ESKİ İKİNCİ DAİRE
(AİHS. m. 6, 14, 1 NOLU EK PROTOKOL m. 1) (SPORRONG VE LÖNNROTH - İSVEÇ DAVASI ) (ÇETİN VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE DAVASI - 1998/40153) (JAMES VE DİĞERLERİ - BİRLEŞİK KRALLIK DAVASI) (2762 S. K. m. 1, Geç. m. 1)
(Başvuru no: 14340/05)
KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ
STRAZBURG
8 Temmuz 2008
İşbu karar AİHSnin 44/2. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup bazı şekli düzeltmelere tabi olabilir.
USUL
Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (14340/05) nolu davanın nedeni Fener Rum Patrikliğinin (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) 19 Nisan 2005 tarihinde Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesinin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Fener Rum Patrikliği Ortodoks dünyasının en öndegelen ve inisiyatif ve eşgüdüm rolünü haiz İstanbulda kain Ortodoks kilisesidir. Fener Rum Patrikliği halihazırda, Türkiyedeki Ortodoks azınlığı bir araya getirmekte ve temsil etmektedir. Fener Rum Patrikliği Ekümenik Patrik 1. Bartolemeos tarafından temsil edilmektedir.
Başvuran 6 Ocak 1902 tarihli satış sözleşmesi gereğince 246.650 Sterlin karşılığında bir taşınmaz satın almıştır. Bu taşınmaz 23.255 m² yüzölçümünde bir arsa olup Büyükadadaki en yüksek tepenin zirvesinde bulunmaktaydı. Bu arsa üzerinde, başlangıçta otel olarak hizmet vermesi için tasarlanmış beş katlı bir ana bina ile iki katlı müştemilat bulunmaktaydı. Söz konusu tarihte taşınmazların durumunu düzenleyen Osmanlı Kanununa göre sözkonusu taşınmazın başvurana devrine çıkarılan bir padişah fermanıyla (vakıf senedi) resmiyet kazanmış ve tahrir defterine kaydedilmiştir.
1903 yılında, bu mülkün kullanım hakkı Ortodoks azınlığının bir vakfı olan Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi Vakfına (Yetimhane Vakfı) verilmiştir. Ayrıca tapu sicilinde bu taşınmazdan Ahşap Rum yetimhanesi olarak bahsedilmektedir. Başlangıçta İstanbul Yedikulede bulunan bir binada hizmet veren yetimhane, binanın yıkılmasına yol açan bir depremin ardından faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır.
13 Haziran 1935 tarihinde vakıflar kanununun (2762 sayılı Kanun) yürürlüğe girmesiyle birlikte Yetimhane Vakfının tüzel kişiliği resmen tanınmıştır. Yetimhane Vakfı sözkonusu taşınmazı bu kanunun geçici 1. maddesi gereğince 1936 yılında verdiği beyannamede belirtmiştir. Bu beyanname uyarınca Vakıf Rum erkek yetimhanesini idare etmekteydi.
1964 yılında başta yangın riski olmak üzere güvenlik nedeniyle, Türk makamları Yetimhaneye binaların tahliye edilmesi talimatı vermiştir. Başvuran, sözkonusu taşınmaz malın sahipliğini ve idaresini aynı yıl geri aldığını iddia etmektedir.
Başvuran, binaların bakım ve onarımı için mali destek bulmak amacıyla 1995 yılında özel bir Türk şirketiyle (Büyükada Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi) anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmada adıgeçen şirketin 49 yıllığına binaların işletmeciliğini yapması öngörülmüştü. Ancak idari makamların itirazı nedeniyle bu anlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girememiştir.
A. Yetimhane Vakfına ilişkin idari ve adli süreç
Vakıflar Genel Müdürlüğü 22 Ocak 1997 tarihinde 2762 sayılı Kanunun 1. maddesine atfen aldığı bir kararla o tarihe kadar mülhak vakıflar kategorisine giren Yetimhane Vakfını mazbut vakıf olarak nitelendirmiştir. Aynı kararla, hayri bir hizmeti kalmadığı gerekçesiyle
Yetimhane Vakfının yönetim kurulu azledilmiş ve vakfın idaresi Ankaradaki Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir.
Yetimhane Vakfı sözkonusu kararın iptali istemiyle 4 Nisan 1997 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesine başvurmuştur.
12 Mart 1998 tarihli bir kararla Mahkeme, sözkonusu talebi reddetmiştir. 19 Şubat 2001 tarihinde, Danıştay, bu kararı bozmuştur.
