AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
BÜYÜK DAİRE
MUSTAFA TUNÇ VE FECİRE TUNÇ / TÜRKİYE
(Başvuran no. 24014/05)
KARAR
STRAZBURG
14 Nisan 2015
İşbu karar nihai olup, bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir.
Mustafa Tunç ve Fecire Tunç / Türkiye davasında,
Başkan,
Dean Spielmann,
Yargıçlar,
Josep Casadevall
Mark Villiger
Isabelle Berro
Işıl Karakaş
Ineta Ziemele
Luis López Guerra
Mirjana Lazarova Trajkovska
Nona Tsotsoria
Zdravka Kalaydjieva
Vincent A. De Gaetano
Angelika Nußberger
Paul Lemmens
Helena Jäderblom
Krzysztof Wojtyczek
Faris Vehabović
Robert Spano,
ve Büyük Daire Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Johan Callewaert’ın katılımıyla oluşturulan ve Büyük Daire olarak toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 16 Nisan 2014 ve 18 Şubat 2015 tarihlerinde yapılan kapalı müzakereler sonrasında, anılan son tarihte aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1. Davanın temelinde, iki Türk vatandaşı olan Sayın Mustafa Tunç ve Sayın Fecire Tunç (“başvuranlar”) tarafından 24 Haziran 2005 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesine uygun olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (“Mahkeme”) yapılmış olan 24014/05 no’lu başvuru yer almaktadır.
2. Başvuran Mustafa Tunç 9 Şubat 2006 tarihinde vefat etmiştir. Oğlu Yüksel Tunç, 10 Mart 2006 tarihli yazıyla mirasçı sıfatıyla Mahkeme’ye yapılan başvuruyu takip etmek istediğini bildirmiştir.
3. Kendilerine adli yardım sağlanan başvuranlar, Kürt İnsan Hakları Projesi kapsamında Sayın Kerim Yıldız’ın ve Diyarbakır Barosuna kayıtlı Avukat Sayın Saniye Karakaş’ın yardımıyla, Birleşik Krallık’ta görev yapmakta olan Avukatlar Sayın Mark Muller QC, Sayın Michelle Butler ve Sayın Catriona Vine tarafından temsil edilmişlerdir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise, Daire Başkanı Sayın Şener Dalyan (Adalet Bakanlığı), Genel Müdür Sayın Nurdan Okur (Adalet Bakanlığı), Sayın Levent Tiftik ve Sayın Hüseyin Çeken (Savunma Bakanlığı), Sayın Nazlı Bulut, Sayın Okan Taşdelen ve Sayın Mehmet Öncü (Adalet Bakanlığı) ve Sayın Ayşen Emüler (Dışişleri Bakanlığı) tarafından temsil edilmiştir.
4. Başvuranlar, Sözleşme’nin özellikle 2. maddesine dayanarak yetkilileri, diğerleri arasında (inter alia), yakınlarının ölümüne ilişkin olarak etkili soruşturma yürütmemekle eleştirmişler ve ölüme ilişkin özel koşulların belirlenmediğini iddia etmişlerdir.
5. Başvuru, Mahkeme’nin İkinci Bölümü’ne tevzi edilmiştir.
6. Başvuru, 4 Mart 2010 tarihinde Hükümet’e tebliğ edilmiştir.
7. İkinci Bölüm’ün Başkan Guido Raimondi, yargıçlar Danutė Jočienė, Peer Lorenzen, András Sajó, Işıl Karakaş, Nebojša Vučinić ve Helen Keller ile Yazı İşleri Müdürü Stanley Naismith’in katılımıyla oluşturulan bir Dairesi, 25 Haziran 2013 tarihinde, üçe karşı dört oyla, Sözleşme’nin 2. maddesinin usulü yönden ihlal edildiğine ve oy birliğiyle, şikayetlerin geri kalanının kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
8. Hükümet, 25 Eylül 2013 tarihinde, Sözleşme’nin 43. maddesi uyarınca, davanın Büyük Daire’ye gönderilmesini talep etmiştir. Bu talep, Büyük Daire kurulu tarafından 14 Kasım 2013 tarihinde kabul edilmiştir.
9. Büyük Daire’nin oluşumu, 26 §§ 4. ve 5. maddesi ile İçtüzüğün 24. maddesinin hükümlerine uygun olarak belirlenmiştir. Yargıç Jan Sikuta daha sonra davadan çekilmiş ve yerine yedek yargıç olarak Paul Lemmens görevlendirilmiştir.
10. Strazburg’da bulunan İnsan Hakları Binasında, 16 Nisan 2014 tarihinde, kamuya açık bir duruşma yapılmıştır (Mahkeme İçtüzüğünün 59 § 3. maddesi).
Mahkeme önünde hazır bulunanlar:
(a) Hükümet adına;
Temsilci,
Ş. Dalyan,
Avukat,
H. Çeken,
Hukuk danışmanları,
N. Okur,
O. Taşdelen,
M. Öncü,
N. Bulut,
L. Tiftik,
A. Emüler,
(b) Başvuranlar adına
Avukat,
M. Muller Qc,
Hukuk danışmanları,
M. Butler,
C. Vine
S. Karakaş
Mahkeme, Muller, Butler ve Dalyan’ın beyanlarını ve Mahkeme üyelerinin sorularına verdikleri yanıtları dinlemiştir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
11. Mustafa Tunç, 1946 yılında doğmuş, 2006 yılında vefat etmiştir. Sırayla 1952 ve 1975 doğumlu olan Fecire ve Yüksel Tunç, İstanbul’da ikamet etmektedir. Başvuranlar, 20 Kasım 1983 tarihinde doğan ve 13 Şubat 2004 tarihinde vefat eden Cihan Tunç’un babası, annesi ve erkek kardeşidirler.
A. Davanın arka planı
12. Cihan Tunç, zorunlu askerlik hizmetini ifa etmek için 2003 yılının Ağustos ayında askerlik şubesine gitmiştir. Askere alınmadan önce hazırlanan sağlık raporunda, askerlik görevini yerine getirmesine engel teşkil eden herhangi bir sağlık sorununun olmadığı belirtilmiştir. Cihan Tunç’un herhangi bir psikolojik rahatsızlığı veya başka herhangi özel bir probleminin olmadığı bilinmektedir.
13. Belirtilmeyen bir tarihte, Cihan Tunç onbaşı rütbesine haiz olmuştur. 31 Kasım 2003 tarihinde sona eren eğitiminin ardından rütbesi çavuş rütbesine yükseltilmiştir.
14. Cihan Tunç’a daha sonra güvenliği Kocaköy İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından sağlanan özel petrol şirketi olan NV Turkse Perenco (“Perenco”)’ya ait bir alanın korunması görevi verilmiştir.
15. Cihan Tunç, 13 Şubat 2004 tarihinde, saat 5.50 sularında ateşli silahla yaralanmıştır. Cihan Tunç, nöbetçi jandarmalardan biri olup “3 nolu kule” olarak adlandırılan noktada nöbet tutmaktaydı. Olay “2 nolu kule” olarak adlandırılan noktada meydana gelmiştir.
16. Olaydan sonra, Cihan Tunç aralarında Astsubay Çavuş A.A. ve Cihan Tunç’u kazadan önce gören son kişi olan er M.S. ile birlikte er M.D. tarafından hemen hastaneye kaldırılmıştır.
17. Cihan Tunç’un hastaneye vardıktan kısa bir süre sonra, Diyarbakır Askeri Hastanesi’nde hayatını kaybettiği tespit edilmiştir.
18. Olaydan hemen sonra, Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı bilgilendirilmiş ve konuyla ilgili adli soruşturma başlatılmıştır.
19. Olaydan bir kaç saat sonra, söz konusu Savcılıkta görevli Askeri savcı E.Ö. ve talimatları üzerine, jandarma kriminal inceleme bilirkişi ekibi Cihan Tunç’un kabul edildiği hastaneye gitmiştir. Askeri savcı, başka bir ekibi de olay yerinde görevlendirmiş ve Kocaköy savcısından (sivil) ilk incelemeleri denetlemesi ve delil unsurlarının korunması için gerekli olabilecek tedbirleri alması amacıyla olay yerine gitmesini talep etmiştir.
B. Ön soruşturma tedbirleri
1. Hastanede
20. Askeri savcı hastaneye geldikten sonra, denetiminde cesedin dış muayenesi ve otopsi yapılmıştır.
21. Cesedin çok sayıda fotoğrafı çekilmiştir. Müteveffanın kıyafetleri çıkarılmış ve atış mesafesinin tespit edilmesi amacıyla laboratuarda incelemeler yapılmıştır. Müteveffanın ve Cihan Tunç’u hayattayken gören son kişi olan M.S.’nin parmak izleri ile olası barut kalıntılarının tespiti için el svapları alınmıştır. Son olarak, müteveffanın cepleri boşaltılmış ve üzerinden çıkanlara ilişkin bir tutanak düzenlenmiştir.
