Ceza Genel Kurulu 2006/4-162 E., 2006/181 K. TAHRİK SUÇU
765 S. TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) [ Madde 480 ] 765 S. TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) [ Madde 481 ]
"İçtihat Metni"
Sanık A.... T..... Ö....'ın, zamanın İçişleri Bakanı S....... T..... 'a görevinden dolayı basın yolu ile adiyen tahkir suçundan beraatine ilişkin Ankara 2.Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 05.03.2002 gün ve 567-192 sayılı hüküm katılan vekilleri tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 08.03.2006 gün ve 7591-6307 sayı ile;
"Başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak; yayın yoluyla haber verme ve düşünce açıklayıp eleştiride bulunma hakları Anayasanın 22., 26. maddelerinde güvence altına alınmıştır. Ancak haber verme hakkının kullanıldığından söz edilebilmesi için; haber güncel olmalı, verilmesinde kamu yararı bulunmalı, veriliş biçimi ile konu arasında düşüncel bağ kurulmuş olmalı, haberde adı geçenler hakkında küçültücü değer yargılarında bulunulmamalı ve ayrıca gerçek olan habere gerçek dışı eklemeler yapılmamalıdır. Yine, haber verme hakkının ayrılmaz bir parçası olan ve demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin önemli bir dayanağı niteliğindeki eleştiri" hakkı yönünden de aynı hususlar geçerlidir.
Suça konu olayda eser sahibi olan yazarın, İstanbul Valisi tarafından İçişleri Bakanına yazılan 15.03.2001 tarihli ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesinde "Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Büro Amirliği" adı altında kurulmak istenilen yeni yapılanma dayanak alınarak dört gün süren yayınlarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Haberin bu yönüyle gerçekliğinin ve güncel bulunduğunun kabul edilmesi olanaklı ise de; 20.04.2001 tarihli ve "İstanbul Emniyeti ve İçişleri tayin listesini onaylamayan Vali Ç…
…..'ı görevinden aldırmak için peşine ajan takıp rapor hazırlattı." alt başlığı ile metin içerisinde yer alan, "acaba bu büyük operasyonda Fethullah parmağı, nakşi arzusu, işadamı tutkusu var mı? Şu bulmaca gibi konuşan İçişleri Bakanımız dile gelse de anlatsa bu olayları..." ve 21.4.2001 tarihli gazetede yayımlanan, "Poliste şantaj çetesi, İçişleri Bakanı T..... 'ın emriyle A....'un kurduğu gizli teşkilat...." başlığı ile metin içerisinde yer alan " T..... İstanbul'u üç bölgeye ayırmış, A…
…….'in jurnal teşkilatı gibi çalışıyorlar" cümleleri ve iç sayfa başlığında yer alan, "İstanbul'da jurnal teşkilatı kurdular" başlığı ile içeriğindeki katılanı bu yasadışı jurnal teşkilatının başı gibi gösteren ifadeler ve 22.04.2001 tarihli gazetede "sayın T..... belgeye ne diyeceksiniz" başlığı altında yer alan; " T..... hukuksuzluğunu yolsuzluk ve usulsüzlük kalkanının arkasına saklayıp ne olduğu anlaşılmayan açıklamalarla kafa bulandırıyor... yolsuzluk ve usulsüzlükle mücadele edeceğiz diyerek çete haline dönüşenlerin maskelerini tek tek yırtacağım" sözlerinin habere konu olan katılanı, görevinden dolayı küçük düşürücü değer yargıları içerdiği ve eleştiri sınırlarını aşarak kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu gözetilmeden dosya içeriğine uygun bulunmayan yetersiz gerekçeyle beraat kararı verilmesi" gerekçesiyle bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 24.05.2006 gün ve 67359 sayı ile;
"....... Siyasi kişiler hakkında görevlerinden kaynaklanan uygulamalarını basın, polemik yaratan, rahatsız eden bir uslüpla, sert, ağır ve çarpıcı biçimde kamuoyunun bilgisine sunabilir. Esasen zaten basın özgürlüğü bir dereceye kadar abartma hakkını da içermektedir. Ancak bu yapılırken yazıda yer alan değer yargıları, açık bir sövgü içermediği sürece ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeli; ortaya konulan olgular ise gerçek olmalıdır.
