Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle Öldürme
Hüküm : 5237 sayılı TCK nın 85/2,62/1-2, 53/6, 63. maddeleri gereğince mahkumiyet
Artvin Ağır Ceza Mahkemesi'nin 09.10.2013 tarih, 2013/52–87 sayılı direnme kararı, 6763 sayılı Kanunun 36. maddesiyle değişik CMK'nın 307. maddesinin 3. fıkrası uyarınca; Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından, direnme hükmünün incelenmesi için Dairemize gönderilmekle; yeniden incelenerek gereği düşünüldü:
Dairemizin 01.03.2013 tarih, 2012/11165-2013/4980 sayılı kararında yer alan ''sanıkların dosya içeriği ve tüm bilirkişi raporlarındaki belirlemelere göre yukarıda sayılan olumsuzluklara rağmen muhtemel tehlikeli neticeleri göze almak ve hatta kabullenmek suretiyle yapıları hatalı ve hileli olarak inşa ettikleri, idarece şartnameye uygun yapılmadığı tespit edilen taşkın koruma duvarlarının 2 kez yıktırılmasına rağmen kullanılmış kötü malzemeyi örtmek için bentlere beton sıva yaparak idarenin denetimini engelledikleri, böyle bir olayda öngörülmekle birlikte gerçekleşmeyeceği düşünülen ve istenmeyen bir neticeden bahsedilmemekte, bunun da ötesine geçilerek ve bilinçli taksir unsurları aşılarak, bu şekildeki imalatın projede öngörülen debiyi dahi aşmayan böyle bir taşkına sebep olabileceğini öngörmelerine rağmen "olursa olsun" düşüncesi ile hareket ederek hatalı ve hileli inşai faaliyetlerine devam ettikleri; gerekçeleşen bu neticeden olası kasıtlarıyla sorumlu tutulmaları gerektiği ve olası kastla adam öldürme suçunun unsurlarının oluştuğu'' şeklindeki bozma gerekçesinin sonucu bakımından usul ve Kanuna uygun olduğundan, kararda değişiklik yapılmasına yer olmadığına, CMK'nın 307/3.maddesi gereğince, mahkemenin
direnme kararı konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE; 06.04.2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Sanıklar ... ile ... hakkında; Artvin Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; 29/09/2010 tarihli karar ile ;
Sanıklar hakkında; 5237 sayılı TCK'nın 85/2, 62 Maddeleri uyarınca 5 Yıl Hapis Cezasına hükmedilmiştir.
Bu karara karşı sanıklar müdafileri ile katılan vekili tarafından süresinde açılan temyiz davası üzerine, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, 01/03/2013 tarihli karar ile özet olarak;
Sanıkların dosya içeriği ve tüm bilirkişi raporlarındaki belirlemelere göre yukarıda sayılan olumsuzluklara rağmen muhtemel tehlikeli neticeleri göze almak ve hatta kabullenmek suretiyle yapıları hatalı ve hileli olarak inşa ettikleri, idarece şartnameye uygun olarak yapılmadığı tespit edilen taşkın koruma duvarlarının 2 kez yıktırılmasına rağmen kullanılmış kötü malzemeleri örtmek için bentlere beton sıva yaparak idarenin denetimini engelledikleri, böyle bir olayda öngörülmekle birlikte gerçekleşmeyeceği düşünülen ve istenmeyen bir neticeden bahsedilmemekte, bununda ötesine geçilerek ve bilinçli taksir unsurları aşılarak, bu şekilde imalatın projede öngörülen debiyi dahi aşmayan böyle bir taşkına sebep olabileceğini öngörmelerine rağmen “ olursa olsun” düşüncesi ile hareket ederek hatalı ve hileli inşai faaliyetlerine devam ettikleri, gerçekleşen bu neticeden olası kasıtlarıyla sorumlu tutulmaları gerektiği ve olası kastla adam öldürme suçunun unsurlarının oluştuğu gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulduğundan bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda direnme kararı verilerek sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK'nın 85/2, 62. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezasına hükmedilmiş, bu karara karşı sanıklar müdafileri ile katılanlar vekilleri tarafından süresinde açılan temyiz davası üzerine; Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin 06/04/2017 gün, 2017/172 E-2017/2866 K sayılı karar ile; özet olarak sanıkların gerçekleşen neticeden dolayı olası kasıtlarıyla sorumlu tutulmaları gerektiği ve olası kasıtla adam öldürme suçunun unsurları itibariyle oluştuğu" şeklindeki bozma gerekçesi usul ve kanuna uygun bulunduğundan, kararda değişiklik yapılmasına yer olmadığına ve direnme konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
Sanıklar hakkında bozma sonrası yerel mahkemece verilen direnme kararının incelenmesi için Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi dair karara karşı, sanıkların olası kastla adam öldürme suçunu işlediklerine dair Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Sanıkların su taşkınlarını önlemek için yaptıkları bentleri projeye ve şartnamaye uygun yapmayarak oluşan sel baskınında bentlerin yıkılması sonucunda beş kişinin ölümüne ve çok sayıda kişinin yaralanmasına sebebiyet verdikleri dosya içeriğinden anlaşılmıştır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümü için öncelikle "taksir-bilinçli taksir ve olası kast" hükümleri irdelenerek, somut olayda yargılamaya konu edilen eylemlerden dolayı TCK'nın 21/2. maddesinde tanımlanan koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin doktrinde benimsenen görüşlerden yararlanılarak Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu ve çeşitli dairelerin benzer olaylardaki içtihatları ışığında belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza hukukunda sanığın suçu işlerken zihninde geçirdiği aşamaları kavramak ve gerçekte sanığın eylemlerinden neyi amaçladığının tespiti ispat hukukuna ilişkin bir sorundur. Faillerin ruh durumunun doğrudan bilinebilmesi mümkün olmadığından, onları tanımak ve amaçlarını tespit için elle tutulur verilere dayanmak gerekmektedir. Eylemin taksirle mi yoksa kasten mi gerçekleştirildiği, somut olayda harici deliller olan olay yeri krokileri, inceleme raporları, mağdurun veya müştekinin ifadeleri, kamera kayıtları, bilimsel ve teknik bulgularla tespit edilebileceği gibi, harici delillerden tamamen bağımsız olan kanıtla, örneğin ikrar yoluyla da tespit edilebilir. Diğer yandan, her iki sorumluluk biçimi birbirinden farklı olmakla birlikte, kast ve taksirin hukuki anlamının ortaya konması noktasında, bu kavramlar arasında bir boşluğa mahal verilemez. Bu itibarla taksirin tanımı, mutlaka kastın tanımıyla ortak bir sınıra sahip olmalı ve kastın tanımına bağlı olmalıdır. Daha önce de belirtildiği üzere taksir; kasttan faildeki iradenin, davranıştan doğacak sonucu kapsamaması, başka bir deyişle, sonucun istenmemiş olması ile ayrılır.
Uygulamada vatandaşlar tarafından çok sık şekilde karıştırılan, ayrımı bir türlü yapılamayan iki terim varsa bunlar olası kast ve bilinçli taksir kavramlarıdır.
Bilinçli taksir ile olası kast bir yere kadar aynı yolu izleyen ve bir noktadan sonra birbirlerinden ayrılan iki kavramdır. İki kavram da aslında aynıymış gibi gözükse de birbirinden tamamen farklı anlamlar taşımaktadır. Kastın kabulü için neticenin bilinmiş ve istenmiş olması gerekir. Bilinçli taksirde de fail, hareketinin hukuka aykırı bir netice meydana getirebileceğini ön görmektedir. Buraya kadar iki kavram birbirine benzemekte, ayrılık ise bu noktadan itibaren başlamaktadır.