3 Nisan 2002 tarihli bir kararla Mahkeme, Yetimhanenin talebini reddetmiştir. Danıştay, 19 Kasım 2003 tarihinde kararı onamıştır. Dosyadan Yetimhane Vakfı tarafından yapılan karar düzeltme başvurusunun halen derdest olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
B. Başvuran hakkındaki hukuki süreç
16 Mart 1999 tarihinde, Yetimhane Vakfı adına hareket eden Vakıflar Genel Müdürlüğü, Adalar Asliye Hukuk Mahkemesine başvuranın tapusunun iptal edilmesi ve Yetimhane Vakfı adına tescil edilmesi amacıyla başvuruda bulunmuştur.
18 Aralık 2002 tarihli bir kararla, Asliye Hukuk Mahkemesi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün talebini kabul etmiş ve ihtilaf konusu taşınmazın, 1997 yılından beri Genel Müdürlüğün yönetiminde bulunan Yetimhane Vakfı adına kaydedilmesine karar vermiştir. Bu bağlamda Mahkeme, Yetimhane Vakfının mazbut vakıf olarak sayıldığını hatırlatarak sözkonusu taşınmazın adı geçen kurum tarafından 1936 beyannamesinde beyan edildiğini tespit etmiştir. Ayrıca, Mahkeme, Patrikhanenin, uluslararası çapta önemi haiz tarihi binanın bakımı için hiçbir çalışma yapmadığını da göz önüne almıştır.
30 Eylül 2003 tarihinde, Yargıtay, usul hatasından dolayı sözkonusu kararı bozmuştur.
18 Aralık 2002 tarihli kararında ifade edilen gerekçeleri geliştirerek Asliye Hukuk Mahkemesi, 25 Şubat 2004 tarihinde, bir kez daha başvuranın tapusunun iptaline ve taşınmazın Yetimhane Vakfı adına tescil edilmesine karar vermiştir.
Başvuran, karara itiraz etmek için Yargıtaya temyiz başvurusunda bulunmuş ve duruşma yapılmasını talep etmiştir.
21 Ekim 2004 tarihinde, Yargıtay itiraz edilen kararı onamış ve ilgili yargılama masraflarının karşılanmadığı gerekçesiyle duruşma talebini reddetmiştir. Yargıtay, Yetimhane Vakfının 1936 beyannamesini beyan etmesinden beri ihtilaflı taşınmazın Yetimhane Vakfının mameleki olduğu ve artık başvurana ait olmadığı kanaatine varmıştır.
7 Şubat 2005 tarihli bir karar ile Yargıtay karar düzeltme talebini reddetmiştir.
C. Başvuran tarafından sunulan belgeler
Başvuran, vergi dairesi tarafından kabul edilen iki kararı AİHMnin dikkatine sunmaktadır. 18 Temmuz 1944 tarihli ilk kararında, vergi dairesi, sözkonusu 135 daireli binanın Yetimhane Vakfı tarafından kullanılmamasından dolayı, ihtilaflı taşınmazın sahibi ve vergi mükellefi olarak başvuranın vergi ödemesi gerektiğine karar vermiştir. Ancak, vergi kararları hakkında yapılan itirazları incelemekle yükümlü daire tarafından 18 Haziran 1945 tarihinde alınan karardan da anlaşılacağı üzere, sözkonusu daire, Yetimhane olarak kullanılmayan yerlerin gelir elde etmek amacıyla da kullanılmaması nedeniyle başvuranın vergi ödeme yükümlülüğünün bulunmadığına kanaat getirmiştir.
Ayrıca, 1 Aralık 1959 tarihli bir yazı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Müdürlüğü, başvuranın Patrikhanenin tahtı tasarrufunda bulunan Yetimhane binasının restorasyon çalışmalarını başlatabileceğini ifade etmiştir. İkinci binanın yapımına ilişkin olarak yapılan talep ile ilgili olarak ise Belediye, başvuranın İçişleri Bakanlığına müracaat etmesi gerektiğini belirtmiştir.
Belediye, 5 Kasım 1962 tarihli bir karar ile sözü edilen yazının içeriğini teyit etmiştir. Ayrıca 9 Şubat 2004 tarihli bir yazı ile de Adalar Belediyesi, yangın tehlikesine karşı alınan tedbirler konusunda başvuranı bilgilendirmiştir.
Son olarak 4 Kasım 2004 tarihinde de İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yangın tehlikesine karşı alınan tedbirler konusunda başvuranı bir kez daha bilgilendirmiştir.
