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de, 5320 sayılı Kanun'un 6. maddesindeki; “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
(2)Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 7.5.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümleri 01.06.2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden uygulanmaya devam edecektir.
Davaya konu işlem tarihi itibarıyla uygulanması gereken 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun'un 1. maddesi;
“1. Anayasa ve diğer kanunlarda gösterilen hal ve şartlar dışında yakalanan veya tutuklanan veyahut tutukluluklarının devamına karar verilen;
2. Yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar kendilerine yazılı olarak hemen bildirilmeyen;
3. Yakalanıp veya tutuklanıp da kanuni süresi içinde hakim önüne çıkarılmayan;
4. Hakim önüne çıkarılmaları için kanunda belirtilen süre geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetlerinden yoksun kılınan;
5. Yakalanıp veya tutuklanıp da bu durumları yakınlarına hemen bildirilmeyen;
6. Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen;
7. Mahkûm olup da tutuklu kaldığı süre hükümlülük süresinden fazla olan veya tutuklandıktan sonra sadece para cezasına mahkum edilen kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödenir.” hükmünü içermektedir.
Kişilerin suçluluğu mahkeme kararı ile kesinleşmeden önce uygulanan yakalama ve tutuklama gibi koruma tedbirleri, bazen bir kısım zararların meydana gelmesine de neden olabildiğinden, hürriyetten yoksun kalanların haklarının teslim edilmesi amacıyla bu tedbirlerin uygulanması sonucu meydana gelen zararların tazminine yönelik olarak söz konusu düzenleme öngörülmüştür.
466 sayılı Kanun'un 1. maddesinde 7 fıkra hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup bunlardan uyuşmazlığı doğrudan ilgilendiren altıncı fıkrasında; “Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen” kimselerin uğrayacakları her türlü zararların, bu Kanun hükümlerine göre Devletçe ödeneceği belirtilmiştir. Bu fıkra uyarınca tazminat hakkının doğması için, yapılan işlemin başlangıçta hukuka uygun olması, daha sonra verilen kovuşturmaya yer olmadığına veya beraat kararı ile yapılan işlem veya verilen kararın tamamen veya kısmen haksız hâle dönüşmesi gerekmektedir. Burada başlangıçta verilen kararlar veya işlemlerde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamakta, yakalama ve tutuklama tamamen hukukun öngördüğü ilkeler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Kanun koyucu, hukuk devleti olmanın gereği olarak, fertlerin başlangıçta hukuka uygun bir şekilde özgürlüklerinin kısıtlanmasının daha sonra verilen kararlarla özü itibarıyla haksız bir hâle geldiğini kabul ederek, zararlarının tazminini kabul etmiştir.
Görüldüğü gibi, hukuka uygun bir şekilde yakalanan veya tutuklanan kişinin, 466 sayılı Kanun'un 1. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca tazminata hak kazanabilmesi için, hakkında son soruşturmanın açılmasına veya kovuşturma yapılmasına yer olmadığına veyahut beraatine veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yeterlidir. Kanun koyucu sonradan verilen ve kesinleşen bu kararlarla zararın gerçekleştiğini başkaca hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek kalmaksızın kabul etmiş, hâkime zararın doğup doğmadığını belirlemek yönünde herhangi bir takdir ve değerlendirme yetkisi tanımamıştır. Fıkrada hâkime tanınan yetki, kanun koyucu tarafından doğduğu varsayılan zararın hak ve nasafet kurallarına uygun olarak belirlenmesinden ibarettir.
Maddi tazminat ile davacının malvarlığında meydana gelen somut bir azalma ya da kazanç kaybı, ödediği avukatlık ücreti gibi masrafların karşılanması amaçlanırken, manevi tazminat kişinin sosyal çevresinde itibarının sarsılması, özgürlüğünden mahrum kalması nedeniyle duyduğu elem, keder, ızdırap ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacına yöneliktir.
Bu aşamada uyuşmazlık konusuyla ilgisi nedeniyle manevi tazminatın belirlenme yöntemi üzerinde de durulması gerekmektedir.
Manevi zararın tümüyle giderilmesi imkânsız ise de, belirlenecek manevi tazminat kişinin acı ve ızdıraplarının dindirilmesinde, sıkıntılarının azaltılmasında etken olacaktır. Bu nedenle manevi tazminata hükmedilirken kişinin ceza infaz kurumunda kaldığı süre, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, tutuklamanın şahıs üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler dikkate alınarak, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşır bir miktar olmasına özen gösterilmelidir.
Öte yandan, 466 sayılı Kanun uyarınca ağır ceza mahkemelerinde açılan tazminat davalarının kendine özgü yapısı nedeniyle uygulamada birçok sorunla karşılaşılmış, Ceza Genel Kurulu’nun 09.02.1981 tarihli ve 443-33 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında; bu davaların, ceza ve hukuk davalarındaki usul kurallarını karma biçimde içeren özel bir dava olduğundan, 466 sayılı Kanun'daki boşlukların Ceza ve Hukuk Muhakemesi Kanunlarındaki hükümlere göre doldurulması gerektiği, 23.11.2004 tarihli ve 177-203 sayılı kararında ise; 466 sayılı Kanun'a dayalı tazminatlarda, her türlü problemin, öncelikle bu kanun normlarıyla çözümleneceği, açıklık bulunmayan ahvalde "tazminat hukuku" kıyaslamasına başvurulacağı ve bu kanundan kaynaklanan tazminat talebinin en ziyade "haksız fiil" benzeri olduğu gözetilerek çözüme ulaşılacağı kabul edilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra uyuşmazlık konuları sırasıyla değerlendirildiğinde;
1- Eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığı:
Dava dilekçesi ve ekindeki belgelerin davalıya tebliğinden sonra davalı vekilince verilen cevap dilekçesinde ve aşamalarda, davacı tarafından tarafları ve konusu aynı olan bir başka tazminat davasının açıldığı yönünde herhangi bir itirazda bulunulmadığı gibi UYAP sistemi üzerinden yapılan incelemeye göre de tarafları ve konusu aynı olan başka bir tazminat davası bulunmadığı anlaşıldığından, Yerel Mahkemece bu konuda eksik araştırma ile hüküm kurulması söz konusu değildir.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme hükmünün bu yöndeki direnme gerekçesi isabetlidir.
2- Davacı hakkında manevi tazminatın fazla tayin edilip edilmediği:
1968 doğumlu, evli, bir çocuklu, üniversite mezunu olan, tutuklandığı tarihte Karayolları Genel Müdürlüğü Düzce Bakım İşletme Şefliğinde gişe memuru olarak çalışan ve cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve ihtilasen zimmet suçlarından 193 gün tutuklu kalan, davacının, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, ceza infaz kurumunda kaldığı süre, tutuklandığı olayın basında yer alması nedeniyle geniş kitlelerce öğrenilmesi ve tutuklamanın üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler göz önüne alındığında, davacı lehine hükmolunan manevi tazminat miktarının makul olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin bu yöndeki direnme gerekçesi de isabetli olup neticeten direnme kararına konu hükmün onanmasına karar verilmelidir.
Bu uyuşmazlık konusunda çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; "Davacı lehine hükmolunan manevi tazminat miktarı fazla olduğundan Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün bozulmasına kararı verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Usul ve kanuna uygun bulunan Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2014 tarihli ve 183-181 sayılı direnme kararına konu hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 21.03.2019 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle, ikinci uyuşmazlık yönünden oy çokluğuyla karar verildi.




Full & Egal Universal Law Academy