AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
ZEHRA VAKFI VE DİĞERLERİ / TÜRKİYE
(Başvuru No. 51595/07)
KARAR
STRAZBURG
10 Temmuz 2018
İşbu karar Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir.
Zehra Vakfı ve Diğerleri / Türkiye davasında,
Başkan
Robert Spano,
Yargıçlar
Paul Lemmens,
Ledi Bianku,
Işıl Karakaş,
Valeriu Griţco,
Jon Fridrik Kjølbro,
Stéphanie Mourou-Vikström
ve Bölüm Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Hasan Bakırcı’nın katılımıyla Daire halinde toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm), 12 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirdiği kapalı oturumdaki müzakereler sonucunda anılan tarihte aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan davanın temelinde, Türk hukukuna göre kurulmuş bir vakıf olan Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı (“başvurucu vakıf”) ile başvurucu vakfın kurucu üyeleri ve Türk vatandaşları Gıyasettin Bingöl, Yasin Yıldırım, Hüseyin Daşkın, Zekeriya Özbek, Cesim Yıldırım ve Abdullah Şahin’in (“başvurucularr”) 16 Kasım 2007 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış oldukları başvuru (No. 51595/07) bulunmaktadır.
2. Başvurucu vakıf ve başvurucular, Ankara Barosuna bağlı Avukat O. Cengiz tarafından temsil edilmişlerdir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvurucu vakıf ve başvurucular bilhassa, başvurucu vakfın kapatılması ve bu nedenle 2005-2013 yılları arasında faaliyette bulunmaması ve 2013 yılında yeniden açıldığında taşınmazlarından bazılarının iade edilmemesinden ötürü Sözleşme’nin 11. maddesinin ihlal edilmesi nedeniyle mağdur oldukları iddiasında bulunmaktadırlar. Yine aynı olay ve olgulara dayanarak, Sözleşme’nin 6 ve 13. maddeleri ile Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesinin de ihlal edildiğinden yakınmaktadırlar.
4. Başvuru 14 Kasım 2011 tarihinde Hükümete bildirilmiştir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
5. Başvurucu vakfın merkezi, olayların meydana geldiği dönemde İstanbul’da bulunmaktaydı. Gıyasettin Bingöl, Yasin Yıldırım, Hüseyin Daşkın, Zekeriya Özbek, Cesim Yıldırım ve Abdullah Şahin sırasıyla 1962, 1960, 1954, 1950, 1954 ve 1966 doğumlu olup yine sırasıyla, Bursa, İstanbul, Eskişehir, İstanbul, Van ve Diyarbakır’da ikamet etmektedirler.
A. Başvurucu Vakfın Kapatılması
6. Başvurucular 24 Ocak 1989 tarihli bir resmi senetle, Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı adını verdikleri, merkezi Eskişehir olarak belirlenen bir kamu yararı vakfı kurmuşlardır.
