"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince verilen asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne ilişkin kararı taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 31.01.1995 harç tarihli dava dilekçesinde; davalı şirkete ait Merzifon ... Linyit İşletmesi işyerinde çalışan müvekkilinin 13.02.1992 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle sol bacağını organik ve fonksiyonel olarak kaybettiğini, davalının gerekli tedbirleri almadığından kusurlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000.000ETL (1,00TL) maddi tazminat ile 75.000.000ETL (75,00TL) manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
5. Davacı vekili Ankara 2. İş Mahkemesinin 1999/2533 Esas sırasına kayden açtığı dava dilekçesinde; davanın Ankara 2. İş Mahkemesinin 1995/684 E. sayılı davasında ortaya çıkan ve talep dışında kalan tazminatın tahsiline ilişkin olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.718.000.000ETL (7.718,00TL) maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.
6. Ankara 2. İş Mahkemesinin 21.12.1999 tarihli ve 1999/2533 E, 1999/2457 K. sayılı kararı ile davanın 1995/684 E. sayılı görülmekte olan bu dava ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
7. Davacı vekili Ankara 2. İş Mahkemesinin 1999/2558 Esas sırasına kayden açtığı davasında ise fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 16.277.000.000ETL (16.277,00TL) maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
8. Ankara 2. İş Mahkemesinin 30.12.1999 tarihli ve 1999/2558 E, 1999/2506 K: sayılı kararı ile dava eldeki dava ile birleştirilmiştir.
9. Davacı vekili 16.10.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat miktarını 181.738,16TL daha arttırmış, manevi tazminat talebini ise usuli emprevizyon yoluyla ve içtihaden 75.000,00TL olarak ıslah ettiğini belirtmiştir.
Davalı Cevabı:
10. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tedbirsiz ve dikkatsiz davranan davacının kazaya sebebiyet verdiğini, müvekkili şirketin iş kazalarının önlenmesi için tüm tedbirleri aldığını, öte yandan müvekkilinin kusursuz olduğuna ilişkin savunmalara itibar edilmemesi durumunda davacının ağır kusuru yanında kaza yerinde görevli kişilerin de kusuru bulunduğundan tarafların ve üçüncü kişilerin kusuru ile kaçınılmazlık oranının tespiti için bilirkişi raporu alınması ve maluliyet oranın Sosyal Sigortalar Yüksek Sağlık Kurulunca tespiti gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
11. Ankara 2. İş Mahkemesinin 23.11.2017 tarihli ve 1995/684 E., 2017/710 K. sayılı kararı ile; 13.02.1992 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle davacıya kontrol muayene kaydı konularak daimi iş göremezlik oranı %75 kabul edilmek suretiyle gelir bağlandığı, davalı vekilinin 02.12.1999 tarihli dilekçesi ile Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum) nezdinde maluliyet oranına itiraz ettiği, ayrıca yargılamada da bu yöndeki itirazlarını sürdürdüğü, Sosyal Sigortalar Yüksek Sağlık Kurulunun 11.07.2000 tarihli ve 2000/54 sayılı kararında daimi iş göremezlik oranı %75 olarak belirlenmekle birlikte 2 yıl sonrasına kontrol muayene kaydı konulduğu, Kocatepe Sosyal Güvenlik Merkezinin 07.11.2012 tarihli ve 022431 nolu kararında sürekli iş göremezlik oranının %75 olduğu ancak 02.11.2015 tarihinde kontrol muayenesi yapılması gerektiği belirtildiği, 24.02.2016 tarihli ve 001877 nolu kararda ise daimi iş göremezlik oranında değişiklik olmadığı ancak 01.06.2017 tarihinde kontrol muayenesi öngörüldüğü, Sosyal Sigortalar Yüksek Sağlık Kurulunun 03.01.2017 tarihli ve 2000/54 E. 01/100 sayılı kararında da sürekli iş göremezlik oranı %75 olmakla birlikte 01.06.2017 tarihinde yine kontrol muayenesi gerektiğinin bildirildiği, ancak daha sonra alınan 21.03.2016 (2017) tarihli ve 2000/54 E., 23/3619 sayılı karar ile davacının daimi iş göremezlik oranında değişiklik olmayacağına karar verildiği, davalının daimi iş göremezlik oranına itirazı ve kontrol muayene kaydı konulması nedeniyle davanın karara bağlanamadığı, Yargıtay içtihatlarında da meslekte kazanma gücü kayıp oranı kesin olarak belirlenmeden karar verilemeyeceğinin belirtildiği, kontrol muayenesine gerek olmadığına ilişkin karardan sonra alınan 12.09.2017 tarihli raporda davacının maddi zararının hesaplandığı, 31.01.1995 tarihli davada 75,00TL manevi tazminat talep edildiği, ancak yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle davacı vekilinin 16.10.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile usuli emprevizyon yoluyla manevi tazminat miktarını 75.000,00TL’ye çıkardığı, kaza tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125 ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddelerinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinin ancak kesin maluliyetin belirlendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, bu nedenle ıslah tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı, yine uzun yargılama süreci göz önünde bulundurulduğunda manevi tazminatın ıslah ile arttırılabileceğinin kabulü gerektiği gerekçesiyle, esas ve birleşen davaların kısmen kabulü ile 205.734,16TL maddi tazminat ile 56.250,00TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 13.02.1992 tarihinden itibaren değişen oranlarda yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı
12. İlk derece mahkemesinin kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
13. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 20.02.2018 tarihli ve 2018/507 E., 2018/309 K. sayılı kararı ile; Sosyal Sigortalar Yüksek Sağlık Kurulunun 21.03.2017 tarihli kararı ile iş göremezlik oranında azalma olmayacağı ve bu nedenle kontrol muayenesine gerek olmadığına oybirliğiyle karar verildiği, bu hâliyle kesinleşen maluliyet tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı, davalının hesap raporuna yönelik itirazlarının yerinde olmadığı, ancak manevi tazminatın niteliği itibariyle bölünemez olduğu, bir defada istenmesi gerektiği, bu nedenle manevi tazminata ilişkin ıslaha değer verilemeyeceği gerekçesiyle Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-2. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak esas ve birleşen davaların kısmen kabulüne, 205.734,16TL maddi tazminat ile 75,00TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 13.02.1992 tarihinden itibaren işleyecek değişen oranlarda yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Kararı:
14. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin kararını süresinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.
15. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince 08.10.2019 tarihli ve 2018/4197 E., 2019/5879 K. sayılı kararı ile; "...F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici nedenlere, temyiz kapsam ve nedenlerine göre, davacı vekilinin tüm davalı vekilinin ise aşağıdaki bendin kapsamı
dışında temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Dava, sigortalının 13/02/1992 tarihinde gerçekleşen iş kazasından sürekli iş göremezliğe uğraması nedeniyle, maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden; davacının davalı tarafından işletilen kömür maden ocağı içerisinde çalışırken, olay günü kömür taşınan vagonları çeken motorun halatının kopması, vagonların serbest olarak raylarda hareket edip devrilip davacıya çarpması neticesinde davacının sol bacağından yaralanmak suretiyle iş kazası geçirdiği, SSK Ankara Hastanesi'nin 17/12/1993 tarihli, 7560 sayılı raporuna istinaden sigortalıya SSK Genel Müdürlüğünce %75 oranında iş kazası sonucu maluliyet takdir edildiği ve 07.10.1995 tarihinde kontrol muayenesi kaydı konulduğu anlaşılmıştır. Kontrol muayene kaydının 05.07.1996 tarihli raporla devamına, 02.11.1998 tarihli raporla kaldırılmasına karar verilmiş ise de; davalı itirazı üzerine Yüksek Sağlık Kurulundan alınan 11/07/2000 tarihli raporla kontrol kaydının devamına karar verilmiştir.
Sonrasında Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından sırasıyla 22/10/2002, 23/10/2005, 20/07/2008, 05/04/2010, 07/11/2012, 24/02/16 tarihli raporlarıyla %75 maluliyet oranında bir değişiklik olmamakla beraber kontrol kaydının devamına karar verilmiş, Yüksek Sağlık Kurulunun 03/01/2017 tarihli kararı ile "...Sigortalının 13/02/1992 tarihinde geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle, maluliyet oranının Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü çerçevesinde %75 (yetmişbeş) olduğuna, başka birinin sürekli bakımına muhtaç durumda olmadığına, 01.06.2017 tarihinde kontrol muayenesi gerektiğine..." karar verilmiş ise de; Mahkemenin Yüksek Sağlık Kuruluna yazdığı 01/02/2017 tarihli müzekkere üzerine kurul tarafından verilen 21/03/2017 tarihli kararı ile “sigortalının 13/02/1992 tarihinde geçirmiş olduğu iş kazasına bağlı femur kırığı sonrası gelişen kronik osteomyelit tanısıyla izlendiği, geçen süre gözönüne alındığı takdirde şahsın daimi iş göremezlik oranında azalmanın olmayacağı kanaati hasıl olmuş olup bu nedenle kontrol muayenesine gerek olmadığına” oy birliği ile karar verildiği anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında; zamanaşımı süresi gerek olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 125. maddesi ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 146. maddesi gereğince haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıldır.
Uyuşmazlık bu tür davalarda uygulanmakta olan 10 yıllık zaman aşımı süresinin hangi tarihte başlatılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir.
Dava konusu olayda, davacının 13/02/1992 tarihinde iş kazası geçirmesi üzerine sürekli iş göremezlik oranının 17/12/1993 tarihli raporla %75 olarak tespit edildiği, aradan geçen süre içerisinde kontrol kaydı devam etmesine rağmen maluliyette değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı, giderek olayla birlikte zararın öğrenildiği ve zamanaşımının başlangıç tarihinin olay tarihi olarak kabulü gerektiği ortadadır.
