"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 19. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 79-251
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’na muhalefet suçundan sanık ...'ın 1136 sayılı Kanun’un 56/3, TCK'nın 62/1 ve 53/1 maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 04.09.2013 tarihli ve 79-251 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 19. Ceza Dairesince 03.03.2016 tarih ve 15793-3427 sayı ile TCK'nın 53. maddesi ve yargılama gideri yönünden düzeltilerek onanmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,
Daire Üyesi M. S. Güney; "Sanık hakkında hüküm kurulan Avukatlık Kanunu'nun 56/3. maddesindeki suçun oluşumu için, avukatın aslı olmadığını bildiği bir belgeyi sunması ve bu suçun özel bir sahtecilik suçu olması nedeniyle sahtecilik kastıyla hareket etmesi gerektiği,
Somut olayda, belgenin varlığı konusunda tanık olarak dinlenen...adlı doktor olan tanığın beyanı olması nedeniyle, hiç olmadığı konusu şüpheli kalan belge fotokopisini takip ettiği boşanma davasında mahkemeye sunan sanığın eyleminin, atılı suçu değil aslını saklaması gerekirken belgeyi iade etmesi ve bu konuda yeterli özeni göstermediğinin tüm dosya kapsamından anlaşılması nedeniyle, görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu düşüncesiyle, sayın çoğunluğun atılı suçtan mahkumiyete ilişkin görüşüne katılmıyorum." görüşüyle,
Daire Üyesi ... ise; "Sanık ... hakkında; Yerel Mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünün düzeltilerek onanmasına dair kararda, sanığa isnat edilen eylemin niteliği konusunda Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için, öncelikle sanık ... tarafından Mahkemeye ibraz edilen suça konu raporun aslının bulunup bulunmadığı ve sanığın sahtecilik kastıyla hareket edip etmediğinin toplanan deliller ışığında yeniden irdelenerek 1136 sayılı Kanun'daki yasal düzenleme, yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak belirlenmesi gerekmektedir.
Sanık ... hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünde oluşan başlıca şüpheleri şu şekilde açıklamak mümkündür.
1-) Kadıköy 3. Asliye Ceza Mahkemesinde; özel evrakta sahtecilik suçundan suça konu sahte raporu düzenlediği ve anılan suça iştirak ettiği iddia edilen ..., ... ve ...'nın sanık sıfatıyla yargılandıkları davada; tanık sıfatıyla dinlenen sanığın; suça konu raporun fotokopi şeklinde kendisine ... tarafından vekaletname ve diğer belgelerle birlikte getirildiğini, raporun aslını görmeden mahkemeye delil olarak sunduğunu beyan eylemiştir.
2-) Sanık sıfatıyla yargılandığı incelemeye konu davanın gerek hazırlık gerekse yargılama aşamasında ise; suça konu raporun aslını görerek onayladığını, belgenin sahte olduğunu bilmediğini beyan eylemiştir.
3-) Özel evrakta sahtecilik suçundan sanık sıfatıyla yargılanan ...'nın çelişkili ifadelerinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, raporu imzaladığını beyan eden ...'ın beyanıında hastahanedeki kayıtlar ile de uyuşmadığı anlaşılmıştır.
Ayrıca soruşturma aşamasından bu güne kadar oldukça uzun bir sürenin geçmiş olmasına karşın; suça konu belgenin aslı avukat olan sanık tarafından dosyaya ibraz edilmemiştir.
Bu durumuda suça konu belgenin aslının bulunmadığı dosya içeriğinden net bir şekilde anlaşılmasına karşın; belge fotokopisinin sanığa verilip verilmediği hususunda oluşan şüphe yargılama aşamasında da açıklığa kavuşturulamamıştır.
Dosyadaki mevcut deliller irdelendiğinde suça konu belge fotokopisinin avukat olarak görev yapmakta olan sanığınz yurt dışında yaşayan müvekkilinin babası tarafından kendisine verilip verilmediği ve buna bağlı olarak suça konu belgenin sahte olup olmadığının sanık tarafından bilinip bilinmediği konusu oldukça şüphelidir.
Çünkü tarafları arasında son derece ciddi ihtilafın bulunduğu boşanma davasında; davacı ...'nın eşi olan ...'nın kendisini son derece zor durumda bırakacak bir raporun dosyada delil olarak kullanılması durumunda anılan rapora karşı çıkarak sahte olduğunu rahatlıkla ispat edebileceğinin, yıllarca avukatlık yapan sanık tarafından bilinmemesinin ve buna bağlı olarak ağır ceza müeyyidesi bir yana meslek hayatını bitirecek böyle bir riski üstlenmesinin hayatın akışına uygun olmadığı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
Uyuşmazlığın çözümü için 'Ceza Muhakemesi Hukuku'nun en temel ilkelerinden birisi olan 'Şüpheden sanık yararlanır ilkesinden' ne anlaşılması gerektiğinin uygulamada ve teoride benimsenen görüşler ışığında açıklanması gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.10.2010 tarihli, 2010/8-134 esas - 2010/217 karar sayılı içtihadında; 'Şüpheden sanık yararlanır ilkesi' özet olarak aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.