7. Başvurucular 1 Mart 1990 tarihinde, Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesinden, başvurucu vakfın, mülga Medeni Kanun’un 74. maddesi gereğince vakıflar siciline tescil edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
8. Vakıf senedi başvuruya iliştirilmiştir. Vakıf senedinin 3. maddesinde başvurucu vakfın amaçları belirtilmiştir. Söz konusu amaçlar şu şekildedir:
“ – Vakıf üyeleri arasında sosyal, kültürel, ekonomik yardımlaşmayı gerçekleştirmek ve Türkiye’nin ilmi, sosyal ve ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak;
– Vakfın halen mevcut veya daha sonra elde edilecek olan mal varlığıyla milli ve manevi değerlere bağlı yetenekli gençlere her derecede öğrenim imkanı sağlamak, bunun için anaokuldan üniversiteye kadar resmi ve özel her kademedeki eğitim kurumlarına girmeye hazırlanmak, girmiş olanlara burs vermek, beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılamak, Kuran kursları, sanat kursları ve eğitim merkezleri açmak. İhtisas için yurt dışına talebe göndermek ve gitmiş olanlara burs vermek. Sömestr ve yaz tatillerinde öğrenciler için dinlenme kampları açmak ve masraflarını karşılamak;
– Eğitim kurumları, yurtlar, cami ve mescitler, konferans salonları, kütüphaneler, laboratuvarlar, araştırma merkezleri, kimsesiz düşkünleri barındırma ve yetiştirme evler, (huzur evleri, hastane ve emsali) ve bunlara benzer hayır ve kültür kurumları inşa ve tesis etmek;
– Sohbet grupları düzenlemek, konferans, seminer, münazara, panel gibi her türlü ilmi, dini ve kültürel kapalı salon ve açık hava toplantıları tertip etmek;
– Üyelerine ve üyelerin ana-baba ve çocuklarına evlenme, doğum, kaza ve ölüm yardımları yapmak, üyelerine ihtiyaçları halinde faizsiz kredi vermek;
– Vakfın gayesiyle örtüşen her türlü hizmeti yerine getirmek.”
9. Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesinin 16 Kasım 1990 tarihli kararıyla, başvurucu vakfın merkezi İstanbul’a nakledilmiştir.
10. Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu, İçişleri Bakanlığının talebi üzerine, 18 Ocak 2000 tarihinde, başvurucu vakfın durumunu ve faaliyetlerini incelemek amacıyla üç müfettiş görevlendirmiştir.
11. Müfettişler 24 Mayıs 2001 tarihinde raporlarını sunmuşlardır. Raporda, başvurucu vakfın ve şubelerinin, kuruluş esnasında esas gayelerini sakladıkları ve sonrasında sosyal amaçlarından ve senetlerinde belirtilen amaçlardan uzaklaşarak yasadışı faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle, başvurucu vakfın mülga Medeni Kanun’un 74. maddesinin 2. fıkrasına aykırı faaliyetlerde bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
12. Vakıflar Genel Müdürlüğü 19 Temmuz 2001 tarihinde, müfettişler tarafından düzenlenen raporların sonuçlarına dayanarak, Fatih Asliye Hukuk Mahkemesi (İstanbul) nezdinde, başvurucu vakfın kapatılması ve taşınmazlarının Vakıflar Genel Müdürlüğüne intikal edilmesi amacıyla dava açmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü, başvurucu vakfın yöneticilerinin, herhangi bir vakfın yönetim organında yer alma hakkından yoksun bırakılması talebinde de bulunmuştur.
13. Başvurucu vakıf 17 Temmuz 2002 tarihli duruşmada, müfettişlerin raporlarına cevaben görüşlerini sunmuştur. Başvurucu vakıf, başkaca görüş sunmak için ek süre talebinde bulunmamıştır.
14. Asliye Hukuk Mahkemesinin talebi üzerine 29 Temmuz 2005 tarihinde, üç kişilik bilirkişi ekibi başvurucu vakıfla ilgili yeni bir rapor sunmuştur.