22. Savcı, ölüm nedenini tespit etmesi ve ölüm koşulları hakkında olası tüm görüşlerini bildirmesi amacıyla cesedi incelemek üzere adli tabip L.E.’yi görevlendirmiştir.
23. Adli tabip şu tespitlerde bulunmuştur: beden uzunluğu 1,75 metre; boynun sağ tarafında aşınmış yara ile kurşunun giriş deliği; kürek kemiğinin alt ucunda, sırtın sol kısmında 4 x 2 cm’lik çıkış deliği. Adli tabip, beden üzerinde herhangi bir darp ya da şiddet izi tespit etmemiştir. Adli tabip, ölümün, soluk borusuna ve sol akciğere isabet eden kurşunla yaralanmaya bağlı kan kaybı neticesinde gerçekleştiğini belirtmiştir. Adli tabip ayrıca muhtemelen yakın atış yapıldığını bildirmiştir. Adli tabip bu bağlamda, bazı kalıntıların varlığına dayanmıştır. Raporunda, bu konuyla ilgili bölüm şu şekildedir:
“Yüzün sağ tarafında ve boyun bölgesinde yanık ya da dumana bağlı deride herhangi bir renklenme tespit edilmemiştir. Barut tozu izleri yalnızca yüzün sağ kısmında ve çenenin iç eğri kısmında gözlenmiştir.”
24. Bu bilgilerin tamamı “Ölü muayene ve otopsi tutanağı” başlıklı bir belgeye kaydedilmiştir.
25. Öte yandan Askeri savcı, Cihan Tunç’u taşıyan araçla birlikte hastaneye gelen er M.S. ile Astsubay Çavuş A.A.’nın ifadesini almıştır (bk. aşağıda 37-45 ve 46-50 paragraflar).
2. Perenco tesislerinde
26. Aynı anda, davada görevli Askeri savcının talimatları üzerine, Diyarbakır Jandarma Komutanlığı kriminal inceleme laboratuarı bilirkişi ekibi ile Kocaköy Savcısı, olaydan birkaç saat sonra olay yerine gitmişlerdir.
27. Kocaköy Savcısının raporuna göre, alanda, “yüksek kule” olarak adlandırılan bir gözetleme kulesi ile beş nöbet kulübesi olmak üzere toplam altı nöbet noktası bulunmaktaydı. Olayın meydana geldiği yer 2’ye 2 metre en ölçülerinde, 2.33 metre tavan yüksekliğine sahip, zeminden 1,50 metre yukarıya yerleştirilen açıklıkları olan bir yapıydı.
28. Yine rapora göre, nöbet kulübesinin içinde, doğruca toprak zeminde, iki fişek ile bir fişek kovanı bulunmuştur. Tavanda, bir atış neticesinde oluşabilecek türden bir darbe izi bulunmaktaydı. Zeminde, tavandan düşmüş olan küçük çimento parçaları bulunmuş; aynı zamanda önemli derecede kan izlerine rastlanılmıştır.
29. Raporda, aynı zamanda müteveffanın, savcı olay yerine gelinceye kadar kilit altına alınan G-3 marka tüfeğinin yüzeysel olarak incelenmesi sayesinde, müteveffanın silahının çok kısa bir süre önce kullanıldığının anlaşıldığı bildirilmekteydi. Rapora göre, bu silah ile er M.S.’nin kullanılmamış gibi görünen MG-3 marka tüfeği bilimsel incelemeler yapılmak üzere laboratuara gönderilmiştir.
30. Raporda son olarak, ayrıntılı bir tutanak düzenlendiği, iki kroki çizildiği, fotoğraflar çekildiği ve video kaydı yapıldığı belirtilmiştir.
C. İdari tedbirler
31. Mutat uygulamaya göre, idari soruşturma, benzer bir olayın tekrar vuku bulmasını önlemek amacıyla olayı aydınlatmak ve çıkarımlarda bulunmak için il jandarma komutanlığının talimatı üzerine yapılır.
32. Belirtilmeyen bir tarihte, müteveffanın cesedi Astsubay Çavuş V.Ç. tarafından, İstanbul’a nakledilip ailesine teslim edilmek üzere Ankara’ya götürülmüştür. İstanbul İl Jandarma Komutanlığı’ndan defin işlemleri için aile ile iletişime geçmesi talep edilmiştir.
D. Bilimsel incelemelerin sonuçları
33. Jandarma Kriminal Laboratuarı 16 Şubat 2004 tarihinde bilirkişi raporunu (rapor no. 2004/90/kimyasal) sunmuştur. Raporda, incelemenin “atomik absorpsiyon spektrometre” tekniği ile yapıldığı, müteveffanın ve M.S.’nin ellerinden alınan numuneler üzerinde yapılan incelemeler neticesinde, müteveffanın ellerinde kurşun, baryum ve antimon ile M.S.’nin ellerinde baryum ve antimon tespit edildiği bildirilmiştir. Bu elementlerin, ateşli silahla ateş açıldığında ortaya çıkan kalıntılar olduğu belirtildikten sonra, raporda barut kalıntılarının mikrometrik boyutta partiküller içerdiği ve bunların bir yüzeyden diğerine kolayca geçebildiği ve bu kalıntıların yapılan ilk yardım sırasında yer değiştirmesinin sıklıkla karşılaşılan bir durum olduğu hatırlatılmaktadır.
34. Raporda ayrıca Cihan Tunç’un kıyafetleri üzerinde yapılan incelemeler neticesinde yakın atış sonucu hayatını kaybettiğinin saptandığı belirtilmektedir.
35. Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuarı da 17 Şubat 2004 tarihinde, olay yerinde bulunan iki silah ile kovan üzerinde yapılan balistik incelemeler sonunda bilirkişi raporunu (rapor no. BLS-2004/464) sunmuştur. Bilirkişi raporlarında iki tüfeğin normal olarak çalıştığı belirtilmiş ve bulunan kovanının Cihan Tunç’un silahından çıktığı doğrulanmıştır.
E. İfadelerin alınması
36. Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturma ve jandarmanın idari soruşturması çerçevesinde olayın meydana geldiği gün çok sayıda askerin ifadesi alınmıştır.
1. M.S.’nin ifadesi
37. M.S., Askeri Savcı huzurunda verdiği ifadesinde şunları beyan etmiştir:
“Cihan, nöbet değiştirme saatinden on beş-yirmi dakika önce nöbetçi olduğum kuleye geldi; zira nöbet devri burada yapılmalıydı (...) Cihan bana moralinin bozuk olduğunu söyledi. Nedenini sorduğumda “Boş ver, sen kendi işlerine bak; zaten anlayamazsın.” dedi. Verdiği cevap canımı sıktı; benim aptal olduğumu düşündüğü hissine kapıldım. Bir sigara yaktım ve [Cihan] kuleye girdi (...) Tüfeğinin tetiğiyle oynamaya başladı. İçeri girdim ve kendisine durmasını söyledim (...) Bana, kendi işlerime bakmamı ve sigara içmeye gitmemi söyledi (...) Ben de dışarı çıktım (...) Patlama sesi duyduğumda kuleden beş ya da altı metre ilerdeydim. İçeri koştum. [Cihan] yerde yatıyordu (...) silahı sağ elindeydi ve namlusu omzundaydı. Tüfeği aldım ve [Cihan’ı] sarsarak bilincini geri getirmeye çalıştım; kan akmaya başladı (...) Astsubay çavuş A.A [diğer askerlerle birlikte] geldi.”
38. M.S., savcının yönelttiği soruları, Cihan Tunç ile ne nöbet sırasında ne de daha önce, tartışma ya da sorun yaşamadığı şeklinde cevaplandırmıştır. Elinden silahı almak için hiçbir zaman teşebbüste bulunmadığını belirtmiş ve arkadaşına ateş etmediğini vurgulamıştır.
39. Bir başka soruya verdiği cevapta, Cihan Tunç’un silahını birçok kez doldurup boşaltırken tüfeğin yan tarafından fırlayan dolu kovanlar gördüğünü belirtmiştir.
40. Jandarma görevlilerince alınan sorgusunda aşağıdaki beyanda bulunmuştur:
“Astsubay çavuş A.A. nöbeti sırasında saat 5’e doğru kontrol etmek için gitti. Cihan Tunç kısa bir süre sonra, saat 5.50 civarında (...) kule kulübesine girdi ve silahıyla oynamaya başladı, üç ya da dört defa doldurup boşalttı; şarjörü çıkardı ve tekrar taktı. Durmasını istedim ve eğer bir amir bizi yakalarsa her ikimizin de cezalandırılacağını söyledim (...) Bir süreliğine durdu. Ondan yedi ya da sekiz metre ötede duruyordum. Daha sonra, dışarıdan iki ya da üç defa silahın kurma kolu sesini, ardından silahın patlama sesini duydum (...) [Cihan] silahı göğsünün üzerinde, yerde yatıyordu. Bilincini geri getirmeye çalıştım. O sırada, Astsubay Çavuş A.A. ve nöbeti bizden devralacak askerler geldiler. Cihan’ı konteynırın yanına taşıdık ve ardından Perenco şirketine ait Renault marka bir araç ile Diyarbakır Hastanesi’ne götürdük. (...)”