Latince 'in dubio pro reo' olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir uzantısı olan 'şüpheden sanık yararlanır ilkesi' ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkûmiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, teorikte olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir.
Anayasa'nın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkûm olması, mahkûmiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Prof. Dr. Hakan Hakeri; Şüpheden Sanığın İstifade Etmesi İlkesini; 'Mahkeme, Muhakeme Hukuku açısından kullanılmasına izin verilen bütün delilleri dinlediği halde, maddi mesele hakkındaki şüphesini yenemezse, suç fiilini sanığın lehine olacak şekilde karara bağlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2 maddesindeki 'suçsuzluk karinesi', şüpheden sanığın faydalanmasını gerektirir' şeklinde özetledikten sonra; Şüpheden sanık yararlanır kuralının anlamını şu şekilde açıklamıştır.
'Şüpheden sanık yararlanır' ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanmamış bulunan bir ispat kuralıdır. Buna göre, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde yüz oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki yüzde birlik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar.
Böylece masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır. Nitekim jüri sisteminin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde jürinin tek görevi, sanığın suçu işleyip işlemediği konusunda, yani ispat hususunda karar vermektir. Jüri 11 üyeden oluşmaktadır ve bir kimsenin suçu işlediğine karar verilebilmesi için 11 üyeden, 11'inin de sanığın suçu işlediğine kanaat getirmesi gerekir. 10 üye sanığın suçu işlediği; ancak bir üye işlemediği yönünde oy kullandığı takdirde, sanığın beraatına karar verilir. Bu örnek, şüphenin yüzde yüz oranında yenilmemesi dolayısıyla, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğini göstermektedir.
Yargıtayın da benzer olaylardaki pek çok kararlarında bu ilkeye gerekli önemi verdiği açıkça görülmektedir. Çeşitli kararlarda bu husus şöyle ifade edilmiştir:
Ceza yargılamalarında amaç, gerçeğin hiçbir şüpheye yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılmasıdır; şüphenin bulunması hâlinde, mahkûmiyet kararı verilmesi ceza yargılaması hukukunun genel ilkelerine aykırıdır; şüpheden sanığın yararlanacağı evrensel bir ceza yargılaması hukuku ilkesidir ve varsayımlara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz.
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 24/10/2011 tarihli, 2008/15060 E. - 2011/44361 K. sayılı ilamında;
Sanığın aşamalarda yüklenen suçu kabul etmemesi, sanıklardan ...’in soruşturma aşamasında sanıktan hiç bahsetmediği halde, kovuşturma aşamasında suça konu eşyaları sanık...tarafından getirilen araç ile götürüldüğü yönündeki beyanı arasında kısmi çelişkinin bulunması ve yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanığın savunmasının aksine hakkında beraat kararı verilen Ömer Faruk Sezer’in atfı cürüm niteliğindeki beyanı ile tüm dosya içeriği karşısında; sanığın yüklenen suçu işlediğine dair suç isnadı dışında mahkûmiyetine yeterli, kesin kanıtlar bulunmadığı gözetilmeden, beraatı yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verildiğinden bahisle Yerel Mahkeme taarfından verilen mahkûmiyet kararının bozulmasına karar verilmiştir.
30/09/2010 tarihli, 2006/11735 E. - 2010/15175 K. sayılı ilamında;
Sanık...’nın, yüklenen hırsızlık suçunu işlediğini gösterir, diğer sanık...’ın aşamalardaki soyut suç atması dışında, savunmasının aksini ispatlayan, her türlü kuşkudan uzak, hükümlülüğüne yeterli, kesin ve inandırıcı hukuka uygun kanıt bulunmadığı gözetilerek, beraatına karar verilmesi gerektiği düşünülmeden, yasal ve yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verildiğinden bahisle Yerel Mahkeme tarafından verilen mahkûmiyet kararının bozulmasına, karar verilmiştir.
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan bilgi ve belgeler ile benzer olaylarda benimsenen içtihatlar ışığında somut olayımıza baktığımızda; gerek hazırlık aşamasında gerekse yargılama aşamasında suça konu raporun sahte olduğunun sanık tarafından bilinerek kullanıldığına dair mahkûmiyete yeterli ve inandırıcı şüpheden arındırılmış kesin kanıtlara ulaşılamamıştır. Sanığın savunmasında ileri sürdüğü üzere; suça konu raporun sanığın yurt dışında bulunan müvekkilinin babası tarafından fotokopi şeklinde getirilerek kendisine verilmesi, sanığın da fotokopi olan belgenin aslını görmeden onaylayarak kullanması ihtimali mevcuttur. Eylemin sübutu konusunda en küçük bir şüpheyi dahi sanık lehine yorumlayan yerleşik uygulamaların, eylemin niteliğinin tayinin de şüpheli durumun sanık aleyhine yorumlanmasına kayıtsız kalması beklenemez. Bu duruma çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesi düşünülemez.
Yüksek Yargıtayın çeşitli dairelerinin bu hususta pek çok içtihadı mevcuttur. Aşağıda örnek olarak gösterilen içtihatlarda bu husus özellikle vurgulanmıştır.