Bilinçli taksirde fail neticenin meydana gelmeyeceği kanısında olmakla beraber neticenin meydana gelmesini istemez ve bunun yanı sıra gerçekleşmemesi için elinden geleni yapar. Gerçekleşme imkanının ve ihtimalinin varlığını kabul durumunda ise hareketi yapmaktan kendiliğinden vazgeçer. Diğer bir ifade ile izah etmemiz gerekir ise fail, bilinçli taksirde neticenin gerçekleşmemesine gereken önemi verir ve bu hususu ciddiye alır. Neticenin gerçekleşmeyeceği arzusu, düşüncesi ve beklentisi içerisindedir.
Olası kastta ise fail hareketinin hukuka aykırı netice meydana getirebileceğini öngörmekle beraber meydana gelmesi mümkün ve muhtemel netice onu hareketi yapmaktan alıkoymaz. Başka bir ifade ile açıklamamız gerekir ise tasavvur edilen neticenin meydana gelmesi halinde fail bu neticeyi zaten kabullenmiş olmaktadır.
Sonuç olarak failin, neticenin meydana gelebileceğini düşündüğü ve öngördüğü, bu neticenin gerçekleşme imkan ve ihtimalinin varlığı karşısında hareketinden vazgeçmemekte ise olası kastının var olduğu kabul edilmelidir. Buna karşılık neticenin meydana gelme ihtimaline karşılık fail hareketini yapmayacaktı diyebileceğimiz hallerde ise fail kasıtla değil bilinçli taksirle hareket etmiştir diyebiliriz.
Uyuşmazlığın konusunu teşkil eden olası kast ve bilinçli taksir kavramları hakkında doktrinde benimsenen görüşleri aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.
Prof.Dr. Ayhan ÖNDER;
Netice istenmemiş olsa bile gerçekleşmesi tehlikesini göze alan fail olası kastla, neticenin gerçekleşmeyeceği ümidi ile hareket eden fail bilinçli taksirle hareket etmiş sayılır.
Dr. Mehmet SAYDAM-Araş. Gör. Nuri ÖZTÜRK;
Olası kast-bilinçli taksir ayrımı Alman hukukunda “Abgrenzung zwischen Eventualvorsatz und bewusster Fahrlässigkeit” olarak ifade edilmektedir. Bu ayrıma ilişkin olmak üzere doktrinde bir görüşe göre “Kognitive Theorien (Bilişsel Teori)” ve “Volitive Theorien (İradeye dayalı teori)” şeklinde iki teori bulunmaktadır.96 Ceza hukuku öğretisinde bilinçli taksir ve olası kast ayırımı tartışmalı bir konudur. Her iki halde de neticenin öngörülmüş olması arandığından ikisi arasında çok ince bir çizgi vardır ve bu çizginin iyi belirlenmesi gerekir. Aksi takdirde yanlışlıklar yapılabilecektir. Olası kast ve bilinçli taksir arasında bir benzerlik vardır ve net bir ayırım yapılamadığı belirtilmiştir. Nitekim TCK’da yapılan tanımlara bakıldığında da iki kurumun birbirine karıştırılmaya müsait olduğu görülmektedir. Olası kast, kişinin suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşeceğini öngörmesine rağmen fiilin işlenmesi halidir (TCK m. 21/2). Kişi işlediği fiilin bazı neticelerin meydana geleceğine muhtemelen sebebiyet vereceğini öngörmektedir. Başka bir anlatımla, olası kast halinde, gerçekleşmesi ihtimal dâhilinde olan neticelere ilişkin kabullenir veya hareketi sonucu ortaya çıkacak süreci önemsememektedir. Kanuni tarife uygun neticenin gerçekleşmesi olayın akışına bırakılmış durumdadır. Kişi, neticenin gerçekleşmesinin ihtimal dâhilinde olduğunu bilmesine rağmen, bunun gerçekleşmemesi için özel bir çaba harcamamaktadır. Ayrıca, kanuni tarife uygun neticenin meydana geleceği ihtimal dâhilinde olmasına rağmen, fail fiili işlemekten çekinmemektedir. Fail olası kastta, kendi istediği neticenin dışındaki neticelerin meydana gelebileceğini öngörür, bu neticelerin gerçekleşip gerçekleşmemesi karşısında ilgisiz kalır. Önemli olan husus neye mal olursa olsun gerçekleşmesi istenen neticedir ve bu neticeye bağlı olarak gerçekleşmesi muhtemel olan neticeler de kabullenilmektedir. Yani göze alınmıştır.
