(AİHS m. 5, 6, 13, 34, 35, 41, 44) (1412 S. K. m. 298, 299) (Koşti Ve Diğerleri - Türkiye Davası) (Sevgin Ve İnce - Türkiye Davası) (Mansur - Türkiye Davası) (Vehbi Ünal - Türkiye Davası) (Mete - Türkiye Davası) (İncal - Türkiye Davası) (Çıraklar - Türkiye Davası) (Kabasakal Ve Atar - Türkiye Davası) (Osman - Türkiye Davası) (Sekin Ve Diğerleri - Türkiye Davası) (Bahçeyaka - Türkiye Davası) (Tendik Ve Diğerleri - Türkiye Davası)
(Başvuru no. 1636/02)
KARAR
STRAZBURG
29 Kasım 2007
İşbu karar AİHSnin 44/2. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Şekli düzeltmelere tâbi olabilir.
USUL
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 1636/02 nolu davanın nedeni iki T.C. vatandaşı Mustafa Tamamboğa ve Eyüp Gülün (başvuranlar) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 10 Ekim 2001 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.
Başvuranlar, AİHM önünde Diyarbakır Barosu avukatlarından M. A. Altunkalem tarafından temsil edilmiştir.
OLAYLAR
DAVANIN KOŞULLARI
Başvuranlar sırasıyla 1973 ve 1974 doğumludur. Birinci başvuran İzmirde yaşamakta, ikinci başvuran ise Bolu cezaevinde hapis cezasını çekmektedir.
Başvuranlar sırasıyla 25 ve 26 Temmuz 1993 tarihlerinde yasadışı PKK örgütü mensubu oldukları şüphesiyle yakalanmış ve gözaltına alınmıştır. Başvuranlar 5 Ağustos 2003te tutuklanmışlardır.
31 Ağustos 1993te Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı, aralarında başvuranların da olduğu 21 kişi hakkında sunduğu iddianamesinde başvuranları yasadışı örgüt üyesi olmak ve Temmuz 1992 - Haziran 1993 tarihleri arasında çeşitli kamu ve özel kuruluşlara bombalı saldırı yapmakla suçlamıştır.
3 Eylül 1993 - 23 Ocak 1996 tarihleri arasında Diyarbakır DGMde yapılan duruşmalar genellikle usule ilişkin işlemlerle geçmiştir. Mahkeme her duruşma sonunda suçun niteliği, delillerin durumu ve dava dosyası içeriğini dikkate alarak tutukluluğun devamına karar vermiştir.
23 Ocak 1996 tarihinde Diyarbakır DGM başvuranları suçlandıkları üzere mahkûm etmiş ve her ikisini ömür boyu hapis cezasına çarptırmıştır.
14 Temmuz 1997 tarihinde Yargıtay başvuranlar dahil 14 sanık hakkındaki kararı bozmuş, dava dosyası yeniden Diyarbakır DGMye gönderilmiştir.
Bir sanığın bulunamaması ve birinin de Almanyada ikamet ettiği için ifadesinin alınamaması nedeniyle 29 Temmuz 1997 - 15 Mayıs 2001 tarihleri arasında yapılan duruşmalar usule ilişkin işlemlerle geçmiştir. Başvuranlar da duruşmalardan bazılarına katılmamıştır. Mahkeme her duruşma sonunda suçun niteliği, delillerin durumu ve dava dosyası içeriğini dikkate alarak tutukluluğun devamına karar vermiştir.
7 Temmuz 1999 tarihinde yapılan duruşmadan itibaren askeri yargıcın yerine sivil bir yargıç göreve başlamıştır. 15 Mayıs 2001 tarihinde Diyarbakır DGM başvuranları mahkûm etmiş ve ömür boyu hapis cezasına çarptırmıştır.
7 Kasım 2001 tarihinde Yargıtay birinci başvuran hakkındaki kararı bozmuş, ikinci başvuran hakkındaki kararı ise onamıştır. 24 Ocak 2002 tarihinde Yargıtay Başsavcısı ikinci başvuranın kararın düzeltilmesi talebini reddetmiştir.
Birinci başvuranın yeniden yargılanmasına Diyarbakır DGMde başlanmış, başvuran önceki ifadelerini yinelemiştir. Mahkeme, birinci başvuranın tutuklu bulunduğu süreyi dikkate alarak tutukluluk halinin kaldırılmasına karar vermiştir. 10 Eylül 2002 tarihinde Diyarbakır DGM birinci başvuranı suçlandığı üzere mahkûm etmiş ve 12 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırmıştır. 17 Mart 2003 tarihinde Yargıtay, kararı onamıştır. Ek bir kararla birinci başvuranın hapis cezası 22 Haziran 2005 tarihinde 6 yıl 3 aya indirilmiştir.
HUKUK
I. AİHSNİN 5/3. ve 6/2. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar tutuklu bulundukları sürenin AİHSnin 5/3. maddesinde öngörülen makul süre şartını aşmasından şikâyetçi olmuşlardır. Ayrıca AİHSnin 6/2. maddesine dayanarak uzun tutukluluk sürelerinin suçsuz sayılma haklarını ihlal ettiğini savunmuşlardır.
Mahkeme, sözkonusu şikâyetlerin 5/3. madde temelinde incelenmesi gerektiği kanaatindedir.
A. Kabuledilebilirlik
Hükümet, AİHSnin 35/1. maddesine dayanarak iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle başvurunun bu kısmının reddini Mahkemeden talep etmiştir. Bu bağlamda başvuranların CMUKun 298 ve 299. maddeleri uyarınca devam eden tutukluluk durumlarına itirazda bulunmadıklarını savunmuşlardır.