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 15.07.2013 tarihli, 2012/30 E. - 2013/16454 K. sayılı ilamında;
Sanık ...'in diğer sanıkları hırsızlık suçuna azmettirdiği iddiasını kabul etmeyerek, sanıklar ... ve...'ın gece 03.00 sıralarında evine geldiklerini, kendisinden cep telefonlarını saklamasını istediklerini ifade ettiği, müştekiler tarafından da hırsızlık yaptıktan sonra evden kaçan iki kişinin görüldüğünün belirtildiği, sanık ...'in diğer sanıklar ... ve... ile hırsızlık suçunu işleme yönünde fikir ve eylem birliğinde bulunduklarına dair şüpheden uzak delil elde edilemediği anlaşılmakla, sanık Haydar'ın eyleminin suç eşyasını kabul etmek suçu kapsamında kaldığı hâlde, hırsızlık, suçundan mahkûmiyetine hükmedildiğinden bahisle hükmün bozulmasına, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin 24/12/2014 tarih, 2012/26841 E. - 2014/5860 K. sayılı ilamında;
Sanıkların suça konu tabanca ile 08.04.2007 tarihinde Zeytinburnu'nda silahla tehdit ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan yakalanmaları dışında, hırsızlık, mala zarar verme ve işyeri dokunulmazlığını ihlal suçlarını işledikleri yönünde her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli somut deliller bulunmadığı, dosya kapsamında yer alan sanık savunmaları, katılan beyanları, ekspertiz raporları birlikte değerlendirildiğinde sanıkların eylemlerinin suç eşyasını kabul etme veya satın alma suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılarak sanıkların hukuki durumunun belirlenmesi zorunluluğundan dolayı hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Bütün ihtimalleri değerlendirmek zorunda olan mahkeme tarafından tereddütler giderilmediği gibi katılanın iddialarının suça konu belgenin sahte olduğunu bilmediğini beyan eden sanığın savunmasına neden üstün kılındığı karar yerinde denetime olanak sağlayacak ve başta davanın tarafları olmak üzere herkesi ikna edecek şekilde açıklanmadığı gibi suça konu belgeyi düzenleyen şahıslar hakkında özel evrakta sahtecilik suçundan açılan dava dosyası getirtilerek incelenmeden, denetimden yoksun gerekçe ile mahkûmiyet kararı verilmesi suretiyle Anayasa'nın 141, CYY'nın 34, 230. maddeleri ile 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi delaletiyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nın 308/7. maddesine aykırı davranılmıştır.
Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 22.05.1996 tarihli, 1996/3748 esas - 1996/4759 karar sayılı içtihadında;
Mahkeme kararının dayandığı tüm verilerin, bu verilere ait mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddianın savunma ve varsa tanık anlatımlarına ilişkin değerlendirmelerin açık olarak gerekçeye yansıtılması, Anayasa'nın 141. ve CYUY'nın 32, 260 ve 308/7. maddeleri uyarınca sanıkları, mağdurları, Cumhuriyet savcısını ve de herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olması gerekir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi; özenle yapılmış bir hazırlık soruşturmasına, her türlü araştırma soruşturma sonucu toplanmış ve değerlendirilmiş bütün delillere rağmen sanığın suçluluğu veya aleyhe durum konusunda var olan makul şüphenin giderilmemesi hâlinde uygulanmalıdır. Bu durumun aksi, bu kez de mağdur tarafın, adaletin ve toplumun zarar görmesine sebep olacaktır. Uygulama alanı çok geniş ve hukukumuzda da vazgeçilmez bir yere sahip olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi doğru uygulandığı ve doğru anlaşıldığı takdirde adalet sistemine ve hukuka hizmet edebilir.
Ceza muhakemesinin en temel ilkelerinden birisi olan 'şüpheden sanık yararlanır' kuralı gereğince; somut olayımızda suça konu belge fotokopisinin sanığa bir şekilde getirildiği ve sanığın da bu belgenin sahte olduğunu bilmeden, aslını da araştırmadan onaylayarak kullanıdığının kabulü gerekmektedir.
Maddi olayın bu şekilde belirlenmesinden sonra; şimdide sanığa isnat edilen eylemin niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bunun için öncelikle 1136 sayılı Kanun'un 56/3 maddesinde tanımlanan suçun unsurlarının oluşup oluşmadığının, 1136 sayılı Kanun'daki yasal düzenleme ile öğretide benimsenen ana ilkeler ışığında; uygulamadaki içtihatlardan yararlanılarak açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Avukatlık Kanunu'nda düzenlenen özgü suçlar arasında yer alan 1136 sayılı Av. K. 56. maddesinde; aslı olmayan belgeyi onaylama veya aslına aykırı suret çıkarma eylemleri müeyyide altına alınmıştır.