41. M.S., kendisine yöneltilen “Olay yerinde iki fişek bulunmasını nasıl açıklıyorsunuz?” sorusuna, bu konuda herhangi bir açıklaması bulunmadığı şeklinde cevap vermiş ve bunların Cihan Tunç’un silahını doldurup boşaltırken yere düşen fişekler olabileceğini eklemiştir.
42. M.S., bir başka soruya verdiği cevapta, olay esnasında şarjörün silahta takılı olup olmadığını söyleyemeyeceğini; zira buna dikkat etmediğini belirtmiştir.
43. Soruşturmayı yapan görevli, M.S.’den aynı zamanda silahın ve Cihan Tunç’un hangi konumda olduğunu da sormuştur. Bilhassa, Cihan Tunç’un tüfeğiyle uğraşırken oturur pozisyonda mı yoksa ayakta mı olduğunu da sormuştur. M.S., Cihan Tunç ile kulübenin içerisindeyken, Cihan’ın silahı tavana doğrulttuğunu ve doldurduğunu, daha sonra şarjörü çıkardığını ve yüklenen kovanı çıkarmak için mekanizmayı hareket ettirdiğini ifade etmiştir. Kulübeden çıktığında, Cihan Tunç’un bir mühimmat sandığının üzerinde oturduğunu gördüğünü belirtmiştir. Hala dışarıdayken, yine iki kere silahın kurma kolu sesi ile daha sonra patlama sesi duyduğunu ifade etmiştir.
44. Soruşturmacı son olarak M.S.’yi silahların bulunduğu yer hakkında sorguya çekmiştir. M.S.’nin beyanlarına göre, tüfeği kulübenin içerisinde, ızgaranın üzerinde duruyordu ve tripod katlanmış durumdaydı. Cihan’ın silahı ise göğsünün üzerindeydi.
45. Bu iki ifadede, olayın meydana geldiği yer “4 nolu nöbet mevzisi” ya da “2 nolu kule” olmak üzere farklı ifadelerle belirtilmiştir.
2. Diğer ifadeler
46. Astsubay Çavuş A.A., Askeri savcı huzurunda verdiği ifadede, bir el ateş sesi duyduğunu ve çok sayıda asker ile birlikte patlama sesinin geldiği yöne doğru koştuklarını belirtmiştir. Cihan Tunç’u yerde bulmuşlardır. Yaralının nabzının atıp atmadığını kontrol ettikten sonra, A.A., Cihan Tunç’un kantine ve daha sonra hastaneye götürülmesini emretmiştir.
47. Astsubay Çavuş A.A., nöbet mevzileri ile ilgili olarak, yalnızca üç nöbet mevzisinin kullanıldığını belirtmiştir. Birinci mevziinin nizamiyede; “alçak kule” adı verilen ikinci mevziinin aslında girişten itibaren dördüncü sırada yer aldığını ve öncesindeki iki mevzi kullanılmadığı için aynı zamanda “2 nolu kule” olarak da anıldığını belirtmiştir. Üçüncü mevzi ise “3 nolu kule” ya da “yüksek kule” olarak adlandırılmaktaydı.
48. A.A. ayrıca, Cihan Tunç ya da M.S.’nin sorunu olup olmadığını bilmediğini belirtmiştir.
49. A.A., savcının sorduğu bir soruya yanıt olarak, M.S.’nin olaylarla ilgili kendisine anlattıklarını aktarmıştır. Bu anlatılanlar, M.S.’nin verdiği ifadeye uymaktadır.
50. A.A., idari soruşturmayı yürüten jandarma görevlilerine de benzer bir ifade vermiştir.
51. Yüzbaşı S.D. ile Üstçavuş C.Y. olayın kendilerine bildirildiği sırada Kocaköy kışlasında bulunduklarını belirtmişlerdir. Tesislere geldiklerinde, olay yerinin zarar görmemesine özen göstererek olay yerini çok kısaca teftiş ettiklerini; boş bir kovan ile biri yerde, diğeri ızgaranın üzerinde olmak üzere iki adet G-3 marka tüfeğe ait fişek gördüklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca, yerde kan saptadıklarını da belirtmişlerdir.
52. Astsubay Çavuş A.K.’nın soruşturmayı yürüten görevliye verdiği ifade şu şekildedir:
“Cihan 2 nolu nöbet mevziindeydi (...) Teftişim sırasında, saat 5.15’e doğru, (...) her şey normaldi. Hatta yüksek kulede nöbetçi olan Cihan’la lafladım (...) Olay yerine vardığımda M.S., Cihan’ı kaldırmaya çalışıyordu.”
53. Astsubay Çavuş A.K., şarjörün konumuyla ilgili olarak, o anda buna dikkat etmediğini belirtmiştir. Bununla birlikte, Cihan’ı kantine kadar taşıdıktan sonra, er S.K.’nın kendisine teslim etmek üzere silahı almaya gittiğini ve o sırada şarjörün tüfeğin üzerinde olması gereken yerde olmadığını fark ettiğini hatırlamıştır.
54. “Nasıl oluyor da Cihan Tunç’a yüksek kulede görev verilmişken, olay M.S.’nin nöbet tuttuğu 4 nolu nöbet mevziinde meydana geliyor?” sorusunu şu şekilde yanıtlamıştır:
“Bilmiyorum. Nöbet sonu yaklaştığı için oraya gitmek için görev yerini terk etmiş olabilir. Saat 5.15’e doğru, teftişimi yaparken, Cihan yüksek kulede, görev yerindeydi.”
55. Er S.K., silahın ve şarjörün kulübenin içerisinde bulunduğunu ancak şarjörün silahın üzerinde olmadığını belirterek A.K.’nin ifadesini doğrulamıştır.
56. Er E.C., olay yerine geldiğinde, M.S.’nin Cihan Tunç’u kaldırmaya çalıştığını ifade etmiştir. E.C. de şarjörün silahın üzerinde olmadığını doğrulamıştır.
57. Alınan diğer ifadelerden aşağıdaki ek bilgiler edinilmiştir: Cihan Tunç, Perenco tesislerinin toplamda on altı kişiden oluşan koruma birimine bir hafta önce gelmiştir. Bilinen bir sorunu yoktu ve diğer erlerle anlaşmazlık yaşamamıştı.
Olayın meydana geldiği sırada, tesislerin girişinde bulunan nöbet mevziinde er S.S. nöbet tutmaktaydı.
Astsubay Çavuş A.A. ile diğer erlerin olay yerine gelişinin ardından M.S. kantine yardım istemeye gönderilmiştir.
F. İdari sorgulama tutanağı
58. Müteveffanın ailevi, sosyal veya psikolojik problemlerinin olmadığı, asker arkadaşlarının birinin nöbet mevziinde olması, konumu ve (yakın menzilli) atış mesafesi dikkate alınarak, soruşturmada olayın bir kaza olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak, soruşturmanın başında kanuna aykırı bir şekilde öldürme olasılığının değerlendirildiği görülmektedir.
G. Takipsizlik kararı
59. Savcılık, herhangi bir unsurun Cihan Tunç’un ölümüyle ilgili olarak üçüncü bir şahsa sorumluluk yüklemeye imkân vermediğini göz önünde bulundurarak 30 Haziran 2004 tarihinde takipsizlik kararı vermiştir. Savcı, soruşturma boyunca toplanan bilgileri bu kararda açıklamıştır. Savcılık, Cihan Tunç’un gövdesinin üst kısmı sağına doğru eğilmiş ve tüfeğinin namlusu boynuna doğru yönelmiş halde iken silahın ateş aldığı kanaatine varmıştır. Bu durumun özellikle tavanda bulunan kurşun izini açıklamaya imkân verdiğini belirtmiştir. Ancak kararda, silahın birdenbire ateş alma sebebi belirtilmemiştir.
60. Savcı 16 Temmuz 2004 tarihinde, başvuranların avukatlarının talebine cevaben, kararın bir suretinin yer aldığı bir posta ile Avukatlık Kanunu gereğince, dosyanın tamamının hizmetinde olduğu ve inceleyebileceğini ve yararlı olacağını düşündüğü her belgeden bir suret alabileceğini belirten bir mektup göndermiştir.
61. Ayrıca, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın bir sureti 27 Temmuz 2004 tarihinde bizzat müteveffanın kız kardeşi Aysel Tunç’a tebliğ edilmiştir.
