Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2015/4672 Esas 2016/2330 Karar
Karar Dilini Çevir:
16. Ceza Dairesi         2015/4672 E.  ,  2016/2330 K.
"İçtihat Metni"

Mahkemesi : Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Anayasayı ihlal, Hükümete karşı suç, Silahlı terör
örgütü kurma, yöneticisi olma, Silahlı terör örgütüne
üye olma, Silahlı terör örgütüne üye olmamakla
birlikte örgüt adına suç işleme, Silahlı terör
örgütüne yardım, Silahlı terör örgütüne silah sağlama,
Suç üstlenme, Kişisel verilerin kaydedilmesi,
Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme
veya ele geçirme, Yasaklanan bilgileri açıklama,
Yasaklanan bilgileri temin, Tehlikeli maddelerin
izinsiz bulundurulması veya el değiştirilmesi,
Uyuşturucu madde ticareti yapma, Genel güvenliğin kasten
tehlikeye sokulması, Devletin güvenliğine ilişkin belgeler,
Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, Kişiler
arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması,
Özel hayatın gizliliğini ihlal, Tehdit, Mala zarar verme,
Resmi belgede sahtecilik, Tutuklu, Hükümlü veya suç
delillerini bildirmeme, Hakaret, 6136 sayılı Kanuna
muhalefet, 2863 sayılı Kanuna aykırılık, Nitelikli öldürme,
Nitelikli öldürmeye teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti
hükümetine karşı silahlı isyan suçundan, Askerleri
itaatsizliğe teşvik
Hüküm : Sanıklar ................. hakkında; TCK’nın 314/2, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5. maddeleri uyarınca mahkumiyet,



I- TEMYİZ TALEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ;

A) İnceleme Dışı Bırakılan Temyiz Talepleri

Sanık .... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan hükmü müdafii tarafından 05.08.2013 tarihindzekerrie, sanık.... hakkında 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan kurulan hükmü müdafii tarafından 12.08.2013 tarihinde temyiz edilmişse de; sanık .... müdafiinin 06.05.2014 tarihli, sanık....'in 27.01.2014 tarihli ve sanık.... müdafiinin ise 16.08.2013 tarihli dilekçeleri ile temyiz istemlerinden vazgeçtiklerini bildirilmeleri karşısında, hükümlerin de re'sen temyize tabi olunmaması nedeniyle temyiz incelemesi dışında bırakılmıştır.

B) Temyiz İstemlerinin Kabulü

1- Anayasa'nın 40/2, 1412 sayılı CMUK'nın halen yürürlükte olan 310. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 34, 231, 234. ve 291 maddeleri uyarınca yasa yolu, mercii, süresi ve şeklinin tefhimi yanında, bu hususların kararda da yer alması gerekliliği gözetilerek, 05.08.2013 günü tefhim edilen hükümde 5271 sayılı CMK'nın 39. ve 331/4. maddeleri uyarınca tutuklu olmayan sanıklar yönünden adli tatilde sürelerin işlememesine rağmen temyiz süresinin tefhim ve tebliğden itibaren 7 gün ile sınırlandırılması suretiyle sanıkların yanıltılması;
2- Bir kısım sanık müdafilerince temyiz dilekçelerinin son oturumda ve hemen akabinde verildiğinin belirtilmesine rağmen dosya içeriğinde bulunamaması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yazısına cevap olarak verilen 05.05.2015 tarihli yazıda ''... Kapatılan... Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas sayılı dava dosyasına ait temyiz kayıtlarının temyiz defterine işlenmediğinin, temyiz defteri kayıtlarının 2012 yılına kadar işlendiğinin, 2009/191 Esas sayılı dosyanın temyiz kayıtlarının bulunmadığının” bildirilmesi;
Karşısında AİHS'nin “Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6/3-b maddesinde sanığın savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olma hakkının ceza yargılamasının her aşamasında gözetilmesi gerekliliğinin ihlal edildiği kanaatine varılması nedeniyle usulî aykırılıklar da gözetilerek hak kaybına neden olunmaması için sanıklar ....,....,.....,.....,.....,....., ile bir kısım sanık ve müdafilerinin temyiz istemlerinin süresinde olduğundan süre yönünden;
Tebliğnamedeki temyiz istemlerinin reddine ilişkin düşünce benimsenmemiştir.

C) Temyiz İstemlerinin 1412 sayılı CMUK'nın 317. Maddesi Uyarınca Reddi

1- Sanık ..... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan, sanık... hakkında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan, askerleri itaatsizliğe teşvik suçlarından, sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan, sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan, sanık ... hakkında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından, sanık .... Anayasayı ihlal, nitelikli adam öldürme ve nitelikli adam öldürmeye teşebbüs, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçlarından verilen beraat kararlarını temyizde sanıkların hukuki yararının bulunmadığı gözetilerek sanık ...müdafii, sanık ... müdafii, sanık ... müdafii, sanık ... müdafii, sanık..... müdafii ile sanık .... müdafiinin gerekçeye yönelik olmayan temyiz taleplerinin;
2-a) Sanık .... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan açılan davada verilen tefrik kararının;
b) Sanık .... hakkında kişisel verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçlarından, sanık .... hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesinin;
CMK'nın 223. maddesi anlamında hüküm sayılmadığından, temyizi kabil olmayan bu kararlara yönelik Cumhuriyet savcıları ile sanık. .... temyiz istemlerinin;
3- a) Katılan... Başkanlığının, sanıklar ....,...,.....,...., ..hakkında silahlı terör örgütünün yöneticisi olması nedeniyle TCK'nın 314/1 ve 220/5. maddeleri delaletiyle ...saldırısı ve .....ine bomba atılması eylemlerinden, sanıklar .. ve ...hakkında nitelikli öldürme, nitelikli öldürmeye teşebbüs suçlarından, sanık .. hakkında Anayasayı ihlal, hükümete karşı suç, nitelikli öldürme, nitelikli öldürmeye teşebbüs suçlarından, sanıklar ...ve ... hakkında Anayasayı ihlal, nitelikli öldürme, nitelikli öldürmeye teşebbüs suçlarından doğrudan zarar görmediğinden açılan davalara katılma ve bu suçlardan kurulan hükümleri temyize yetkisi bulunmadığından,... binasına zarar verme suçundan açılmış bir dava bulunmadığı halde, bu suçtan yeniden kurulan hükmün hukuki değerden yoksun olduğundan, katılan vekilinin bu suçlara yönelik temyiz isteminin;
b) .... adına .... ve .... Ajansı Basın Yayıncılık A.Ş.'nin, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan açılan davalara katılma ve bu suçlardan kurulan hükümleri temyize yetkisi bulunmadığından, katılanlar vekilinin, sanıklar .................... yönünden anılan suçtan kurulan hükümlere yönelik temyiz isteminin;
1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
4- Suçtan zarar gördüğünü belirterek şikayetçi olan....'in, davaya katılma talepli dilekçesinin duruşmanın bittiği 21.06.2013 tarihinden sonra mahkemeye ulaşması nedeniyle şikayetçinin usule uygun şekilde katılan sıfatını almadığı anlaşılmakla; ...... Ağır Ceza Mahkemesinin 18.07.2014 tarihli 2014/880 D.İş sayılı kararı temyiz talebinin reddine dair kararda bir isabetsizlik bulunmadığından bahse konu kararın ONANMASINA, şikayetçi .....'in talebinin REDDİNE, Karar verilmiştir.

II- DURUŞMA TALEPLERİ

Sanıklar....,....,,.......,,,, ve müdafilerinin, ceza miktarı itibariyle yasal şartları taşımayan duruşma taleplerinin CMUK'nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE;
Sanık ..... ve müdafiinin yapılan tebligata rağmen duruşmaya gelmediği ve bir mazeret de bildirmediği; mürafaa sırasında sanık ..... müdafiinin beyanı üzerine ara kararı ile duruşmalı inceleme yapılmasına karar verilmiş ise de sanık müdafiinin alfabetik sıra ve mürafaanın bitiminde tekrar yapılan yoklamada duruşmada hazır bulunmadığı anlaşılmakla sanıklar ....ve ... ile yukarıda duruşmalı inceleme talepleri reddedilen diğer sanıklar yönünden DURUŞMASIZ; Sanıklar ...., .....,.....,....,...., yönünden DURUŞMALI olarak inceleme yapılmıştır.

III- ZAMANAŞIMI SÜRESİNCE HÜKÜM KURULMASI MÜMKÜN GÖRÜLENLER

Sanık.... hakkında açılan bir kısım davalarla ilgili hüküm kurulmamış ise de; nüfus kaydına göre sanığın karardan sonra 01.04.2015 tarihinde öldüğü anlaşılmakla, mahkemesince CMK'nın 223/8 maddesi uyarınca düşme kararı verilmesi mümkün görülmüştür.
Sanık .... hakkında 10.07.2008 tarihli iddianame ile TCK'nın 288. maddesi(2 kez), TCK'nın 315. maddesi(3 kez), TCK'nın 319/1. maddesi(4 kez), TCK'nın 284/1. maddesi(3 kez), TCK'nın 216/1. maddesi(2 kez), 2863 sayılı Kanun'un 73. maddesi(2 kez), 2813 sayılı Kanun'un 32/A maddesi, TCK'nın 334/1. maddesi(8 kez), TCK'nın 312/2, 313/4,314/3 ve 220/5 maddeleri delaletiyle TCK'nın 336. maddesi, 174/1. maddesi uyarınca cezalandırılması talebiyle açılan davalarla ilgili hüküm kurulmamış ise de, bu hususta dava zamanaşımı süresi içerisinde karar verilmesi mümkün görülmüştür.

IV) GENEL DEĞERLENDİRME

Dava dosyası, toplam sayfa sayısı 6.533 olan 23 ayrı iddianame ile açılan davaların birleştirildiği, duruşmaya 20.10.2008 tarihinde başlandığı, birleşen dosyalarda da dahil olmak üzere toplam 620 oturum yapıldığı, 275 sanığın yargılandığı, 157 tanığın dinlendiği, Cumhuriyet savcılığınca 2270 sayfalık mütalaa verildiği, yargılama neticesinde verilen hükmün 05.08.2013 tarihinde tefhim edildiği, gerekçeli kararın ise 16.798 sayfadan oluştuğu,
Temyiz incelemesi için Dairemize, 3.868 klasör, 11 adet çuval, içerisinde 208 kitabın olduğu 4 adet karton kutu ve 92 cilt iddianameden oluşan dosyanın teslim edildiği, yargılamanın birleşen dosyalarla birlikte yaklaşık 5 yıl sürdüğü görülmüştür.
Bu kararın V. bölümünde mahkemece yargılamaya başlanmadan önce dikkate alınması gereken muhakeme şartı, görev, tefrike ilişkin Dairemizce bozma konusu yapılan hukuka aykırılıklara yer verilmiştir. VI. Bölümde soruşturma işlemlerine, VII. Bölümde yargılama aşamasındaki işlem ve kararlara, mahkemenin teşekkül ve müzakere usulüne, VIII. Bölümde örgüt suçuna, IX. Bölümde Hükümete karşı suça, X. Bölümde Devlet sırrı suçuna, XI. Bölümde mahkemenin kabul ettiği vahamet arz eden olaylara yer verilmiş; XII. Bölüme eksik soruşturma nedenleri, XIII. Bölüme genel bozma nedenleri dercedilmiş, XIV. Bölümde emanete ilişkin tespitlerden sonra son olarak XV. Bölümde Hüküm kısmı yer almıştır.
İncelemelerde özellikle temyiz istemlerinde yoğunlaşan şekliyle, davaya ve hükme esas alınan kanıtların elde edilmesi, hukuken geçerliliği ve takdiri, adil yargılama sürecini etkileyen işlem ve kararların değerlendirilmesi ve özellikle varlığı ya da yokluğu birçok sanığın hukuki durumunu doğrudan ilgilendiren silahlı terör örgütüne ait kanıtlar, geçerliliği, örgüt kurma ve örgüte üye olma suçu yönünden yeterliliği ve bu örgüt faaliyetleri içerisinde işlendiği kabul edilen hükümete karşı suç ve devlet sırlarına karşı suçların değerlendirilmesine yer verilmiştir.
Bu kararda öncelikle temyiz konusu hukuki uyuşmazlık ile Dairemizin görüş ve kabulü ortaya konulduktan sonra konuyla ilgili bozma nedenlerini belirleme şeklinde bir sistematik takip edilmiştir.

V-TEMEL HUSUSLAR
A-YARGILAMA ŞARTLARI

1) Ölüm Nedeniyle Düşme
Sanık .... müdafiinin hükmü 06.08.2013 tarihinde temyiz ettiği ve sanığın hükümden sonra 30.12.2013 tarihinde ölmüş olduğunun anlaşılması karşısında; UYAP kayıtlarında bulunan 27.06.2014 gün ve 2009/468 Esas 2013/552 sayılı ölüm nedeniyle düşmeye ilişkin ek karar hukuki değerden yoksun kabul edilmiştir.
Sanıklar ....,.....,.....,.....,ve .... hakkında kurulan hükümler yönünden;
UYAP ortamından alınıp dosya içine konulan nüfus kayıt örneklerinden, sanıklar .....'ın 17.10.2014 tarihinde, ....'nun 25.06.2015 tarihinde,....'un 09.12.2014 tarihinde, ....'ün 21.03.2015 tarihinde, ....'ın 06.11.2014 tarihinde, ...'in 01.04.2015 tarihinde, ...'un 30.12.2013 tarihinde, ......'in 02.01.2015 tarihinde, .....'ın 11.05.2015 tarihinde ve ......'ın 06.03.2015 tarihinde hükümden sonra öldükleri anlaşılmakla, bu sanıkların öldüklerine ilişkin kayıtların araştırılarak TCK'nın 64/1 ve 5271 sayılı CMK'nın 223. maddeleri gereğince hukuki durumlarının tayin ve takdirinde zorunluluk bulunmaktadır.
2) Akıl Hastalığı Nedeniyle Durma
Sanık .... hakkında CMK'nın 223/8 maddesinin uygulanması gerektiğine ilişkin itirazların incelenmesinde;
Soruşturmanın veya kovuşturmanın başlatılması ya da yürütülmesi; şikayet şartının gerçekleşmesi, sanığın gaip (kaçak) olması, yasama dokunulmazlığının bulunması, suç işleme tarihinden sonra sanığın akıl hastalığına yakalanması gibi belli koşulların gerçekleşmesine veya engellerin bulunmamasına bağlı kılınmış olabilir. Yargılama şartları denilen ve yargılama yapılabilmesi için bulunması gereken bu şartların kovuşturma evresinde ortaya çıkması halinde; şartın gerçekleşme ihtimalinin bulunmadığının anlaşılması halinde davanın düşmesine, buna karşılık şartın henüz gerçekleşmediği ancak gerçekleşme ihtimalinin bulunduğunun anlaşılması halinde ise şartın gerçekleşmesini beklemek üzere kovuşturmanın durması kararı verilir. Bu bağlamda isnat edilen suç tarihinden sonra ve kovuşturma aşamasında dosyada bulunan Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 20.07.2012 tarihli raporuna göre; suç tarihinde herhangi bir akli arıza içinde olduğuna delalet edecek tıbbi bulgu ve belgeye rastlanılmadığı, ancak; organik beyin sendromu (travmaya bağlı) teşhisinden dolayı akıl hastalığının bulunduğu anlaşılması karşısında; bu rahatsızlığın “duruşma ve sorgu yapılmasını imkansız kılacak, yani sanığın kendini makul şekilde müdafaa edemeyecek derecede olması”(Kunter-Yenisey- Nuhoğlu, CMK s.696) halinde sanık ....’un iyileşme olanağının bulunup bulunmadığı hususunda ek rapor alınarak sonucuna göre iyileşme imkanı bulunmadığı takdirde CMK'nın 223. maddesi 8. fıkrasının 1. cümlesi uyarınca davanın düşmesine, iyileşme olanağı devam etmesi halinde ise; CMK'nın 223 maddesi 8. fıkrasının 2. cümlesi uyarınca kovuşturmanın durmasına, sanığın konusunda uzman bir hastanede gözlem altına alınarak koruma ve tedaviye karar verilmeli, amaca uygun aralıklarla yargılanmaya imkan sağlayacak derecede salaha ulaşıp ulaşmadığı sorulmalı, iyileştiğinde yargılanmasına başlanmalı ve sonucuna göre hukuki durumunun saptanması gerekirken, suç tarihi itibarı ile ceza ehliyeti araştıran yetersiz rapora dayalı olarak savunma hakkını kısıtlayıcı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