HUKUK
1 Nolu Ek Protokolün 1. maddesine atıfta bulunan başvuran, ulusal makamların mülkünün Yetimhane Vakfı adına tescil ettirilmesi talimatı vermek suretiyle mülkiyet haklarını ihlal ettiklerini iddia etmektedir.
A. Tarafların savları
1. Başvuran
Başvuran, kendisine ait mülkü Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idare edilen Yetimhane Vakfı adına tescil ettirmek suretiyle ulusal mahkemelerin mülkiyet hakkını ihlal ettiklerini ileri sürmektedir. Başvurana göre, 1 Nolu Ek Protokolün 1. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi anlamında bu mülkiyet hakkından yoksun bırakma işlemi kamu yararı amacı taşımayıp yasadışı koşullarda meydana gelmiştir. Bu işlem ayrıca uluslararası hukukun genel ilkelerine de aykırıdır.
Başvuran, ihtilaf konusu taşınmaz malı yasaya uygun surette aldığını, ayrıca Osmanlı döneminde tahrir defterlerine uygun surette kaydettirdiğini de beyan etmektedir. Başvuran bu taşınmazı aynı şekilde 1929 yılında Cumhuriyet dönemindeki tapu siciline de kaydettirdiğini belirtmektedir. Başvuran o tarihten bu yana, yangına karşı korunması da dahil olmak üzere bakımı ve resmi işlemler yapılması noktasında mülkiyet haklarını tam manasıyla kullandığını ifade etmektedir. 10 Haziran 1953 tarihli bir Yargıtay kararına atıfta bulunan başvuran, mülk edinimlerini onayan Padişah fermanlarının Türkiyedeki mevcut kamu düzeninde halen yürürlükte olduğunu iddia etmektedir.
Başvuran ayrıca, yetkili makamların 1940tan bu yana kendisine gönderdikleri mektupların da sözkonusu taşınmazın yegâne maliki olduğu hususunu itiraza mahal bırakmayacak şekilde teyid ettiğine dikkat çekmektedir.
Başvuran ayrıca, Hükümetin sözkonusu taşınmazın Yetimhane Vakfı namına satın alındığı yönündeki argümanına karşı çıkmaktadır. Başvurana göre bu taşınmazın kullanım hakkı 1903 yılında Yetimhane Vakfına devredilmiş ve Yetimhane Vakfı de bu taşınmaz üzerinde hiçbir zaman bir mülkiyet iddiasında bulunmamıştır. Ayrıca, 1964 yılından itibaren Yetimhane Vakfı faaliyetlerini başka yerlerde sürdürmüştür.
Başvuran ayrıca, Türkiyedeki gayrimüslimlerin taşınmaz mallarının korunmasının Lozan Anlaşmasının 44. maddesinin 2. paragrafından ve AİHSden kaynaklanan uluslararası sözleşme hukukunun bir yükümlülüğü olmasına karşın yetkili makamların mülkiyet hakkından yoksun bırakma işlemini herhangi bir kamu yararı amacına dayandırmadıklarını ileri sürmektedir. Başvuran bu nedenle sözkonusu yoksun bırakma işleminin keyfi olduğunu ve dini bir topluluğun haklarını kısıtlamaktan başka bir amaç taşımadığını iddia etmektedir.
Başvuran ayrıca, Hükümetin, ihtilaf konusu mülkün 1936 yılında Yetimhane Vakfı tarafından kendi mal varlığına dahil olduğunun beyan edildiği ve beyannamenin açıkça mülkün Yetimhane Vakfına devredildiğini teyid ettiği yönündeki savına itiraz etmektedir. Esasen bu beyannamede sözkonusu taşınmaz maldan açıkça söz edilmemiş olup sözkonusu beyanname asla bir senet yahut Yetimhane Vakfının ihtilaf konusu mülkün tescili yönündeki bir talebi olarak değerlendirilemez. Bu tür beyannameler ilgili vakıfların mali durumlarına dair hesap vermeleri amacına matuf olarak verilmektedir. Bu itibarla, sözkonusu vakıfların bu beyannameyi vermelerini şart koşan 2762 sayılı kanun erişilebilir, açık ve öngörülebilir bir kanun değildi.
Başvurana göre, bu müdahale hiçbir kamu yararı amacı taşımamaktadır. Gayrimüslim vakıfların mülkiyet hakkına ilişkin davalarda Türk mahkemeleri ulusal güvenlik gerekçelerini öne sürmüşlerdir. Ancak bu gerekçe, makul bir temelden yoksun olduğu cihetle mevcut davada kabuledilemez bir gerekçedir.