62. Başvuranlar, Cihan’ın ölümü ile ilgili karanlıkta kalan birçok husus olduğunu iddia ederek bu karara itiraz etmişlerdir. Özellikle kurşunun izlediği yolun açık bir şekilde tanımlanmadığını ifade etmişlerdir. M.D.’nin sorgulanmamış olmasına veya silahın üzerinde parmak izi testi yapılmadığına atıfta bulunmamışlardır.
H. Ek soruşturma ve takip eden gelişmeler
63. Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi 14 Ekim 2004 tarihinde, başvuranların itirazını kabul etmiş ve savcılığın ek bir soruşturma başlatmasına karar vermiştir. Özellikle, kurşunun vücuda giriş ve çıkış noktaları ve tavandaki kurşun izinden yola çıkarak kurşunun izlediği yolun açık bir şekilde ortaya çıkarılması gerektiği görüşündedir. Ayrıca intihar şüphesi ile ilgili hiçbir makul gerekçe bulunmadığını belirtmiştir. Silahın ateş aldığı anda vücudun bulunduğu pozisyonun bir intihar vakası için alışılageldik bir pozisyon olmadığını da eklemiştir. Son olarak da Cihan Tunç’u canlı olarak son gören kişi olan M.S.’nin ellerinde bulunan kalıntılarla ilgili hiçbir açıklama bulunmadığını belirtmiştir.
64. Askeri savcı, 24 Kasım 2004 tarihinde, üç olay yeri inceleme uzmanı eşliğinde Perenco tesislerine gitmiştir.
65. Ekip, olayın olduğu nöbet yerine gitmiştir. Dosya içeriğinin tamamı incelendikten sonra, maktulün vücut ebatlarıyla aynı ebatlara sahip birisi ile olay yeniden canlandırılmıştır.
66. Tavandaki kurşun izinin bulunduğu nokta ile bir G-3 namlusu arasında gerilen bir ip yardımıyla, kurşunun izlediği güzergâhın belirlenmesine yönelik ölçümler yapılmıştır. Fotoğraf çekimleri gerçekleştirilmiştir.
67. Bilirkişiler, önceki tutanaklarda toprak zemin olduğu belirtilen zeminin beton zemin olduğunu tespit etmişlerdir. Bu konuda tesisteki sorumlu kişiler tarafından verilen bilgilere göre, kaza sonrasında birçok toprak yolun da aralarında bulunduğu çeşitli yerlere askerlerin formalarının temizliğinin korunması amacıyla beton dökülmüştür. Bu işlem esnasında zeminler yükseltilmemiştir. Bu husus, tavan yüksekliğinin hala 2,33 metre olduğunun tespit edilmesiyle doğrulanmıştır.
68. Toplanan tüm bilgilerin ışığında, bilirkişilerin ulaştığı sonuç şu şekildedir: Cihan Tunç oturur veya çömelmiş pozisyondaydı ve silahını sağ eliyle tutuyordu; dizleri hala eğilmiş pozisyonda silahına dayanarak kalkmaya çalışırken eliyle tetiğe basmış ve silah ateş almıştır.
69. Savcı, tesisi ziyareti esnasında er E.C.’yi sorgulamıştır. E.C., olay yerine geldiğinde MS’nin Cihan Tunç’un arkasında çömelmiş olduğunu ve onu kollarının altından tutarak kaldırmaya çalıştığını belirtmiştir.
70. Bu bilgilerin tamamı 24 Kasım 2004 tarihli bir tutanakta kaydedilmiştir.
71. Savcı, 8 Aralık 2004 tarihinde soruşturmayı kapatmış ve dosyayı, alınan tedbirleri ve mahkemenin tespit etmiş olduğu eksikliklerin sunulduğu, talep edilen ek soruşturma ile ilgili bir raporla birlikte (rapor no 2004/632E.O.) askeri mahkemeye göndermiştir. Ellerde bulunan kalıntılarla ilgili olarak, dosyada bir bilirkişi raporu bulunmaktadır ve bu raporda ateş edilmesinin ardından kalan kalıntıların çok uçucu olduğu ve olayın hemen ardından maktulün kıyafetlerinden veya ellerinden M.S.’nin ellerine bulaşmış olabileceği belirtilmektedir. Ayrıca alınan birçok ifadede, M.S.’nin maktulü kaldırmaya çalışırken maktulle fiziksel temasta bulunduğu kanıtlanmış olduğundan bu varsayım kuvvetlenmektedir.
72. Savcı, ateş edilen pozisyonun, intihar etme eğiliminde olan birinin pozisyonuna tekabül etmediğini belirten mahkeme kararı ile ilgili olarak, takipsizlik kararının olayda intiharın söz konusu olduğunu destekleyen herhangi bir unsur içermediğini ve intihar iddiasının göz önünde bulundurulmadığını belirtmiştir.
73. Savcı, tavandaki kurşun izi ve maktulün vücudundaki kurşun giriş ve çıkış deliklerine göre kurşunun izlediği yolun belirlenmesi ile ilgili olarak, şöyle bir varsayımın kabul edildiğini belirtmiştir: Cihan Tunç bir mühimmat sandığı üzerine oturmuştu, silahının kurma koluyla ve şarjörüyle oynuyordu; silahı şarjörü ayrı olarak sağ tarafında tutarken öne doğru eğilmişti ve yeniden doğrulmak için silahına yaslanarak sağ tarafına eğilmişti, eli silahın tetiğine yakın bir yerdeydi ve silah ateş aldı; kurşun boynunun sağ tarafından girmişti ve tavana çarpmadan önce sol kürek kemiğinin alt kısmından çıkmıştı; dolayısıyla Cihan Tunç intihar etmemişti, bir kaza kurbanı olmuştu. Savcı ayrıca, 24 Kasım 2004 tarihinde bu varsayımın doğruluğunu görmek için kurşunun giriş ve çıkış deliklerini, tavana çarpma izini ve maktulün vücut yapısını göz önünde bulundurarak olay yeniden canlandırılmıştır (yer gösterme işlemi yapılmıştır) ve elde edilen sonuçlar olayların gelişimini doğrulamıştır.
74. Raporuna bu yer gösterme tutanağını (olayların yeniden canlandırılmasına ilişkin tutanak) da eklemiştir.
75. Askeri mahkeme 17 Aralık 2004 tarihinde, başvuranların itirazını reddetmiştir.
76. Bu karardan haberdar olması için başvuranların avukatına 21 Aralık 2004 tarihli bir yazı gönderilmiştir. Dosya içerisinde bu yazının ne gönderim tarihi ne de alındığı tarih belirtilmemiştir. Başvuranlar, söz konusu yazının kendilerine 2004 yılının Aralık Ayı sonunda ulaştığını savunmaktadırlar. Hükümet bu konuda görüş beyan etmemektedir.
I. Özel sağlık raporu
77. Başvuranların talepleri üzerine İngiliz bir bilirkişi olan Doktor Anscombe tarafından 11 Ekim 2005 tarihli özel bir bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Bu bilirkişi, dosyada bulunan belirli sayıda belgenin İngilizceye tercüme edilmesiyle incelemesine dayanarak raporunu İngilizce olarak hazırlamıştır. Bu raporun dava ile ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:
« İç İşleri Bakanlığı Adli Tıp Danışma Kurulu’ndan onaylı Adli tıp uzmanıyım, (...).
İşbu raporun hazırlanması için, Cihan Tunç ile ilgili aşağıda belirtilen belgelerin İngilizce tercümelerini kullandım:1. 13 Şubat 2004 tarihli soruşturma ve otopsi raporu;2. « Soruşturmanın genişletilmesi » başlıklı bir soruşturma hazırlık raporu (belge no 2004/632EO);3. Sırayla 16 ve 17 Şubat 2004 tarihli ve 2004/464 ve 2004/90/kimya sayılı iki bilirkişi raporu;4. Cihan Tunç’un üç adet renkli fotoğrafı. Bir tanesi ilgili kişi hayatta iken çekilmiştir. Diğer ikisi öldükten sonra çekilmiş tabut içerisinde gibi duran iki fotoğraftır;5. G-3 silahın bir resmi(...)Maktul, yakındaki bir askeri hastaneye götürülmüştür. Öldüğü gün kendisine otopsi yapılmıştır. Bu çabukluk örnek alınacak türdedir.(...)Cesedin ilk incelenmesi esnasında, kıyafetlerinin çıkarıldığı ve resimlerin çekildiği, bir adli tıp laboratuarında incelenmek üzere numuneler alındığı, ceplerinde bulan eşyaların listelendiği, vs. gözlemlenmektedir.Bu işlemlerin doğru bir şekilde yapıldığı ve özellikle olayın türü dikkate alındığında alınan numunelerin yerinde olduğu düşünülmektedir.[Otopsi] raporunda, bu işlemlerin sonucunda, bir doktorun – Doktor E’nin – « çağırıldığı » belirtilmektedir, bu da benim için doktorun cesedin ilk incelemesinin ancak o anda yapabildiği anlamına gelmektedir.Bu noktada haklı olmam çok endişe vericidir çünkü bir kurşunla ölüm vakası ile karşı karşıya kalan bir adli tıp doktorunun olayın oluşumu ve maktulün durumu ile ilgili olabildiğince çok bilgi edinmesi gerekmektedir, bu da maktulün kıyafetlerini ölüm anında oldukları şekilde teftiş etmesi ve incelemesini gerektirmektedir.