B-YÜCE DİVAN İTİRAZI

Sanık..... müdafiinin bu sanık yönünden görevli mahkemenin yüce divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi olduğuna dair temyiz itirazlarının incelenmesi;
Anayasa'nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan Devlettir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içinde kalması; temel hak ve özgürlüklerin, Anayasal güvenceye bağlanmasıyla olanaklıdır.
Anayasa'nın 145. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde “Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Anayasa'nın 37. maddesine göre; “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 3. maddesinde mahkemelerin görevlerinin kanunla düzenleneceği 4. maddesinde, davaya bakan mahkemenin görevli olup olmadığına kovuşturma evresinin her aşamasında re'sen karar verilebileceği düzenlenmiştir.
Mahkemelerin görevleri yargılamanın usulüne ilişkin konulardan olup, ceza yargılaması usulüne ilişkin yasaların kamu düzeni ile ilgili olmaları nedeniyle yürürlüğe girmelerinin ardından taraf iradelerinden bağımsız olarak derhal uygulanmaları gerektiğinden her yargılama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan yasaya göre yürütülmesi zorunludur. Yargılama hukuku normlarının zaman bakımından uygulanmasında dikkat edilmesi gereken konu, yeni yasanın yürürlüğe girdiği tarihte muhakemenin sona ermiş olup olmadığıdır. Yargılama henüz kesin olarak bitmemişse, yeni yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren yapılacak yargılama işlemlerinde kural olarak yeni yasanın uygulanması gerekir.
01.06.2005 tarihinden, 02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun ile yürürlükte kaldırılıncaya kadar uygulanmakta olan CMK'nın 250. maddesinin 1. fıkrasında sayılan suçlara bakmak üzere ağır ceza mahkemeleri kurulmuş ve aynı Kanun maddesinin 3. fıkrasında “Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfatı ve memuriyetleri ne olursa olsun bu kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa mahkemesi ve Yargıtay'ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır” hükmüne yer verilmiştir.
Yine 6352 sayılı yasa ile yürürlükten kaldırılan CMK'nın 251. maddesinin 1. fıkrasında “250. madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet Savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır” düzenlemesi yer almıştır.
6352 sayılı Kanun'un 105. maddesi ile CMK'nın 250, 251, 252. maddeleri yürürlükten kaldırılırken aynı Kanun'un geçici 2. maddesinin 4. fıkrası uyarınca kapatılan bu ağır ceza mahkemelerinin açılmış olan davalara kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar bakmaya devam edecekleri kararlaştırılmıştır.
07.05.2010 tarihli ve 5922 sayılı Kanun'un 18. maddesi ile değişik Anayasa'nın 148. maddesinin 7. fıkrasına göre, “...., ..,... ve ... Komutanları ile . Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar”.
6352 sayılı Kanun'un 75. maddesi ile değiştirilen 3713 sayılı Kanun'un 10. maddesi ile terör suçları ile Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalara bakacak ağır ceza mahkemeleri kurulmuş ve “Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile Askeri Mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır." hükmüne yer verilmiş, daha sonra bu hüküm 21.02.2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun'un 19. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Sanık.... 2008-2010 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti .....Başkanlığı görevini yaptıktan sonra .... rütbesiyle emekliye ayrılmıştır.
.... Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2010/106 esas sayılı dosyasında yürütülen yargılama sırasında 30.12.2011 tarihinde yapılan suç duyurusu üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca düzenlenen 02.02.2012 tarihli iddianame ile .... Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2012/14 esas sayılı dosyasında yüklenen suçlardan dolayı cezalandırılması için kamu davası açılmış ve iddianamedeki birleştirme talebi doğrultusunda aynı mahkemenin 2010/106 esas sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Bu dava dosyası da işbu 2009/191 esas sayılı dosya ile birleştirilmiş ve yargılama sonunda sanığın mahkumiyetine karar verilmiştir.
Bilahare sanık hakkındaki soruşturma tamamlanıp dava açıldıktan sonra 11.02.2014 tarihinde kabul edilen 6519 sayılı Kanun'un 61. maddesi ile 353 sayılı Kanun'a 15/A maddesi eklenerek, .... Başkanı ve ....Komutanları hakkında soruşturma açılması ....'ın iznine tabi tutulmuş, ..... tarafından kamu davasının açılmasına gerek görülürse, soruşturma dosyasının .... Sıfatıyla yargılama yapılmak üzere Anayasa Mahkemesi'ne gönderileceği kuralı getirilmiştir. Bu soruşturma yöntemine ilişkin düzenlemenin, davanın açılmasından sonra ancak, hükmün kesinleşmesinden önce yürürlüğe girmesi nedeniyle, bu düzenlemenin usul hukukuna ilişkin olduğunun kabul edilmesi halinde, usul hükümlerinin derhal uygulanması prensibi ve usule ilişkin işlemlerin yapıldığı tarihteki mevzuata göre varlıklarını koruyacağı ilkesi gözetildiğinde, sanık hakkında uygulanma olanağı bulunmayacaktır. Diğer taraftan bu hüküm, “maddi ceza hukuku” müessesesi kabul edilmesi halinde de lehe bulunan kanunun geçmişe şamil olması nedeniyle, bu düzenlemenin sanık hakkında uygulanıp, yasanın öngördüğü şekilde izin alınması davanın devamı için şart olacaktır. Bu konudaki değerlendirmenin asıl davaya bakacak olan yüksek mahkeme “Yüce Divan” tarafından yapılmasının uygun olduğu değerlendirilmiştir.
Her ne kadar mahkemece, sanığa atılı suçların görev kapsamında kalmadığı ve eylemlerin görevi ile ilgili bulunmadığı kabul edilerek yargılamaya devamla karar ittihaz olunmuş ise de; sanığa isnat olunan suçlara ilişkin iddia edilen eylemlerin (İnternet Andıçları ve Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından yapılan yargılama neticesi beraat kararı ile sonuçlanan dosyada ana belge olarak yer verilen İrticayla Mücadele Eylem Planı çalışmalarının sanığın bilgisi dahilinde yapıldığı, yürütülmekte olan..... soruşturmaları ile ilgili olarak .... olduğu dönemde yaptığı basın açıklamaları, ayrıca sanığın bilgisi haricinde üçüncü kişilerin kendi aralarında yaptıkları telefon görüşmeleri, açıklamalar ve belgelerde sanığın isminin geçmesi nedeniyle bu kişilerle örgütsel bağ içerisinde bulunduğu yönündeki ve benzeri kabuller) yürütmekte olduğu ...Başkanlığı görevinin kendisine sağladığı kolaylık ve avantajla gerçekleştirildiği, yine, atılı eylemlerin görevdeki yetkiyi kötüye kullanma yönünden tartışılması gerektiği nazara alındığında, atılı suçlara ilişkin eylemlerin sanığın doğrudan göreviyle ilgili olduğu anlaşılmıştır.
Tüm bu düzenlemeler ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, üst norm olan Anayasa'nın 5922 sayılı Kanun'la kabul edilen ve 12.09.2010 tarihinde yapılan referandumla yürürlüğe giren 148/7. maddesindeki “... Başkanı, ... ve ...... Komutanları ile...Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar” hükmü ile sanığın yargılama merciinin Yüce Divan olarak değiştirilmiş olmasına, usule ilişkin bir düzenleme olması nedeniyle yürürlüğe girmesinden sonra yapılan tüm yargılama işlemlerine uygulanması gerekmesine rağmen, Yüce Divan yerine Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılması ve yargılamaya bu mahkemede devam edilmesi Anayasa'ya ve yasalara açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, sanık ...... ile bağlantılı suç işlediği iddia olunan diğer sanıkların durumlarının da Yüce Divan tarafından takdir edilmesi uygun görülmüştür.

C-TEFRİK/BİRLEŞTİRME

Ceza muhakemesinde genel kural, açılan her dava üzerine ayrı bir yargılamanın yapılmasıdır. Ancak, uyuşmazlıklar arasında bağlantı olduğu zaman bağlantının özelliği gereği bu kuraldan ayrılmak mümkündür. Bağlantılı davalar ayrı ayrı görülebileceği gibi birleştirilerek de görülebilecek olup, istisnai hallerden biri olan yargılamaların birleştirilmesine karar verilebilmesi için;
- Davalar arasında bağlantı olmalı,
- Davaların birleştirilmesinde yarar görülmeli,
- Birleştirme yasağı söz konusu olmamalıdır.
Kanun koyucu, açılan her dava üzerine ayrı yargılama yapılmasını kural olarak benimseyip istisnai durumlarda davaların birleştirilebileceğini hüküm altına alırken, birleştirmede fayda bulunup bulunmadığının her olayda araştırılmasını arzu etmiştir. Birleştirme zorunluluğu ya da birleştirme yasağının söz konusu olmadığı diğer durumlarda, mahkemelerce görülmekte olan davalar arasında bağlantı olduğu tespit edildiğinde bu davalar birleştirilecektir. Fakat birleştirme zorunlu olmayıp tamamen mahkemenin takdirine bırakılmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 04.06.2013 gün ve 1345 - 279 sayılı kararında belirtildiği üzere, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, üye olma suçlarıyla bu çerçevede işlenen sair (yağma, 6136 sayılı yasaya aykırılık gibi) suçlardan kurulan hükümlerin birbirinden bağımsız olarak denetlenmesinin mümkün olması karşısında birleştirme zorunlu görülmemiştir.
Kaldı ki yargılamaların birlikte görülmesini mutlak biçimde aramak, davaların uzamasına neden olacağı ve makul sürede sonuçlanmasını engelleyeceği gibi hakkında hüküm verilmesi dışında yapılacak bir muhakeme işlemi bulunmayan kişilerle ilgili davaların zamanaşımına uğramasına, bozulan kamu düzeninin kısmen de olsa düzeltilmesi imkanının kaybedilmesine ve dolayısıyla da toplumdaki adaletin gerçekleşmesini görmeye yönelik beklentilerin karşılanamamasına neden olacaktır.
Terör Örgütleri mensuplarının gerçekleştirmek istedikleri Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, Hükümete karşı suç ve Anayasal düzen ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar amaç suç olup bu suçu gerçekleştirmek için işlenen diğer suçlar araç suçtur. Bu suçların işlenmesi halinde failin gerçek içtima kuralı doğrultusunda cezalandırılması gereklidir. Ayrıca örgüt üyesi, örgütün faaliyeti doğrultusunda vahim bir eylem (öldürme, yaralama, yağma ...gibi) gerçekleştirdiğinde geçitli suç nedeniyle üyelik suçundan değil amaç suçtan cezalandırılacaktır. Bu nedenle bu kabil suçların birlikte görülmesinde zorunluluk vardır. Nitekim... cinayeti olarak adlandırılan davanın temyiz incelenmesinde bu gerekçe ile bozma kararı verilmiştir. Ancak... davası sanıkları ile .... örgütü olarak isimlendirilen davanın sanıkları arasında hukuki ve fiili bağlantının varlığının somut delillerle ispat edilmesi, ya da öldürme suçunun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiğinin tespiti halinde davalar birlikte görülmeli, sanıkların hukuki durumu buna göre belirlenmelidir. Aksi takdirde yukarıda açıklanan nedenlerle davanın birleştirilmesi usul ekonomisine aykırı olacağı gibi tutuklu şekilde devam eden yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasını engelleyeceğinden, bu tür davalar ana dosyadan tefrik edilerek karara çıkarılmalıdır.
İlamın ilgili bölümlerinde ayrıntılı gerekçeleri açıklandığı üzere, haklarında beraat kararı verilen bir kısım sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi sonucunda, mahkeme heyetinin kanuna uygun teşekkül edip etmediğine, müzakerelerin usul kurallarına uygun olup olmadığına ilişkin, “usuli eksiklerin tespit edildiği noktaların, sırf sanık yararına vazedilmiş usul kuralları olmaması ile birlikte doğrudan kamu düzenini ilgilendirmeleri” nedeniyle ve dosyanın diğer sanıklarından bir kısmının aynı kararla ilgili mahkeme heyetinin oluşumu ve müzakerelerin yapılışına ilişkin itirazlarda bulunması da dikkate alındığında, CMUK'nın 309. maddesinin dosyamızda uygulanması mümkün görülmemiş, sanıklar yönünden salt bu nedenle bozma kararı vermek gerekmiş ise de; "makul sürede yargılanma hakkı" çerçevesinde haklarında başkaca yargılama işlemi gerekmeyen sanıkların dosyaları tefrik edilerek, haklarında mahkemesince karar verilmesi mümkün görülmüştür.
Keza haklarında kanıtlar toplandıktan sonra mahkumiyetlerine karar verilen ....,.....,.....,....., ve .... gibi bazı sanıkların eylemlerinin suç oluşturmaması ve bu nedenle de yapılacak başkaca yargısal işlem bulunmaması halinde verilecek bozma kararı üzerine "aklanma hakkı" ve "makul sürede yargılanma hakkı" dikkate alınarak dosyalarının tefrik edilip haklarında beraat kararı verilmesinde zorunluluk görülmüştür.