Bilinçli taksir, kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halidir. Maddenin gerekçesinde bilinçli taksiri basit taksirden ayıran özellik, fiilin neticesinin failce fiilen öngörülmüş ve fakat istenmemiş olması olarak belirtilmiştir (103.) Bu ifadenin gerekçede yer alması olası kast ile bilinçli taksirin birbirine karıştırıldığı gerekçesiyle eleştirilmiştir. Olası kast kastın bir çeşidi iken, bilinçli taksir özellikle isteme unsuru bakımından olası kasttan ayırt edilmek istenmiştir. Olası kasttan farklı olarak, bilinçli taksirde, fail öngördüğü neticenin gerçekleşmesini istememektedir ve gerçekleşmemesi için bütün gayretini göstermektedir; ancak korkulan sonuç meydana gelmektedir(104.) Bilinçli taksirde fail neticeyi öngörür; ancak neticenin gerçekleşmesini asla istememektedir. Olası kastla bilinçli taksiri birbirinden ayıran nokta neticenin kabullenilip kabullenilmemesidir. Öngörülen netice kabulleniliyorsa olası kast, kabullenilmiyorsa bilinçli taksir söz konusudur. Sonuç olarak, bilinçli taksirde fail kendi kendine, “yok canım bir şey olmaz” derken; olası kastta kendi kendine, “olmaz, olmayabilir, ama olursa da olsun” demektedir(105.) Örneğin, hasmını öldürmek isteyen köy muhtarı, köy kahvesinde oturan hasmını gördüğünde hasmının yanında oturanlara aldırmadan “ne olursa olsun” diyerek ateş etse ve hasmını öldürmekle birlikte başka bir kişiyi öldürürse, hasmı bakımından kasten sorumlu olacakken, öldürdüğü diğer kişi bakımından olası kasttan dolayı sorumlu tutulacaktır. Aralarında benzerlik olsa da, olası kast veya bilinçli taksirle hareket eden kişilerin psikolojik durumları arasında farklılıklar vardır ve bu nedenle farklı yaptırımlara tabidirler.
Yrd.Doç.Dr.R. Murat ÖNOK
Olası kastla bilinçli taksir arasında ortak nokta şu: ikisinde de fail hareketi yaparken, somut olayda bu hareketine bağlı olarak suç teşkil eden belirli bir neticenin meydana gelebileceğini öngörüyor.
Ama bilinçli taksirde bunun oluşmayacağına güveniyor. Yani bilinçli taksirde fail her şeyin yolunda gideceğine inanıyor. Olası kastta ise, fail, hareketi yaptığı takdirde, belirli bir neticenin oluşabileceğini öngörmektedir. Bu neticenin gerçekleşme ihtimalini kabullenerek, “olursa olsun” diye düşünerek, suç teşkil eden netice gerçekleşse de ben bu hareketi yapacağım der.
Olası kastta, fail, neticeyi açık seçik istemiş olmasa da, istememiş de değildir. Yani, fail, hareketinden doğabilecek neticenin gerçekleşmesini göze almış ve buna peşinen razı olmuştur. Ne olursa olsun diyerek yine de hareketine devam etmiştir. "Netice gerçekleşse de gerçekleşmezse de, ben bu hareketi yapacağım" demiştir (olası kast)
TCK. m. 21/2’de olası kasttan söz edilebilmesi için neticenin fail tarafından göze alınmış olması gereğinden söz edilmemiştir. Fakat, olası kastı bilinçli taksirden ayırt edebilmek için, her somut olay bakımından failin neticeyi göze almış, kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması zorunlu görünmektedir.