(...)
İnceleme hakkında yapılan diğer yorumlar biraz kısa ve eksiktir.
Ayrıca otopsinin sonuçları raporda yer almaktadır. Ölüm sebebi ile ilgili raporda belirtilen sonuç, otopsi esnasında yapılan tespitler kapsamında makul sonuçlardır (başka bir deyişle, yapılan tespitler ile bunlardan çıkarılan sonuçlar arasında çelişkiler yoktur).
(...)
Cihan Tunç’un bedeninde; boyunda bir kurşun girişi yarası ve sol omuzun arkasında bir kurşun çıkış yarası bulunmaktadır. Çekilen resimler kurşunun giriş deliğinin çıkış deliğinden daha küçük boyutta olduğunu göstermektedir ve benim görüşüme göre birinci ve ikinci deliğin « yerlerinin değiştirilmiş » olması imkânsızdır.
Eğer tavana çarpmadan önce kurşunun Cihan Tunç’un vücudundan geçtiği düşünülürse, benim görüşüme göre silahın ateş aldığı anda ilgili kişinin mutlaka eğilmiş pozisyonda olması gerekmektedir aksi halde kurşun bu tür bir güzergâh izleyemezdi.
Otopsi raporunda, yüzün sağ tarafında ve çenenin alt eğimli kısmında yanmamış barut artıkları bulunduğu ancak yanma veya dumana bağlı olarak ciltte hiçbir renk değişiminin gözlemlenmediği belirtilmiştir. Bu durum silahın ağzının Cihan Tunç’un bedenine yakın olduğunu ancak dokunmadığını kanıtlamaktadır. Ateş edilme sonunda oluşan kalıntıların [dağılması] kullanılan silah ve mühimmat tipine bağlıdır. Hal böyle iken, olası ateş etme mesafesinin (yani namlu ağzı ile ilgilinin bedeni arasındaki mesafe) 15 ile 30 cm arasında olması gerekmektedir.
Benim edindiğim bilgilere göre, bir G-3 silahın – maktulün kullandığı iddia edilen silahın - boyu 102,3 cm’dir. Elimde bulunan fotoğraf, silahın tetiği ile ağzı arasındaki mesafenin silahı boyunun yaklaşık üçte ikisine tekabül ettiğini göstermektedir. Olay anında Cihan Tunç’un silahın üzerine eğilmiş olduğu ve kolunun yeterince uzun olduğu varsayılırsa, neredeyse tetiğe ulaşabilirdi (parmağını uzatarak).
Bana göre başka iki olası varsayım daha bulunmaktadır: ya silah düzgün çalışmadı ve herhangi bir sebeple kazara ateş aldı (örneğin yere düşerek) ya da bu silahla başka birisi ateş etti. Ancak başka birinin ateş ettiği varsayımı bu kişinin olay anında yere uzanmış olmasını, silahını yukarı doğru doğrultmasını ve Cihan Tunç’un silahın ağzına doğru eğilmiş olmasını, bu arada boynunun 13 ila 30 cm uzaklıkta olmasını gerektirmektedir.
Otopside ilgili kişinin mücadele ettiğini gösteren hiçbir işaret bulunmamaktadır. »
J. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararı
78. Başvuranların avukatı, 13 Ocak 2005 tarihinde Cihan Tunç’un ölümü nedeniyle maddi tazminat istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi nezdinde dava açmıştır.
79. Söz konusu tazminat talebinin usulü yönünden reddedilmesinin ardından, 9 Eylül 2005 tarihinde yeni bir tazminat davası açılmıştır. Başvuranlar, her bir ebeveyn için maddi tazminat olarak 3.500 Türk lirası (TL), manevi tazminat olarak 3.000 TL ve müteveffanın yedi erkek ve kız kardeşinin her biri için 1.000 TL talep etmişlerdir.
80. Maddi tazminatın belirlenmesi için Askeri Yüksek İdare Mahkemesince görevlendirilen bilirkişi, 9 Ekim 2006 tarihinde raporunu sunmuştur. Bilirkişi, maddi tazminatı müteveffanın babası için 721 TL ve annesi için 8.779 TL olarak belirlemiştir. Taraflar, miktarlara itiraz etmemişlerdir.
81. Mahkeme, 10 Ocak 2007 tarihinde başvuranların taleplerini kısmen kabul etmiştir. Mahkeme, ölümün piyade tüfeğinin dikkatsizce kullanılması nedeniyle meydana geldiğini belirtmiştir. Mahkeme, ayrıca, bu durumun, silahların kullanımına ilişkin eğitimin yeterli olmayışına ve askerlerin denetlenmesi ve korunması konusunda ihmal olduğuna işaret ettiği görüşündedir. Sonuç olarak, söz konusu ölümün kısmen yetkililerin ihmalkârlığına isnat edilebileceğine karar verilmiştir. Meydana gelen olumsuz durumda müteveffanın ihmalini de göz önüne alarak ve taleplere bağlı olarak karar verebileceğini ve istem dışı (ultra petita) karar veremeyeceğini belirterek, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi;
- Müteveffanın annesine 3.500 TL maddi tazminat, 3.000 TL manevi tazminat ödenmesine,
- Müteveffanın babasına 400 TL maddi tazminat, 1.000 TL manevi tazminat ödenmesine,
- Müteveffanın her bir erkek ve kız kardeşine 1.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
Bu miktarlara, olay tarihinden ödeme tarihine kadar işleyen gecikme faizi uygulanmıştır.
82. Yetkililerce, 12 Haziran 2007 tarihinde başvuranların avukatının başvuruda bulunduğu Bakırköy İcra Müdürlüğü’ne 23.500 TL (o tarihte yaklaşık 13.200 avro) ödenmiştir.
83. Başvuranlar, Hükümet kendilerine bildirene kadar Askeri Yüksek İdare Mahkemesi önündeki yargılama işlemlerinden habersiz olduklarını ve kendilerine avukatları tarafından hiçbir paranın ödenmediğini iddia etmektedirler.
K. Mehmetçik Vakfı tarafından verilen maddi destek
84. Silahlı kuvvetlerin bir uzantısı olan ve hizmet esnasında ölen askerlerin ailelerine destek olma amacı güden Mehmetçik Vakfı 21 Nisan 2004 tarihinde, maddi destek adı altında maktulün ailesine 4.916.700.000 eski Türk Lirası (3.000 avrodan biraz fazla) ödemiştir.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMA
A. Askeri hakim ve savcıların bağımsızlığı
85. Askeri yargı sistemi, hakim ve savcılardan oluşmaktadır. Kariyerleri boyunca, bütün yargı çalışanları (hakim ve savcılar) hem yargı işlevlerinde hem de savcılık fonksiyonlarında görevlendirilebilirler. Yargı çalışanlarının statülerine ilişkin temel hükümlerde kullanılan “askeri hakim” terimi, ilke olarak hem hakimleri hem de savcıları kapsamaktadır.
1. Anayasa
86. Anayasa’nın ilgili hükümleri aşağıdaki gibidir: Madde 9« Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. » Madde 138« Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. »
Madde 139
« Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. »
Madde 145
« Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.
(...)
Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.
2. İlgili yasa hükümleri
87. 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nda yargının bağımsız olması gerektiği ilkesi ortaya konmuş ve Anayasa’nın 138. ve 139. maddelerinin hükümlerini hatırlatmaktadır.
88. Söz konusu Kanunun 16. maddesi uyarınca askeri hakim ve savcıların atanmaları Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın müşterek kararnamesi ile Cumhurbaşkanının onayına sunulur (“üç bölümlü kararname”). Söz konusu maddede ayrıca, hizmetleri sırasında atanamayacakları süreler de belirtilmiştir.
89. İlgili zamanda yürürlükte olan Ceza Kanunu’nun 232. maddesi uyarınca, hakimlere emir ve tahakküm veya nüfuz veya iltimas etmek suç sayılmıştır. Koşullara bağlı olarak, verilecek ceza altı aydan beş yıla kadardır. Fail memur ise, memuriyetten mahrumiyet cezasıyla da cezalandırılır.
90. Yeni Ceza Kanunu’nun 277. maddesinde bu suça ilişkin hükümde “yargı görevi yapanları etkilemeye teşebbüs etmek” suç sayılmıştır.