VI- SORUŞTURMA İŞLEMLERİ
A-İLETİŞİM

Tüm deliller gibi iletişimin tespiti neticesinde elde edilen görüşmelere ilişkin tutanakların da delil olarak kullanılabilmesi için CMK'nın 206/2-a ve 217/2. maddeleri gereğince hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunması gerektiğinden öncelikle bu hususun incelenmesi gerekmektedir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 12. maddesi kişisel yazışma ve özel hayatı koruma altına alırken iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinde ise ''Her kişi özel ve aile yaşamına, konutuna, haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi, demokratik bir toplumda milli güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın ve başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması için zorunlu bulunduğu ölçüde ve kanunla düzenlenmesi koşuluyla olabilir'' denilmiş, bu hükme benzer şekilde Anayasamızın 22. maddesinde de ''Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Milli Güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde hakimin onayına sunulur. Hakim kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde karar kendiliğinden kalkar.'' hükmüne yer verilmiştir.
Ceza Muhakemesi Hukukumuzda iletişimin tespitiyle ilgili ilk düzenleme 4422 sayılı Kanun'la yapılmıştır. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren CMK'nın 135. maddesinde konu yeniden düzenlenmiş ve 4422 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. CMK'nın 135. maddesinin gerekçesinde düzenleme yapılırken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının yapılan düzenlemeye esas alındığı belirtilmektedir. Gerekçede ayrıca ''...gerek ikrar, gerek işlenen suça ait diğer delil, iz ve emareler, suçu işleyen, şerikleri, yataklık edenler ile diğer kişiler arasında cereyan eden telefon muhaberelerinin dinlenmesi veya sinyalleri, yazıları resimleri tek yönlü sistemlerle alan ve ileten araçlara girilerek elde edilebilir. Ancak burada çok açık olan ve örneğin uyuşturucu madde trafiğinde olduğu gibi başka suretle delilini bulmak olanağının çok az olduğu suçları ve faillerini meydana çıkarmak gibi önemli toplumsal yarar ile haberleşme özgürlüğü, özel hayatın dokunulmazlığı gibi temel insan haklarına saygının çatıştığı çok açık olduğundan batı ülkeleri bu konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatlarına uygun şekilde düzenlemişlerdir'' ifadeleri yer almaktadır.
Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’nin 8. maddesinde de haberleşme özgürlüğüne müdahalenin belli değerlerin korunması amacıyla ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabileceği belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce 24 Nisan 1990 tarihli Kruslin-Fransa; 20 Nisan 1990 tarihli Huvig-Fransa; 4 Mayıs 2000 tarihli Rotaru-Romanya; 2 Ağustos 1984 tarihli Malone-Birleşik Krallık ve 06 Ağustos 1978 tarihli Klass ve Diğerleri-Almanya Davaları'nda verilen kararlar da bu yöndedir. Bu kararlarda özetle; “Telefon görüşmelerine dinleme veya diğer yöntemlerle müdahale edilmesi, özel hayata ve haberleşmeye ciddi bir müdahaledir ve bu nedenle özellikle kesin olan bir kanuna dayanmalıdır. Özellikle kullanılabilecek teknolojiler devamlı daha sofistike hale geldiği için, bu konuda açık ve detaylı kuralların olması önemlidir” ve “Gizli gözetim önlemlerinin uygulamaya geçirilmesi, söz konusu kişiler veya genel olarak kamu tarafından eleştiriye açık olmadığı için, yürütmeye verilen yasal taktir yetkisinin sınırsız bir güç olarak ifade edilmiş olması hukukun üstünlüğüne karşıdır. Bu nedenle, yetkililere verilen takdir yetkisinin kapsamı ve uygulanma yöntemi, bireye keyfi müdahaleye karşı gerekli korunmayı sağlayacak biçimde ve alınan önlemin meşru amacı göz önünde bulundurularak, kanunda yeterince açıklıkla belirtilmelidir.” biçimindeki gerekçelere dayanılmak suretiyle, telefonla yapılan iletişimin dinlenilmesi ve kayda alınması ile bu şekilde elde edilecek delillerin kullanılması konusunda belirleyici sınırlamalar getirilmemiş, buna karşılık iletişimin dinlenmesi tedbirine ilişkin tüm ayrıntıların yasalarda yer alması gerektiği vurgulanmıştır.
Ceza Muhakemesi Kanunumuz da konuyu kişinin mahremiyet hakkı ile kamunun suçların önlenmesi ve aydınlatılması ihtiyacı arasında bir denge sorunu olarak değerlendirmekte, Anayasamıza ve insan hakları hukukunun yerleşik yaklaşımlarına uygun bir düzenleme getirmektedir. Buna göre CMK'nın soruşturma sürecinde yürürlükte bulunan 135. maddesinde;
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.
(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 sayılı Kanunun 17.mad) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.
(4) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, ... mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, ... mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.
(5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
(6) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanunu'nda yer alan;
1. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (Madde 79, 80),
2. Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83),
3. İşkence (Madde 94, 95),
4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, Madde 102),
5. Çocukların cinsel istismarı (Madde 103),
6. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (Madde 188),
7. Parada sahtecilik (Madde 197),
8. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),
9. (Ek alt bend: 25/05/2005-5353 S.K./17.mad) Fuhuş (Madde 227, fıkra 3),
10. İhaleye fesat karıştırma (Madde 235),
11. Rüşvet (Madde 252),
12. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (Madde 282),
13. Silahlı örgüt (Madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (Madde 315),
14. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (Madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları.
b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'da tanımlanan silah kaçakçılığı (Madde 12) suçları.
c) (Ek bend: 25/05/2005-5353 S.K./17.mad) Bankalar Kanunu'nun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu,
d) Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar
e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 68 ve 74 ncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
(7) Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz” şeklindeki düzenlemeye yer verilmiştir.
Kanun gerekçesinden de anlaşıldığı üzere, varolan denge sorununu üç araç kullanarak çözmeyi hedeflemiştir; ilki, iletişimin tespiti kararını verecek merciin sınırlandırılması, ikincisi iletişimin tespiti kararı verilmesinin olaya özgü koşulları olan mevcut şüphe, delil ve delil elde etme durumu, üçüncüsü de kararın verilebileceği suçların sınırlandırılmasıdır. Ceza muhakemesi hukukumuzda herhangi bir şekilde dosyaya alınmış iletişim tespit tutanağının CMK'nın 206/2-a ve 217/2. maddeleri anlamında hukuka uygun delil değeri kazanabilmesi için CMK 135. maddeye göre verilmiş bulunan kararın maddenin 1. cümlesinde düzenlenmiş şartlara uygun olarak verilmiş bir karar gerekmekte olup, kararı veren merci kendisine sunulan talebi bu koşullar açısından değerlendirirken, yargılamayı yapan mahkemede öncelikle iletişimin dinlenilmesine ilişkin kararın hukuka uygunluğunu denetleyecektir.
Yukarıda belirtildiği şekilde kanun koyucu mevcut denge sorununu doktrinde katalog suç olarak adlandırılan yöntemle çözmeyi hedeflemiştir. Buna göre iletişimin dinlenilmesi kişiler, toplum ve devlet üzerinde ağır zarar veya tehlikeye yol açan bir dizi suç için mümkündür. Bu niteliğe sahip bulunduğu tartışmasız olan dosyamıza konu suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu soruşturma tarihinde katalog içinde yer alırken 6526 sayılı Kanun'un 12. maddesiyle yapılan değişiklikle katalogdan çıkarılmıştır. Ceza Muhakemesi Hukukunda geçerli olan "derhal uygulama'' ilkesi nedeniyle 6526 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce 'suç işlemek için örgüt kurmak' suçundan usulüne uygun şekilde verilmiş kararlara göre yapılan iletişimin dinlenilmesi kayıtları hukuka uygun delil olarak hükme esas alınabilecektir (Kanun'un yürürlüğe giriş tarihinde ise süresi tamamlanmış olsun ya da olmasın tedbirin sonlandırılması gerekmektedir). Suç işlemek için örgüt kurmak suçundan 6526 sayılı Kanun'dan önce verilmiş kararların hukuka uygunluğunun denetlenmesi bakımından anılan değişikliğin gerekçesinin irdelenmesi önem arz etmektedir.
6526 sayılı Kanun'un değişiklik gerekçesinde; ''...Türk Ceza Kanunu'nun 220 nci maddesinde düzenlenen suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun maddenin altıncı fıkrasında düzenlenen katalogdan çıkarılması suretiyle, bazı soruşturmalarda sırf bu tedbirin uygulanabilmesi için soruşturmanın suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu kapsamında başlatılıp yürütülmesi uygulamasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır'' denilmektedir.
Kanun koyucuya göre, soruşturmalarda 6526 sayılı Kanun'dan önce ''suç örgütü kurmak suçuna'' ilişkin olarak CMK'nın 135. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ''kuvvetli şüphe sebepleri'' bulunmadığı halde bu suç kullanılarak katalogda bulunmayan bazı suçlara ilişkin delil toplandığını bu uygulamanın hukuka aykırı olduğunu saptadıktan sonra aykırılığın kendi içinde düzelmeyeceği öngörüsü ile 'suç işlemek amacıyla örgüt kurma' suçunu katalogdan çıkarma yoluna gitmiştir.
Gerçekten de bir suç örgüt kapsamında işlenmişse, katalogda yer almasa bile CMK'nın 135/6-8 madde, fıkra ve bendi kapsamında alınmış bir dinleme kararına dayanılarak düzenlenen iletişimin tespit tutanaklarının örgüt faaliyetleri kapsamında işlenmiş suça ilişkin yapılan yargılamada delil olarak kullanılması mümkündür. Aksi halde örgütün kurucusu için alınmış bir dinleme kararının örgütün işlediği suçların aydınlatılmasında kullanılamayacağı düşünülemeyeceğinden bu imkanı sağlayan TCK'nın 220. maddesi bu anlamda CMK'nın 135/6. maddesinde düzenlenen katalog suç güvencesi için gizli bir tehdit olarak belirmiş, doktrinde de kanun koyucunun saptadığı suistimal kanuna karşı hile olarak nitelenmiştir. (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku) Elbette ki bahse konu örgüt suçunun oluşup oluşmayacağı ancak bir yargılama neticesinde ortaya çıkabilecektir, bunun yanında ceza mahkemesi suça ilişkin soruşturma makamının nitelendirmesiyle bağlı olmadığı gibi, kolluğa işlendiği iddia olunan suçun kesin olarak var olup olmadığı veya vasfını belirleme görevi de yüklenemez, yukarıda da belirtildiği üzere 6526 sayılı Kanun'un gerekçesinde yer alan husus iletişimin dinlenilmesine karar veren hakimin gözetmesi gereken CMK'nın 135/1. maddesindeki ''suç işlediğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması'' şartıyla ilişkilidir. Kanun koyucu uygulamada 'suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu' bakımından bu önkoşulun yeterince iyi incelenmediği, kanaatini ifade etmektedir. Bu kanaat ve yapılan değişiklik karşısında her ne kadar yukarıda ifade edildiği üzere yapılan değişiklik geçmişe etkili olmasa bile değişiklikten önce 'suç işlemek amacıyla örgüt kurma' suçundan verilen iletişimin dinlenilmesi kararlarının daha dikkatle denetlenmesi gereği ortaya çıkmış bulunmaktadır.
6526 sayılı Kanun'daki değişiklikle dolaylı olarak ilgili olan iletişimin dinlenilmesi kararı verilmesinin diğer ön koşulu başka suretle delil elde etme imkanının bulunmamasıdır. 5271 sayılı Kanun'un 135. maddesinin ilk şeklinde suç işlemek için örgüt kurma suçunun katalog içerisine alınıp TCK'nın 220. maddesinin 2, 6 ve 8. maddelerinin kapsam dışında tutulması nedeni dikkate değerdir; Suç örgütü kuran ve yöneten kişiler örgütün amaç suçlarını bilfiil işlememekte, çoğunlukla suçu işleyen örgüt üyelerini azmettiren, sevk ve idare eden konumda bulunmaktadırlar. İletişimin dinlenilmesi örgüt üyeleriyle örgüt kurucu ve yöneticileri arasındaki örgütsel bağlantı ve hiyerarşiyi saptayabilmek açısından büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda kanun koyucu 8. bendin kanundan çıkarılmasının yaratacağı tehlikeyi kataloğa eklemeler yaparak aşmaya çalışmış, böylece yukarıda ifade edilen dengeyi sağlama amacı gütmüş, ancak örgüt kurucu ve yöneticileriyle örgüt üyeleri arasındaki bağlantıyı delillendirme noktasındaki önemli bir imkan katalog harici suçlar bakımından ortadan kaldırılmıştır.
İletişimin dinlenilmesi ve kayda alınmasına yönelik kararın verilebilmesinin kararı veren merci ve katalog suç şeklindeki objektif koşullarının yanında olaya göre değişen subjektif nitelikteki ''suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde etme imkanının'' bulunmaması koşullarının yasa koyucunun amaçladığı dengeyi sağlayabilmesi için hakim tarafından dikkatle incelenmesi zorunludur. Hakim talebin kabulüne karar verirken bu şartları sağlayan somut olay, bilgi ve belgeleri soruşturma makamından talep etmelidir. Aksi uygulamada kararın CMK'nın 135/1. maddesinin subjektif koşullarına uygunluğu denetlenemez hale gelecek ve ön koşullar ölü düzenleme halini alacaktır ki özellikle suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna yönelik olarak verilen iletişimin dinlenilmesi kararları bakımından kanun koyucunun 6526 sayılı Kanun gerekçesinde ifade ettiği durum budur. Soruşturma makamları CMK 135/6-8. maddelerinin getirdiği imkanı kullanıp kolaycı bir yaklaşım içine girerek suça iştirak şekillerini, varlığı TCK'nın 220. maddesinde sıkı koşullara bağlanmış olan örgüt kurma suçu olarak göstermekten, şüphelilerin sorgusu sırasında dinleme tutanaklarını kullanarak ikrar elde etme yoluna gitmekten ve edemediği durumlarda tutanakları kendine göre yorumlayarak yeterli ve kuvvetli şüphe elde etmeye çalışmaktan kaçınmak zorundadır.
Somut olayımızda verilen iletişimin dinlenilmesi ve kayda alınmasına dair kararların hukuka uygunluğu irdelenmeden önce CMK'nın 135/1. maddesindeki subjektif koşulları içeren tanımın açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu'na göre ''İletişimin denetlenebilmesi için kuvvetli, makul ve kanuna aykırı olarak elde edilmemiş şüphe sebeplerinin varlığı şarttır... kuvvetli şüphe sebeplerinin tutuklama için öngörülen 'kuvvetli suç şüphesinden' farklıdır. Zaten tutuklama kararı verecek kadar kuvvetli şüphe varsa iletişimin denetlenmesi yolu kendiliğinden kapanmaktadır. Şüphe ve belirti kavramları arasında ayrım yapılması gerektiğini belirten yazarlar ''İletişimin denetlenmesi kararı verilebilmesi için çok basit bir suç şüphesinin varlığı yeterli ise de, suç işlendiğine ilişkin belirtilerin kuvvetli olması gereklidir'' saptamasına yer vermişlerdir. 6526 sayılı Kanun CMK'nın 135/1. maddesinde yaptığı değişiklikle kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını 'somut delillere dayanması'' şartını getirmiştir. Bu değişiklik yapılmadan önce de hakimin bu şartın varlığını denetlerken somut olayların varlığını araması Kanun'un kişilerin mahremiyetini korumayı amaçlayan anlayışının bir gereğidir ancak uygulamada soyut gerekçelerle iletişimin dinlenilmesi kararı verilmesi anılan değişikliğin gerekçesini oluşturmuştur. Bu şartın varlığında aranması gereken önemli bir husus da şüphe sebeplerinin kanuna aykırı elde edilmemiş olmasıdır. CMK'nın 217. maddesinin gerekçesine göre hukuka aykırı delil niteliğinde bulunan işkence, narko analiz, hataya sürükleyici eylemler, baskı, kişinin fizik ve moral bütünlüğüne yapılan saldırılar yoluyla elde edilmiş bilgiler de CMK'nın 135. maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesinin varlığına dayanak alınamayacaktır.
CMK 135/1. maddenin iletişimin dinlenilmesi kararı verilebilmesi için öngördüğü subjektif şartın ikinci unsuru başka suretle delil elde etme imkanının bulunmamasıdır. Doktrinde isabetle belirttiği üzere iletişimin dinlenilmesi son çaredir. Hakim soruşturma makamından delil elde etme hususundaki hangi çabalarının sonuçsuz kaldığını talep etmek durumundadır. Suç işlediği değerlendirilen kişinin güçlü konumu nedeniyle aleyhine tanıklık yapılmak istenmemesi, delilleri ortadan kaldırma hususunda tecrübeli ve becerikli olması, işlenen suçlarda azmettiren konumunda bulunması nedeniyle aleyhinde fiziksel bir delil bulunmaması, işlediği suçun ve işlenme biçiminin doğasının başka delil elde etme biçimlerine büyük ölçüde kapalı olması gibi yaşamsal durumlar, kişi hakkında yapılan önceki yargılamada delil yetersizliği nedeniyle verilmiş bir beraat kararı gibi hukuksal durumlar bu kapsamdadır.
Önemle belirtmelidir ki, iletişimin tespiti kararı soyut gerekçelerle verilmiş olsa bile tekamül etmiş bir dosyadan kararların verildiği tarihte CMK'nın 135/1. maddesindeki şartların varlığı anlaşılabiliyorsa yargılama makamı iletişimin dinlenilmesi kararının hukuka uygunluğunu kendisi de saptayabilecektir. Yine önemle belirtmek gerekir ki subjektif koşulun her iki unsurunun da mevcut bulunması kararın verilebilmesi için zorunludur.
CMK, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenebilmesine bazı hallerde sınırlamalar getirmiştir. Buna göre, şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması halindeyse alınan kayıtlar derhal yok edilir (CMK m. 135/2). İkinci fıkranın bu lafzından anlaşıldığı kadarıyla kayda alınamayacak olan bu iletişim, CMK’nın 135. maddesi hükmü anlamında tespit edilebilecek, dinlenebilecek ve bu iletişime ilişkin sinyal bilgileri değerlendirilebilecektir.
CMK’nın 136. maddesi hükmü gereği şüpheli veya sanığa yüklenen suç dolayısıyla müdafiin bürosu, konutu ve yerleşim yerindeki telekomünikasyon araçları hakkında, bu Kanun’un 135. maddesi hükmü uygulanamaz. Meslekleri gereği CMK’nın 46. maddesi hükmü çerçevesinde tanıklıktan çekinme hakkı olan avukatlar hakkında da iletişiminin denetlenmesi çerçevesinde bu iletişimin “kayda alınması” tedbirinin zaten 135. maddenin ikinci fıkrası hükmü gereği uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Sonuç olarak müdafiin, yüklenen suça ilişkin olarak şüpheli veya sanıkla bürosunda, konutunda ve yerleşim yerinde telekomünikasyon yoluyla kurduğu her türlü iletişimin 135. madde hükmü anlamında her türlü denetimin dışında kalmaktadır.
Ancak müdafiin suçu bizzat işlediği veya bu suça iştirak ettiği şüphesi altında bulunması halinde ise, bu tedbire ilişkin olarak kendisi hakkında da denetleme kararı alınmış olmak kaydıyla 135. maddenin ikinci fıkrası hükmündeki engelin ortadan kalkacağı, yani zaten mümkün olan tespit, dinleme ve sinyal bilgilerini değerlendirme tedbirleri yanında kayda alma tedbirinin de uygulanabileceği sonucuna ulaşılabilecekken 136. madde hükmünün salt lafzi bir şekilde ele alınması durumunda, müdafiin bu sefer kendisin de şüphelisi olduğu bu suç, şüpheli veya sanığa yüklenen suç olma vasfını devam ettirdiği için, kendisiyle bürosunda, konutunda ve yerleşim yerinde telekomünikasyon yoluyla kurduğu her türlü iletişimin yine 135. madde hükmü anlamında her türlü denetimin dışında kaldığı söylenebilecektir.
Tesadüfen elde edilen delillerin düzenlendiği 5271 sayılı CMK’nın 138. maddesine göre “Arama veya elkoyma koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet savcılığına derhal bildirilir. Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135. maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet savcılığına derhal bildirilir”. Yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma sırasında, soruşturma veya kovuşturma konusu suç dışında bir suçun işlendiğini gösteren deliller tesadüfen elde edilen delillerdir. CMK’da arama, el koyma ve iletişimin denetlenmesi koruma tedbirleri için düzenlenmiş olan bu tip deliller, diğer (örneğin, teknik takip, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi) koruma tedbirlerinin uygulanmasıyla da elde edilmiş olabilir. Böyle bir durumda Ceza Muhakemesi Hukukunda kıyas yasağı olmadığından, CMK.nın 138. maddesi hükmü kıyasen bu deliller hakkında da uygulanabilecektir.
Tesadüfen elde edilen deliller ve bunların değerlendirilmesi, temel hak ve özgürlüklere müdahale alanını genişlettiği ve özel hayata yeni ve bağımsız bir müdahale niteliğinde olduğu için bazı sınırlamalara tabidir. Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında elde edilen tesadüfi delillerin, çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi, katalog suçlardan birine ilişkin olması öngörülmüştür. Tesadüfi delil elde edilince iletişimin dinlenmesine devam edilebilmesi için ortaya çıkan yeni suçla ilgili dinleme şartlarının yeniden değerlendirilip yeni bir hakim kararı alınması gerekir.
Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin dinlenmesi tedbiri uygulandığı sırada elde edilen tesadüfi delillerin hukuka uygun kabul edilip kullanılabilmeleri için, bu delilin elde edildiğine ilişkin derhal savcılığa bilgi verilmesi gerekir. Savcılığın bilgilendirilmesi, tesadüfi delil elde edildikten sonra dinlemenin bitirilmesi beklenerek veya dinlemeye devam edilip başka tesadüfi deliller de elde edildikten sonra gerçekleştirilmişse tesadüfi deliller hukuka aykırı hale gelecek ve kullanılamayacaktır.
Bu şekildeki iletişim tespitiyle elde edilen delillerin hükme esas alınıp alınmayacağı hususuna gelindiğinde;
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu'na göre; ''...kanuna aykırı deliller teorisi çerçevesinde yabancı sistemlerin ''hukuka aykırılıktan'' anladıkları, sanığın Anayasa ile teminat altına alınmış olan haklarından birinin bir devlet organı tarafından yapılmış bir işlemle ihlal edilmiş olmasıdır.''
Hukuka aykırı delil sorunu CMK'nın 135, 206 ve 217. maddeleri çerçevesinde Ceza Genel Kurulu'nca tartışılmıştır; Ceza Genel Kurulu'nun 10.12.2013 tarih ve 2013/399 sayılı kararında; ''...ceza muhakemesinin amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğin belirlenmesinde kullanılan yegane araçlar deliller olup, nitekim 5271 sayılı CMK'nın "Delilleri takdir yetkisi" başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" şeklindeki düzenleme ile bu husus belirtilmiştir. Bu düzenleme ile ayrıca delillerin serbestliği ilkesine de vurgu yapılmaktadır. Buna göre, ceza muhakemesinde hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp, yargılama yapan hakim hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır. Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir.
Maddi gerçeğin araştırılması aşamasında kişisel ya da toplumsal değerlerin korunması zorunludur. Bu değerlerin korunması amacıyla kanun koyucu delillerin serbestliği ilkesine "delil yasakları" olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Delil yasakları, "delil elde etme" ve "delil değerlendirme" yasağı olarak iki gruba ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara "delil elde etme yasakları", hukuka uygun elde edilmiş bile olsa o delilin yargılamada ortaya konulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise "delil değerlendirme yasakları" denilmektedir.
İfade alma ve sorgunun 5271 sayılı CMK'nın 148. maddesinde sayılan şekillerde yapılması, tanıklıktan çekinme hakkı olan kişiye bu hakkının hatırlatılmaması delil elde etme yasaklarına; duruşmada tanıklıktan çekinen tanığın önceki ifadesinin okunamaması, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında elde edilen delillerin aynı Kanun'un 135. maddesinin altıncı fıkrasında sayılanlar dışında bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılmaması ise delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek olarak gösterilebilir.
5271 sayılı CMK'nın 217. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" şeklindeki düzenleme ile ayrıca ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre tüm deliller kanunda gösterilen yönteme uygun olarak elde edilmelidir.
Ancak, delil elde etmeye ilişkin her hukuka aykırılığın o delilin yargılamada kullanılmasına engel oluşturup oluşturmayacağı hususu üzerinde de ayrıca durulmalıdır. Eğer ihlal edilen kural bir hak ihlaline neden olmuyor ve yargılama faaliyetlerinin bütünü itibariyle adil yargılanma ilkesi zedelenmiyorsa, o delilin yargılamada değerlendirilemeyeceğinden bahsedilemeyecektir.
5271 sayılı CMK'nın 217. maddesinin ikinci fıkrasına ilişkin gerekçede, "Maddenin son fıkrası, usul hukuku yönünden olağanüstü önem taşıyan ve adil yargılama ile bağlantılı bir ilkeyi belirtmektedir. İlke, delilin doğruluğunu, haklılığını hakkaniyete uygunluğunu sağlamak amacını gütmektedir. Böylece ister soruşturma ister kovuşturma evrelerinde olsun, hukuka aykırı olarak, örneğin; işkence, narko analiz, hataya sürükleyici eylemler, sorgulamalar, baskılar, kişinin fizik ve moral bütünlüğüne saldırılar yolu ile elde edilmiş deliller hükme esas alınamayacaktır" denilerek, delilin hükme esas alınmasına engel oluşturan hukuka aykırılıkların "sanığın temel haklarını" ihlal eden aykırılıklar olduğu belirtilmiştir. “Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen deliller” kavramındaki 'hukuka aykırılık', sanığın temel haklarını ihlal eden bir hukuka aykırılık olarak anlaşılmalıdır.
Muhakemenin sonunda, yapılan işlemler bir bütün olarak değerlendirilmeli ve muhakeme neticesinde, hukuka uygun veya aykırı yöntemlerle elde edilen deliller kullanılarak verilen hüküm, Anayasanın 36'ncı maddesinde gösterildiği biçimde 'adil' ise, bir delil hukuka aykırı bir yöntemle elde edilmiş olsa dahi kullanılabilmelidir (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Baskı, 2007 yılı, s. 1080),
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de P.G. ve J.H/Birleşik Krallık ve Khan/Birleşik Krallık davalarında, soyut şekilde hukuka aykırı delillerin dışlanmaması gerektiğine işaret etmiş, somut olay dikkate alındığında hukuka aykırı da olsa delilin kullanılmasının söz konusu olabileceğini, asıl önemle üzerinde durulması gereken hususun yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı konusu olduğunu belirtmiştir.
Ceza Genel Kurulu aynı düşüncelere 20.05.2014 tarih ve 2014/268, 03.06.2014 tarih ve 2014/302 sayılı kararlarında da yer vermiştir. Buna göre soruşturma bir bütün olarak adilse hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil hükme esas alınabilecektir. Ancak Ceza Genel Kurulu kararları içeriğinde atıf yapılan doktrin görüşlerinde önemli bir nokta üzerinde durulması gerekmektedir. Doktrine göre sanığın temel haklarını ihlal etmeyen ve şekli hukuka aykırılıkların söz konusu olduğu deliller hükme esas alınabilecektir. Bunun dışında yargılamanın bir bütün olarak adil bir şekilde yapılması zorunluluğundan bahsedilmektedir.
Esasında CMK'nın ''Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir'' şeklindeki düzenlemeyi içeren 217/2. maddesi ve gerekçesi hukuka aykırı deliller için doktrin ve Ceza Genel Kurulu'nun yaptığı önemli hukuka aykırılık/önemsiz hukuka aykırılık şeklinde bir ayrıma yer vermemiştir. Buna rağmen doktrinde yapılan ayrım tamamen hatalı kabul edilemez, elde edilmesinde basit şekli hukuka aykırılıkların söz konusu olduğu delillerin, hükme esas alınmaması adil yargılama ilkesini zedeleyebilecektir. Ayrımın hangi kritere göre yapılacağı hususunda değişik görüşler bulunmakta olup CMK'nın 217. maddesinin gerekçesinde sayılan durumların yanında CMK'nın 148. maddesinde belirtilen yollarla elde edilen delillerin mutlak olarak hukuka aykırı olduğu ve hükme esas alınamayacağı kabul edilmiştir.
Ceza Genel Kurulu 03.07.2007 tarih ve 2007/167, 22.01.2008 tarih ve 2008/3 karar sayılı kararlarında, hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulunan iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınamayacağını belirtmek suretiyle iletişimin dinlenilmesi hususunda önemsiz/şekli hukuka aykırılık anlayışının geçerli bulunmadığını kabul etmiştir. Gerçekten de haberleşme hürriyeti anayasal bir haktır ve ihlali önemsiz kabul edilemez. CMK'nın 135. maddesinde iletişimin dinlenilmesinin katalog suçlar için mümkün kılınması, katalog harici suçlar için tespit edilmiş delilleri CMK'nın 138. maddesinin dahi dışında tutması hukuka aykırı bir kararla elde edilmiş iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınmayacağının kanun tarafından da açıkça öngörüldüğünü göstermektedir. Buna göre yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmış sayılması dahi hukuka aykırı dinleme tutanaklarının delil olarak kullanılabileceği anlamına gelemez.
Yukarıda yazılan düzenlemeler ve açıklamalar ışığında;
1-) Bir kısım sanıklar hakkında iletişim tespiti ve uzatma kararları verilmiş olup, bu kararlara dayanak olan talep yazılarını düzenleyen soruşturma makamının kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin dayanağını oluşturan bilgilere ne suretle eriştiği belirlenememekte, soruşturma makamının talep yazılarında kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin dayanağını oluşturabilecek herhangi bir belge ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 7/1 maddesine göre hazırlanması gereken gerekçeli raporun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda,
a-...... Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2007/83 Teknik Takip nolu kararı ile şüpheliler ....,.....,.....,....., ve ...... hakkında verilen iletişimin tespiti kararının gerekçesinin, “şüphelilerin suçla ilgisi olup olmadıklarının tespiti için” şeklinde olduğu ve bu kapsamda CMK'nın 135. maddesinde belirtilen kuvvetli suç şüphesini ortaya koyan olgulara yer verilip açıklanmadığı;
b-Şüpheli ya da sanık sıfatıyla tespit edildiği anlaşılamadığı gibi CMK'da yer alan tanıklığa ilişkin kurallara da uygun şekilde alındığı ve yasak sorgu usullerine göre tespit edilip edilemediği anlaşılamayan .....’in mülakat beyanları doğrultusunda .... Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nün 23.10.2007 tarihli raporu üzerine ..... Ağır Ceza Mahkemesi'nin .... Teknik Takip nolu kararı ile şüpheliler....., ...., ....,.....,.....,....., ile birlikte 21 sanık hakkında (....’in mülakat beyanlarının doğruluğuna ilişkin bir inceleme ve araştırma yapılmadan) soyut kuvvetli suç şüphesinin varlığına dayanılarak iletişimin tespiti kararı verilmesi yasaya uygun bulunmamıştır.
2- İletişimin dinlenilmesine ilişkin kararlar verilmeden önce başka suretle delil elde etmeye ilişkin soyut ifadeler dışında dosya kapsamında yeterli çalışmanın yapılmadığı;
....Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2007/745 ve 2007/764 Teknik Takip nolu kararları ve dosyamızda bulunan benzer nitelikteki kararlarda her bir sanık ve somut olay için ortaya çıkan bulgulara göre bir değerlendirilme yapılması gerekirken genelleme suretiyle tüm kararlarda “..... yapılanmasının deşifre edilmesi suç işlemek amacıyla kurulmuş örgütlü bir yapı içerisinde faaliyet gösteren şahısların suç faaliyetlerinin önlenmesi, suçluların suç delilleri ile birlikte yakalanabilmesi ve grup içerisindeki yapının ortaya konulabilmesinin fiziki takip ve tasarrut çalışmaları ile mümkün olmadığından başka türlü delil elde etme imkanı bulunmadığı” gerekçesine dayanılarak iletişim tespiti kararı verilmesi ve yetersiz gerekçeye dayalı bu kararlar uyarınca yapılan arama işlemlerinin hükme esas alınması;
3- Sanıklar ....,.....,.....,....., gibi sanıklarda olduğu üzere, CMK’nın 135/3. Maddesine aykırı olarak tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimlerin kayda alınması ve bu kayıtlar derhal imha edilmeyerek dosyada muhafaza edilmesi;
4- Sanıklar, ....,.....,.....,....., ve bir kısım sanıklarda olduğu gibi haklarında iletişimin tespiti kararı verilen şüphelilerle görüşmeleri tespit edilen ve o aşamada haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunmayan bu sanıklar hakkında CMK'nın 138/1 maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısına derhal bildirimde bulunularak iletişim tespiti kararı alınması gerekirken usulüne uygun karar alınmadan yapılan görüşmelere ilişkin tutanakların imha edilmeyip dosyada kanıt olarak bulundurulması;
5-Dosya arasında iletişim tespiti, dinlenilmesi ve kayda alınmasına ilişkin kararları da bulunmayan sanık ..... ve .... arasında geçen 2003 yılına ait iletişim tespit tutanakları ile sanık ..... ile ...arasındaki 12.03.2004 tarihli, ... ile İsmet arasındaki 12.03.2004 tarihli ve sanıklar ...ile ... arasındaki 29.02.2004 tarihli iletişim tespit tutanaklarının CMK'nın 138. maddesine aykırı bir şekilde sanıklar aleyhine delil olarak kullanılması;
6- Sanıklar ....,.....,.....,.....,hakkında iletişimin tespiti, dinlenilmesi ve kayda alınmasına ilişkin kararlarının, Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde dosya arasına konulmaması;
7-CMK'nın 170. maddesi gereğince toplanan delillere göre, yüklenen suçu oluşturan olaylar ile mevcut delillerin ilişkilendirilerek düzenlenecek iddianame ile kamu davası açma görevi Cumhuriyet savcısına verilmiştir. Ancak, haklarında ilgisiz iletişim tespit tutanaklarına iddianamede yer vermelerinden dolayı tazminat davası açılan Cumhuriyet savcılarının cevap dilekçelerinde iddianameye konulacak iletişim tespit tutanaklarının belirleme işlemlerinin kendileri tarafından yapılmadığının ileri sürülmesi karşısında CMK'nın 170/1. maddesine aykırı davranıldığının anlaşılması;
8- Sanık.......’in emniyet müdürlüğünde gözaltında olduğu 26.02.2008 günü sanıkla birlikte olan avukatı .....’un, cep telefonundan sanığın işyerini aradığı, işyerine ait telefon için verilmiş iletişim tespit kararı kapsamında kayıt altına alındığı anlaşılan 1824 ve 1825 sayılı iletişim tespit tutanaklarının incelenmesinde; Avukat .....’un iki görüşmeyi de tanık ..... ile yaptığı ancak bu esnada yan yana olmalarından dolayı avukat ile sanık ..... arasındaki konuşmaların da kayda alındığı; bu kayıtların sanık ....bakımından TCK’nın 314/2. ve 38/1. maddesi delaletiyle 270/1. maddeleri uyarınca kurulan mahkumiyet hükümlerine ve sanık .... bakımından TCK’nın 270/1 maddesi uyarınca kurulan mahkumiyet hükmüne delil kabul edildiği anlaşılmakla, CMK’nın 135/3. maddesine aykırı olarak sanığın, tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimlerin kayda alınması; bu kayıtların derhal imha edilmeyerek dosyada muhafaza edilmesi ve CMK’nın 135. maddesinde sayılmayan suç üstlenme suçu bakımından delil kabul edilmesi;
9- Sanık .... hakkında.... Ağır Ceza Mahkemesi’nin 31.10.2007 gün ve 2007/1276 teknik takip sayılı kararıyla iletişimin tespitine ve kayda alınmasına karar verilmiş ise de dosyada bu tarih öncesinde de iletişim tespit tutanaklarının bulunduğu ve bunların mahkemece delil kabul edildiği, bu tutanaklarda karar numarası olarak “2007/156” şeklinde belirtilmiş ise de Yargıtay denetimine imkan sağlayacak şekilde bu kararın dosya içine alınması gerektiğinin gözetilmemesi,
CMK'nın 206/2-a, 230/1-b ve 217. maddelerine aykırı görülmüştür.