Doç. Dr. Fatih S. Mahmutoğlu, Ar. Gör. Serdar Talas:
Avukatlık Kanunu'nun 'örnek çıkarabilme ve tebligat yapabilme hakkı' başlığını taşıyan 56. maddesinin birinci fıkrası usulüne uygun olarak düzenlenen ve avukata verilmiş olan vekâletnamenin örneğini çıkarıp aslına uygunluğunu imzası ile onaylayarak kullanabileceğini, avukatın çıkardığı vekâletname örnekleri bütün yargı mercileri, resmî daire ve kurumlar ile gerçek ve tüzel kişiler için resmî örnek hükmünde olduğu kuralına yer vermektedir. Maddenin ikinci fıkrası ise asıllarının verilmesi kanunda açıkça gösterilmeyen hallerde avukatlara, takip ettikleri işlerde, aslı kendilerinde bulunan her türlü kâğıt ve belgelerin örneklerini kendileri onaylayarak yargı mercileri ile diğer adalet dairelerine verebilmek yetkisini vermektir. Ele aldığımız suç, 56/2. maddesinin ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Hükme göre aslı olmayan vekâletname veya diğer kâğıt ve belgelerin örneğini onaylayan yahut aslına aykırı örnek veren avukat cezalandırılır.
Suçla korunan hukuksal değer aslında belgede sahtecilik suçlarında olduğu gibi kamunun güvenidir Ancak burada kanun koyucu avukatlık mesleği mensuplarına tanıdığı bir yetkinin kötüye kullanılmasını da cezalandırmaktadır. Sonuç olarak kanun koyucu, avukatlara kamu nazarında ek bir güven atfetmekte ve bu güvene aykırı davranışları özel olarak düzenlenmektedir.
Esasında söz konusu madde avukatın kendi görev alanına giren işlerde resmi evrakta sahtekârlığını cezalandırmaktadır. Zira bu hüküm olmasa dahi 5237 sayılı TCK ile kamu görevlisi sayılan avukatın, TCK’nın 204/2. maddesi gereğince cezalandırılması gerekecektir Ancak özel düzenleme nedeniyle avukatlara ilişkin uygulanması gereken hüküm Av. K.'nın 56. maddesidir.
Suçun maddi konusu iki başlıkta toplanabilir. Bunlardan ilki; avukatların vekâletnameleridir. İkincisi ise aslı kendilerinde bulunan ve asıllarının verilmesi kanunda açıkça gösterilmeyen hallerde her türlü kâğıt ve belgelerdir. O halde yapılması gereken ilk tespit, kanun gereği asılları verilmesi gereken evrak ve belgeler bu suç kapsamı dışında kalmaktadır.
Suçun maddi unsuru incelendiğinde kanunun iki farklı eylemi farklı koşullarla cezalandırdığı görülmektedir. Aslı olmayan vekâletname veya diğer kâğıt ve belgelerin örneğini onaylamak cezalandırılan ilk eylemdir. Kanun tıpkı diğer resmi belgede sahtekârlık suçlarında olduğu gibi belgenin düzenlenmesini yeterli görmekte ve kullanılmasını aramamaktadır. Onaylanan belgenin aslının olmaması gerekmektedir. Yoksa aslının var olmasına karşın, avukatta bulunmaması durumunda suç oluşmayacaktır.
Suçun unsurlarını içeren ayrıntılı açıklamaya yer verilmesinden sonra, Yargıtay Yüksek 11. Ceza Dairesinin benzer olaylardaki uygulamalarının ışığı altında somut olayımızın irdelenmesi gerekmektedir.
Yargıtay Yüksek 11. Ceza Dairesinin 19.03.2013 tarih, 2011/4375 E. - 2013/4456 K. sayılı ilamında;
Suça konu sahte olarak düzenlenmiş Ankara 4. Ticaret Mahkemesinin 28.09.2006 tarihli ve 2006/874 sayılı ödeme yasağı kararının Türkiye Finans Katılım Bankası Sivas şubesine faks yoluyla gönderildiği ve bu karara istinaden banka tarafından ödeme yasağı konulduğunun anlaşılması karşısında; gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi açısından aslı olmaksızın sadece faks yoluyla gönderilen kararın banka nezdinde hüküm ifade edip etmediği aldatma yeteneğinin bulunmaması halinde Avukatlık Kanunu'na göre görevi kötüye kullanmak suçunun oluşup oluşmadığı araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden eksik araştırma sonucu yazılı şekilde karar verildiğinden bahisle Yerel Mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
11.03.2013 tarih, 2011/2526 E. - 2013/3939 K. sayılı ilamında ise;
Sanığın vekaletnameli avukatı olduğu Osman Akman'ın, mülkiyeti Bursa Demirtaş Belediyesine ait taşınmazda kiracı olduğu, akdedilen kira sözleşmesine göre kira müddetinin 31.12.2006 tarihinde son bulacağı, kiralayan Demirtaş Belediyesinin 06.09.2006 tarihli yazısı ile kiracı Osman Akman'a 'kira müddeti, uzatılmayacağı, akdin yenilenmeyeceği ve kullanmakta olduğunuz mecuru Belediye birimlerinin ihtiyacı nedeniyle kira müddeti bitiminde tahliye ve teslim edilmesi' hususunun tebliğ edildiği, kiralayan idarenin kira müddeti bitiminde mecurun tahliye edilmemesi üzerine Osmangazi Kaymakamlığından 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun 75. maddesi uyarınca işlem yapılarak, iş yerinin tahliyesi amacıyla bildirimde bulunduğu, sanığın vekil sıfatıyla kiralanan işyeri ile ilgili kira parasının yatırılması konusunda Bursa 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/148 