Sanığın davaya konu yazıları bir bütün halinde değerlendirildiğinde; katılan hakkındaki değer yargıları, sövme kastıyla yani açıkça aşağılama ve küçültme amacıyla yazıya dökülmemiş, bu içerikte sözler de kullanılmamıştır. Yazılarda aktarılan olgular da güncel olup, katılan tarafından reddedilmeyen belgelere dayanılmıştır. Dosyada aksine bir kanıt ta söz konusu olmayıp, savunma da bu doğrultudadır. Bu nedenle eleştiri sınırları içerisinde kalan yazılarda atılı suçun unsurları oluşmamıştır.
Ayrıca Yüksek Daire suçun sübutunu kabul ederken, yargılama sırasında kamu davasına konu yazılar dışında bir kanıt toplanmaması karşısında, ortaya konulan "olguların" gerçek olduğuna yönelik kanıtları liste halinde sunan ve bu kanıtların toplanmasını isteyen savunmayı meskut bırakmış, dolayısıyla savunma hakkı da ihlal edilmiştir." görüşü ile itiraz yasa yoluna başvurarak Özel Daire kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunda okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık A.... T..... Ö....'ın görevinden dolayı basın yoluyla sövme suçundan beraatine karar verilen olayda Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, sanığa yüklenen suçun oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın esasının çözümüne geçilmeden, sanığa ispat olanağı sağlanması bakımından soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunup bulunmadığı hususu Yargıtay İçyönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınıp tartışılmış, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 39. maddesinde; "Kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı, bu görev ve hizmetin yerine getirilmesiyle ilgili olarak yapılan isnatlardan dolayı açılan hakaret davalarında, sanık, isnadın doğruluğunu ispat hakkına sahiptir. Bunun dışındaki hallerde ispat isteminin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır." denilerek temellendirilen, 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 481. ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının ise 127. maddesinde düzenlenen ispat hakkının belirli bir fiil isnadına dayanan hakaret suçlarında söz konusu olması, yargılamaya konu kamu davasının ise sövme suçuna ilişkin bulunması karşısında, soruşturmanın bu yönde genişletilmesine gerek bulunmadığı ikiye karşı yirmibir oyla kararlaştırılmıştır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi Muvaffak Tatar; "İddianamede "Poliste şantaj çetesi", "İşte belge.....", "Bu da silah gerçeği....", "Silah oyunu tutmadı" biçiminde yer alan anlatımlarla, sanığa atılı suçlamaların kabul edilmesi halinde, hakkında suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehe kanun olması nedeniyle 765 sayılı TCK'nun 480. maddesinin uygulanmasını gerektirir bir kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır. İddianamede, uygulanacak yasa kuralının 482. madde olarak gösterilmesi; sanığın "madde-i mahsusa tayini" suretiyle hakaret suçundan cezalandırılması için kamu davası açıldığı gerçeğini değiştirir nitelikte görülmemiştir.
Davanın bu şekilde açıldığının kabulü ile sanığın savunmasında ve 23.01.2002 tarihli dilekçesinde yer alan; suçlandığı eylemlerin dayanağını oluşturan ve müdahilin görevine taalluk eden maddi olguların gerçek olduğunun ve araştırılması talebinin ispat hakkının kullanılması niteliğinde olduğu sonucuna varılmıştır. Çünkü; Anayasanın 39. maddesine uygun olarak düzenlenmiş 765 sayılı TCK'nun 481. maddesinin, kamu hizmeti görenlere karşı isnat olunan fiilin kamu hizmetine taalluk eylediği durumlarda ispat hakkının tanınmasını zorunlu kılan, prosedürünü ve sonuçlarını gösteren ve müştekinin özel bir soruşturma veya yargılama usulüne tabi kimselerden olması halinde dahi bu hakkın hakaret davasına bakan mahkemede kullanılmasını öngören açık düzenlemesi, maddi olaylar ispatlandığında, öncelikle 480. maddeden açılan kamu davasının düşürülmesini gerektirmektedir.
Yerel Mahkemenin, beraat kararı vereceğine göre "ispat hakkına" öncelik vermediği düşünülebilirse de, Yüksek 4.Ceza Dairesinin, sanığın eylemlerinin suç oluşturduğuna ilişkin bozma kararında, sanığa öncelikle "ispat hakkı" tanınması zorunluluğuna işaret etmesi gerektiği ve daire kararına yönelen itirazın bu değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmesi düşüncesinde olduğumdan, kararın oluşumunda anılan ön sorunun bulunmadığı ve sanığa ispat hakkı tanınmasına gerek bulunmadığına ilişkin sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum." diyerek,
Bir Kurul üyesi ise; somut olayda sanığ