B-ARAMA/EL KOYMA/DOKÜMANLARIN İNCELENMESİ
1- ARAMA VE EL KOYMA

a- Adli ve Önleme Araması
Arama, amacına göre "adli arama" ve "önleme araması" olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Arama şüpheli veya sanığı ya da bir delili elde etmek amacıyla yapılabileceği gibi, bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla da yapılabilir. Birinci tür aramaya "adli arama" ikinci tür aramaya ise "önleme araması" denilmektedir.
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25.11.2014 gün ve 2013/9-610 esas, 2014/512 karar, 2013/9-841 esas, 2014/513 karar sayılı kararları ile 28.04.2015 gün ve 2013/9-464 esas, 2015/132 sayılı kararında gösterildiği üzere; adli arama, elkoyma ile birlikte 5271 sayılı CMK'nın 116-134 ve Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 5-17. maddelerinde düzenlenmiş olup Yönetmeliğin 5. maddesinde adli arama; "bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, işyerinde, kendisine ait diğer yerlerde, üzerinde, özel kâğıtlarında, eşyasında, aracında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir" şeklinde tanımlanmıştır. Adli aramanın amacı şüpheli veya sanığın yakalanması veya suç delillerinin ele geçirilmesidir.
Arama yazılı bir karara veya emre dayanmak zorundadır. Sonradan yazıya çevrilmiş olsa bile sözlü emir ile arama yapılması mümkün olmayıp yazılılık şartı Anayasa'nın 20, 21 ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 116. maddelerinin amir hükmü gereğidir. Arama kural olarak hakim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile de yapılabilecektir. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda sadece hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile arama yapılması mümkündür.
Anayasal koruma altında bulunan ve kişilerin temel haklarından olan konut dokunulmazlığı ve özel hayatın gizliliği haklarının bir yansıması olarak, CMK’nın 118. maddesinde aramanın yapılacağı zaman dilimini belirleyen bir düzenlemeye yer verilmiştir. Maddenin birinci fıkrasına göre, konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde kural olarak gece vaktinde arama yapılamaz. TCK’nın 6/1-e bendinde gece vakti; ‘güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve doğmasından bir saat evvele kadar devam eden zaman süresi’ olarak tanımlanmıştır. Ancak, suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmayacağı, maddenin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Bu halde, aramanın gece yapılmasını haklı gösteren sebepler, somut olgularla desteklenerek arama kararına yazılmalıdır.
Hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı, ancak yetkili olduğu yargı çevresinde bulunan bir mahal için arama kararı verebilir. Bu durum, CMK’nın 161/1. maddesinde “...Cumhuriyet savcısı, adlî görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister”, aynı Kanun'un 162. maddesinde ise “Cumhuriyet savcısı, ancak hâkim tarafından yapılabilecek olan bir soruşturma işlemine gerek görürse, istemlerini bu işlemin yapılacağı yerin sulh ceza hâkimine bildirir” şeklinde düzenlenmiştir. Dairemizce de benimsenen Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 10.07.2014 gün ve 2014/4166 esas, 2014/5354 karar sayılı kararında da “...belli bir yerde yapılması zorunlu olan soruşturma işlemlerinde, işlemin yapılacağı yerdeki Sulh Ceza Mahkemesinden karar alınması gerekmekte ise de; soruşturma işleminin herhangi bir yerde yapılması zorunluluğunun bulunmadığı durumlarda soruşturmanın yapıldığı yer Sulh Ceza Mahkemesi’nin yetkili olduğu...” denilmiştir. 02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile mülga olan CMK’nın 250, 251 ve 252. maddelerinde de bu hususa dair özel bir düzenleme yoktur. CMK’nın 250. maddesi ile yetkili hakimin, bu madde kapsamında yetkili olduğu yargı çevresinde arama kararı verebilecek olmasında tereddüt yokken, yargı çevresi dışındaki mahallerde kural olarak arama kararı veremeyeceğini kabul etmek gerekir. CMK’nın 20. maddesindeki “yetkili olmayan hakim veya mahkemece yapılan işlemler, sadece yetkisizlik nedeniyle hükümsüz sayılmaz” hükmü yanında, 21. maddede de “bir hakim veya mahkeme, yetkili olmasa bile, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yargı çevresi içerisinde gerekli işlemeleri yapar” şeklindeki açık düzenlemeler göz önünde bulundurulduğunda, gecikmesinde sakınca bulunan haller belgelendirilmesi veya makul gerekçelerle kabul edilmesi halinde yukarıdaki genel düzenlemeye istisna teşkil edebilecektir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin “bir delilin hükme esas alınıp alınmayacağı hususunda, yargılamanın tümünün adil yapılıp yapılmadığının belirlenerek sonucuna göre karar verilmesine” dair içtihadı da dikkate alınarak aramanın hukuka uygun olup olmadığı değerlendirilmelidir.
Arama kararında veya emrinde, aramanın nedenini oluşturan fiil, aranılacak kişi, karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi açıkça gösterilmelidir. Aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresinin açık olarak gösterilmesi gerekse bile bina numarasının yanlış gösterilmesi gibi basit hatalar, hukuka aykırılık teşkil etmez.
Arama kolluk tarafından icra edilmekle birlikte hakim veya Cumhuriyet savcısı her zaman aramaya katılıp nezaret edebilir. Hakim veya Cumhuriyet savcısının katılımıyla yapılan aramalarda herhangi bir işlem tanığının bulundurulmasına gerek yoktur. Kolluk tarafından, hakim veya Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde yapılan aramalarda ise o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin hazır bulundurulması yasal bir zorunluluk olup, bu zorunluluk, Yargıtay CGK'nın 28/04/2015 gün ve 2013/9-464 esas, 2015/132 karar sayılı ilamında "o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulmaksızın yapılan aramanın hukuka aykırı olduğu ve arama sonucu elde edilen delilin de hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş delil niteliğinde bulunduğu, bu nedenle hükme esas alınamayacağı" şeklinde ortaya konmuştur.
Aranacak yerlerin sahibi veya eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir, kendisi bulunmazsa temsilcisi veya ayırt etme gücüne sahip hısımlarından biri veya kendisiyle birlikte oturmakta olan bir kişi veya komşusu hazır bulundurulur. CMK'nın 120/3. maddesi uyarınca kişinin avukatının aramada hazır bulunmasına ve bu kapsamda hazır bulunabilmesi için ilgili tarafından çağrılmasına engel olunamaz.Bununla birlikte aramanın sonuçsuz kalmasına neden olabilecekse avukatın çağrılması veya beklenilmesi şart değildir. Ancak, kolluk kuvvetlerine ve yargı merciilerine "engel olmama" biçiminde negatif yükümlülük öngören bu hükmün avukatın hiçbir şekilde çağrılmayacağı ve beklenilmeyeceği şeklinde yorumlanmaması, aksine uygulamaların arama işlemini ve bunun sonucunda elde edilen delilleri hukuka aykırı hale getirebileceğinin unutulmaması gerekir. Bu nedenle talep edilmesi durumunda bu istek aramayı tehlikeye sokacak veya sonuçsuz bırakacak nitelikte olmadığı müddetçe arama mahallinde gerekli tedbirler alınarak makul bir süre kişinin avukatının beklenilmesi ceza muhakemesinin amaç ve ilkelerine daha uygun olacaktır. Nitekim öğretide de "muhakemenin her aşamasında avukat yardımından yararlanmak mümkün olduğuna göre, aramada da sanık kadar onun avukatının da hazır bulunma hakkının olduğu kabul edilmelidir. Ancak bir avukat çağrılması ve beklenilmesi aramayı sonuçsuz bırakacağı hallerde, diğer bir ifadeyle gecikmede tehlikelinin bulunması halinde artık bu haktan yararlanılmaması gerekir" (Veli Özer Özbek, Ceza Muhakemesinde Koruma Tedbiri Olarak Arama, Seçkin Yayınları, Ankara, 1999, 1. Bası, s.132-133). Bunun yanında "Hakkında arama tedbiri uygulanan kişinin avukatının aramada hazır bulunmasına engel olunamaz. Ancak, avukat çağrılması ve beklenmesi aramayı sonuçsuz bırakmayacak olmalıdır" (Nur Centel, Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, Eylül 2014, 11. Bası, s.393) şeklinde görüşler de ileri sürülmüştür.
Konut, işyeri, bina gibi birden fazla odası veya bağımsız bölümü olan mahallerde; şüpheli, malik, yetkili veya zilyed gibi ilgili kişilerin arama sırasında hazır bulunması; mezkur kişilerin arama yapılan yerin sadece bir bölümünde bulundurulması veya bekletilmesi demek değildir. Aramanın yapıldığı her bölümde, ilgilinin ve/veya müdafiinin hazır bulunma, aramanın kendi gözetiminde yapılmasını isteme hakkı vardır. Şüpheliye ve diğer kişilere böyle bir hak, aleyhlerine suç delili olabilecek eşyanın elde edilmesine tanık olabilmeleri ve oluşabilecek kuşkuları ortadan kaldırmak için verilmiştir. Bu husus savunma hakkının bir parçası olup aynı anda birden fazla yerde arama yapan kolluk, bu hakkın kısıtlanması sonucunu doğuracak şekilde hareket etmemelidir. Yine arama faaliyetinin tamamı, işlem tanığı olarak mahalde bulunan şahısların da huzurunda yapılmalı; bu şahıslar elde edilen her delile, bulunduğu yere, bulunma yöntemine ve muhafaza altına alınışına tanıklık etmelidir. Aksine yapılan uygulama -itiraz vaki olduğunda- arama tutanağında yazılmış ve imza altına alınmış olsa dahi elde edilen delilin sıhhati bakımından kuşku doğuracak ve o delili CMK’nın 206. maddesi uyarınca hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil vasfına sokabilecektir.
2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 9. ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 18 – 26. maddelerinde düzenlenen önleme araması -ki adli aramadan farklı olarak- suçun işlenmesinden önceki alanla ilgili idari tedbirlerdendir. Adli aramanın amacı şüpheli veya sanığın yakalanması ya da suç delillerinin ele geçirilmesi iken; önleme araması, genel emniyet ve asayişin korunması ve tehlikelerin önlenmesi amacıyla başvurulan bir yoldur. Başlangıçta suç işlenmesinin önlenmesi düşüncesi olsa bile, suç şüphesi ortaya çıktığı andan itibaren yapılacak durdurma ve arama adli bir nitelik taşıyacaktır. Suç şüphesinin ortaya çıkmasından sonra CMK kuralları uygulanması gerektiğinden, arama işleminin önceden alınmış bulunan önleme araması kararına göre değil CMK kurallarına göre icra edilmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, önleme araması sonucunda bir suç unsuruna veya deliline rastlanırsa koruma altına alınacak ve durum Cumhuriyet Başsavcılığına derhâl bildirilerek elkoyma işlemini gerçekleştirmek üzere Cumhuriyet savcısından yeni bir yazılı emir istenecektir. Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde kolluk âmirinin yazılı emriyle de elkoyma yapılabilecektir. Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulmalıdır.
Arama işlemi tutanağa bağlanır. Tutanakta aramanın sonuçları, el konulan suç eşyasına ilişkin tereddüt hasıl olmayacak şekilde ayırt edici ve belirleyici bilgiler ve arama işlemini yapanların adı, soyadı, sicili ve unvanı hususları yer almalıdır. CMK’nın 122. maddesinin 2. fıkrasında “Belge ve kâğıtların zilyedi veya temsilcisi kendi mührünü de koyabilir veya imzasını atabilir. İleride mührün kaldırılmasına ve kâğıtların incelenmesine karar verildiğinde bu işlemin yapılmasında hazır bulunmak üzere, zilyedi veya temsilcisi ya da müdafii veya vekili çağrılır; çağrıya uyulmadığında gerekli işlem yapılır.” şeklinde düzenleme mevcuttur.
b- Askeri Mahallerde Arama
Askeri mahallerde yapılacak yapılacak aramalarda Cumhuriyet savcısının katılımı zorunlu olup ayrıca arama, genel kolluk tarafından değil askeri makamlar tarafından yerine getirilecektir. ‘......’den ne anlayacağımız ve nerelerin askeri mahal olduğu, CMK’nın madde gerekçelerinde belirtilmiştir. Buna göre 211 sayılı ..... İç Hizmet Kanunu’nun 12. maddesinde tanımlanan kıt’a, taktik birlik, idari birlik, karargah ve askeri kurumlar; aynı Kanun'un 51. maddesinde açıklanan kışla ve benzeri yerler, 100. maddede belirtilen orduevleri, askeri gazinolar ve kışla binaları askeri bina olup askeri mahal niteliğinde oldukları açıklanmıştır.
c- Bilgisayarlarda, Bilgisayar Programlarında ve Kütüklerinde Arama, Kopyalama ve Elkoyma
Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma 5271 sayılı CMK’nın 134. maddesinde düzenlenmiş olup, CMK’nın 116 ve 123. maddeleri arasında yer alan arama koruma tedbirinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır. CD, DVD, flash bellek, disket, harici ve dahili harddisk, bilgisayar özelliği içeren noktaları bakımından akıllı telefon ve benzerlerinden elde edilen ve tamamı “dijital delil” olarak adlandırılan, suistimale müsait olan verilerin; sıhhatini ve güvenliğini sağlamak amacıyla ve bireyin özel hayatına, kişisel verilerine yönelik olumsuz tesirleri göz önünde tutularak “son çare” olarak başvurulabilecek “özel koşullara bağlı” bir koruma tedbiri olması nedeniyle, genel adli aramadan ayrıksı ve istisnai olarak, ayrıntılı düzenlenmiş olup, bu hallerde arama kararının yalnızca hakim tarafından verilebileceği öngörülmüştür. Soruşturma tarihinde yürürlükte bulunan CMK'nın 134. maddesine göre;
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkanının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine hakim tarafından karar verilir.
(2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.
(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.
(4) İstemesi halinde, bu yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.
(5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kâğıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır.”
Hükmün uygulanmasına ilişkin ayrıntılara Yönetmelikte yer verilmiştir. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 17. maddesi (Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma), CMK'nın 134'üncü maddesi temelinde düzenlenmiştir.
Gelişen teknolojiyle beraber hayatın her alanında kullanılan bilişim teknolojisi muhakeme konusu olayların aydınlatılmasında etkin rol oynayan deliller arasında ön sıralarda yer almaktadır. 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu'nda “elektronik, optik veya benzeri yollarla üretilen, taşınan veya saklanan kayıtlar” olarak tanımlanan ve bilişim teknolojilerinin temel işlev aracı olan elektronik veriler, bilgisayar sistemleri tarafından otomatik olarak (değişken IP adresleri, log kayıtları, güvenlik kamerası kayıtlar vb.) oluşturulabileceği gibi kullanıcılar tarafından bilgisayar medyaları (dizüstü bilgisayar, PC, hard disk, USB Bellek, CD/DVD, bilgisayar işletim sistemi vasıtasıyla çalışan ve veri yüklenebilen akıllı telefon, mp3 çalar video kameralar, vb.) üzerinde de oluşturulabilmektedir. Soruşturma aşamasında olayın aydınlatılması amacıyla el konulan veya talep edilen elektronik verilerden doğrudan suçla ilgili olanlar ise elektronik delil olarak kabul edilmektedir. Elektronik delil, bir elektronik araç üzerinde saklanan veya bu araçlar aracılığıyla iletilen, soruşturma açısından değeri olan bilgi ve verilerdir. (KESER BERBER, Leyla; Adli Bilişim, Yetkin Yayınları, Ankara 2004, sy 46)
Maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen ‘yedekleme’ tabirinden, ‘imaj alma’ işlemini anlamak gerekir. Zira imaj alma, dijital medyanın alelade kopyalanması değil aktif, silinmiş veya artık alanlarında bulunan verilerin, orijinal medyadaki haliyle bire bir aynı, adeta aynadaki görüntüsü gibi yedeklenmesidir. “Delillerin alındığı aşamadaki sıhhatinin korunması amacıyla, işlemi yapan kolluk tarafından, bilgisayarın hard diski alındığı anda öncelikle hash değeri alınarak tutanak tutulmalı ve bütün bu imaj alma, yedekleme vb. işlemler şüpheli veya vekilinin yanında gerçekleştirilmelidir.” (ÖZEN, Muharrem – ÖZOCAK, Gürkan; Adli Bilişim, Elektronik Deliller ve Bilgisayarlarda Arama ve El Koyma Tedbirinin Hukuki Rejimi; Ankara Barosu Dergisi, sayı:2015/1 Yıl:73)
CMK’nın 134. maddesi uyarınca arama kararı, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hakim tarafından verilir. Diğer koruma tedbirlerinin aksine, suç üstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde dahi Cumhuriyet Savcısı bu kararı veremez. Cumhuriyet Savcısı tarafından, gecikmesinde sakınca bulunan hal gerekçesiyle verilen arama kararına istinaden yapılan aramada elde edilen dijital delillerle ilgili sonrasında hakim tarafından el koymanın onanması ve CMK 134. madde uyarınca incelenmesi kararı verilse dahi, bu kararlar, savcı emri ile yapılan aramada elde edilen delilleri hukuka uygun hale getirmez. “Zira, ceza muhakemesinde, ancak hukuka uygun yollarla elde edilmiş deliller soruşturma ve yargılamaya konu edilebilir, aksi halde, kanunda öngörülen usullerden birine dahi uyulmaması durumunda, elde edilen delil “kanuna aykırı delil” olacak ve herhangi bir hukuki anlam içermeyecektir.” (ÖZEN – ÖZOCAK, Ankara Barosu Dergisi, 2015/1 Yıl:73)
CMK’nın 134. maddesi, dijital medyaların önce mahallinde incelenmesini, bilgisayar programlarına veya kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde ise bilgisayarlara el konulmasını öngörmektedir. Bu hüküm uygulamada bazı sıkıntılara yol açmaktadır. Zira, bilgisayarda yerinde inceleme yapılması çoğu kez mümkün ve sıhhatli olmayıp, teknik yetersizliklerden dolayı imaj da alınamamaktadır. Dijital delillerin hukuka uygun yöntemlerle elde edildiğinin kabul edilebilmesi bakımından bu nokta önemlidir.
Ceza muhakemesinde deliller kanuna uygun olmalı ve kanuna uygun yöntemlerle elde edilmelidir. Adil yargılanmanın sağlanabilmesi, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında toplanan bulguların delil değeri taşıyabilmesi için, şüpheli veya sanıktan elde edilen dijital verilerin, yasa ile sınırları belirlenmiş teknik gerekliliklere uygun olarak toplanması ve sonucunda yargılama makamlarına eksiksiz, bozulmamış halde sunulması gerekmektedir. Yasa koyucunun, CMK’nın 134. maddesini ayrıntılı olarak düzenlemesinin amacı da budur. Dijital delillere harici müdahalenin teknik olarak mümkün olması, çoğu zaman kim tarafından hangi tarihte müdahale yapıldığının da belirlenememesi karşısında, güvenli bir şekilde el konulup incelenebilmesi için mahallinde imaj alındıktan sonra orijinal medyanın şüpheliye bırakılması gerekmekte ise de bu şart soruşturma yapan kolluk personelinin teknik yetersizliği, ekipman yokluğu, ortamın incelemeye elverişli olmaması gibi nedenlerle yerine getirilememektedir.
Bu itibarla arama ve elkoymanın özel bir hali olarak CMK'nın 134. maddesinde düzenlenen ve özel hayatın gizliliğine daha fazla müdahale içermesi nedeniyle yasa koyucu tarafından genel arama ve elkoymadan daha sıkı koşullara tabi tutulan bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama ve elkoymanın bu özelliği gözardı edilmek suretiyle, aramayı gerçekleştiren kişilerce elkoyma işlemine geçildiği sırada sistemdeki verilerin yedeklemesi (imaj-adli kopya) yapılmadan ve yedekten bir kopya alınıp şüpheli veya vekiline verilmeden, ya da yukarıda yazılı nedenlerden dolayı mahalde yedekleme ve yedekten kopya verme olanağının bulunmadığının objektif olarak kabulünde zorunluluk bulunan hallerde, aramayı yapan kolluk birimince dijital delillere müdahaleyi önleyecek şekilde, seri numaraları tutanağa yazılmak suretiyle usulüne uygun olarak zapt edilip mühürlenmeden, şüpheli veya müdafiinin istemesi halinde nezaret etme ve denetleme imkanı sağlanarak inceleme mahalline kadar eşlik etmesi sağlanmadan ve bu yerde şüpheli veya müdafiinin hazır bulunmasına imkan verildikten sonra mümkün olan en kısa süre içinde mühür açılıp, dijital medyanın derhal imajının alınarak ilgilisine de imajlardan bir kopya ve orijinal medya teslim edilmeden, yine sanık veya müdafiinin mühür açma işlemi sırasında hazır bulunmasının mümkün olmadığı hallerde, mühür açma işleminin arama ve el koyma kararını veren hakimin huzurunda açılarak imaj alma işleminin bu sırada yapılması yoluna gidilmeden inceleme yapılması halinde arama ve elkoyma işleminin yasaya ve hukuka uygunluğundan bahsetmek mümkün olmadığı gibi bu yolla elde edilen delillerin de hukuka uygunluğu tartışılır hale gelecek ve yargılama makamınca hükme esas alınması mümkün olamayacaktır.
d- Avukat Bürolarında Arama ve Elkoyma
Ceza Muhakemesi Kanunu ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, avukatın bürosunda ve ikametinde elkoyma ile ilgili işlemleri genel hükümlerden ayrıksı ve istisnai olarak düzenlemiştir. Zira avukatın sır saklama yükümlülüğünün korunması, savunma hakkının önemli bir uzantısıdır.
Avukatlık Kanunu’nun 36. maddesinde, “Avukatların, kendilerine tevdi edilen veya gerek avukatlık görevi, gerekse .......i ve barolar organlarındaki görevleri dolayısıyla öğrendikleri hususları açığa vurmaları yasaktır” denilmiş, ikinci fıkrada ise avukatların öğrendikleri hakkında ancak müvekkillerinin izin vermesi durumunda tanıklık edebileceği, ancak bu halde de tanıklıktan çekinme hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Avukatlar hakkındaki arama ve elkoyma koruma tedbirleri de özel olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucunda avukatın mesleği gereği elinde bulunan, savunmaya dair olan ve müvekkili ile ilgili belgelerin genel kurallara göre yapılacak aramada ve el koymada açığa çıkmasının önüne geçilmiş, avukatın sır saklama yükümlülüğüne uygun kurallar getirilmiştir.
CMK’nın 130. maddesinde,
“(1) Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir. Baro başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur.
(2) Arama sonucu elkonulmasına karar verilen şeyler bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda, bu şey ayrı bir zarf veya paket içerisine konularak hazır bulunanlarca mühürlenir ve bu konuda gerekli kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu saptadığında, elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan işlemi belirten tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, yirmidört saat içinde verilir.
(3) Postada elkoyma durumunda bürosunda arama yapılan avukat veya baro başkanı veya onu temsil eden avukatın karşı koyması üzerine ikinci fıkrada belirtilen usuller uygulanır.” denilmektedir.
Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesinde,
“(1) Avukatların avukatlık veya...... ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.
(2) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanun'unun duruşmanın inzibatına ilişkin hükümleri saklıdır. Şu kadar ki, bu hükümlere göre avukatlar tutuklanamayacağı gibi, haklarında disiplin hapsi veya para cezası da verilemez.”
Avukat bürolarında arama, mutlaka bir mahkeme kararına istinaden, Cumhuriyet savcısının denetiminde ve baro temsilcisi arama tanığı sıfatıyla hazır bulunduğu halde yapılabilecektir. Bu esnada, genel arama bölümünde aramanın ne şekilde yapılacağına dair belirtilen kurallara riayet edilmelidir.
CMK’nın 130/2. maddesine göre, avukat bürosunda yapılan arama sonucu elde edilen delillerin, avukat-müvekkil arasındaki mesleki ilişkiye dair olduğu hususundaki itiraz, bürosu aranan avukat veya aramada hazır bulunan baro temsilcisince yapılabilir. Bu durumda, itiraza konu delil, okunmaksızın ve incelenmeksizin ayrı bir delil torbası içerisine konularak mühürlenir ve itirazı karara bağlaması için hakime teslim edilir. Hakim, elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki mesleki ilişkiye dair olduğuna karar verirse, mezkur delil avukata iade edilir. Aksine karar verildiğinde ise bu delil artık soruşturma kapsamında, soruşturma makamlarınca incelenip değerlendirilir. Bu kararlar yirmi dört saat içinde verilir.
Avukat konutları ile ilgili düzenleme, Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesinde olup, aramaya dair istisnai kurallar yalnızca avukatların görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri iddia edilen suçlarla sınırlıdır. Yani soruşturma konusu suç, şüphelinin avukatlık mesleği ile ilgili değilse, arama CMK’daki genel arama usullerine göre yapılır.