15. Asliye Hukuk Mahkemesi 20 Aralık 2005 tarihli kararla, başvurucu vakfın kapatılmasına, malvarlığının tasfiye edilmesine ve taşınmazların kalanının Vakıflar Genel Müdürlüğüne intikaline karar vermiştir. Mahkemenin ne şekilde hareket ettiği ve kararının esas gerekçeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
– Mahkeme, müfettişlerin ve bilirkişilerin raporlarında sunulan olay ve olgular ile delilleri, bu raporlarda varılan sonuçlara bağlı kalmaksızın incelemiştir;
– Başvurucu vakfın resmi yayını olan Zehra Bülteni’nde yayımlanan yazıları göz önünde bulundurmuş; ancak başvurucu vakıfla bağlantısı saptanmamış olan dergi ya da bildirilerdeki yazıları dikkate almamıştır;
– Bu bültende, başvurucu vakıf adına yazılan yazıların, söz konusu vakıf için hukuki olarak bağlayıcı olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur;
– Bu bültende başkaca kişiler tarafından yazılan diğer yazıları, başvurucu vakfı bağlayıp bağlamadığını ve başvurucu vakfın senedinde belirtilenlerden farklı saklı amaçlar savunup savunmadığını saptamak amacıyla incelemiştir;
– Bültene göre, başvurucu vakfın, Said Nursi’nin[1] ideallerini gerçekleştirmek amacıyla Medresetü-z Zehra Üniversitesi kurmayı öngördüğünü –vakfın senedinde yazılı olmayan amaç- tespit etmiştir;
– Bültende yer alan yazıların, mevcut rejime karşı Said Nursi isyanına atıfta bulunduklarını ve Said Nursi’nin, Kürtlerin refah ve mutluluğunun şeriata dayalı bir Kürt devleti kurmaktan geçtiği yönündeki düşüncesine katıldıklarını gözlemlemiş ve söz konusu yazılara göre, eğitim ile ilgili yürürlükte olan Cumhuriyet Kanunu’nun laik ve çoğulcu düşüncede tek tip insan oluşumuna yol açtığını, çoğunluğu Kürt kökenli olan vatandaşların yaşadığı illerde (Van, Diyarbakır, Bitlis) üç üniversite kurulması ile Kürt halkının gerçek İslami eğitiminin gerekliliklerinin karşılanacağını kaydetmiştir;
– Bültende yer alan yazıların, sürekli olarak, Cumhuriyet okullarını İslami ilimler eğitimi konusuna yeterince odaklanmamakla suçladığını; özellikle Atatürk tarafından öğütlenen laik ilke ve fikirlerin geliştirilmesiyle yetindikleri; Anayasa ile koruma altına alınan çoğulcu demokrasi ve laiklik ilkelerinin sakıncalı olduğu ve kutsal İslam düzeniyle değiştirilmesi gerektiği değerlendirmesinde bulunduklarını ve İslami Kürt üniversitelerinin kurulması fikrinin bu boşluğu doldurma amacı taşıdığını savunduklarını gözlemlemiştir;
– Başvurucu vakıf adına kaleme alınan yazıların, bu vakfın kısa vadede amacının, yalnızca Kürt kökenli kişilere laik olmayan İslami bir eğitim verilmesi olduğunu açıkça gösterdiği, bu durumun, mahkemeye göre, başvurucu vakfın, Said Nursi’nin kitaplarında belirtilen öğretileri izleyerek şeriata dayalı bir sistemle ve Kürt kökenli halkla, teokratik, totaliter bir devlet kurmak olan nihai amacını karşıladığı tespitinde bulunmuştur. Yine mahkemeye göre, Medresetü-z Zehra üniversitesinin kurulması, başvurucu vakıf için, mevcut Devleti ve demokratik rejimini teokratik ve totaliter bir devletle değiştirme projesinde bir aşamaydı;
– Son olarak, bültende yayımlanan yazıların, Türk kökenli vatandaşlar ile Kürt kökenli vatandaşlar arasında bir ayrım gözettiği ve yazılarda, Kürt kökenli vatandaşların, ancak İslami fikir ve ilkeleri yaşama geçirerek özgürlüğüne kavuşabilecek mazlumlar gibi gösterildiği kanaatine varmıştır.
16. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucu vakfın açıklanmayan asıl amacının, Said Nursi’nin gayesini yaymak, yani Cumhuriyet rejiminin muhalifi ve teokratik bir devletin savunucu olarak Said Nursi’nin öğretilerini savunmak ve şeriata dayalı bir Kürt devleti kurmak olduğu sonucuna varmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesine göre vakfın benzer amaçları, Anayasa ile korunan çoğulcu demokratik rejime aykırı olup, şeriat ilkelerini tüm topluma zorla kabul ettirme ve bu ilkelerle belirlenen hukuk kuralları oluşturma amacı taşımaktaydılar.