Eğer “öyle veya böyle, fail bu neticenin doğacağını bilseydi yine de hareketi gerçekleştirirdi” diyebiliyorsak, olası kast; “neticenin gerçekleşeceğini bilmiş olsaydı, bu hareketi gerçekleştirmezdi” diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir.
Somut bir olay açısından failin kusurluluğunun olası kast veya bilinçli taksir olduğunu doğru bir biçimde belirlemek oldukça önemlidir. Özellikle de failin alacağı cezanın miktarı ve buna bağlanan sonuçlar açısından, bu iki kavramın doğru bir biçimde ayırt edilmesinde büyük yarar vardır. Yukarıda da ayrıntılı olarak açıkladığımız üzere, hâkim bu belirlemeyi yaparken olayın meydana gelişine ilişkin tüm koşulları dikkate almalı ve bir anlamda faili psikolojik olarak çözümlemeye çalışmalıdır. Son tahlilde ise net bir belirleme yapılamaması halinde failin sorumluluğunu bilinçli taksir olarak düşünmenin daha yerinde olabileceği kanısındayız. Yargıtay da olası kasta ilişkin açık bir düzenlemenin olmadığı 765 sayılı Kanun döneminde verdiği kararlarında olası kast konusunda oldukça katı davranmış ve kastın bu türünün varlığını kolay kolay kabul etmemiştir.
Bu konuda bir örnek olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.04.1990 gün ve E. 1990/71–60, K. 1990/108 sayılı kararı ile buna muhalefeti, özet olarak belirtmekte yarar görüyoruz. “Samimi kabul edilen ve aksi kanıtlanamayan savunmasında sanık, ısınmak amacıyla fırın içerisinde oturmakta bulunan maktule şaka yapmak maksadıyla fırın kapısını kapatmış ve aynı anda çalıştırma ve durdurma düğmesine basmış, maktulden kan çıktığını görünce, girdiği psikolojik ortam neticesinde, olay yerinden uzaklaşırken fırın kapısını açmayı düşünmemiş, bu durumu ilk karşılaştığı kişilere de anlatmıştır. Nitekim ölümün havasızlıktan oluşması da bunu doğrulamaktadır. Faili irade etmediği neticeden, istisnalar dışında sorumlu tutmak mümkün değildir. Olayda cürmi kastın bulunmadığı, ağır ve yoğunlaşmış bir taksirli halin varlığı söz konusudur.”
Çoğunluk görüşüne karşı olan muhalif üye ise, karara karşı verdiği muhalefet şerhinde, bizim de katıldığımız gerekçelerle, "Çalıştırılınca alt tablası dönen, kapağı dışarıdan kapanan ve kapağı kapanınca hiçbir surette hava almayan, kapak camı çok muhkem olup kırılmayan, bu şekilde özellik arz eden fırının içine sandalye koyup ısınan arkadaşını orada gören sanık, başlangıçta şaka kastıyla fırını çalıştırmış, kapağı kapatmış, alt tabla çalışınca içerideki işçi yere düşüp elinden yaralanmış ve fırın camına kan sıçramış, sanık kanı göründe fırını durdurmuş, ancak kapağı açmadan, panik halinde fırından çıkmıştır. İlk ve samimi ifadelerine göre 2 saat, sonraki beyanına göre 20 dakika kahvede oyun oynamış sonra fırına dönüp arkadaşının fırında öldüğünü haber vermiştir. Sanık, maktulle aynı fırında çalışıyor olması sebebi ile fırının özelliklerini çok iyi bilmektedir. Fırının özelliklerini bilmeyen bir kişi olması halinde belki taksirinden söz edilebilecekken, burada sonuca göre olası kastın varlığı kabul edilmelidir bunun yanı sıra fırın çalıştırıldıktan sonra sanığın maktulün yere düştüğünü ve kendisinden kan geldiğini görüp derhal öldüğünü zannetmesi ve çıkıp kahvede belli bir süre oyun oynaması hayatın olağan akışına uygun değildir. Olayda bilinçli taksir yoktur. Çünkü orada öngörme ama istememe, gerçekleşmeyeceğini umma vardır. Oysa burada gerçekleşmeyeceğini umma değil, tam tersine ne olursa olsun, ölürse ölsün deme vardır.”, şeklindeki görüşü ile olası kast ve bilinçli taksir arasındaki ayrıma ilişkin, failin psikolojisini belirleme noktasında, öğretidekilere benzer bir takım kriterler ortaya atmıştır.