2- ARAMADA ELDE EDİLEN BELGE VE EVRAKIN İNCELENMESİ

CMK'nın 122. maddesi aramada ele geçirilen belge ve kağıtlar incelemeye yetkili mercileri ve inceleme şeklini düzenlemektedir. Yukarıda anılan Kanun'un 122 maddesine göre,
"(1) Hakkında arama işlemi uygulanan kimsenin belge veya kağıtları inceleme yetkisi, Cumhuriyet savcısı ve hakime aittir.
(2) Belge ve kağıtların zilyedi veya temsilcisi kendi mührünü de koyabilir veya imzasını atabilir. İleride mührün kaldırılmasına ve kağıtların incelenmesine karar verildiğinde bu işlemin yapılmasında hazır bulunmak üzere, zilyedi veya temsilcisi ya da müdafii veya vekili çağrılır; çağrıya uyulmadığında gerekli işlem yapılır.
(3) İnceleme sonucu soruşturma veya kovuşturma konusu suça ilişkin olmadığı anlaşılan belge veya kâğıtlar ilgilisine geri verilir.”
Kolluk görevlileri arama işlemi sırasında belirtilen nitelikte kağıtlara rastladıklarında bunları ilgilinin rızası olsa bile okumayarak bir zarfa koyacak ve mühürleyecektir. Kolluk görevlileri, soruşturma ve kovuşturma konusu suçla ilgilisi olmayan ve belgelerin incelenmesi sırasında öğrenilen kişilere ait özel bilgilerin, kişisel veri olarak korunması gerektiğini, maddenin amacının ilgilinin suçla ilişkisi bulunmayan ve onun özel hayatı ve ilişkilerine dair yazıların ne surette olursa olsun başkaları tarafından okunmamasını sağlamak ve böylece özel hayatın dokunulmazlığını güvence altına almak olduğunun göz önünde tutmalıdır. Nitekim, Adli ve Önleme Arama Yönetmeliği'nin 16/2. maddesinde kolluk görevlilerinin aramada ele geçen belge ve kağıtları inceleme yetkisi bulunmadığı vurgulanmıştır. Buna göre; "kolluk arama sırasında ele geçen belge ve kağıtlara suçla ilgili olup olmadığını tespit amacıyla incelemeksizin bakabilir, suçla ilgili olabileceğinden şüphelendiği anda Kanun'un öngörüldüğü şekilde incelenecek belge ve kağıtları ambalajlayarak mühürler."
Maddede açıkça belirtildiği üzere belge ve kağıtlara zilyedi veya temsilcisi el konulan bu belge ve kağıtların değiştirilmesini önlemek amacıyla kendi özel mührünü koyabilir veya imzasını atabilir. Mührü kaldırarak incelemeye karar verildiğinde hazır bulunmak üzere zilyedi veya temsilcisi ya da müdafii veya vekili çağırılır. Çağrıya uyulmasa da mühürler açılarak incelemeye geçilebilir.
Hakimin ve savcının yapacağı inceleme kağıdın delil olma veya müsadere edilebilir özelliğine sahip olup olmadığını anlamak için içeriğinin incelenmesidir. Hakim bunun için gerekli görürse bilirkişiye başvurabilir. Aramayı yapan memurun kağıtları yanına alması el koyma değil geçici olarak emniyet altına almaktır.(Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku Ankara, 2012 sf.369)
Arama sırasında, devlet sırrı niteliğinde olan belgelere de rastlanabilir. 5271 sayılı CMK’nın 125. maddesine göre;
“(1) Bir suç olgusuna ilişkin bilgileri içeren belgeler, Devlet sırrı olarak mahkemeye karşı gizli tutulamaz.
(2) Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belgeler, ancak mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından incelenebilir. Bu belgelerde yer alan ve sadece yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgiler, hâkim veya mahkeme başkanı tarafından tutanağa kaydettirilir.
(3) Bu Madde hükmü, hapis cezasının alt sınırı beş yıl veya daha fazla olan suçlarla ilgili olarak uygulanır.”
Anılan maddenin gerekçesi incelendiğinde, mahkemelerin, resmi devlet kurumlarından, niteliklerini öngörerek isteyeceği devlet sırrı niteliğindeki belgelerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Şu halde Cumhuriyet savcısı soruşturma aşamasında CMK’nın 122. maddesi gereğince, arama esnasında sanıklardan ele geçecek belgeleri inceleyebilecek, bu belgelerin devlet sırrı niteliğinde olduğu şüphesine ulaştığı halde ise yalnızca 125. madde uyarınca işlem yapılması için belgeleri muhafaza altına alabilecektir. Fakat yalnızca mahkemeye ait olan yetkiyi kullanma anlamına gelecek şekilde, bu belgelerin niteliğine ilişkin araştırma yapamayacaktır. Kolluk personelinin ise yukarıda belirtildiği üzere normal belgelerde dahi inceleme yetkisinin çok kısıtlı olduğu dikkate alındığında, devlet sırrı niteliği taşıyan belgeleri incelemesinin mümkün olmadığı kabul edilmelidir. Kolluk görevlisi arama esnasında, belgenin soruşturma konusu suçla ilgili olup olmadığının tespiti ile sınırlı olan ön incelemesinde, bir belgenin devlet sırrı niteliğinde olduğundan kuşkulanır ise derhal Cumhuriyet savcısına bilgi verip, evrakı mühürlü zarf içinde Cumhuriyet savcısına teslim etmeli, Cumhuriyet savcısı ise yukarıda açıklanan silsile doğrultusunda usuli işlemleri tamamlamalıdır.

3- ARAMANIN HUKUKA AYKIRILIĞI VE BU AYKIRILIĞIN SONUÇLARI:

Aramanın hukuka aykırı olması, arama karar veya emrinin ya da aramanın icrasının hukuka aykırı olması anlamına gelmektedir. Hukuka aykırılık, bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanmasıdır. Kanuna aykırılıktan daha geniş bir içeriğe sahip olan hukuka aykırılık kavramının çerçevesi ve kapsamı belirlenirken gerek pozitif hukuk kurallarına gerekse temel hak ve hürriyetlere ilişkin evrensel hukuk ilkelerine aykırılık bulunup bulunmadığı gözetilmelidir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin 22.06.2001 gün ve 2-2 sayılı kararında, “Hukuka aykırılık en başta milli hukuk sistemimiz içinde yürürlükteki tüm hukuk kurallarına aykırılık anlamına gelir. Bu çerçeve içinde, anayasaya, usulüne uygun olarak kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere, kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere, tüzüklere, yönetmeliklere, içtihadı birleştirme kararlarına ve teamül hukukuna aykırı uygulamaların tümü hukuka aykırılık kavramı içinde yer alır. Bunun dışında, hukuk sistemimiz, hukukun genel ilkeleri adı verilen ve uygar dünyanın tüm medeni ülkelerinde uygulanan kuralları da hukuk kuralı olarak kabul etmektedir. Hukukun genel ilkelerinin neler olduğu konusunda bir belirsizlik olsa da, hukukun genel ilkelerinin hukuki bağlayıcılığı bulunduğu gerek uygulamada gerekse doktrinde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkememiz de birçok kararında, hukukun genel ilkelerinin varlığını kabul etmenin hukuk devletinin gereklerinden biri olduğunu ve bu ilkelerin yasa koyucu tarafından dahi yok edilemeyeceğini hükme bağlamıştır. (Örneğin, E. 1985/31 K. 1986/1, KT. 17.3.1986, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S.22. s.115) Anayasa Mahkemesi’nin bu görüşleri çerçevesinde hukukun genel ilkeleri, yasalardan, hatta Anayasa’nın değiştirilebilir hükümlerinden de üstün bir konuma getirilmiştir” denilmektedir.
Bu itibarla aramanın hukuka uygun olup olmadığı arama tedbirine başvurulma şartları ve uygulanmasıyla ilgili gerek pozitif hukuk kuralları gerekse evrensel hukuk kaideleri göz önünde bulundurularak bütüncül bir bakış açısıyla belirlenmelidir.
Aramanın hukuka aykırı olmasının ceza muhakemesi açısından sonucu arama sonucunda elde edilen delillerin hükme esas alınamamasıdır. CMK'nun 217. maddesinde,
"(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” denilmiş; aynı Kanun'un 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinde de ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması halinde reddolunacağı ifade edilerek, hukuka uygun olarak elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı açıklanmıştır. Kaldı ki, aynı Kanun'un 230. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mahkumiyet hükmünün gerekçesinde delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur.
Her şekle aykırılığın aynı zamanda bir hak ihlaline de yol açacağı şeklindeki bir kabul isabetli değil ise de bu şekle aykırılık, elde edilen delilin güvenilirliğini tartışmalı hale getiriyorsa, herhalde hükme esas alınmaması gerekir.
Ancak usulüne göre alınmış arama kararına istinaden, herhangi bir hak ihlaline neden olunmadan yapılan, güvenirliği konusunda kuşku bulunmayan arama sonucunda ele geçen delillerin, sadece arama sırasında bulunması gereken kişilerden birinin orada bulundurulmaması suretiyle şekle aykırı hareket edildiğinden bahisle “hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil” sayılmaları ve mahkumiyet hükmüne dayanak teşkil edememeleri de kabul edilemez.
Bu açıklamalar ve ilkeler çerçevesinde dosya incelendiğinde;
...... Ağır Ceza Mahkemesinin 20.03.2008 gün ve 2008/421 D. İş sayılı arama kararına istinaden ....., .... ve Ulusal Kanal Genel Merkezlerinin ..... Sokak No:-- ..../... adresinde kollukça yürütülen arama faaliyetinde,
-Arama kararının gecikmesindeki sakıncalı ve zorunluluk gerektiren durum açıklanıp gösterilmeksizin CMK’nın 250. maddesiyle yetkili mahkeme tarafından, yetki sınırlarının dışında olan..... ili için arama kararı verildiği;
-Arama kararında gece vakti arama yapılmasına izin verilmesini haklı kılacak yasal bir gerekçe gösterilmediği gibi ekindeki soruşturma evrakında da buna dair somut olgu ve kanıtların tespit edilemediği;
-Kolluk tarafından 21.03.2008 günü saat 04:00 sıralarında, arama yapılacak binaya, işlem tanıkları olan .... Mahallesi Muhtarı ..... ve aza .... olduğu halde gelindiği; bu esnada binada, güvenlik görevlisi ...., iki partili ve genel başkan olan sanık ...’in bulunduğu; kolluk ekiplerinin önce binanın dördüncü katındaki genel başkanlık makamı ve eklerinin bulunduğu yere gittikleri ve aramaya oradan başlandıktan yaklaşık kırk beş dakika sonra avukatlar ..... ve ...’in aramaya katıldıkları, bu katılım öncesinde genel başkanlık ve genel sekreterlik bölümlerinde aramanın tamamlandığının da parti avukatlarınca iddia edildiği; çok sayıda kolluk görevlisinin binanın katlarına ve odalarına arama faaliyeti için dağıldıkları; bu esnada muhtar ve azanın büyük salon tabir edilen yerde bekletildikleri ve bağımsız bölümlerde yapılan hiçbir aramanın bu şahısların huzurunda yapılmadığı; aramalarda elde edildiği iddia edilen özellikle CD/DVD gibi dijital medyalara seri numaraları ve ayırt edici özellikleri yazılmayarak el konulduğu; aramaya katılan polislerce, binada ele geçirildiği iddia edilen CD/DVD, disket gibi medyaların tamamının ilgililerce paraflandığı beyan edilmesine rağmen, özellikle iddianameye ve gerekçeli karara konu edilen ve suç unsuru içerdiği kabul edilen ve makam katında girişin karşısındaki sekreter odasının sağ tarafında bulunan masaya ait etajerin çekmecesinden çıktığı iddia olunan ...., ... ve .. marka olmak üzere dört adet CD üzerinde avukatların veya sair ilgililerin paraflarının olmadığı; ayrıca .... Genel Başkanı sanık ....’in saat 07:30-08:30 sıralarında gözaltına alınarak arama mahallinden götürüldüğü, bu nedenle aynı gün saat 17:45’te sona erdiği anlaşılan arama faaliyetinin genel başkan olan .....'in yokluğunda yapıldığı;
-Ayrıca sanıklar ve müdafiileri tarafından, arama mahalline tutanakta imzası bulunanların dışında ve sayıca çok fazla kolluk görevlisinin girerek aramaya katıldığı; kolluk görevlilerinin birçok bağımsız bölüme avukatlar ve ilgililerin yokluğunda girerek arama faaliyetinde bulundukları iddia edilmiş olmasına rağmen yerel mahkeme tarafından bu hususların dikkate alınmadığı;
-Mezkur arama kararında CMK’nın 134. maddesi uyarınca, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma yapılabilmesine dair hiçbir hüküm olmadığı halde, arama kapsamında tüm dijital medyalara yasaya uygun el koyma gerekçesi dahi yazılmadan el konulduğu, mahallinde imajlarının alınmadığı ve ilgili avukatların talebine rağmen kopya verilmediği, tüm dosya kapsamı ile mahkemece celp edilip dosya arasına örneği konulan ..... Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2010/318 esas ve 2010/1154 karar sayılı kararından anlaşılmıştır.
Ayrıca;
a-.... Ağır Ceza Mahkemesinin 20.03.2008 gün ve 2008/421 D. İş sayılı kararında yasal gerekçe ve somut olgu belirtilmeden gece vakti arama yapılmasına izin verilmesi; mahkemenin, CMK’nın 250. maddesi uyarınca belirlenen yargı çevresi dışındaki bir mahal için, haklı gerekçeleri ve dayanakları gösterilmeden verdiği arama kararı ile arama yapılması; avukatların beklenmesi durumunda aramanın sonuçsuz kalmasına neden olabilecek sebepler belirtilmeden avukatların yokluğunda aramaya başlanması; işlem (arama) tanıklarının tüm arama işlemlerine katılımının sağlanmayarak yalnızca bir bölümde tutulması; bahse konu arama ve el koyma kararında, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma yapılabilmesine dair CMK’nın 134. maddesi uyarınca açık bir ibare bulunmadığı halde yapılan aramada elde edildiği iddia olunan tüm dijital medyalara, seri numaraları ve ayırt edici özellikleri yazılmayarak ve arama mahallinde imaj alınmadan, ilgilisine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması ve bu suretle elde edilen delillerin sanıklar...., ...., ..., ..., ...., ...., ..., ....,.....,.....,....., ve dolaylı olarak birçok sanık bakımında suç delili olarak hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 116-127, 134, 162 ve 217. maddelerine muhalefet edilmesi;
b-Avukat olan sanıkların büro ve ev aramalarına ilişkin olarak,
aa) Sanıklar .... ve ...’ın avukatlık bürolarında yapılan arama faaliyetinin incelenmesinde; CMK’nın 250. maddesi uyarınca belirlenen yargı çevresi dışındaki bir mahal için, haklı gerekçeleri ve dayanakları gösterilmeden verilen mahkeme kararlarında bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma yapılabilmesine dair CMK’nun 134. maddesi uyarınca açık bir ibare bulunmadığı halde, kollukça sanıkların avukatlık bürolarında yapılan aramalarda ele geçen dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, sanıklara veya müdafiilerine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun olmayan gerekçe ile el konulması; yine dijital ve basılı doküman şeklindeki bir çok delilin avukat-müvekkil ilişkisine dair olduğu iddiaları karşısında, CMK’nın 130/2. maddesi uyarınca, bu iddiaya konu delillerin incelenmeksizin mühürlenerek hakim önüne götürülmesi ve hakimin karar vermesinden sonra sonucuna göre işlem yapılması gerekirken, bu hususta bir karar alınmaksızın delillerin incelenmesi ve bu suretle elde edilen delillerin hükme esas alınması;
bb) Bunun yanında sanık.....’in evinde yapılan aramaya gelince,
Yukarıda belirtilen dijital delillerin elde edilmesindeki hukuka aykırılıkların yanında, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesi uyarınca, avukatların görevleri sırasında ve görevlerinden dolayı işledikleri suçlardan dolayı evlerinde ve bürolarında yapılacak aramanın, kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile yapılacağı düzenlenmiş olup, yerel mahkemenin verdiği mahkumiyet kararında, sanığın bizatihi avukatlık mesleği faaliyetlerinin dahi suç unsuru olarak kabul edildiğinin anlaşılması karşısında, 26.03.2008 günü sanığın evinde Cumhuriyet savcısı ve baro temsilcisinin yokluğunda arama yapılması;
cc) Sanık.....’in aramalarına gelince; elde edilen dijital medya ve basılı doküman şeklindeki bir çok delilin avukat-müvekkil ilişkisine dair olduğu iddiaları karşısında, CMK’nın 130/2. maddesi uyarınca, bu iddiaya konu delillerin incelenmeksizin mühürlenerek hakim önüne götürüldüğü, doküman delilleri hakim tarafından incelenmiş ise de dijital delillerin, hakim tarafından bilirkişi olarak atanan kolluk personelince incelenmesi ve hakim tarafından verilen kararın bu incelemeye dayandırılması suretiyle CMK’nın 130, 134 ve 217. maddeleri ile Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesine muhalefet edilmesi;
c- CMK’nın 250. maddesi uyarınca belirlenen yargı çevresi dışındaki bir mahal için, haklı gerekçeleri (gecikmesinde sakınca bulunan ve zorunluluk gerektiren durum) ve dayanakları gösterilmeden verilen hakim kararına istinaden sanıklar ....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,....., ve bir kısım sanıklar da olduğu gibi ev veya iş yerlerinde arama yapılması suretiyle CMK’nın 161 ve 162 maddelerine muhalefet edilmesi;
d- Hakim kararında, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma yapılabilmesine dair CMK’nın 134. maddesi uyarınca açık bir ibare bulunmadığı halde, sanıkların ev veya iş yerlerinde ve dernek, siyasi parti, basın kuruluşları gibi tüzel kişilerin hizmet binalarında yapılan aramalarda hard disk, bilgisayar kasası, CD ve DVD gibi dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, ilgilisine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması ve bu şekilde elde edilen delillerin sanıklar ....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,....., gibi sanıklar bakımından hükme esas alınması suretiyle CMK’nun 134 ve 217. maddelerine muhalefet edilmesi;
e- Sanıkların ev veya iş yerlerinde ve dernek gibi tüzel kişilerin hizmet binalarında yapılan aramalarda elde edilen dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, sanığa veya müdafiine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması ve bu şekilde elde edilen delillerin sanıklar ....,.....,.....,.....,....,.....,.....,........,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,..gibi sanıklar bakımından hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 134 ve 217. maddelerine muhalefet edilmesi;
f- Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma yapılabilmesi ancak hakim kararıyla mümkün olduğu halde, Cumhuriyet savcısının yazılı emriyle veya hiçbir soruşturma makamı tarafından verilen bir karar olmaksızın yapılan aramada elde edilen dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, sanık veya müdafiine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması ve bu şekilde elde edilen delillerin sanıklar ....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,gibi sanıklar bakımından hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 134 ve 217. maddelerine muhalefet edilmesi;
g- 5271 sayılı CMK'nın 2/e ve 161 maddeleri ile 2559 sayılı PVSK'nın Ek 6. maddesi uyarınca bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenen kolluğunun derhal Cumhuriyet savcısına olayı haber verip, onun emri doğrultusunda soruşturma işlemlerine başlaması gerekmekte iken usulüne uygun adli arama emri veya kararı almadan delil elde etmek amacıyla olaydan belli bir süre önce verilmiş....Sulh Ceza Hakimliği’nin 2006/952 D.İş sayılı önleme araması kararı uyarınca 07.01.2007 günü sanık ......’ın sevk ve idaresindeki otomobilde yapılan arama işlemi; usulüne uygun verilmiş bir arama kararı bulunmadığından açıkça hukuka aykırı olup bu arama sonucunda elde edilen delillerin hükme esas alınması da mümkün değildir. Bu itibarla; hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işleminde elde edilen delillerin (Kuvayı Milliye 1919 Derneği üye başvuru formları ve on üç adet not kağıdı) ve buna ilişkin düzenlenen tutanağın sanıklar ....,.....,.....,.....,yönünden yerel mahkemece hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 116 ve devamı maddeleriyle 217. maddesine muhalefet edilmesi;
h- Arama sırasında elde edilen belgelerin ve kağıtların incelenmesiyle ilgili uygulamaların değerlendirilmesinde, sanıklar ....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.....,.....,.....,....,.......,.....,....,.....,.....,....., ve ...’da olduğu gibi aramalarda ele geçen evrak ve kağıtları inceleme yetkisinin CMK’nın 122/1 maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısı ve hakime ait olduğu nazara alınmadan, doğrudan kolluk personelince incelenmesi suretiyle oluşturulan doküman inceleme tutanaklarının bu haliyle hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 122 ve 217. maddelerine muhalefet edilmesi;
ı- İşlem tarihinde askeri mahal olduğu kabul edilen lojman, kışla, birlik gibi kapalı alanlarda yapılan aramaların Cumhuriyet savcısının istem ve katılımı ile askeri makamlar tarafından yerine getirileceğine ilişkin kurallara riayet edilmeyip, sanıklar ....,....., ....., ..... ve ...’un askeri mahalde bulunan aramalarına emniyet mensuplarının da iştirak etmesi ve bu şekilde elde edilen delillerin hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 119/5 ve 217. maddesine muhalefet edilmesi;
i- Sanıklar .... ve ....erilen arama kararı ile yapılan arama sonucu tutulan tutanağın Yargıtay denetimine imkan vermek üzere dosya kapsamında bulundurulması gerektiğinin gözetilmemesi;
Usul ve yasaya aykırı görülmüştür.