Mahkeme, Hükümetin benzer davalardaki ön itirazlarını inceleyerek reddetmiş olduğunu hatırlatır (bkz. özellikle Koşti vd. - Türkiye, no. 74321/01). Mahkeme, somut davada yukarıda anılan karardaki tespitlerinden ayrılmasını gerektirecek özel koşul görmemektedir.
Sonuç olarak Mahkeme, Hükümetin ön itirazını reddeder. Ayrıca şikâyetin başka bir gerekçeyle de kabuledilemez bulunmadığını, bu nedenle kabuledilebilir olarak ilan edilmesi gerektiğini kaydeder.
B. Esas
Hükümet başvuranların tutukluluk süresinin makul olduğunu savunmuştur. Özellikle suçun ciddiyeti ve davanın özel koşullarının tutukluluk halinin devamını meşru kıldığını ve yetkililerin başvuranların devam eden tutukluluk halini değerlendirirken özen gösterdiklerini ifade etmişlerdir.
Başvuranlar görüşlerinde ısrar etmişlerdir.
Mahkeme belli bir davada şüphelinin yargılama süresince tutukluluk halinin makul bir süreyi aşmamasını sağlamanın ulusal yargının görevi olduğunu hatırlatır. Bu amaçla masumiyet karinesi ilkesine bağlı kalarak, kişisel özgürlüğe saygı kuralına uymamayı haklı çıkaran gerçek bir kamu yararı gereğinin mevcudiyetini destekleyen veya çürüten delilleri incelemeli ve bunları, serbest bırakılma başvurularına ilişkin kararlarında açıkça ortaya koymalıdırlar. Söz konusu kararlarda belirtilen nedenler ve itirazlarında başvuranlar tarafından ortaya konan saptanmış gerçekler temel alındığında AİHM, AİHSnin 5/3. maddesinin ihlal edilip edilmemiş olduğu hususunda bir karara varmalıdır (bkz. Sevgin ve İnce - Türkiye, no. 46262/99).
Yakalanan kişinin bir suç işlemiş olduğuna ilişkin makul şüphenin bulunması, sürekli tutuklu bulundurma işleminin geçerliliği için ilk koşuldur ancak, belirli bir süre sonra yeterli olmamaktadır; AİHM bu durumda adli makamlarca öne sürülen diğer gerekçelerin, kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılmasını haklı çıkarmaya devam edip etmediğini tespit etmelidir (bkz., diğer içtihatlar arasında Ilijkov - Bulgaristan, no. 33977/96 ve Labita - İtalya (BD), no. 26772/95).
Birinci başvuranın tutukluluğu üç tutuklu yargılama döneminden oluşmaktadır ve toplamda 6 yıl 10 ay kadar sürmüştür. İkinci başvuranın tutukluluğu iki tutuklu yargılama döneminde toplam 6 yıl 4 ay kadar sürmüştür (tutuklu kalınan sürenin hesaplanması bakımından bkz. özellikle Solmaz - Türkiye, no 27561/02). Bu dönemlerde birinci derece mahkemesi kendi isteği ya da başvuranların talebi üzerine her duruşma sonunda başvuranların tutukluluk halini değerlendirmiştir. Ancak Mahkeme, dava dosyasına göre birinci derece mahkemesinin suçun niteliği ve delillerin durumu göz önüne alınarak gibi değişmeyen, basmakalıp ifadelerle başvuranların tutukluluğunun devamına karar vermiş olduğunu kaydeder.
Mahkeme, başvuranlara isnat edilen suçun ciddiyeti ve buna ilişkin cezanın ağırlığını dikkate alır. Ancak bir tutukluluk süresinin makul olup olmadığının teorik olarak değerlendirilemeyeceğini hatırlatır. Sanığın tutuklu kalmasının makul olup olmadığı her davanın özel niteliklerine göre değerlendirilmelidir. Devam eden tutukluluk durumu ancak davada masumiyet karinesine rağmen, kişisel özgürlüğe saygı kuralından daha önemli olarak ortaya çıkan gerçek bir kamu yararı gereğinin belirli göstergelerinin bulunması halinde haklı çıkarılabilir (bkz. Kudla - Polonya (BD), no. 30210/96). Bu bağlamda ayrıca Mahkeme AİHS içtihadının kefaletle tahliyenin reddi için kabuledilebilir dört temel gerekçeyi belirlemiş olduğunu hatırlatır: Sanığın duruşmalara katılmama riski, tahliye edildiği takdirde adaletin işleyişini bozmak için girişimde bulunma riski, başka suçlar işleme veya toplum düzenini bozma tehlikesi (bkz. özellikle Smirnova - Rusya, no. 46133/99 ve 48183/99). Somut davada Mahkeme, ulusal mahkemelerin başvuranın tutukluluk halinin devamı kararlarında böyle gerekçelerin olmayışını dikkate alır. Yetkili makamların geçmiş süreyi başvuranların lehinde bir ölçüt olarak dikkate aldıklarına dair kanıt da yoktur.
Sonuç olarak genellikle delillerin durumu ifadesi, suça işaret eden ciddi göstergelerin varlığı ve devamıyla ilgili bir etken olabilmesine rağmen, bu ifade sözkonusu davada, başvuranların şikâyetçi olduğu tutukluluk süresini yalnız başına haklı çıkaramamaktadır (bkz. Letellier - Fransa, A Serisi no. 207, Tomasi - Fransa, A Serisi no. 241-A ve Mansur - Türkiye, A Serisi no. 319-B).
Yukarıdaki değerlendirmeler, başvuranların tutukluluğu için sunulan gerekçelerin onları sırasıyla yaklaşık 6 yıl 10 ay ve 6 yıl 4 ay tutuklu bulundurmak için yet