değişik iş sayılı dosyası ile tevdi mahalli tayini kararı aldırdığı, sanığın iş yerinin 2886 sayılı Kanun'un 75. maddesi uyarınca Kaymakamlıkça tahliye edilmesini önlemek amacıyla suça konu belgeyi düzenleyerek müvekkili Osman Akman aracılığıyla Osmangazi Kaymakamlığına verdirerek anılan Kaymakamlıkça 2886 sayılı Kanun'un 75. maddesine göre yürütülen idare işlemlerin durdurulmasına sebebiyet verdiği, suça konu belgenin incelenmesinde taraflar arasında iş yeri ile ilgili tahliye davası olduğuna ilişkin herhangi bir ibarenin bulunmadığı, taraflar arasında kira bedeli için tevdi mahalli tayini davası açıldığından bahsedildiği, her ne kadar Kaymakamlıkça suça konu belgeye yanlış anlam verilerek taraflar arasında iş yeri ile ilgili tahliye davası varmış gibi işlem yapılmış ise de; belgenin bu haliyle Kaymakamlıkça 2886 sayılı Kanun'un 75. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak iş yerinin tahliyesini engelleyici mahiyette hukuki sonuç doğurucu nitelikte olmadığı, kaldı ki belgenin mahkemece yazılmış izlenimini doğuracak nitelikte düzenlenmiş olduğu gözükse de, hangi mahkeme tarafından düzenlendiği ve esas numarasının bulunmadığı gibi hâkim yazısının altında Bursa 11. İcra Müdürlüğüne ait mührün bulunduğu görülmekle, belgenin bu haliyle aldatma kabiliyetinin bulunmadığı ancak sanığın aldatma niteliği bulunmayan suça konu belgeyi düzenleyip kaymakamlığa müvekkili aracılığıyla göndermek şeklindeki eyleminin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 62. maddesi aracılığıyla 5237 sayılı TCY'nın 257/1. maddesindeki görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturup oluşturmayacağı da tartışılarak sonucuna göre hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği düşünülmeden, yazılı gerekçelerle yüklenen suçtan beraatine hükmolunduğundan bahisle Yerel Mahkemece verilen beraat kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Öğretide ve uygulamada benimsenen ana ilkeler ışığında 1136 sayılı Kanun'un 56. maddesindeki suçun oluşabilmesi için aşağıda özet olarak sıralanan koşulların bulunması gerektiği sonucuna varılmıştır.
1-) Aslı olmayan belgenin onaylanması,
2-) Onaylanan belgenin; sahtecilik suçlarında olduğu gibi iğfal yeteneğine haiz olması,
3-) Suça konu belgeden dolayı zarar doğmasa dahi yine sahtecilik suçlarında olduğu gibi zarar ihtimalinin mevcut olması,
4-) Aslı olmadan onaylanan belgenin, aslının verilmesinin zorunlu belgelerden olmaması
Somut olayımıza baktığımızda; suça konu belgenin iğfal yeteneğinin bulunup, bulunmadığı mahkemece incelenerek denetime olanak sağlayacak şekilde açıklanmamış ise de; anılan dosyanın getirtilerek incelenmemesi mevcut deliller karşısında sonuca etkili görülmemiştir. Zira suça konu belge iğfal yeteniğine haiz olsa dahi mevcut delillere göre fotokopisi sanığa verilen belgenin onaylandığı sırada sahte olduğunun sanık tarafından bilindiğine dair şüpheden arındırılmış kesin kanıtlar elde olunamamıştır. Bu durumda yukarıdaki ayrıntılı açıklamaların ışığında; 1136 sayılı Kanun'un 56/3. maddesindeki suçun unsurlarının oluşamayacağı açıktır. Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak edilmemekle birlikte anılan görüşün bir an için doğru olduğunun kabul edilmesi durumunda; bu sefer özel evrakta sahtecilik suçuna ilişkin dava dosyası getirtilerek incelenip, olanaklı ise her iki davanın birleştirilmesi, bunun mümkün olmaması hâlinde dava dosyasının onaylı bir örneğinin çıkarılarak bu dosya içerisine konulup, suça konu belgenin iğfal yeteniğinin bulunup bulunmadığının karar yerinde denetime olanak sağlayacak şekilde açıklanması gerekmektedir. Çünkü 1136 sayılı Kanun'un 56/3. maddesi ile müeyyide altına alınan eylem avukatların sahteciliğidir. Genel sahtecilik suçunda aranılan bütün koşulların bu suçta aranmayacağına dair herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan 'kanunilik ilkesi'nin ve kıyas yasağının doğal bir sonucu olarak kaknunda açıkça düzenlenmeyen bir hükümden sanığın sorumlu tutulması beklenemez. Kaldı ki ! 1136 sayılı Kanun'un 56/3. maddesinde düzenlenen suçun şekli bir suç olduğunun da kabulü mümkün değildir. Her ne kadar Yerel Mahkemece anılan suçun şekli suç olduğu karar yerinde açıkça belirtilmemiş ise de; mevcut deliller karşısında; Yerel Mahkemenin kararını düzelterek onayan Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun varmış olduğu sonuçtan, dolaylı olarak anılan suçun şekli bir suç olarak kabul edildiği sonucuna ulaşılır ki! bunun kanun koyucunun iaredesine aykırı olacağı gibi, ceza hukukunun temel ilkelerinden olan 'kanunilik ilkesine', öğretide ve uygulamada benimsenen içtihatlara aykırı olacağı da açıktır.