VII- KOVUŞTURMA AŞAMASINA İLİŞKİN İŞLEMLER
A- TANIKLIK

Ceza Muhakemesinde önemli yer tutan tanıklık, yargılamaya konu fiilin fail tarafından işlenip işlenmediği ya da nasıl işlendiği konusunda yargılama makamının kanaate ulaşmasını sağlayan kanıtlardan birisidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251 esas 2013/454 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere tanık, kendisine karşı yürütülmeyen bir ceza soruşturmasında, olay hakkında beş duyu ile edindiği algılamaları ifadesiyle açığa vuran kişidir.
Tanığın açıklamalarının değerlendirilebilmesi için onun kim olduğunun bilinmesi bir zorunluluk teşkil etmektedir. Bu itibarla, tanıkların sanığın ceza görmesinde veya beraat etmesinde herhangi bir yararı ve aralarında bir dayanışma hissi bulunup bulunmadığının tespit edilmesi ve tanıklığın değerlendirilebilmesinin de dikkate alınması gerekir. Nitekim CMK'nın 58/1. maddesinin "...gerekirse tanıklığa ne dereceye kadar güvenilebileceği hakkında hakimi aydınlatacak durumlara, özellikle şüpheli, sanık veya mağdur ile ilişkilerine dair sorular yöneltilir." hükmü formalite gereği değil, tanığın kim olduğunun henüz beyanına başvurulmadan önce belirlenebilmesi ve yapacağı açıklamaların güvenirliğinin dinleyen makam tarafından test edilmesi amacıyla getirilmiştir.
Kural olarak ceza muhakemesinde taraf sıfatı bulunanların tanık olarak dinlenmemesi gerekir. Bu nedenle davanın tarafı olan sanık ve şüphelinin tanık olarak dinlenmesini Ceza Muhakemesi Kanunu düzenlememiş ancak şeriklerin tanıklığına imkan sağlamıştır.
Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre, görülmekte olan davada yargılanan sanığın, suç ortağı hakkında tanık olarak dinlenilmesi mümkündür. CMK'nın 50. maddesinde soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar tanık olarak dinlenebilirler, ancak bu tanıkların yeminsiz olarak dinlenmeleri gerekmektedir. Suç ortağının vereceği ifade, kendisinin de suçlanması sonucunu doğuracaksa, tanıklıktan çekinme olanağına sahiptir. (CMK m.48)
CMK'nın 48. maddesinde, temelini Anayasanın 38/5. madde hükmünden alan ve adil yargılanma hakkını güvence altına alan bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Çekinme hakkı hatırlatılmadan tanığa bu tür soruların yöneltilmesi sonucu alınan cevaplar hukuka aykırı biçimde elde edilen kanıt niteliğindedir, (CMK m.206/a ve m.217/2) hukuka aykırı delil de hükmü esas alınamaz. (YCGK 12.11.2013 2013/1-251, 2013/454)
Sanığın kendisinin de katıldığı suçlarla ilgili tanık sıfatıyla dinlenmemesi, sanığın açıklamalarının delil niteliği taşımayacağı anlamına gelmemektedir. Örneğin, diğer örgüt üyeleri kabul etmediği halde örgüt üyelerinden birisinin suçu birlikte nasıl işlediklerini samimi olarak anlatması ve destekleyişi kanıtların da bulunması halinde elbetteki bu beyan delil olarak değerlendirilecektir. Bu bakımdan bir anlatımın "tanık beyanı" veya "sanık beyanı" olarak adlandırılmasının çok önemi de bulunmamaktadır.
AİHM'nin gizli tanıklığın koşullarına dair verdiği (Ellis, Simms ve Martin-İngiltere, Daire Kararı) kararda özetle,
-Tanığın kimliğinin gizli tutulması için haklı bir neden olmalıdır;
-Mahkeme tarafından gizli tanığın beyanının mahkumiyet kararı verilmesi için tek veya esaslı unsur olup olmadığı kararlaştırılmalıdır;
-Mahkumiyet kararının tek veya ana dayanağı gizli tanığın ifadesi ise, işlemleri ayrıntılı incelemeye tabi tutulmalıdır.
Bu koşullar altında tanıkların gizli dinlenmesinde kamu yararı olduğu belirtilmiştir. Aynı kararda çapraz sorgulamanın etkin şekilde yapılmasını arayarak, gizli tanığın beyanının güvenilirliğinin adil ve uygun şekilde değerlendirildiğine kanaat getirerek başvuruyu reddetmiştir. AİHM diğer dairesinin 11.12.2011 tarihli (Başvuru no: 26766/05) kararı da aynı prensipler tekrar edilmiştir.
Sanığın kendisinin katılmadığı, suç ortaklarının gerçekleştirdiği diğer suçlarla ilgili tanık sıfatıyla dinlenmesi mümkündür. Bir kişinin aynı suça iştirak etmediği takdirde iki sıfatı (tanık-sanık) birden taşınmasında engel bulunmamaktadır.
AİHM de suç ortaklarının tanıklığını kabul etmektedir. Mahkemeye göre ifadenin tanık tarafından değil de kendisi de sanık olan biri tarafından verilmiş olmasının hiçbir önemi bulunmamaktadır. Bu ifade elle tutulur derecede mahkumiyetin temeli olabilecek nitelikte ise, sözcüğün dar anlamında bir tanık tarafından mı, kendisi de sanık olan biri tarafından mı verildiğinden bağımsız olarak, iddia makamı için bir delildir. Çünkü mahkemeye göre, tanık teriminin AİHS sisteminde "özerk" bir anlamı bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak da AİHS'nin 6/1 ve 6/3-d maddesinin tanığa sağladığı güvenceler, sanık olup açıklamaları “tanıklık” olarak değerlendirilebilecek kişiler bakımından da devreye girebilecektir. Bu bağlamda AİHM'e göre, suça iştirak eden, olayın mağduru, şikayetçi devletin görevlendirdiği gizli/gizli olmayan soruşturmacı ya da tanık olabilir.
Gizli tanıklık, kovuşturmanın aleniliği, yargılamanın doğrudan doğruyalığı ve kovuşturma aşamasında tüm yargılama süjelerinin huzurunda delillerin tartışılıp maddi hakikate ulaşması ilkelerine aykırı olmakla beraber kanun koyucu, suç örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda maddi gerçeğe ulaşmak adına bu prensiplerden vazgeçmeyi göze almıştır.
Tanık Koruma Kanunu ve CMK'nın 58/2-5. fıkralarında tanıkların korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Bu düzenlemelere göre gizli tanık deliline başvurabilmek için,
1-CMK'nın 58/5. maddesinde tanıklığa konu eylemin bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş bir eylem olması aranırken örgütün faaliyeti dışında işlenen tüm suçlar kapsam dışı bırakılmıştır. Tanık Koruma Kanunun'da örgütlü suçlar için ceza alt sınırının iki yıl ve daha fazla olması şartı getirilmiştir. Sadece terör örgütünün faaliyetleri kapsamında değerlendirilen suçlar için alt sınır konulmamıştır. (TKK.nun m.3/1-b) Bunun yanında örgüt kapsamında işlenmese bile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve alt sınırı on yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren tüm suçlar Tanık Koruma Kanunu kapsamında değerlendirilmiştir.
2-Tanığın taraflar huzurunda dinlenilmesi, tanık ya da yakınları adına ağır tehlike oluşturmalı ve bu tehlike de başka türlü önlenemiyor olmalıdır. Tanık Koruma Kanunu'nun 1. maddesi uyarınca tehlikelerin ağır ve ciddi olması gerekmektedir. Tehlikenin niteliği, tanığın subjektif algılaması ile değil yetkili makamlarca her somut olayın özelliğine göre yapılacak değerlendirmeyle saptanmalıdır.
AİHM, tanıktaki genel bir korkudan ötürü tanığın dinlenilmemesini kabul etmemektedir. (AL-KHAWA ve Tahery/İngiltere-AİHM Büyük Dairesi Kararı) Korku, doğrudan doğruya yargılanan sanık veya onun yakınlarından kaynaklı olmalıdır. Böyle bir somut korku nedeni yoksa, tanığın korkusunun varlığının başka delille desteklenmesi gereklidir. Bunun için öncelikle tanığın ya da yakınlarının karşılaştığı somut tehdit ve baskılar kolluk görevlilerince belirlenip, yetkili makama sunulmalı, yetkili makamca da bu hususlar göz önünde tutarak, tanığın korkularının yerinde olup olmadığına karar verilmelidir. Ayrıca gerekli görülmesi halinde de özel tedbirler ve alternatiflerle korkunun giderilip giderilemeyeceği değerlendirilmelidir.
Tanığın, sanıkla yüz yüze geldiğinde mahcubiyetten korkması ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişinin kendisi olduğunun ortaya çıkmasıyla uğrayacağı itibar kaybı kaygısı “ağır tehlike” kavramı kapsamında değerlendirilemez.
Bu değerlendirmeyi yapacak kişi soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısıdır. Polisin veya jandarmanın bu konuda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle soruşturmada gizli tanıklar kesinlikle Cumhuriyet savcısı tarafından dinlenmelidir. Kovuşturma aşamasında ise, değerlendirmeyi tanığı dinleyecek olan mahkeme yapacaktır. Mahkeme soruşturma aşamasında koşullar oluşmadığı halde gizli tanık statüsü verilen tanığın bu statüsünü devam ettirmemelidir. Koşulları varsa 5726 sayılı Kanun'un 5. maddesindeki tedbirler uygulanmalıdır.
AİHM, tanığın kimliğini gizleme gerekçesinin tutarlığının ve dayanaklarının araştırılmamış olmasını Sözleşmenin 6. maddesine aykırı bulmuştur. (Visser ve diğerleri/Hollanda 2002) Diğer yandan AİHM, polislerin ve benzer statüde görev yapan kamu görevlilerinin kimliklerinin gizli tutulmasını ancak özel koşulların varlığı halinde kabul etmektedir. (Vanmechelen/Hollanda 1997)
CMK'nın 58/2. maddesine göre gizli tanığın kimliğinin ortaya çıkmaması için mahkeme 5726 sayılı Tanık Koruma Kanununun 9. maddesinde belirtilen tedbirlere başvurabilir.
Gizli tanık kovuşturma aşamasında, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan dinlenilebileceği gibi tarafların huzurunda ancak, duruşma salonunun dışında başka bir odada görüntü ve sesi salona aktarılarak gerektiğinde ses ve görüntüsü değiştirilerek ya da duruşma salonunda bulunmakla birlikte kabin, perde vs. gibi tanınmasını engelleyecek şekilde tedbirler alarak dinlenebilir.
Gizli tanık, tanıklık ettiği olayları hangi nedenle öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlü olduğu gibi, bu bilgiyle de beyanının gerçeğe uygunluğu denetlenmeli, bunun yanında sanık ve tarafların tanığın kimliğini ortaya çıkaracak soru sorması engellenmelidir.
Ancak hangi yöntemle dinlenilirse dinlenilsin CMK'nın 58/3. maddesinin son cümlesine göre "soru sorma hakkı bulunanların soru sorma hakkı” saklıdır.
Tanık Koruma Kanunu'nun 9/8. maddesine göre gizli tanık beyanı tek başına hükme esas alınamaz. Özellikle mahkumiyet kararı, ek başka delil olmadıkça, yalnızca gizli tanık beyanı esas alınarak verilemez. Dinlenen gizli tanığın birden fazla olmasının da önemi yoktur. Delil türü olarak yalnızca gizli tanık beyanına dayanılarak mahkumiyet kararı kurulamaz.
Anayasa'nın 36/1. maddesine göre, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanma suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak, iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
AİHS'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının d bendine göre, bir suç ile itham edilen herkes iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmeleri ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek hakkına sahiptir.
Bu düzenlemeler karşısında, mahkemenin, iddia makamının tanıkları yanında katılan ya da sanık tarafının tanık dinletme taleplerini de adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirip karara bağlanması gerekir.
Kovuşturma aşamasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla beraber eğer bir mahkumiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında sorgulama ve sorgulatma olanağı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları AİHS'nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bir tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık mutlaka duruşmada dinlenmeli ve taraflara soru sorma imkanı sağlanmalıdır.
Bir kimse hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde tanıklara soru yöneltilebilmesi onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu test etme olanağına sahip olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir. Böylece suçlanan kişi aleyhindeki tanık beyanlarının zayıf/itibar edilmez noktalarını ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak onların güvenirliğini huzurda test edebilecek, tanığın inandırıcılığı ve güvenirliği bakımından sorduğu sorularla kendi lehine sonuçlar ortaya çıkartabilecek ve yargılama makamının uyuşmazlık konusu olayı sadece iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle değil savunmanın argümanlarıyla da algılanmasını sağlayabilecektir.
AİHS'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına, tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkanı tanınması gerektiğine işaret etmektedir. (Sadak ve diğerleri/Türkiye; B. no;29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, s.67)
CMK'nın 179. maddesine göre sanık duruşmaya tanık getirebileceği gibi mahkemeye davet de ettirebilir.
Mahkemede CMK'nın 181/1 maddesine göre tanığın dinlenmesi için belirlenen gün ve saat sanığa ve müdafiine bildirmelidir.
Sanık ancak CMK'nın 200. maddesine göre, suç ortaklarının veya tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilmesi halinde, dinleme sırasında mahkeme salonundan çıkarılabilir, ancak tekrar getirildiğinde tutanaklar okunup ve gerektiğinde içeriği anlatılır.
CMK'nın 208. maddesi gereğince, “Tanıklar, dinlendikten sonra ancak mahkeme başkanı veya hakimin izniyle duruşma salonundan ayrılabilir.”
CMK'nın 212. maddesi uyarınca, tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı okunarak hatırlamasına yardım edilir. Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışır.
CMK'nın 201. maddesine göre, Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat, sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilir. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hakim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer soru sorabilir. Heyet halinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hakimler birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir.
CMK'nın 59. maddesine göre, tanıktan tanıklık edeceği konulara ilişkin bildiklerini söylemesi istenir ve tanıklık ederken sözü kesilmez. Tanıklık edilen konuları aydınlatmak, tamamlamak ve bilgilerinin dayandığı durumları gereğince değerlendirebilmek için tanığa ayrıca soru yöneltilebilir.
CMK'nın 204. maddesinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini engelleyeceği ya da tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın duruşma salonundan çıkarılacağı, duruşmada hazır bulunması, dosyanın durumuna göre savunması bakımından zorunlu görülmezse oturumun yokluğunda sürdürülüp bitirilebileceği, ancak sanığın müdafii yoksa mahkemece barodan bir müdafii görevlendirilmesinin sağlanması, oturuma yeniden alınan sanığın yokluğunda yapılan işlemlerin açıklanması hükme bağlanmıştır.
Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çekişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dâhil dermeyan ettikleri delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi halinde, yargılama makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir. (AİHM Vidal/Belgium, B.No. 12351/86, 22/04/1992)
Bu yasal düzenlemeler ve açıklamalar doğrultusunda;
1- Birçok sanığın, tanıkların dinlendiği oturumlardan (16 oturum veya esas hakkındaki mütalaaya kadar gibi) çıkarıldığından tanıklara soru sorma ve tanık ifadelerine karşı beyanda bulunma olanağı tanınmayarak,
Disiplin cezası veya duruşmanın yönetimi kapsamında oturumlardan uzaklaştırılan sanıkların veya müdafilerinin oturuma katılımlarından sonra kendilerine, yokluklarında yapılan işlem ve alınan ifadelerinin okunmayarak (örneğin tanık .......'in beyanı alındığı oturumdan çıkartılan sanıklar ve müdafilerine okunmaması gibi uygulamalarıyla) CMK'nın 204. maddesine aykırı davranılmış ve bu suretle savunma haklarının kısıtlanması;
2- Dosyanın kapsamı da dikkate alındığında CMK'nın 181/1. maddesine aykırı olarak genellikle tanıkların dinleneceği oturumların bir takvime bağlayıp hazırlık yapmalarına olanak verecek şekilde sanıklara ve müdafilerine bildirilmemesi;
3- .....'ın ifadelerinin sanık, tanık ve gizli tanık olarak tespit edilip daha sonra bu beyanların aynı maddi olayla ilgili olarak birbirini destekler nitelikte üç ayrı kanıt olarak hükme esas alınması;
4- Tanığın beyanlarının güvenilirliğinin denetlenmesi açısından anlatımlarda geçen tarihi bilgi ve maddi vakıaların uygunluğunun araştırılıp tespitinden sonra hükme esas alınması gerekirken tanıkların, sanıkların aleyhine şahsi yorumlar yapmasına müsaade edilerek ve bu yöndeki bir kısım sanıkların itirazları dikkate alınmaksızın hayatın olağan akışıyla uygun düşmeyen tanık beyanlarının hükme esas alınması;
Bu bağlamda, tanık .....'in dosyadaki orijinal belgeye aykırı yurt dışı giriş çıkış bilgilerine uymayan beyanlarına karşı, bu belgeler getirilip tanığa sorulmaması ve beyanlarının doğruluğunun denetlenmemesi, gizli tanık Kıskaç ve gizli tanık 9'un beyanlarındaki öznel yorumları ve sanıklardan birinin eski eşinin yeni kocası olan gizli tanık ....'ın sanığa olan husumetinin bulunması hususları dikkate alındığında tanıkların tarafsızlığının ne şekilde sağlandığının ve neden ifadesine itibar edildiğinin karar yerinde açıklanmaması;
5-Gizli tanıklar 9 ve .... gibi bazı tanıkların ifadelerinin tespiti sırasında sanıklar hakaret içeren sözler sarf ederek duruşma disiplinine aykırı davrandıkları halde tanıklar hakkında disiplin tedbiri uygulanması yerine tepki gösteren sanıklar hakkında oturumdan çıkarılmalarına veya uzun süreli oturumlardan yasaklanmalarına karar verilerek savunma haklarının kısıtlanması;
6-Gizli tanık 9'un 14.11.2012 tarihli oturumda ifadesi tespit edilirken,... saldırısı soruşturmasını yürüten ..... Cumhuriyet savcıları, yargılamayı yapan mahkeme başkanı, ... onursal başsavcısı ile bir kısım siyasetçi ve kamu görevlileri hakkında iftira ve ağır hakaret içeren ve maddi gerçeklere uygun düşmeyen sözler sarf etmesi üzerine, hazır bulunan sanık ve müdafilerinin anlatımın devam etmemesi yönündeki itirazları reddedilerek, tanığın benzer şekilde anlatımlarına devam etmesine müsaade edilerek tanığın dinlenmesine ilişkin usul kurallarına aykırı davranılması;
7-Gizli tanık 9 gibi bazı tanıkların ifade vermeleri sırasında tanığın sadece bildiklerini ve gördüklerini anlatma prensibine aykırı olarak ellerinde bulunan dokümanları inceleyerek anlatımda bulunmasına ve soruları yanıtlamasına müsaade edilerek CMK'nın 59/1. maddesine aykırı davranılması;
8-Gizli tanık .... gibi bir kısım tanıkların beyanlarının gerekçeli karara aynen yazılarak olumlu ya da olumsuz değerlendirme yapılmadan hükme esas alınması;
9-Bir delilden mahkemenin hangi gerekçe ile vazgeçebileceği ya da ortaya konulması isteminin hangi nedenlerle reddedileceği CMK'nın 206/2. maddesinde açıklanmıştır. Maddenin 2/b fıkrasında “delil ile ispatlanmak istenilen olayın karara etkisi yoksa” ortaya konulmak istenilen delilin ve bu kapsamda tanığın dinlenmesi talebi de mahkemece reddolunabilir. CMK'nın 172. maddesinde sanığa ve katılanlara söylenen tanık dinletme hakkı sınırsız değildir. Davaya konu olayla ilgili olarak karara etkisi olma ihtimali bulunması halinde mahkemenin tanık dinlemesi mecburi hale getirilmektedir. Tarafların CMK'nın 178. maddesine göre hazır ettiği ya da yargılamanın seyrine göre dinlenmesini gerekli gördüğü tanıkların dinlenmelerine ilişkin talep ve haklarının ancak CMK'nın 206/2 maddesinde sayılan nedenle sınırlandırılabileceğinin kabulü gerekir.
Bununla birlikte delillerin ortaya konması çerçevesinde tanık dinleme talebinin reddi için ciddi ve açık bir nedenin bulunması, CMK'nın 206/2 maddesi uyarınca verilecek kararın gerekçesinin somut olgu ve olaylara bağlı olarak ortaya konulması gerekir.
Nitekim yerleşik Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği gibi mahkemenin tüm kararlarının Anayasanın 141/3 ve CMK'nın 34. maddesine göre akla, hukuka ve maddi olaya uygun bir açıklama içeren gerekçeye sahip olması gerekir.
Yerel mahkeme 11.01.2013 tarihli kararında, dinlenen toplam açık ve gizli tanık sayısını, bunların %37.7'sinin sanıklar ve müdafilerinin talebi ile dinlendiğini belirttikten sonra, tanık dinletme isteklerinin doğrudan reddedilmeyip yapılan değerlendirme sonucunda talebin önemli bir kısmının karşılandığı, karşılamayanların ise “davaya katkı sağlamayacağı, gayri ciddi olmaları, davanın uzamasına sebep olması ve dinlenen tanıkların niteliği ve niceliği itibariyle maddi gerçeği vuzuha kavuşturmaya yeterli olduğu bu nedenle dinlenmelerinin davaya katkı sağlamayacağı, aksine davanın yıllarca uzamasına sebep olacağı, adil yargılama ilkesinin bir unsuru olan 'davanın makul sürede bitirilmesi'ni açık bir şekilde önleyeceği” gerekçesiyle dinlenen tanıklarla yetinilmesine, başkaca tanık dinlenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçesinde belirttiği istatistiksel bilgiler tanık dinlenmesinin gerekçesi olamayacağı gibi davayı uzatmak amaçlarının ve gayri ciddiliklerini ortaya koyan maddi olaylara ilişkin somut olgular belirtilmeden, kanun metnin tekrarından ibaret cümlelere yer vermenin, gerekçeyi hukuka uygun hale getirmeyeceği gibi, savunma tarafından dinlenilmesi talep edilen tanıkların birçoğunun yargılama konusu olaya ilişkin ilgi ve görgüleri olan kişiler olup, bu tanıkların davaya katkı sağlamayacağına ilişkin tespitin de dosya içeriğine uygun düşmediği anlaşılmaktadır. Gerekçe olarak gösterilen “davanın makul sürede bitirilmesi” ilkesi, sanığın lehine konulmuş bir adil yargılama prensibi olup; bu prensip, ceza yargılamasının amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkması ve AİHS'nin savunmaya sağladığı en temel haklardan olan “tüm önemli olgu ve hukuksal sorunları yeterli biçimde açıklayabilme ve bu konuda delil ileri sürebilme”, “kararların gerekçeli olması”, “silahların eşitliği” kurallarını ortadan kaldıramaz. Ancak “gerçek adalet” makul sürede sağlanmalıdır, gerçek adaleti sağlamayan ancak makul sürede tamamlanan bir yargılama gerek kanunların gerekse AİHS'nin 6. maddesinin bir amacı olamaz. Kaldı ki makul sürenin değerlendirilmesinde, “olayın kapsamı ve güçlükleri”, “yargılamayı yürüten makam ve yargı organının tutumu”, “yargılananlar açısından yargılamanın sona ermesinin önemi” gibi ölçütler göz önünde bulundurulmaktadır. Bu bağlamda,
a- Tanık ......'ın dinlenmesi yönündeki ara karardan yeterli ve hukuki gerekçe gösterilmeden vazgeçilmesi;
b- Dinlenilmesi halinde dosyanın esasını etkileyebilecek konumda olup da sanık ... ve müdafiinin hazır ettikleri tanık ...'nın, sanıklar ... ve .....müdafiinin hazır ettiği tanıklar ....Başkanı ..., emekli ...., emekli ... ve emekli ....., sanık ...müdafiinin hazır ettiği tanık Yaşar Yazıcıoğlu'nu, sanık ... müdafiinin hazır ettiği uzman kişi ....'ı dinletme taleplerinin reddedilmesi;
c- Tanık ....'in ifadesinde geçen gazete nüshasının yayınlanıp yayınlanmadığı, 2003 yılında sanık ....'ün ...'ya gidip gitmediğine yönelik hususlar ile gizli tanık ....'ın 22.04.2007'de ...'da toplantı yaptıklarını söylemesine rağmen ....'ün koruma kayıtlarının araştırılıp araştırılmadığı bu gibi hususların karar yerinde tartışılmaması;
10- Kovuşturma başında her sanığın dinlenen tanıklara soru sorulmasına imkan verilmesine rağmen 2012 yılı Haziran ayından sonra dinlenen tanıklar yönünden ise sadece tanığın ifadesinde adı geçen sanıklara sözlü olarak soru sormalarına diğer sanıkların ise sorularını yazılı olarak Mahkeme Başkanına iletmelerine ve Mahkeme Başkanı tarafından uygun görüldüğü takdirde sorulmasına şeklinde karar verilerek, sanık veya müdafiinin soru sorulması sırasında olayla ilgisi yerine tanığın beyanında adı geçmesi gibi yasal olmayan gerekçelerle engellenmesi, bu bağlamda,
a)Tanık .....'ın dinlenmesi sırasında soruların yazılı verilmesinin istenmesi;
b)19.04.2012 tarihli oturumda sanık....'in kendisi ile ilgili beyanda bulunan gizli tanığa soru sormak istemesi üzerine müsaade edilmemesi, ısrarı üzerine sanığın oturumdan çıkartılarak tanığın sorgulanmasına devam edilmesi, gibi uygulamalarla sanıkların savunma hakkı kısıtlanarak adil yargılama haklarının ihlal edilmesi;
11-Tanık sıfatıyla soruşturma ve kovuşturma aşamasında ifadesi tespit edilmediği gibi, bir kısım beyanın da zora dayalı olup yasak delil niteliğinde bulunduğu anlaşılmasına rağmen .... isimli kişinin ifade görüntülerinin duruşmada izlettirilmesi ve mahkemenin gerekçeli karardaki ''Ancak ses kaydındaki ifadenin kötü muamele sonucu tespit edildiğine dair şüphe oluştuğundan'' tespitine rağmen bu beyan ve ifadelerinin hükme esas alınması suretiyle CMK'nın 206/2-a ve 217/1. maddesine aykırı davranılması;
12- Mahkeme başkanınca, sanık ve müdafilerinin soru sorma hakların uygun şekilde yapılmadığı gerekçesiyle engellenmesi nedeniyle,
a) Sorulara itiraz eden sanık ve müdafilerinin itirazlarının usul ve yasaya uygun gerekçelerle reddedilmesi gerekirken, duruşma görüntüleri ve tutanak içerikleri ile uyumlu olmayacak biçimde disiplini bozdukları gerekçesiyle reddedilmesi;
b) 24.01.2012 tarihli oturumda sanık ...'in maddi tespit yaparak tanığa soru sorma isteminin ve benzer şekilde bazı sanık veya müdafilerinin aynı şekilde soru sorma taleplerinin kabul edilmeyerek tanığı sorgulama hakkının ve dolasıyla savunma hakkının kısıtlanması;
c) 17.04.2012 tarihli oturumda sanık ....'in, tanığa sorduğu soruya yanıt alamamasından dolayı aynı soruyu tekrarlaması üzerine sorunun mükerrer olduğu gerekçesiyle tanığa yöneltilmesine izin verilmemesi ve benzer şekilde başka sanık ve müdafilerinin sorularının engellenmesi;
13- Kimliğinin gizlenmesine karar verilen tanıkların, kimliklerinin açığa çıkması engellenecek şekilde kamera kayıtlarının, sanık ve müdafilerine verilmeyerek ifade çözüm tutanaklarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığına dair sanıklara ve müdafilerine denetim imkanı sağlanmadan, bu ifadelerin hükmü esas alınarak CMK 217. maddesine aykırı davranılması;
14- Sanıklar..... ve ... hakkında gerekçede belirtilen tanık .....'in kolluk ifadesinin dosya kapsamında bulunmaması, gerekçeli kararın dipnotla bilgi notunda atıf yaptığı, gizli tanığın ifadesinin imzasız örneğinin dosya arasına alınması;
15- Dosya kapsamında, CMK'nın 58/3. maddesi ve Tanık Koruma Kanunu kapsamındaki düzenlemeleri göz önüne alındığında tanıkların hazır bulunanların huzurunda dinlenmelerinin ne şekilde haklarında ağır bir tehlike teşkil ettiği ve bu tehlikenin başka türlü önlenemeyeceği ya da maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacağının hususlarında sebep gösterilmeden ve herhangi değerlendirmede bulunmadan tanığın talebi üzerine tanığın kapalı oturum dinlenilmesine, tanığın duruşma salonu dışında bulunan tanık odasına alınarak orijinal ses ve görüntüsünün duruşma salonuna aktarılmak veya görüntüsünün değiştirilerek aktarılmak suretiyle dinlenmesi şeklinde tanık koruma tedbirlerine karar verildiği;
16- Gizli tanık sıfatı bulunmayan tanıkların, örneğin tanıklar ...., ..., ..., ....'ın dinlenilmesinde olduğu gibi yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeksizin duruşma dışında kapalı bir oda içinde görüntü aktarımı suretiyle ifadesinin tespiti yoluna gidilerek CMK'nın 200. maddesine muhalefet edilmesi;
17- Sanık ....'in müdafisi olarak görev yapan Av. ....ile sanık ...'ın müdafiisi olarak görev yapan Av. ....'ın Avukatlık Kanunu 36. maddesinde belirtilen usule aykırı şekilde tanık olarak ifadesinin hükme esas alınması;
18- .... mensuplarının dinlenilmesi hususunda 2937 sayılı ... Kanunu'nun 29. maddesine aykırı davranmak suretiyle emekli ..... mensubu ' ün tanık olarak dinlenilmesi ve beyanlarının hükme esas alınması;
19- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin (İlk Derece Sıfatıyla) 13.11.2015 tarih 2012/1 Esas- 2015/4 Karar sayılı kararında gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit ve kabul edilen ve haklarında bu nedenle soruşturma yürütülen gizli tanık ...ve gizli tanık ...'un beyanlarının hükme esas alınması;
20-Mahkeme tarafından, bir kısım sanıkların ... Düşünce Derneği'nin yönetimini ele geçirildiğinin kabul edilmesi karşısında, sanık ....'dan önce dernek başkanlığını yapan....nın tanık sıfatıyla dinlenilmesinin gerektiğini gözetilmemesi;
21-Tanık ... gibi bir kısım tanıkların, sanıkların savunmaları doğrultusunda lehe anlatımda bulunmalarına rağmen bu tanıkların ifadesini niçin itibar edilmediğinin tartışılıp karar yerinde gösterilmemesi;
22-Kimliğinin gizlenerek dinlenilmesine karar verilen tanıkların dinlenilmesinde,
a) Dosya kapsamında, CMK 58/2. maddesi ve Tanık Koruma Kanunu kapsamındaki düzenlemeleri göz önüne alındığında tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması ne şekilde haklarında kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacağı hususunda sebep gösterilmeden ve herhangi bir değerlendirmede bulunmadan, tanığın talebi üzerine kimliğinin gizlenerek dinlenilmesi, tanığın duruşma salonu dışında bulunan tanık odasına alınarak orijinal ses ve görüntüsünün duruşma salonuna aktarılmak; görüntüsünün veya sesinin değiştirilerek aktarılmak suretiyle dinlenmesi şeklinde tanık koruma tedbirlerine karar verilmesi;
b) Tanığın kimliğinin aleniyet kazanmasına (gizli tanık ..., gizli tanık 9 ) veya kimliğini açıklayarak beyanda bulunmak istenmesine; tanıkların kimliklerinin açıklanarak(gizli tanık ...) veya orijinal ses/görüntüsüyle (gizli tanık 17, gizli tanık ...) dinlendiği halde bu tanıklar hakkında alınan koruma tedbirlerinin gerekliliği ve yararlılığı kalmadığı anlaşılması rağmen koruma tedbirlerinin kaldırılmadan tanığın dinlenmesi ve sorgulamasının yapılması;
c) Yüksek güvenlikli cezaevlerinde hükümlü olarak bulunan .... ve .... gibi kişilerin devletin koruması altında olduğu halde, tanıkların kimliklerinin ortaya çıkması ne şekilde haklarında kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacağı hususunda değerlendirme yapılmadan ve koruma tedbiri gerekçeleri açıkça belirtilmeden kimliklerinin gizlenerek dinlenilmesi;
d) Gizli tanıkların kimliğinin açığa çıkmaması gerekçesiyle güvenilirliği ve sözlerinin doğruluğu tespit edecek nitelikte soruların sorulmasına engel olunması suretiyle CMK'nın 58/1.maddesine aykırı davranılması,
Usul ve yasaya aykırıdır.