17. Başvurucu vakıf 20 Mart 2006 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Sözleşme’nin 10 ve 11. maddeleri ile ilgili içtihadına atıfta bulunarak, 20 Aralık 2005 tarihli karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu vakıf bilhassa, Asliye Hukuk Mahkemesinin kararında anılan yazıların, vakfın yönetim kurulunun üyeleri tarafından kaleme alınmadığını ileri sürmüştür.
18. Yargıtay 27 Kasım 2006 tarihli kararla, dosyanın içeriğini, kararın dayandığı delilleri ve kanunu göz önünde bulundurarak Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını onamıştır. Başvurucu vakıf karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
19. Yargıtay, 22 Haziran 2007 tarihinde başvurucu vakfa tebliğ edilen 17 Mayıs 2007 tarihli bir kararla, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uyarınca geçerli bir gerekçe bulunmaması nedeniyle bu başvuruyu reddetmiştir.
B. Başvurucu Vakfın Üyeleri Hakkında Açılan Ceza Davası
20. Atatürk’ün hatırasına saldırı, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve Türk kimliğini aşağılama, din ve etnik kökene dayalı ayrımcılık yoluyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme ve suç örgütü kurma gibi suçların 16 Kasım 1990 ve 14 Temmuz 1998 tarihleri arasında işlendiği iddiasıyla başvurucular ile başvurucu vakfın diğer üyeleri hakkında belirtilmeyen bir tarihte ceza davası açılmıştır.
21. Fatih Cumhuriyet Savcısı 11 Ocak 2008 tarihinde, zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
C. Başvurucu vakfın yeniden açılması ve taşınmazlarının iade edilmesi
22. Kapatılan vakfın halen hayatta olan kurucuları 19 Eylül 2013 tarihinde, 2 Ağustos 2013 tarihinde yasalaşan ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda değişiklik yapan 6495 sayılı Kanun’a dayanarak vakıflarının yeniden tescil edilmesi istemiyle İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurmuşlardır.
23. İstanbul 21. Asliye Hukuk Mahkemesi 30 Ocak 2014 tarihli kararla, başvurucu vakfın kuruluş senedini yeniden incelediğini ve mahkemeye göre münhasıran Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yetki alanında bulunan Kur’an kursları açılmasına ilişkin amacın iptal edildiğini kaydederek vakfın yeniden tescil edilmesine karar vermiştir. Yeniden tescil edilme sonrasında, başvurucu vakıf kapatıldığında Hazine’ye intikal eden yirmi beş taşınmazdan yirmi ikisi, 2 Ağustos 2013 tarihli mevzuat değişikliğine uygun olarak başvurucu vakfa iade edilmiştir. Başvurucu vakfa iade edilmeyen diğer üç taşınmaz zaman içinde diğer kamu hizmetlerine tahsis edilmiştir.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK KURALLARI VE UYGULAMASI
A. Anayasa
24. Anayasa’nın somut olayla ilgili hükümleri, söz konusu dönemde yürürlükte oldukları haliyle, aşağıdaki şekildeydi:
Madde 13
“Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.
Bu maddede yer alan genel ve özel sınırlama sebepleri temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerlidir.”
Madde 14 § 1
“Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar (...)”
Madde 24 § 1
“Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. (...)”
Madde 33 §§ 1 ve 5
“Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.
Dernek kurabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin, kanunda belirtilen yetkili mercie verilmesi yeterlidir. Bu bilgi ve belgelerin kanuna aykırılığının tespiti halinde yetkili merci, derneğin faaliyetinin durdurulması veya kapatılması için mahkemeye başvurur. (...)
Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanır.”