Kamu görevini ifa eden sanığın belgenin aslını görerek onaylaması gerekirken, aslını görmeden fotokopiden ibaret belgeyi onaylarak mahkemeye ibraz etmekten ibaret eyleminde katılan açısından zararın doğduğu konusunda da kuşku bulunmamaktadır. Bu durumda sanığın eyleminin TCK'nın 257/1. maddesinde yazılı bulunan görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu hâlde Yerel Mahkemece 1136 sayılı Kanun'un 56/3. maddesindeki suçun oluştuğundan bahisle verilen mahkûmiyet hükmünün bozulması gerekirken, Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun Yerel Mahkemece verilen mahkûmiyet kararının düzeltilerek onanmasına dair kararına yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir." düşüncesiyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 15.05.2016 tarih ve 376619 sayı ile;
"Sanık avukat ...'a, oğlunu boşanma davasında vekâleten temsil etmesi için gelen ..., yanında gelini boşanmak isteyen davacı ... Tuna'nın geçmişte kürtaj olduğuna değinen 'poliklinik antetli, doktor kaşeli ve doktor imzalı el yazılı' bir rapor getirir, vekâletnameli avukat ... boşanma davasına karşı dava dilekçesinde diğer evrakla birlikte suça konu bu doktor raporunun fotokopisini de aslı gibidir diye yazıp imzalayarak mahkemeye sunar.
Boşanma davasının davacısı İzmir'de yaşayan Arzu kürtaj olmadığını raporun gerçek olmadığını söyler ve raporda anteti bulunan İzmir'deki poliklinikten sorulduğunda raporun poliklinik kaydının olmadığı ancak üzerindeki doktor kaşesinin ve imzanın gerçek olduğu öğrenilir.
İmzası bulunan doktordan sorulduğunda raporu bir başka doktorun yazıp hazırladığını onun imza yetkisinin olmaması nedeniyle kendisinin kaşe ve imzası ile imzaladığını, gerçek bir muayene olup olmadığını bilmediğini beyan ettiği görülür. Suça konu rapor mahkemesine deliller arasında sunulmuş olup ilgilisince derhal reddedilmesi üzerine gerçeği yansıtmadığı anlaşılmış ve lehe veya aleyhe hiçbir sonuç da doğurmamıştır.
Buna göre suça konu rapor içerik olarak sahte olsa dahi şeklen gerçektir ve avukatın raporu hazırlayanlarla işbirliği/iştiraki olmaksızın bu sahteliği bilmesine olanak yoktur. Halbuki sahtecilik suçunun adı geçen sanık avukat yönünden oluşabilmesi için, sanığın sahte belgeyi bizzat oluşturması veya oluşturanlarla iştirak hâlinde olması veya sahte olduğunu bilerek kullanması gerekir. Dosya içeriğinde bu yönde bir kabul mevcut değildir. Buna rağmen Yerel Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda; sanık ...'ın avukatın sahteciliği suçunu düzenleyen 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 56/3 maddesini ihlal ettiğinden bahisle TCK 62 ve 53/1 maddelerini de uygulayarak 2 yıl 6 ay hapis ve hak yoksunlukları ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
Sanık müdafisinin temyiz talebi üzerine de Yüksek Dairenizce temyiz incelemesinde çoğunluk kararı ile Yerel Mahkeme hükmünün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Sanık avukatın kendisine tevdi edilen belgelerin aslını dava sonuna kadar muhafaza etmesi ve mahkemesince istenildiğinde ibraz etmeye hazır hâlde bulundurması gerekir. Bu gerekliliği ihlal eden sanık avukatın TCK 257/1. maddesinde yer alan görevi ihmal suçunu işlediğinde kuşku yoktur. Ancak sanık avukatın sahtecilik suçunu işlediğini kabul etmek için yukarıda bahsedildiği üzere adı geçen sanık avukatın 'antetli, kaşeli, doktor imzalı' raporun sahte olduğunu bilmesi veya sahte olarak hazırlayanlarla iştirak hâlinde olması veya bizzat hazırlaması gerekir. Dosya içeriğinde böyle bir bilgi, ispat ve kabul mevcut değildir. Buna göre sanık avukatın görevi ihmal suçundan cezalandırılması gerekirken avukatın sahteciliği suçundan cezalandırılması usul ve yasalara aykırıdır." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 19. Ceza Dairesince 26.05.2016 tarih, 8214-18567 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 56/3. maddesi kapsamındaki suçu mu yoksa TCK’nın 257. maddesi kapsamındaki görevi kötüye kullanma suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine ilişkin ise de ayrıca sanığın inceleme dışı bir başka dosyada tanık sıfatıyla verdiği ve hükme esas alınan beyanının CMK'nın 46. maddesine uygun olarak alınıp alınmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