B-SAVUNMA

CMK'nın 147. maddesinde, ifade ve sorgunun tarzı düzenlenmiş olup, bu maddede şüpheli ya da sanığa yüklenen suçun kendisine anlatılarak, suçlama hakkında açıklamada bulunmayabileceği, şüpheden kurtulmak için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği ve müdafii yardımından yararlanabileceğine ilişkin haklarının hatırlatılması gerektiği belirtilmiştir. CMK'nın 148. maddesinde ise ifade alma ve sorgudaki yasak usuller düzenlenmiş olup, bu usullerle tespit edilen ifadelerin delil olarak değerlendirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Keza müdafii hazır bulundurulmaksızın kollukça alınan ifade, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz kuralı getirilmiştir. Kanunda açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte doktrinde ifade ve sorgunun, günün makul saatlerinde, zorunlu durumlar haricinde gece yapılmaması, şüpheli veya sanığın yaşı, fiziksel ve ruhsal dayanıklılığı, sağlık durumu gibi faktörlerin ifade alma ve sorgunun süresini belirlemede dikkate alınması gerektiği, yirmi dört saatlik dilim içerisinde sekiz saatten fazla ifade alma işlemine devam edilmemesi bu sürenin de kesintisiz olmayıp asgari her iki saatte bir ara verilmesi gerektiği belirtilmektedir. (Prof. Vahit Bıçak, Suç Mahkemesi Hukuku, Ankara 2010, sh 545)
AİHS'nin 6. maddesinin (3). fıkrasının (c) bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek” hakkı bulunduğu belirtilmiştir. Sanık kendisini bizzat savunma hakkına sahip olduğu gibi bir müdafi yardımıyla savunma hakkına da sahiptir. Ancak müdafi ile temsil edilme hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında, sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır.
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (a) bendi ile hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin "Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak" hakkına yer verilen (b) bentlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu; suçlamanın nedeni ve niteliği hakkında bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (AİHM Pelissier ve Sassi/ Fransa)
Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen "meşru vasıta ve yollardan yararlanmak" kavramının kapsamındadır. (AYM, 1992/39, 16/6/1992). Bu hak gereğince sanığa ve müdafiine savunma için gerekli hazırlıkları yapabilecekleri zamanın verilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde suçun hukuki nitelendirmesinin değişmesi halinde de savunmanın yeniden hazırlanması için gerekli zaman ve kolaylıklar sağlanmalıdır.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 226. maddesi ile de “sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.
Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında da aynı hüküm uygulanır.
Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.
Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler varsa müdafiine yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır” hükmü getirilmiştir.
Ancak kanun koyucu bu düzenlemeyle iddianamede anlatılan eylem değişmemiş olmakla birlikte, o eylemin hukuksal niteliğinde değişiklik olmasını anılan ilkeye aykırı görmemiş, bu gibi hâllerde sanığa ek savunma hakkı verilerek değişen suç niteliğine göre bir hüküm kurulmasına olanak sağlamıştır. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahkeme, eylemin hangi suçu oluşturacağına ilişkin nitelendirmede iddia ve savunmayla bağlı değildir.
Yargılamaya konu olayların mahiyeti, iddianame, mütalaa ve birleşen dosyalar ile tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, savunma hakkını kısıtlamayacak şekilde her bir sanığın bireysel durumları göz önüne alınarak savunmasını yapması için gerekli makul sürenin sağlanması gerektiği gözetilmeyerek tüm sanıklar yönünden birleşen dosyada savunmayı 1 veya 2 tam duruşma günü, esas hakkındaki savunmayı 1 veya 2 saat, sözlü talepleri ise 15 dakika ile sınırlandırılmasına kararlar verilerek savunma haklarının kısıtlandığı belirlenmiştir.
Müdafii yardımından yararlanma hakkı, savunma hakkının vazgeçilmez bir unsurudur. Nitekim CMK'nın 149. maddesi "şüpheli veya sanık soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiinin yardımından yararlanabilir" diyerek bunu ifade etmektedir. Soruşturma evresinde olduğu gibi kovuşturma evresinde de müdafiin sanıkla görüşme, sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.
CMK'nın 150. maddesi iki halde yargılamada müdafii bulundurma zorunluluğu getirmiştir. Bunlardan birincisi sanığın çocuk ya da sağır dilsiz veya kendini savunamayacak derece malül olması; ikincisi ise, alt sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada özel müdafii bulunmayan sanığın istemi aranmaksızın bir müdafii görevlendirilir.
Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı yukarıda belirtilmiştir. (CMK'nın m. 149/3) Soruşturma aşamasında kısıtlama kararı bulunmadığı sürece dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin örneğini harçsız olarak alabilir. (CMK'nın m. 153/1-2) İddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir, bütün tutanak ve belgelerin örneklerini alabilir. (CMK m. 153/4)
Öte yandan CMK'nın 154. maddesine göre "sanık vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Sanığın müdafiiyle yazışmaları denetime tabii tutulamaz.
5275 sayılı Kanunun 114/5. maddesine göre, tutuklunun müdafii ile olan haberleşme ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz. Aynı Kanun'un 86/4 maddesine göre de Ceza infaz kurumlarına giren avukatlarca savunmaya ilişkin olduğu yazılı olarak beyan edilerek belge ve dosyalar incelemeye tabii tutulamaz.
Müdafiin kovuşturma evresinde hazır bulunma yetkisi CMK'nın değişik hükümlerinde düzenlenmiştir. Kanunun mecburi müdafiiliği kabul ettiği hallerde (CMK'nın m. 150) müdafiinin duruşmada hazır bulunması zorunludur (CMK m.188/1). Bu nedenle CMK'nın 191/1. maddesi uyarınca hazır bulunup bulunmadığı saptandıktan sonra duruşmaya başlanmalıdır. CMK'nın 197. maddesi, sanık duruşmada hazır bulunmasa da müdafiin bütün oturumlarda bulunma yetkisine sahip olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle de duruşma günü mutlaka müdafiine bildirilmelidir.
CMK'nın 216/1. maddesinde “Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Anılan Kanun maddelerinde şüpheli veya sanığın savunmasını yapması için bir süre sınırlaması öngörülmemiş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'sinin 6. maddesinin (b) bendinde belirtilen "Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak" hakkı, sanığın, duruşmada “savunmasını yapmak için de gerekli olan zaman ve kolaylıklara sahip olma” hakkını da kapsamaktadır. Ceza muhakemesinin sözlülük ilkesi uyarınca, sanığa ve yargılamanın diğer taraflarına duruşmada yeterli sürede söz hakkı tanınması esastır.
Kovuşturma aşamasında müdafii, sanığa katılana tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yönetilmesinin gerekip gerekmediği mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde müdafii yeniden soru sorabilir. (CMK'nın m. 201/1) Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. (CMK'nın m. 216/2)
CMK'nın 150. maddesine göre görevlendirilen müdafii, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir ya da görevini yerine getirmekten kaçınırsa, mahkeme derhal başka bir müdafii görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir. Bu madde ile müdafiin savunma faaliyetinin kısıtlanmasından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin pek çok kararında belirtildiği üzere (Artico v. İtalya; Goddi v. İtalya ve Kamaninski v. Avusturya kararları gibi, Prof. Dr. Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin yayınları Ankara 2012 sh.563) mahkemeye müdafiin görevini gereği gibi yerine getirip getirmediğinin denetlenmesi zorunluluğunu da getirerek müdafii yardımından yararlanma hakkının önemi ortaya konulmuştur. Eğer yeni müdafii savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir (CMK m.151/2) Nitekim Avukatlık Kanunu'nun 134. maddesinde üstlendiği savunma görevinin gereklerini yerine getirmeyen veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun biçimde davranmayan müdafii hakkında disiplin soruşturması yapılarak disiplin cezası verileceği hükme bağlanmıştır.
02.07.2012 tarihinde 6352 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılıncaya kadar uygulanan CMK'nın 252/1-d maddesi uyarınca mahkeme savunma hakkını sınırlama anlamına gelmeyecek şekilde sanık veya müdafiine makul bir süre vermek zorundadır.
Savunma hakkının doğal sonuçlarından birisi de duruşmada hazır bulunma hakkıdır. 5271 sayılı CMK'nın 193/1. maddesinde istisnalar saklı kalmak üzere, “hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılamayacağı” hükme bağlanmıştır.
Yine CMK'nın 189/1. maddesinde “Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt katibinin ve Kanun'un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır.” denilmek suretiyle zorunlu müdafiin de duruşmada hazır bulunması gerektiği belirtilmiştir.
Duruşmanın düzen ve disiplini başlığı altında CMK'nın 204. maddesinde, “Davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığında sanık, duruşma salonundan çıkarılır. Mahkeme, sanığın duruşmada hazır bulunmasını dosyanın durumuna göre savunması bakımından zorunlu görmezse, oturumu yokluğunda sürdürür ve bitirir. Ancak sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir müdafi görevlendirilmesini ister. Oturuma yeniden alınmasına karar verilen sanığa, yokluğunda yapılan işlemler açıklanır.” ve 02/07/2012 tarihinde mülga CMK'nın 252/1-f. maddesinde ise “Mahkeme başkanı, duruşmanın düzenini bozan sanığı veya müdafii o günkü oturumun tamamına çıkmamak üzere, duruşma salonundan çıkartır. Bunların, sonra gelen oturumda da duruşmayı önemli ölçüde aksatacak davranışlara devam edecekleri anlaşılırsa ve hazır bulunmaları gerekli görülmezse, yokluklarında duruşmaya devam olunmasına mahkemece karar verilebilir. Bu karar, esasa ilişkin iddia ve savunmanın yapılmasına engel olacak biçimde uygulanamaz ve sanığın kendisini başka bir müdafi ile temsil ettirmesine izin verilir. Duruşma salonundan çıkartılan sanık veya müdafiin bundan sonraki oturumlarda da duruşmanın düzenini bozmakta ısrar etmeleri hâlinde, bir daha aynı dava ile ilgili oturumların tamamına veya bir kısmına katılmamalarına da karar verilebilir. Bu hüküm müdafi hakkında uygulandığı takdirde, durum ilgili baroya bildirilir...” şeklinde düzenlenmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında,
1-Mahkeme tarafından,
a-TCK'nın 311, 312, 313 ve 314/1 maddeleri ve diğer maddelerden haklarında kamu davası açılan sanıkların savunma süresini iki duruşma günü, TCK. 314/2 ve diğer maddelerden haklarında kamu davası açılmış sanıkların savunma süresini ise bir duruşma günü ile sınırlandırılması;
b-Esas hakkındaki mütalaaya karşı, hakkında silahlı terör örgüt üyeliği suçundan cezalandırılması istenen sanıklar için sanık ve müdafii/müdafilerine toplam bir saat, hakkında silahlı terör örgüt üyeliği ile diğer suçlardan cezalandırılması istenen sanıklar için ise, sanık ve müdafii/müdafiilerine toplam iki saat sözlü olarak beyanda bulunma hakkı tanınması;
c-Değişik iş kararıyla duruşma sürecinde, sanıklar ve müdafilerine tahliye ve lehlerine olan delillerin toplanmasını isteme amacına yönelik talep ve beyanlarının sunmaları için tanınan, ayrı ayrı yarımşar saat toplamda ise bir saat sürenin, daha sonra bu sürenin ayrı ayrı 15'er dakikalık süreye indirilmesine şeklinde karar verilmesi;
d-Mahkemenin 18.03.2013 tarihli duruşmada sanıklar ve müdafiilere esas hakkındaki mütalaa, dosyada bulunan tüm bilgi, belge, rapor ve tanık beyanlarına karşı son savunmalarını hazırlamaları için bir daha ki duruşmaya denilerek 08.04.2013 tarihine kadar süre verilmesi;
2-Dava dosyasının 23 ayrı dosyanın birleşmesinden oluştuğu toplam 620 oturum yapıldığı ve yargılamanın yaklaşık 5 yıl sürdüğü duruşma yapılan yerin avukatların iş yerlerinden uzakta bulunan ....de yer alması nedeniyle duruşmalara katılımın zorlaştığı dikkate alındığında bir kısım sanıkların hakkın kötüye kullanması biçiminde bulunmayan kendisini duruşmalarda birden fazla müdafii ile temsil ettirme taleplerinin yüklenen suçların niceliği ve niteliği ile dosyanın kapsamı irdelenmeden yetersiz gerekçeyle her bir sanığın en fazla üç müdafi ile temsil edilmesi şeklinde karar vererek CMK'nın 149/2. ve 189. maddelerine aykırı davranılmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması;
3-Sanıklara yüklenen suçların niteliği ve niceliği, dosyanın kapsamı dikkate alındığında sanıkların okunan belgelerle ya da dinlenen tanık beyanlarıyla ilgili müdafii yardımına ihtiyaç duyduğunda talepleri doğrultusunda duruşma disiplinini bozmadan bir arada bulunmalarına müsaade edilmeyerek CMK'nın 154. maddesine aykırı davranılmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması;
4-Duruşmalar sırasında sanık müdafilerinin mikrofonları verilen süreyi aştıklarından bahisle kapatılarak hukuki yardım amacıyla oturumda sanıklarla görüşmelerine izin verilmeyerek, duruşma sırasında ve verilen aralara ilişkin kamera kayıtlarına göre işlem yapılmak suretiyle sanık müdafiilerinin görevlerinin yerine getirilmesine engel olunarak savunma hakkının kısıtlanması;
5-Ceza yargılamasının özelliklerinden birisi de sözlülük ilkesi olduğu halde, mahkemece sanıkların ve müdafilerin sözlü olarak yapmış oldukları usule ilişkin ya da eksik araştırma konularındaki taleplerinin yazılı olarak verilmesi istenerek bu ilkeye aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması;
6-Müdafilik görevinin gereği gibi yerine getirilmesi amacıyla tanık dinletmek isteyen bazı sanık müdafiler

Üyelik Paketleri

Dünyanın en kapsamlı hukuk programları için hazır mısınız? Tüm dünyanın hukuk verilerine 9 adet programla tek bir yerden sınırsız ulaş!

Paket Özellikleri

Programların tamamı sınırsız olarak açılır. Toplam 9 program ve Fullegal AI Yapay Zekalı Hukukçu dahildir. Herhangi bir ek ücret gerektirmez.
7 gün boyunca herhangi bir ücret alınmaz ve sınırsız olarak kullanılabilir.
Veri tabanı yeni özellik güncellemeleri otomatik olarak yüklenir ve işlem gerektirmez. Tüm güncellemeler pakete dahildir.
Ek kullanıcılarda paket fiyatı üzerinden % 30 indirim sağlanır. Çalışanların hesaplarına tanımlanabilir ve kullanıcısı değiştirilebilir.
Sınırsız Destek Talebine anlık olarak dönüş sağlanır.
Paket otomatik olarak aylık yenilenir. Otomatik yenilenme özelliğinin iptal işlemi tek butonla istenilen zamanda yapılabilir. İptalden sonra kalan zaman kullanılabilir.
Sadece kredi kartları ile işlem yapılabilir. Banka kartı (debit kart) kullanılamaz.

Tüm Programlar Aylık Paket

9 Program + Full&Egal AI
Ek Kullanıcılarda %30 İndirim
Sınırsız Destek
350 TL
199 TL/AY
Kazancınız ₺151
Ücretsiz Aboneliği Başlat