91. Ancak, 357 sayılı Kanun uyarınca, Savunma Bakanı kovuşturmaya yer olmadığına karar veren bir askeri savcıdan sanığın masum veya suçlu olduğuna karar verebilmesi için sanığı mahkeme önüne çıkartmasını talep edebilir.
3. Askeri mahkemelerin oluşumu
92. Askeri mahkemelerle ilgili 353 sayılı Kanunun 2. maddesi olayın olduğu dönemde şu şekildeydi:
« Askerî mahkemeler, bu Kanunda aksi yazılı olmadıkça iki askeri hâkim ve bir subay üyeden kurulur. »
93. « Ve bir subay üye » ifadesi, iptal başvurusu üzerine 7 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 7 Mayıs 2009 tarihli bir karar ile Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, hukukçu bir hâkimin aksine askeri hâkimlerin görevleri süresince askeri zorunlulukları ve hiyerarşik olarak üstlerine bağlı olması sebebiyle görevlerinin gerektirdiği bağımsızlığı sağlayamayacağı kanısına varmıştır. Ayrıca askeri makamların her dava için farklı bir görevli atamasını engelleyen hiçbir hüküm olmamasının Anayasanın 9. maddesiyle bağdaşmadığı kanaatindedir.
94. Bu kararın ardından yasa değiştirilmiştir. 353 sayılı Kanun’un 2. maddesi bundan böyle aşağıdaki şekildedir:
« Askeri mahkemeler, bu Kanunda aksi yazılı olmadıkça üç askeri hâkimden oluşur. »
4. Askeri hakim ve savcıların yükselmesi
95. İlgili zamanda yürürlükte olan 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nun 12. maddesi uyarınca, “askeri hakimlerin” (mahkemelerde hakim olarak görev yapanlar ve savcı olarak görev yapanlar) terfii, rütbe kıdemliliği ve kademe ilerlemesi yapmaları, özellikle mesleki sicil belgesi ve subay sicil belgesi olmak üzere sicil raporlarına bağlıdır.
96. Söz konusu hükümde, subay sicil belgesine ilişkin olarak, hakimler ve savcılar, mahkemenin bağlı olduğu askeri birimin komutanı tarafından değerlendirmeye tabi tutulurlar.
97. Ayrıca, tecrübeli hakimler, birlikte çalıştıkları hakimleri ve savcılar da yardımcılarını ve vekillerini doğrudan değerlendirebildikleri belirtilmiştir.
98. Subay sicil belgesinde değerlendirilecek nitelikler aşağıdaki gibidir:
“1. Genel görünüşü, sosyal durumu ve temsil yeteneği
2. Hak ve adalet prensiplerine uyarlığı
3. Askeri disiplin kurallarına uyarlığı ve itaati
4. Mesleki bilgisi, temel askeri bilgisi ve genel bilgisi
5. İşbirliği ruhu ve eğitme, açıklama ve ikna etme kabiliyeti
6. Azmi, iradesi ve dayanıklılığı
7. Zekası, muhakeme ve karar yeteneği
8. Görevini planlama, icra, takip ve kontrolde başarısı
9. Özgürlüğü ve yaratıcılığı
10. Liderlik ve komutanlık yeteneği”.
99. Anayasa Mahkemesi, 8 Ekim 2009 tarihli bir kararında, söz konusu metnin bu bölümünün mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine aykırı olduğuna karar vermiş ve 357 sayılı Kanun’un 12. maddesinin subay sicil belgesine ilişkin hükümleri iptal etmiştir.
100. Subay sicil notlarına itiraz eden ve söz konusu notların iptalini talep eden askeri hakimler tarafından yapılan üç temyiz başvurusu kapsamında Askeri Yüksek İdare Mahkemesince Anayasa Mahkemesi’ne anayasaya aykırılık itirazı yapılmıştır. Söz konusu kişiler, kıdemli bir subayın subay sicil belgesiyle hakimler üzerinde haksız nüfuz kullanımı için teşvik edilebileceği olasılığının tek başına, adalet sisteminin sahip olması gereken bağımsızlığa zarar verdiği görüşündedirler.
101. Anayasa Mahkemesi, askeri hakimlerin temyiz başvurularını inceleyen Askeri Yargıtay Daireleri tarafından değerlendirilmeye tabi olduklarını belirtmiştir. Söz konusu değerlendirme, mesleki değerlendirmeyi temsil etmekte ve kişilerin yeterliliklerini ele almaktadır, ancak tecrübeli hakimler ve subaylar tarafından gerçekleştirilen “idari” değerlendirme (subay sicil belgesi), Anayasa’da öngörülen mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin gerektirdiklerine uyulması konusunda kaygılara neden olmaktadır.
102. Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi söz konusu usulün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve mahkemede görev yapan hakimlerle ilgili olduğu kadarıyla iptal edilmesi gerektiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, savcılara sicil notu verme sisteminin Anayasa’ya uygun olup olmadığı sorusuna verilecek cevap, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi önünde görülen davaların karara bağlanmasıyla ilgili olmadığı göz önüne alındığında bu soruya ilişkin karar vermenin gerekli olmadığına hükmetmiştir.
103. Karar, 8 Ocak 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmış ve aynı tarihte yürürlüğe girmiştir.
104. 357 sayılı Kanunun 12. maddesi, 22 Nisan 2012 tarihinde askeri savcılara sicil notu verilmesine ilişkin sistemi Anayasa’ya uygun hale getirmek için değiştirilmiştir.
B. Mağdurların yakınlarının soruşturma dosyasına erişimi
105. İlgili zamanda yürürlükte olan Avukatlık Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca, yargı organları, emniyet makamları ve diğer kamu kurum ve kuruluşları avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar özellikle avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdürler.
C. Jandarma
106. Jandarma Teşkilatı, 2803 sayılı Kanun’la düzenlenir. Jandarma Genel Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerin bir parçası olup, Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığına, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden İçişleri Bakanlığına bağlıdır. Jandarma Genel Komutanı, Bakana karşı sorumludur (Kanun’un 4. maddesi).
107. Jandarma, (emniyet ve asayiş ile kamu düzenine ilişkin) mülki görevleri, adli görevleri (Ceza Muhakemesi Kanununda belirtildiği gibi adli soruşturmalar) ve askeri görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.
108. Jandarma, kırsal alanlarda veya polis teşkilatı bulunmayan yerlerde mülki ve adli görevleri yerine getirmektedir.
109. Hükümet, Jandarmanın görevlerinde yardımcı olmak üzere, Ankara’da teknik ve bilimsel desteği sağlayacak bir polis teşkilatı ve üç adet Jandarma Bölge Kriminal Laboratuvar Amirlikleri teşkil edildiğini belirtmiştir. Ayrıca, 81 ilde cezai soruşturmalarda uzman teknik bir ekip bulunmaktadır.
110. Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 97. maddesi uyarınca, jandarma tarafından yürütülen soruşturmalar savcının yetkisi altındaydı ve jandarma, savcının talimatlarını yerine getirmek zorundadır.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
111. Başvuranlar, yakınları Cihan Tunç’un ölümüne ilişkin koşulların tespit edilmesi için yürütülen soruşturmanın Sözleşme’nin 2. maddesinin gereklerini karşılamadığı konusunda şikâyetçi olmuşlardır.
I. HÜKÜMETİN İLK İTİRAZI
A. Tarafların ibrazları
1. Hükümet
112. Hükümet, 14 Şubat 2014 tarihinde Büyük Daire’ye sunduğu görüşlerinde ve 16 Nisan 2014 tarihli duruşmada, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin 10 Ocak 2007 tarihli kararının ardından mağdur statüsünün düşmesine ilişkin olarak dava usulünde ilk defa ilk itirazda bulunmuştur. Söz konusu fiili unsur, Daire önünde devam eden yargılama işlemleri sırasında taraflarca Mahkeme’nin dikkatine sunulmamıştır.
113. Hükümet, Mahkeme içtihadı uyarınca, ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde ilgili tarafın Sözleşmenin 34. maddesi anlamında bundan böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğine işaret etmiştir (atıfta bulunulan dava; Scordino / Italya (no. 1) [BD], no. 36813/97, §§ 178 sonra gelen paragraflar, AİHM 2006-V). Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde, Sözleşme ile düzenlenen koruma mekanizmasının ikincil niteliği sayesinde Mahkemenin inceleme yapması engellenecektir (atıfta bulunulan davalar, diğerleri arasında (inter alia), Eckle / Almanya, 15 Temmuz 1982, §§ 64-70, A Serisi no. 51; ve Jensen / Danimarka (k.k.), no. 48470/99, AİHM 2001-X). Mağdur sıfatının kaybedilmesi, özellikle ihlali iddia edilen hakkın niteliği ve kararın gerekçesi (yukarıda anılan Jensen kararı) ile bu kararın ardından ilgili için zararlı sonuçların varlığını sürdürmesine bağlı olmaktadır (atıfta bulunulan karar; Freimanis ve Līdums / Letonya, no. 73443/01 ve 74860/01, § 68, 9 Şubat 2006). Başvurana sunulan telafi imkanının uygun ve yeterli niteliği, bilhassa Sözleşme’yle ilgili söz konusu olan ihlalin türü dikkate alındığında, dava koşullarının tamamına bağlıdır (atıfta bulunulan karar; Gäfgen / Almanya [BD], no. 22978/05, § 116, AİHM 2010).