Bu önemli tartışma bakımından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun olası kastın düzenlendiği 21/2. ile bilinçli taksirin düzenlendiği 22/3. maddelerinin birlikte değerlendirilmesi, Türk ceza hukuku doktrini ve uygulaması açısından bu sorunun çözümlenmesinde oldukça büyük önem arz etmektedir. Kanun 21/2. maddesinde olası kastı, “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır” şeklinde tanımlamıştır. Bilinçli taksir ilişkin olarak 22/3. maddede yapılan tanım karşısında, bu tanım hem bir fikri karışıklığa hem de temel bir hataya neden olmaktadır. Kanun koyucu, aynı anlamda olan “karşın” ve “rağmen” kelimelerinden ilkini bilinçli taksire, ikincisini olası kasta ilişkin hükümlerde kullanarak, muhtemelen aradaki farkı vurgulamak istemiştir. Ancak, söz konusu tanımlar ışığında aradaki fark anlaşılmamaktadır. Diğer yandan bilinçli taksir tanımına. “neticenin istenmemesi” ibaresinin eklenmiş olması, her iki tanımın bir ve aynı olmasında bir farklılık yaratmamaktadır. Çünkü olası kast tanımında, öngörülebilirliğe, “neticenin istenmiş olması”nı ilave edersek, o zaman söz konusu fiilin doğrudan kastla işlendiği tartışmasız olacaktır.
Prof. Dr. Ersan Şen;
Ceza Hukukunun kusur sorumluluğunda benimsediği esas, kast derecesinde sübjektif sorumluluktur. Ceza Hukuku; “şahsi kusur sorumluluğu” ilkesini benimsemiş olup, objektif, yani kusursuz sorumluluğu reddeder.
Türk Ceza Kanunu’nda 20. maddede “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi, 21. maddede kast ve 22. maddede de taksir derecesinde sübjektif sorumluluk düzenlenmiştir. Kanunda taksirle ilgili özel düzenleme yoksa, kimse taksirinden, yani tedbirsizlik, dikkatsizlik, emir ve talimatlara riayetsizlik, özensizlik, meslek ve sanatta acemilik iddiası ile cezai açıdan sorumlu tutulamaz. Failin kastı tespit edilemediğinde ve kanun koyucu da taksirden sorumluluk öngörmediğinde, doğabilecek yegane sorumluluk hukuki, yani tazminat sorumluluğudur.
TCK m.21/2’de muhtemel, yani olası kastın düzenlendiğini görmekteyiz. Yasal tanımda olası kast, kişinin suçun yasal tanımında yer alan unsurlarının gerçekleşebileceğini öngördüğü halde fiili işlemesidir.
TCK m.22/2 bilinçli taksiri, kişinin öngördüğü sonucu istemediği halde neticenin meydana gelmesi olarak tanımlamıştır.
Bu tanımlara göre muhtemel kast; kişinin bilerek ve isteyerek yaptığı hareketten doğabilecek neticeyi öngörmesi, bu netice için “olursa olsun” demesi ve neticenin gerçekleşip gerçekleşmemesini önemsememesi olarak açıklanabilir.
Bilinçli taksir ise; kişinin bilerek ve isteyerek yaptığı hareketten doğabilecek neticeyi öngörmesi, fakat neticenin gerçekleşmeyeceğini düşünmesi, neticenin gerçekleşmemesi için çaba göstermesi veya kendisine güvenmesi, bir anlamda neticenin gerçekleşmeyeceğine olan inançla neticeyi göze almasıdır.
Şimdi birbirine karışmaya elverişli tanımları