...'nın, vekili aracılığıyla 17.05.2011 tarihli Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuş olduğu dilekçe ile; Kadıköy 5. Aile Mahkemesinin 2009/195 esas sayılı dosyasına ...'nın vekili Av. ... tarafından 06.10.2009 tarihinde dilekçe ekinde delil olarak sunulan raporun sahte olduğunu, aslı kendinde olmayan ve aslını hiç görmeyen avukatın raporu aslı gibidir yaparak dosyaya sunduğunu, böylelikle 1136 sayılı Kanun'un 56. maddesinin ihlal edildiğini beyan ederek Av. ...'dan şikâyetçi olduğu,
... ile ...'nın 26.10.2002 yılında evlendikten sonra ... tarafından 14.04.2003 tarihinde açılan boşanma davasının Karşıyaka 1. Aile Mahkemesinin 1173-1015 sayılı kararıyla reddedildiği, ... tarafından 03.03.2009 tarihinde ikinci kez boşanma davası açılması sonucu Kadıköy 5. Aile Mahkemesinin 28.12.2010 tarihli ve 195-1169 sayılı kararıyla davacı ... Tuna ile davalı ...'nın boşanmalarına karar verildiği,
T.C. Frankfurt Başkonsolosluğunun 05.05.2009 tarihli ve A 195695 seri numaralı özel vekaletnamesiyle ...'nın, Av. Sebahat Taşkın ve Av. ...'ı vekil olarak tayin ettiği,
Kadıköy 5. Aile Mahkemesinin 2009/195 esas sayılı dosyasına, ...'nın vekili Av. ... tarafından 06.10.2009 tarihinde dilekçe ekinde delil olarak sunulan Özel Hayat Polikliğinde doktor...tarafından düzenlenen 18.09.2006 tarihli doktor raporunun sahte olarak tanzim edildiği iddiasıyla Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 22.09.2010 tarihli ve 12675-3728 sayılı iddianamesiyle ...'nın babası ... ve...hakkında özel belgede sahtecilik suçundan, ... hakkında ise özel belgede sahtecilik suçuna azmettirmeden kamu davası açıldığı, İstanbul Anadolu 21. Asliye Ceza Mahkemesinin 07.07.2015 tarihli ve 460-355 sayılı kararıyla ...'nın beraatine, ... hakkında açılan kamu davasının ölüm sebebiyle düşmesine, ... hakkında ise TCK'nın 204/1, 62, 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği,
İstanbul Anadolu 21. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/460 esas sayılı dosyasında, ...'ın tanık sıfatıyla 05.07.2010 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; açılan boşanma davasında ...'nın vekili olmasının talep edildiğini, Atilla'nın Almanya'da olması sebebiyle görüşmeye babası ...'nın geldiğini, ...'nın vekâletnamesini Almanya'dan gönderdiğini, diğer delillerle beraber bahsi geçen raporu da fotokopi olarak Atilla'nın babası ...'nın ibraz ettiğini, kendisinin de diğer delillerle birlikte raporun fotokopisini dosyaya delil olarak sunduğunu, raporun aslının kendisinde olmadığını, raporun kimde olduğunu da bilmediğini beyan ettiği,
Aynı dosyada ...'nın 11.06.2010 tarihinde Kollukta; tarafına okunan evrakta belirtilen rapordan daha sonradan haberdar olduğunu, kimseye rapor düzenletmediğini, suçu kabul etmediğini,
...'nın Cumhuriyet Başsavcılığında; boşanma davasında ibraz edilen doktor raporunun sahte olduğunu, kesinlikle kürtaj olmadığını, raporu düzenleyen ve mahkemeye sunan kişilerden şikâyetçi olduğunu, Mahkemede; raporun sahte olduğunu, doktor ...'ı ilk kez gördüğünü, ...'a ve Nurettin Ersöz İnce'ye muayene olmadığını, kürtaj olmadığını, şikâyetinin devam ettiğini,
...'ın Kollukta; Özel Hayat Polikliniğinin kendisine ait olduğunu ve mesul müdür olarak görev yaptığını, 18.09.2006 tarihinde ...'nın kanama şikâyetiyle polikliniğe geldiğini, ismini hatırlamadığı kadın doğum uzmanı arkadaşını polikliniğe çağırdığını, ...'yı arkadaşının muayene ettiğini, değerlendirme kısmını arkadaşının yaptığını ancak rapor düzenleme yetkisi olmadığı için değerlendirmenin altına imza attığını ve kaşesini bastığını, suçlamayı kabul etmediğini, 18.09.2006 tarihinde poliklinikte yapılan muayene ve tedavileri gösterir belgelerin İzmir İl Sağlık Müdürlüğüne 2007 yılı Mayıs ayı teslim edildiğini,