Başvuran mağduru olduğu mülkiyetten yoksun bırakma işleminin, herhangi bir tazminat ödenmeden ve haklı bir gerekçeye dayandırılmadan gerçekleştirildiği cihetle açıkça orantısız olduğunu değerlendirmektedir.
2. Hükümet
İhtilaf konusu taşınmaz malın başvurana değil Yetimhane Vakfına ait olduğunu değerlendiren Hükümet bu nedenle sözkonusu taşınmazın 1 Nolu Ek Protokolün 1. maddesiyle güvence altına alınan mülk kavramı kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatindedir. Hükümete göre bu hüküm yalnızca mevcut mal ve mülkleri kapsamakta olup başvuranın tapu senetlerinin iptali sadece bir tescil hatasının düzeltilmesinden ibarettir.
Hükümet, ihtilaf konusu taşınmazın tabi olduğu hukuki rejim incelenirken yalnızca medeni kanun hükümlerine değil Osmanlı Hukukunun özelliklerine de bakılması gerektiğini savunmaktadır. Bu çerçevede Hükümet, çok sayıda olayın da işaret ettiği üzere burada sui generis bir hukuki rejimin sözkonusu olduğunu bildirmektedir. İlk olarak Osmanlı Hukukunda dini makamlar, dini cemaatlerin mal varlıklarına ilişkin çıkarlarını temsil etmekteydiler. Bu çerçevede sözkonusu cemaatlerin kullanımına tahsis edilmiş çok sayıda taşınmaz mal dini makamlar adına tescil edilmiş bulunuyordu. Bu uygulama hayır vakıflarının tüzel kişiliğinin bulunmamasından kaynaklanıyordu. Böylece taşınmazlar tapu sicil kayıtlarında bu taşınmazların idaresini denetleyen dini kurumlar adına tescil edilmekteydi. Aynı durum, 1902 yılında başvuran adına tescil edilmiş olan ihtilaf konusu taşınmaz için de geçerlidir. İkinci olarak Osmanlı dönemindeki vakıflar hukuku uyarınca mülkiyet hayır vakıfları ile bağlantılıydı. Adıgeçen vakıf bu taşınmazın yetimhane olarak idare edilmesi amacıyla kurulmuştu. Hayır amacına tahsis edilmiş olan bir taşınmazın bu niteliğinin değiştirilmesi mümkün olmadığı gibi taşınmazın kendisini de bu vakıflardan ayrı değerlendirilemezdi. Bu duruma padişahın dahi müdahalesi mümkün değildi. Dolayısıyla yapılan tahsis tapu kütüğüne işlenmişti ki, bu durum, taşınmazın tapu sicilinde belirtilenden başka bir amaca tahsisini yasaklamaktaydı. Şehzade Sultan Mehmet Vakfına mukataalı olan bu taşınmazın devri başvuran adına yapılmıştı. Bu devrin yegane amacı yetimhane kurulması idi ve bu husus tapu sicilinde açıkça belirtilmişti. Bu itibarla Hükümet, sözkonusu taşınmazın asıl malikinin ab initio (başından beri) Fener Rum Patrikliği değil Yetimhane Vakfı olduğu sonucuna varmaktadır.
Laik Cumhuriyetin ilan edilmesini müteakip cemaatlerin bu yetkileri feshedilmiştir. Dini azınlıklara ait vakıfların durumunu düzenleyen vakıflar kanunu hükümleri gereğince 1936 yılında adıgeçen vakıf tarafından verilen beyanname, tapu sicilinde başvuranın isminin geçmesinin başından beri yok hükmünde olduğunu itiraza mahal vermeyecek şekilde ortaya koymaktadır. Yetimhane Vakfı 1936 yılında verdiği beyannamede bu taşınmazın zilyetliğinin kendisinde olduğunu açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla tapu senedinin iptal edilmesi bir hatanın düzeltilmesinden ibarettir.
Hükümet ayrıca, başvuranın tapu sicilindeki tahsisata asla itiraz etmediğine dikkat çekmektedir. Hükümet, bir kamusal kullanım sözkonusu olduğu cihetle tahsis edilen amaçta bir değişiklik yapılamayacağı kanısındadır. Bu itibarla Patrikliğin ihtilaf konusu taşınmaz üzerindeki yetkileri murakıp yahut mutemet sıfatına tekabül etmekte olup kesinlikle mülkiyete karşılık gelmemektedir.
Hükümet Vakıflar Genel Müdürlüğünün vakıfların faaliyetlerini d