114. Hükümet, Sözleşme’nin 2. maddesiyle ilgili olarak, ölüm olayının kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelmesine ilişkin davalar ile ihmal sonucu ölüm olayının meydana gelmesiyle ilgili olan davalar arasında bir ayrım yapmak gerektiğini gözlemlemiştir. Sözleşme’nin 2. maddesi gereğince Sözleşmeci devletlerin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte soruşturmalar yürütmekle yükümlüdürler (atıfta bulunulan karar; Tanrıkulu / Türkiye [BD], no. 23763/94, § 79, AİHM 1999-IV). Ancak, bu tür davalarda sadece tazminat ödenmesi, Sözleşme’nin 2. maddesi bağlamındaki ihlali gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli olmamaktadır.
115. Öte yandan, Hükümet, mevcut davada olduğu gibi, ölüm olayının kasten meydana gelmemesi durumunda, hukuki veya idari bir usul aracılığıyla tazminat ödenmesi, zararın uygun şekilde telafi edilmesini sağlayabilecektir (atıfta bulunulan kararlar; Calvelli ve Ciglio / İtalya [BD], no. 32967/96, AİHM 2002‑I; ve Vo / Fransa [BD], no. 53924/00, § 90, AİHM 2004‑VIII).
116. Hükümet, mevcut davada, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararında, idarenin Cihan Tunç’un eğitimi konusunda ihmalkârlığın bulunduğunun açıkça kabul edildiğini ve başvuranlara tazminatların ödendiğini belirtmiştir.
117. Sonuç olarak, Hükümet, uygun ve yeterli tazminin sağlandığını ve Sözleşme’nin 34. maddesi anlamında başvuranların mağdur sıfatını kaybettiklerine hükmetmiştir (atıfta bulunulan karar; Fatma Yüksel / Türkiye (k.k.), no. 51902/08, §§ 41-45, 9 Nisan 2013). Bu nedenle, Hükümet, Mahkeme’yi başvuruyu Sözleşme’nin hükümleri ile kişi bakımından bağdaşmaz bularak reddetmeye davet etmiştir.
2. Başvuranlar
118. Başvuranlar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi önünde görülen yargılama işlemlerinden ve sonucundan habersiz olduklarını iddia etmişlerdir. Başvuranlar, merhum Mustafa Tunç’un avukatlarıyla iletişim halinde olduğunu ve tazminat davasından haberdar olma ihtimalinin olduğunu belirtmişlerdir. Ancak, Mustafa Tunç hiçbir aile üyesine bu konuda bilgi vermemiştir.
119. Başvuranlar, gerçekte Mehmetçik Vakfı tarafından kendilerine 5.000 TL ödendiğini kabul etmişler, ancak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararına istinaden hiçbir ödeme almadıklarını iddia etmişlerdir.
120. Başvuranlara göre, yetkililer tarafından ödeme yapılmış olsa bile, söz konusu karar mağdur statülerini düşürecek nitelikte değildir. Bu kapsamda, başvuranlar, kararın soruşturma sonucunda ileri sürüldüğü gibi bir kaza varsayımına dayandığını ve söz konusu varsayıma itiraz ettiklerini belirtmişlerdir. Ek olarak, başvuranlar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararında, özellikle bağımsız bir soruşturma yapılmadığı gerekçesiyle, 2. maddenin usulü gerekliliklerinin ihlal edildiğini kabul edilmediğini ve bu kapsamda herhangi bir atıfta bulunulmadığını ileri sürmüşlerdir.
121. Başvuranlara göre, Hükümet’in itirazını dayandırdığı adli kararının şikâyetlerine ilişkin yeterli tazmini sağladığı düşünülemez.
B. Mahkeme’nin değerlendirmesi
1. Uygulanabilir ilkeler
122. Mahkeme, Büyük Daire’nin Sözleşme’nin 35 § 4 maddesi uyarınca bir başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin soruları, uygun olan yerde, incelemekten muaf tutulamayacağını; çünkü söz konusu madde uyarınca, Mahkeme’nin “yargılamanın herhangi bir aşamasında” kabul edilemez olduğuna kanaat getirdiği bir başvuruyu reddedebileceğini hatırlatmaktadır (bk., Odièvre / Fransa [BD], no. 42326/98, § 22, AİHM 2003‑III). Ancak, Mahkeme İç Tüzüğünün 55. maddesi uyarınca, davalı Sözleşmeci Taraf’ın kabul edilemezlik hakkındaki herhangi bir talebi, davanın mahiyetinin ve koşullarının izin verdiği ölçüde, ihtiyaç halinde, 51. veya 54. maddede öngörüldüğü gibi ilgili başvurunun kabul edilebilirliği hakkında yazılı veya sözlü görüşleriyle birlikte iletilmelidir. Mahkeme nezdinde bulunan yargılama işlemleri sırasında başvurunun kabul edilebilirliğini etkileyebilecek ilgili usule ilişkin yasal yeni bir olayın meydana gelmesi halinde, Sözleşmeci Taraf’ın gecikmeksizin resmi bir itirazda bulunması adaletin tecelli ettirilmesi için gereklidir (bk. daha fazla atıf için, Svinarenko ve Slyadnev / Rusya [BD], no. 32541/08 ve 43441/08, § 79, AİHM 2014 (alıntılar)).
123. Ancak, kabul edilebilirlik hakkında verilen karardan sonra başvuranı mağdur statüsünden mahrum bıraktığı iddia edilen olayların meydana geldiği durumlarda şüphesiz tamamen farklı kurallar uygulanmaktadır (bk. Kurić ve Diğerleri / Slovenya [BD], no. 26828/06, §§ 258 ve sonra gelen paragraflar, AİHM 2012 (alıntılar)).
124. Ayrıca, Mahkeme, her koşulda, özellikle 32. madde olmak üzere, Sözleşme ile uygunluk içinde yorumlanması gereken İç Tüzüğün 55. maddesine bağlı olmaksızın, kabul edilebilirlik hakkındaki husus söz konusu terimin dar manasının ötesinde Mahkeme’nin yargı yetkisine ilişkin bir konuyla ilgili olduğunda, davalı Hükümet’in Büyük Daire nezdinde ilk itirazda bulunmaktan men edilemeyeceğini hatırlatmaktadır (bk. Blečić / Hırvatistan [BD], no. 59532/00, §§ 66 ve sonra gelen paragraflar, AİHM 2006‑III).
2. İlgili ilkelerin mevcut davaya uygulanması
125. Mevcut davada, Mahkeme, Hükümet’in görüşlerinde dayandığı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararının, dava Hükümet’e tebliğ edilmeden önce verilmesine rağmen, başvurunun kabul edilebilirliği Daire tarafından değerlendirilmeden önce Hükümet’in herhangi bir itirazda bulunmadığını gözlemlemektedir. Ayrıca, Hükümet, kendisini 55. maddenin gerektirdiklerine uyma yükümlülüklerinden muaf kılan herhangi özel bir koşula işaret etmemiştir (bk. yukarıda anılan, Svinarenko ve Slyadnev, § 82).
126. Mahkeme, ayrıca, yukarıda anılan Blečić davasının koşullarının aksine, dile getirilen itirazın yargı yetkisine ilişkin bir mesele hakkında olmadığını belirtmektedir.
127. Sonuç olarak, Mahkeme, Hükümet’in yargılama işlemlerinde bu aşamada başvuranların mağdur statülerine dayalı bir ilk itirazda bulunmaktan men edilmediğine hükmetmekte ve söz konusu itirazı reddetmektedir.
128. Mahkeme, Hükümet’in itirazda bulunmaktan men edilmediği varsayıldığında bile, her halükarda, söz konusu itirazın reddedilmesi gerektiği görüşündedir.
129. Bu kapsamda, Mahkeme, 2. maddenin esasına ilişkin şikâyetler Daire tarafından kabul edilemez olarak nitelendirildiğinden, mevcut başvurunun 2. maddenin yalnızca usulüne ilişkin olduğunu belirtmektedir.