B. Vakıfların Statüsü
25. Osmanlı İmparatorluğunun ve 1923 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyetinin hukuk sisteminde vakıfların tarihi bir değerlendirmesi için, Mahkeme, Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye (no. 34478/97, §§ 23-30, 9 Ocak 2007) kararına atıfta bulunmaktadır.
26. Olayların meydana geldiği dönemde, başvurucu vakfın tescil edildiği sırada, mülga Medeni Kanun’un 74. maddesinin 2. fıkrasının, 13 Temmuz 1967 tarihli 903 sayılı Kanunla değiştirilmiş hali aşağıdaki şekildeydi:
“Kanuna, ahlaka ve genel adaba veya milli menfaatlere aykırı olan veya siyasi düşünce veya belli bir ırk veya cemaat mensuplarını desteklemek gayesi ile kurulmuş olan vakıfların tesciline karar verilemez.”
Eski Medeni Kanun’un 81/A maddesi aşağıdaki şekildeydi:
“Gayesinin tahakkuku imkânsız hale gelen vakıf kendiliğinden dağılmış olur.”
27. 17 Şubat 1926 tarihli Medeni Kanun, 22 Kasım 2001 tarihinde kabul edilen 4721 sayılı Kanun’la değiştirilmiş ve 8 Aralık 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Vakıflarla ilgili hükümler, yeni Medeni Kanun’un 101 ila 107. maddelerinde yer almaktadır (Özbek ve diğerleri/Türkiye, no. 35570/02, § 18, 6 Ekim 2009).
28. Türk hukukunda vakıf, malların, hakların ya da kaynakların genel menfaat taşıyan ve kâr amacı gütmeyen bir işi gerçekleştirmek üzere tahsis edilmesidir. Bir tüzel kişi bu gayeyle oluşturulmaktadır ve vakıf senetleri, söz konusu mallar, haklar ya da kaynaklar doğrudan vakıf tarafından yönetildiği sürece geçerli sayılmalıdır (yeni Medeni Kanun’un 101-117. maddeleri).
Yeni Medeni Kanun’un 101. maddesinin 4. fıkrası aşağıdaki şekildedir:
“Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.”
C. 25 Temmuz 1970 tarihli 7/1066 sayılı Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzük’ün 6. Maddesi
“ Tescile karar verilemeyecek haller:
Madde 6 – Kanuna, ahlaka ve adaba veya milli menfaatlere aykırı olan veya siyasi düşünce veya belli bir ırk veya cemaat mensuplarını desteklemek gayesi ile kurulmuş olan vakıfların tesciline karar verilemez.”
29. 2 Ağustos 2013 tarihinde yürürlüğe giren ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nu değiştiren 6495 sayılı Kanun, kapatılan vakıfların -halen hayatta olan kurucularının talebi üzerine- yeniden açılmasına ve kapatıldığında Hazine’ye intikal eden ve halen Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilen taşınmazlarının iade edilmesine izin vermektedir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I. SÖZLEŞME’NİN 11. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
30. Başvurucular ve başvurucu vakıf, başvurucu vakfın kapatılması ve bu nedenle 2005-2013 yılları arasında faaliyette bulunmaması sebebiyle Sözleşme’nin 11. maddesinin ihlal edilmesinden ötürü mağdur olduklarından yakınmaktadırlar. Aynı madde açısından, başvurucu vakıf 2013 yılında yeniden açıldığında, bu süre zarfında hayatını kaybeden kuruculara ait olan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü haricinde kamu hizmetlerine tahsis edilen taşınmazların başvurucu vakfa iade edilmediğinden de yakınmaktadırlar.
Sözleşme’nin 11. maddesinin, ilgili bölümleri aşağıdaki şekildedir:
“1. Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. (...)
2. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. (...)”
A. Kabul Edilebilirlik Hakkında
31. Hükümet, 2005 yılında kapatılan vakfın 2013 yılında yeniden açıldığı ve malvarlığının çok büyük bir kısmının kendisine iade edildiği gerekçesiyle başvurucu vakfın ve kurucularının artık mağdur sıfatı taşımadıkları kanaatindedir.