...'nın Mahkemede; oğlu Atilla'nın eşi Arzu ile olan ilk boşanma davasını kaybetmesi üzerine, Arzu'nun nasıl yaşadığı, neyle geçindiği hususlarında araştırma yapmak ve bu hususta belge varsa toplayıp mahkemeye verilmesi hâlinde boşanmanın daha kolay olacağı hususunu öğrendiğini ve bunun üzerine Arzu'nun oturmuş olduğu yeri araştırıp bu şekilde belgeyi temin için İzmir'e, Konak Caddesinde internet kafeye gittiğini, orada daha önce duyduğu şekilde bu konuları araştıracak dedektiflik bürolarının olduğunu söyleyip oradaki şahıslara dedektiflik adreslerini sorduğunu, verilen adreslerden İzmir Dedektiflik Ltd. Şti. Özel Dedektiflik ve Araştırma Bürosuna gittiğini, bu büronun 255. Sokak, No:11 A Hatay-İzmir adresinde bulunduğunu, oraya gidip Bilal Kartal isimli şahısla görüştüğünü, kendisinden Arzu'nun çalıştığı ve oturduğu yeri araştırmasını istediğini, 6.000 TL karşılığında anlaşma yaptıklarını, 3.000 TL’yi peşin verdiğini, yaklaşık on gün kadar İzmir'de otelde kaldığını, kendisine içinde dava konusu edilen raporla birlikte yine bazı evrakı verdiklerini, verilen evrakın tamamını raporla birlikte avukata verdiğini, raporun gerçek olduğunu düşündüğünü, İzmir'e daha önce hiç gitmediğini, doktoru tanımadığını, hastanenin nerede olduğunu bilmediğini, dedektiflik bürosu ile yaptığı iş sözleşmesi aslının bir suretinin avukatı Mihriban Ünal'da olduğunu, bizzat dedektiflik bürosunun sahibi ve yöneticisi Bilal Kartal isimli şahıs ile görüştüğünü, sadece Arzu'nun çalışıp çalışmadığı, nerede oturduğu, babasında kalıp kalmadığı, geçimini nasıl sağladığı şeklindeki hususların araştırılmasını istediğini, bu olayla Atilla'nın hiçbir bilgisi olmadığını,
...’nın Mahkemede; raporun kim tarafından, nasıl düzenlendiğini, kim tarafından mahkemeye verildiğini bilmediğini, sadece avukata vekaletname verdiğini, onun dışında raporla ilgili hiçbir iştirakı olmadığını,
...'ın Mahkemede; Arzu hanımın polikliniğe bizzat başvurduğunu, dışarıdan çağrılan ve poliklinikte çalışmayan Kadın Doğum Uzmanı Nurettin Ersöz İnce ve Hemşire Selma hanımın odasına gelip Arzu hanımın rapor istediğini söylediklerini, Doktor Nurettin’in bulguları rapora yazdığını ancak iş yerinde çalışmaması nedeniyle rapor veremeyeceği için kaşe ve imzayı kendisinin attığını, Hemşire Selma da bizzat Doktor Nurettin ile birlikte Arzu hanımın muayenesine girdiğini, bu tip evrakın hemşireler tarafından kaydının yapılması gerektiğini, kayıt edilip edilmediğini takip edemediğini, hakkında takibat yapıldığını öğrenip araştırma yaptığında kaydın yapılmadığını anladığını, İzmir Tabipler Odası tarafından hakkında verilen cezaya da itiraz ettiğini, kararın henüz kesinleşmediğini, Doktor Nurettin ile görüştüğünde kendisini tanımadığını, rapor yazmadığını söylediğini, bu duruma çok şaşırdığını, raporu Nurettin Ersöz İnce’nin yazdığını, yazı incelemesi yapıldığında gerçeğin ortaya çıkacağını, dedektiflik bürosunun raporu nasıl elde ettiğini bilmediğini, muayene edilen bayanın orta boylu, kumral, saçları boyalı, kot pantolonlu olduğunu, duruşma salonunda kendisine gösterilen 5 bayandan ikisinin katılana Arzu hanıma benzediğini ancak kesin olarak şudur diyemeyeceğini,
Nurettin Ersöz İnce'nin Mahkemede; iddianamede bahsi geçen olayla ilgili olarak hiçbir bilgisi olmadığını, şahısları tanımadığını, müdahaleyi de kendisinin yapmadığını,
Beyan ettikleri,
... müdafisinin ise ... isimli şahıs muayene olduğu gün müvekkilinin sahibi olduğu Ozan Çölçayır Sağlık Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin reçete örneğinde 15550 numara ile kendisine ilaç yazıldığına dair reçete suretini ibraz ettiği, reçete defteri Mahkemece incelendiğinde, reçetedeki bu sayfanın 015501 numaradan başlayıp 015550’de sona erdiği 25.08.2001 tarihinden başlayıp 18.09.2006 tarihinde sona erdiğinin ve ...'nın reçetesinin son reçete olduğu