130. Mahkeme, mevcut davada hükme bağlamaya gerek olmayan bir konu olan finansal ödemenin 2. maddenin esasını etkileyip etkilemeyeceği meselesinden bağımsız olarak, ölüme kasten sebep olunduğu veya ölümün bir saldırı ya da kötü muamele sonucu meydana geldiği iddiasına ilişkin davalarda, tazminat ödenmesi Sözleşmeci Devleti sorumluları tespit etmek ve cezalandırmak için gerekli soruşturma yürütme yükümlülüğünden kurtaramayacağının yerleşik içtihat konusu olduğunu hatırlatmaktadır (bk. Tanrıkulu / Türkiye [BD], no. 23763/94, § 79, AİHM 1999‑IV; ve Al-Skeini ve Diğerleri / Birleşik Krallık [BD], no. 55721/07, § 165, AİHM 2011). Bunun nedeni, yetkililerin, diğerleri arasında (inter alia) Devlet çalışanlarının kasten kötü muamelede bulundukları olaylara ilişkin tepkilerini, sorumlular hakkında kovuşturma yürütmek ve onları cezalandırmak için yeterli çabayı göstermeksizin, sadece tazminat ödemeyle sınırlandırdıklarında, bazı durumlarda Devlet çalışanlarının fiili olarak cezadan muaf tutulmaları nedeniyle kontrolleri altındaki kişilerin haklarını suiistimal etmeleri mümkündür ve yaşama son verme yasağı, büyük önemine rağmen, uygulamada etkisiz hale gelecektir (bk. Salman / Türkiye [BD], no. 21986/93, § 83, AİHM 2000-VII; Kelly ve Diğerleri / Birleşik Krallık, no. 30054/96, § 105, 4 Mayıs 2001; ve Nikolova ve Velichkova / Bulgaristan, no. 7888/03, § 55, 20 Aralık 2007).
131. Ancak, Hükümet’in işaret ettiği gibi kast olmadanyaşama son verildiğinde, hukuk davası veya idari dava yoluyla tazminata hükmedilmesi uygun çözümü sağlayabilir (bk., diğerleri arasında, yukarıda anılan, Vo / Fransa, § 94; Calvelli ve Ciglio / İtalya, §§ 51 ve sonra gelen paragraflar; ve Alp / Türkiye (k.k.), no. 3757/09, §§ 27-33, 9 Temmuz 2013).
132. Başvuranlar, kanuna aykırı bir öldürmeden kaynaklanmış olacağını iddia ettikleri ölüme ilişkin olarak usulü yükümlülüğün yerine getirilmediği konusunda şikâyetçidirler. Ancak, soruşturma sonucunda, yetkililer söz konusu ölümün kaza eseri meydana geldiği sonucuna varmışlardır. Ayrıca, Mahkeme, 25 Haziran 2013 tarihli bir Daire kararında, kaza varsayımının tümüyle inandırıcı olduğuna kesin olarak karar vermiştir.
133. Mahkeme’ye göre, ölümün bir kazadan veya başka bir kasti olmayan olaydan meydana geldiği başlangıçta açıkça tespit edilmediğinde ve kanuna aykırı öldürme varsayımının en azından olaylara dayalı olarak tartışılabilir olduğu durumlarda, Sözleşme, ölümün meydana geldiği koşulları tespit etmek için asgari etkililik düzeyine sahip bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Soruşturma sonunda kaza varsayımının kabul edilmesi, soruşturma yükümlülüğünün özellikle bir veya diğer varsayımları çürütmeyi veya desteklemeyi amaçladığından, bu konuyla ilgili değildir.
134. Mevcut davada, Cihan Tunç’un ölümüne ilişkin koşullar, başlangıçta, yeterince açık bir şekilde tespit edilmemiştir. Çeşitli açıklamalar mümkündür, ancak hiçbiri ilk aşamalarda açıkça mantıksız değildir (bk. yukarıda, 21, 38 ve 63. paragraflar). Bu nedenle, Devlet soruşturma yürütme yükümlülüğüne sahiptir. Yetkililerin tazminat ödemiş olması tek başına onları usulü yükümlülüklerinden kurtarmamaktadır (bk. Erkan / Türkiye (k.k.), no. 41792/10, §§ 54-62, 28 Ocak 2014).
135. Sonuç olarak, Hükümet’in söz konusu ilk itirazını dile getirmekten men edilmediği varsayılsa bile, başvuranların Sözleşme’nin anlamı kapsamında, mağdur statülerini korudukları belirtilmelidir.
II. SÖZLEŞME’NİN 2. MADDESİNİN USUL YÖNÜNDEN İHLAL EDİLDİĞİNE İLİŞKİN İDDİALAR HAKKINDA
136. Yakınlarının ölümüne ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkili olmadığını düşünen başvuranlar, Sözleşme’nin 2. maddesinin usulü yönünden ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Söz konusu maddenin ilgili kısmı aşağıdaki gibidir:
“1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur.”
A. Daire kararı
1. Soruşturmanın ivedilikle ve uygun ve eksiksiz biçimde yürütülmesi hakkında
137. Daire, başvuranların yakınının ölümüne ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın yeterince ivedi, uygun ve eksiksiz olduğu görüşündedir (bk., Daire kararının 105-126. paragraflar). Daire, soruşturmaların olaydan hemen sonra başladığına, gerekli dikkatin gösterildiğine ve yetkililerin söz konusu olaya ilişkin kanıtları toplamak ve korumak için yeterli tedbirleri aldıklarına hükmetmiştir. Ayrıca, Daire, savcılığın, ölümün kaza eseri meydana geldiği kesinleşmeden önce çeşitli olasılıkları araştırdığını belirtmiştir.
138. Sonuç olarak, Daire, yerel makamlarca yürütülen soruşturmanın ivedi, uygun ve eksiksiz olmadığına işaret eden herhangi bir şey tespit etmemiştir.
2. Başvuranların soruşturmaya katılmaları hakkında
139. Daire, başvuranların yargılama işlemlerine etkili bir şekilde katılmalarını sağlayacak ölçüde bilgiye erişimlerinin olduğuna karar vermiştir. Özellikle Daire’nin kararı aşağıda verildiği gibidir:
“136. Somut olayda, Mahkeme, soruşturma belgelerinin bir özetiyle beraber gerekçeleri içeren 30 Haziran 2004 tarihli takipsizlik kararının tamamının kopyasının başvuranlara verildiğini saptamaktadır. Başvuranlar, daha sonra soruşturma dosyasına erişebilmişlerdir. Dolayısıyla, dosyadaki belgelerden haberdar edildikten sonra takipsizlik kararına karşı çıkmak amacıyla kendilerine sunulan itiraza ilişkin başvuru yolunu kullanmışlardır. O halde, haklarını etkin olarak kullanma yetkisine sahip olmadıklarının düşünülmesi mümkün değildir. Diğer yandan, AİHM, itirazı incelemekle görevli askeri mahkemenin başvuranların bazı iddialarını kabul ettiğini, zira hâkimlerin, merminin izlediği yola ilişkin sorunun daha önce incelenmesini ve savcılığın M.S.’nin ellerinde atış kalıntılarının bulunmasına dair açıklamalar getirmesini gerektiren ek soruşturmaların yapılmasına karar verdiklerini tespit etmektedir. Savcılık özellikle yeni bir keşif düzenleyerek bu sorunları incelemiştir..”
3. Soruşturmanın bağımsızlığı hakkında
140. Daire, soruşturmanın sonuçları üç askeri mahkeme üyesinden birisinin gerekli bağımsızlık güvencelerinin tamamından faydalanamadığı ilgili zamanda yürürlükte olan düzenlemelere dayandığından, söz konusu soruşturmanın bağımsız olmadığına hükmetmiştir. Daire kararının ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:
“130. Mahkeme, öncelikle Gürkan / Türkiye kararında (no. 10987/10, §§ 13 ila 19, 3 Temmuz 2012), başvuranı mahkûm eden Askeri Mahkeme’nin olay ve olguların meydana geldiği dönemde oluşma şekli nedeniyle Sözleşme’nin 6. maddesi anlamında bağımsız ve tarafsız olarak düşünülemeyeceği kanaatine vararak, bu hükmün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, bu kanıya varmak için, Askeri Mahkeme bünyesinde görevli olan üç hâkimden birinin hiyerarşik üstü tarafından atanan bir subay olması, askeri disipline tabi tutulması ve mesleği hâkimlik olan diğer iki hâkim ile aynı anayasal güvencelere sahip olmamasına ilişkin koşullara dayanmıştır.
131. Bu değerlendirmeler, aynı zamanda soruşturma sürecinde kontrol organı olarak araya giren mahkemenin aynı biçimde oluşması nedeniyle somut olay için de geçerlidir. Mahkeme, bu bağlamda tarafsızlık konusundaki şüphelerin sadece savcılıkla değil aynı zamanda soruşturmanın nihai kontrolünden sorumlu yargı organıyla da ilgili olduğunu ortaya koymaktadır (bkz, aksine (a contrario), Mantog / Romanya, no. 2893/02, §§ 70 ve devamı, 11 Ekim 2007 ve Stefan / Romanya (kabul edilebilirlik hakkında karar), no. 5650/04, § 48, 29 Kasım 2011).”
B. Tarafların ibrazları
1. Hükümet
a. Soruşturman