32. Başvurucular ve başvurucu vakıf, Hükümetin bu iddiasına karşı çıkmaktadır. İlgililer, başvurucu vakfın faaliyetlerini yürütemediği 2005-2013 yılları arasındaki döneme ve başvurucu vakfın 2005 yılında kapatılmadan önce sahip olduğu taşınmazların bir kısmının 2013 yılında yeniden açıldığında iade edilmemesi hususlarına vurgu yapmaktadırlar.
33. Mahkeme, ulusal makamların Sözleşme’nin ihlal edildiğini açıkça veya özünde kabul edip sonrasında bu ihlali giderdikleri takdirde, başvurucu lehinde alınan bir karar ya da tedbirin, ilke olarak, ilgilinin Sözleşme’nin 34. maddesi uyarınca “mağdur” sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli olduğunu hatırlatmaktadır (bkz. diğer kararlar arasında, Gäfgen/Almanya [BD], no. 22978/05, § 115, AİHM 2010, Eckle/Almanya, 15 Temmuz 1982, § 66, seri A no 51, Dalban/Romanya [BD], no. 28114/95, § 44, AİHM 1999‑VI, Siliadin/Fransa, no. 73316/01, § 62, AİHM 2005‑VII ve Scordino/İtalya (no 1), no. 36813/97, § 180, 29 Temmuz 2004). Sözleşme ile güvence altına alınan bir hakkın ihlalinin ulusal düzeyde giderilmesine ilişkin uygun ve yeterli tazminatla ilgili olarak Mahkeme, genel olarak, bunun bilhassa davada söz konusu olan Sözleşme ihlalinin niteliği dikkate alındığında, davaya ilişkin koşulların tamamına bağlı olduğu kanısındadır (yukarıda anılan Gäfgen kararı, § 116). Öte yandan “mağdur” kavramının, Mahkeme’nin yerleşik içtihadına göre, özerk bir biçimde ve iç hukuktaki yarar veya dava ehliyeti gibi kavramlardan bağımsız olarak yorumlanması gerekmektedir (Vallianatos ve diğerleri/Yunanistan [BD], no. 29381/09 ve 32684/09, § 47, AİHM 2013 (özetler) ve Gorraiz Lizarraga ve diğerleri/İspanya, no. 62543/00, § 35, AİHM 2004‑III). Nitekim Sözleşme’nin 34. maddesi “mağdur” ifadesiyle, iddia edilen ihlal nedeniyle doğrudan ya da dolaylı olarak mağdur olan kişi ya da kişileri tarif etmektedir (SARL du Parc d’Activités de Blotzheim/Fransa, no. 72377/01, § 20, 11 Temmuz 2006). Böylelikle 34. madde, yalnızca iddia edilen ihlal nedeniyle doğrudan mağdur olan kişi ya da kişileri değil, aynı zamanda bu ihlalin zarar verebileceği veya ihlalin sona erdirilmesi yönünde geçerli bir kişisel menfaati bulunan her türlü dolaylı mağduru da kapsamaktadır (yukarıda anılan Vallianatos ve diğerleri kararı, § 47).
34. Mevcut davada Mahkeme ilk olarak, başvurucu vakfın faaliyetlerinin 27 Kasım 2006 tarihinden -başvurucu vakfın kapatılmasını onayan Yargıtay kararının tarihi- 30 Ocak 2014 tarihine –başvurucu vakfın yeniden açılmasını karara bağlayan mahkeme kararının tarihi- kadar yedi yıldan fazla bir süreliğine durdurulduğunu gözlemlemektedir. Bu süre boyunca, başvurucu vakıf ve kurucuları faaliyette bulunamamışlardır.
35. Mahkeme öte yandan, 2014 yılının Ocak ayında yeniden tescil edildiğinde, başvurucu vakfın ilk senedine riay