Hal böyle olunca, ıslaha karşı davalı vekili tarafından süresi içerisinde ileri sürülen zamanaşımı def'i nin kabul edilerek, ıslah dilekçesi ile istenilen maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ıslaha itibar edilmek suretiyle karar verilmesi hatalı olmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesi hükmü bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
16. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 11.12.2019 tarihli ve 2019/4180 E., 2019/2988 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten Anayasa Mahkemesinin 05.11.2015 tarihli ve 2013/7400 Başvuru numaralı kararında salt zararı doğuran olayın meydana geldiği tarih baz alınarak açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde yapılan değerlendirmenin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu sonucuna varılarak başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiği, 2016/1253 Başvuru numaralı Anayasa Mahkemesi kararının da aynı yönde olduğu gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
17. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
18. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 13.02.1992 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan davacının zararı hangi tarihte öğrendiğinin kabulü gerektiği burada varılacak sonuca göre 16.10.2017 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminat yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
19. Öncelikle uyuşmazlıkla ilgili kurum ve yasal düzenlemeler üzerinde durulmalıdır.
A-Hizmet Sözleşmesi ve İşverenin İş Kazasından Kaynaklanan Sorumluluğunun Niteliği
20. İşçi kavramının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de mülga 1475 sayılı İş Kanunu’nda bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımı yapılmıştır.
21. Hizmet akdi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 313/1. maddesinde “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı İş Kanunu’nda, daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
22. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393/1. maddesinde ise hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
23. Bu hâliyle denilebilir ki, hizmet sözleşmesi bir yanda işçinin iş görme borcunu, öte yanda işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği, iki taraflı bir sözleşmedir.
24. Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi ise işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri işyerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için iş yerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
25. İş kazasının gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan BK'nın 332. maddesinde; "İş sahibi, aktin özel hâlleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile işçi ile birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi hâlinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." düzenlemesine yer verilmiştir.
26. 10.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun "İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri" kenar başlıklı 77. maddesinin birinci fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre, işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
27. Mevzuatta bulunan bir kısım boşluklar kanun koyucu tarafından 30.06.2012 yürürlük tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (6331 sayılı Kanun) ile doldurulmaya çalışılmıştır. 6331 sayılı Kanun'un 37. maddesiyle 4857 sayılı Kanun'un 77 ve devamı bir kısım maddeler yürürlükten kaldırılarak, iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir. 6331 sayılı Kanun ile işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerinin düzenlemesi amaçlanmıştır.
28. Bunun yanında 6331 sayılı Kanun’a paralel olarak BK'nın 332. maddesi gelişen teknoloji ve diğer veriler gözetilerek revize edilmiş ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK'nın 417. maddesinde bu doğrultuda hükümlere yer verilmiştir. Bu madde; “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
29. BK'nın 332. maddesinin karşılığı olarak çağdaş bir yaklaşımla düzenlenen TBK'nın 417. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hüküm ile 4857 sayılı İş Kanunu'nun mülga 77/1. maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi üçüncü fıkrasındaki düzenlemesi ile de hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. İşverenin gözetme borcu iş sözleşmesinden kaynaklandığından işçi, iş kazasından doğan vücut bütünlüğünün zedelenmesi nedeniyle açacağı maddi ve manevi tazminat davasında sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerine (TBK 112 ve 417.) dayanabilecektir. Öte yandan, işverenin bu davranışı, kişi varlıklarını doğrudan korumayı amaçlayan (iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin) emredici kuralların kusurlu bir davranışla ihlali niteliğinde olup, aynı zamanda haksız fiil oluşturur. Bu nedenle işçilerin iş kazasından kaynaklanan tazminat taleplerinde sözleşmeden doğan ile haksız fiilden doğan dava hakları yarışır. İşçinin ölümü veya vücut bütünlüğünün zedelenmesi hâli sözleşmeye aykırılık doğuracak olmakla birlikte bu durum aynı zamanda bir haksız fiilin unsurunu da oluşturur (Oğuzman, K.: İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 34, S. 1-4, 1968, s. 339). İşçi zararının tazmini için sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil hükümlerine dayanmakta serbesttir.
30. Sonuç itibariyle denilebilir ki, iş kazasında işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması mümkündür.
B-Zamanaşımı ve Başlangıcı
31. Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu; alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
32. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'ide bulunması gerekir (Reisoğlu, S.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1998, s. 334, HGK’nın 05.05.2010 tarihli ve 2010/8-231 E., 2010/2553 K. sayılı kararı).
33. Yargıtayın istikrar kazanmış son uygulamalarına göre, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (HGK’nın 06.04.2011 tarihli ve 2010/9-629 E., 2011/70 K.; 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 E., 2013/1457 K.; 12.03.2014 tarihli ve 2013/4-544 E., 2014/315 K. sayılı kararları).
34. İş kazalarında işverenin sorumluluğu sözleşmeye aykırılığa dayandığından TBK'nın 146-161 (BK'nın 125-140.) maddelerinde düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
35. BK'nın 125. maddesine göre “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava on senelik müruru zamana tabidir”. Yine TBK'nın 146. maddesinde benzer bir düzenleme ile, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükmü yer almaktadır. Kanun koyucu